Sana söz veriyoruz Celalettin Yoldaş!
Uğrunda ölümü göze aldığın,
İnsanlığından başka her şeyini verdiğin Devrimi başaracağız!
Olmadı Celalettin olmadı…
Olmadı Arkadaş!
Hani ne konuşmuştuk seninle?
Hani anlaşmamız vardı?
Anlaşmayı niye bozdun?.. Niye bozdun Arkadaş!..
Niye bu tarifi mümkün olmayan acıyı bıraktın!
Niye insanı çaresiz bıraktın!
Tamam, Maddeciyiz! Tamam Doğanın kanunlarını biliyoruz! Tamam, Tıbbın da yapacağı bu kadardı!
Tamam, senin insan, doğa ve hayvan sevgisiyle dolu o naif yüreğin, o insanlık aşkıyla çarpan melek yüreğin dayanamadı bunca hastalığa…
Tamam da Arkadaş, bu kadar da erken olmamalıydı bu!
Marks Usta’dan okuduk; “Ölüm, ölen için değil, geride kalanlar için bir felakettir.”
İşte biz, biricik Partin bu “büyük felaketi” yaşıyoruz bugün…
Ne hakkın vardı bu acıyı, bu felaketi yaşatmaya?..
Anlaşma, anlaşmaydı Celalettin! Olmadı bu! Olmadı Arkadaş!
Hani Direnecektin? Hani Yenecektin bu lanet hastalığı?
Hani, 3 yıl önce, bir sonbahar günü, örgütlenme çalışması için Osmaniye’ye gitmiştik. Otobandan gidiyorduk ve Osmaniye çıkışını kaçırmıştık. Ve zorunlu olarak eski yoldan gitmiştik. Ve sen bu yoldan hiç gitmemiştin. Üstelik de senin de benim de o güne kadar görmediğimiz, yaşamadığımız kadar çok şiddetli bir yağmur içinde gitmiştik. Gerçek anlamda göz gözü görmüyordu. Bir metre ilerisini bile görmek mümkün olmuyordu ve yol da çok tehlikeli, yokuşun ve inişin olduğu tek şeritli, virajlı bir yoldu. Ve sen olağanüstü gergin ve üzgündün yol boyunca.
“Niye?” diye sordum.
“Ben seni sağ salim getirip götürmekle görevliyim. Ya bu görevimi yerine getiremezsem, ben Parti’ye ne derim o zaman?” dedin…
İyi de Arkadaş, Osmaniye’ye vardık o gün. O yağmurda toplantımızı da yaptık oradaki arkadaşlarımızla. Ve daha kaç kere gittik biliyorsun ve Parti’yi kurduk Osmaniye’de diğer yoldaşlarımızla birlikte. İl Örgütümüzü açtık orada. Açılışa da beraber gittik…
Hani yeniden gidecektik Partimizi örgütlemeye, başta Çukurova olmak üzere yeni yerlere? Ben şimdi kiminle gideceğim o örgütlenmelere?..
Sen şimdi; “Gürdal Abi ben ne yaptım ki?.. Asıl Arif Hoca’m yaptı bu işleri Özler Hoca’mla”, diyeceksin, biliyorum.
Evet, burada Arif Yoldaş’ın, Özler Yoldaş’ın hakkını yemeyelim değil mi Celalettin?.. Onlarla da o kadar çok göreve gittik ki birlikte Güney’de…
Hani 2021 1 Mayıs’ına gelecektin ve eğer (daha önce kaç kere birlikte alındığınız gibi) gözaltına alınırsan oğlum, oğlumuz, Yoldaş’ımız, artık Avukat olan Doğan Çıngı, senin Avukatın olacaktı. Vekaletname verecektin ona… O savunacaktı seni. Dört gözle Doğan’ın okulunu bitirmesini bekliyordun. Bitirdiğini duyduğundaki mutluluk sesinden belli oluyordu.
E, hani ne oldu şimdi?
Niye böyle yaptın?
Niye bozdun anlaşmamızı?
Olmadı Celalettin Yoldaş, olmadı…
Ya disiplinin? Ya titizliğin?.. Ya çalışkanlığın?.. İşine saygın. İşçilere saygın… Nasıl unutacağız bunları…
Demiryollarında bir işçi olarak çalışırken de işine, alın terine, işçi arkadaşlarına gösterdiğin sevgi ve saygıyı, bir yandan da üniversite bitirip Makine Mühendisi olduktan sonra da aynen gösterdin. Kopmadın işçi arkadaşlarından, atölyeden. Tamir etmeye devam ettin lokomotifleri iyi bir Usta, iyi bir Mühendis olarak. Hastalanana kadar da istemedin idari görev…
Oğlun Boran sınavlarda 98-99 aldığında kızıyordun ona, niye 100 almadın, diye…
Ben de sana oğlum Doğan’ı örnek veriyordum; kaç aldın Doğan, diyordum: 50-60, diyordu. 100 alan var mı, dediğimde ise o bana, 10-20 alan da var, diye cevap veriyordu.
Ve ben bunu anlattığımda gülüşüyorduk hani…
Konya’dan Adana’ya taşındığında borç harç aldığın evini Mehmet Yoldaş’a kiraya vermiştin. Başlangıçta; “Ben para mara istemem. Otur”, demiştin. Mehmet Yoldaş ısrar edince de, o günün şartlarında çok düşük bir kira bedeli olan 300 lira ver demiştin hani. Mehmet Yoldaş ilk yıl kendiliğinden zam yapıp sana 350 lira gönderince, telefon açıp; “çık evimden”, dedin. Mehmet Yoldaş ilk şaşkınlıkla; “Hayırdır Abi, ne yaptım da beni çıkartıyorsun?” dediğinde; “Sen kim oluyorsun da ben zam yapmadan sen yapıyorsun? Bana fazla para gönderiyorsun? Ev sahibi sen misin ben miyim?”, dedin. “Taşınana kadar kiran bu”, dedin. Ve bir daha kira konuşulmadı sizin aranızda… Ve 5 yıl boyunca o kirayı aldın. Nasıl hatırlamayacağız biz bunları?..
Yoldaşlarının kişicil isteklerini yerine getirmek senin için mutluluk kaynağıydı. Zevkle karşılardın o istekleri.
Ve ben, Adana Gar Kahvesi’ni kimden isteyeceğim şimdi? Kim getirecek bana?.. Kim tattıracak Karaman’ın Divle Peyniri’ni?..
Tanıştığımız ilk andan (2000 yılından) itibaren (ki Konya’da tanıştık seninle) mütevazılığın, sevgi dolu melek gibi yüreğin, yoldaşlarına karşı duyduğun koruma duygusu, sahiplenme, aldığın görevleri sessiz sedasız yerine getirme özelliklerinle dikkatimizi çektin. Ve sürekli olarak geliştin, geliştirdin kendini…
Oğlun Boran’ı, liseyi yatılı olarak okumaya geldiği Mersin’de, Partiye emanet ettin. Yoldaş’ımız olsun, dedin. Mersinli Yoldaşlar da (Özler-Arif Yoldaşlar da başta olmak üzere) senin bu isteğini yerine getirdiler. Yoldaş’ımız oldu Boran onların ellerinde…
Fedakâr, yiğit, kararlı, korku nedir bilmeyen bir Yoldaş’tın sen Celalettin!
Konya’da Nakliyat-İş’in Ambar Örgütlenmelerinde, Kamu Çalışanı olmana rağmen gözünü kırpmadan yer aldın. Sarı-gangster TÜMTİS’in fiili saldırılarına onların anladığı dilden cevap verdiniz. Ve o örgütlenmede yaşanan olaylardan ötürü yargılandın da. Ama hiç ikircilik taşımadın. Hiç korkmadın. “Görevden alınmaysa alınırız, önemli değil”, dedin. Ve bu süreçte de, sonrasında da evini bütün yoldaşlara açtın. Kucakladın onları. Eşin ve çocuklarınla rahat ettirmek için elinizden geleni yaptınız.
Ve bugün Konya Ambar İşçileri Nakliyat-İş Sendikası’nda örgütleyse, toplusözleşmeli çalışıyorsa bunda senin de emeğin var.
Gösterdiğin yiğitliği, cesareti nasıl unutabiliriz?
Bir Kamu Çalışanı olarak Konya’da Demiryol İşkolundaki sendikanı, KESK’e bağlı BTS’yi örgütledin sessizce. Yönetiminde yer aldın yıllarca. Tayin dolayısıyla gittiğin Adana’da, bu kez Birleşik Kamu-İş’e bağlı Ulaşım-İş’in Sendika Temsilciliğini açtın tek başına.
En militan eylemleri örgütledin sendikalarında… Bir iş bırakma eyleminde, trenin önüne geçip treni durdurdun yine tek başına…
Halkçı Kamu Emekçileri’nin her eyleminde, her örgütlenmesinde görev yaptın.
Ve sadece sendikacılık yapmadın. Siyaseti de en aktif şekilde yaptın; ama sessizce, hiç abartıya kaçmadan…
Demiryolu işçilerine gazetemizi sattın. Partimizi anlattın.
Seçimlere katılabilmemiz için Partimize yönetici yaptın gittiğin Adana’daki işyerinden bir işçi kardeşimizi… Üstelik de daha yeni gitmiştin o işyerine. Ama o mütevazılığın, insan sevgin, kararlılığın, samimiyetinle insanlara güven verdin.
Nakliyat-İş’in Adana’daki ve Mersin’deki örgütlenmelerinde görev aldın. İşçilerle beraber oldun. Sendikayı anlattın, örgütlenmenin önemini anlattın. Haklarına sahip çıkmaları gerektiğini anlattın.
Partimizin Adana’daki Kamu Çalışanı Komitesi’nde zaten görevliydin, İşçi Komitesi’nde de görev aldın…
Partimizin bütün çalışmalarına (hastalığına rağmen) katıldın; Örgütlenmeden Seçim Çalışmalarına, Afişlemelerine, Bildiri dağıtımlarına… Üstelik de Adanalı Yoldaşların (hastalığından dolayı) gelme, dedikleri halde katıldın…
Mersin’e de gittin Antep’e de, İskenderun’a da gittin Erzin’e de, Hatay’a da, Osmaniye’ye de… Yani nerede iş varsa, nerede görev varsa orada oldun.
1 Mayıs’lara katıldın her yıl mutlaka; izinlisine de, izinsizine de…
Sen de gözaltında kaldın günlerce diğer yoldaşlarınla birlikte. Hani az önce yukarıda yazdım ya, Yoldaş’ın Doğan’la da beraber kaldın gözaltında ve anlaştınız onunla Vekalet konusunda…
Ama sen anlaşmayı bozdun Celalettin!
Olmadı bu!
Ya TÜYAP Çukurova Kitap Fuarlarındaki tutumuna ne demeli?
Senelik izninin 7 günlük bölümünü Kitap Fuarı’na ayırdın yıllarca. Ve tüm fuar boyunca her gün görev aldın Standımızda. En küçük bir işte bile; “ben hallederim”, dedin senden yaşça küçük yoldaşların olmasına rağmen…
Neredeyse hiçbir gün elin boş gelmedin standa. Sevgili eşin Nurcan Hanım, her gün pasta, börek gönderdi yoldaşlarımıza…
İnsanlara Partimizi anlattın, Usta’mızı anlattın, Genel Başkan’ımızı anlattın sürekli… Teorimizi-Pratiğimizi anlattın… İnsan kazanmaya çalıştın sabırlıca.
Çukurova Kitap Fuarlarında Derleniş Yayınları standımız boynu bükük kalacak sensiz…
Niye bize bu acıyı yaşattın Arkadaş!
Olmadı Celalettin olmadı! Anlaşmayı bozdun!
Biliyorum; “Hayır! Sen beni tanıyorsun Gürdal abi. Ben asla bozmadım yaptığım anlaşmaları. Verdiğim sözleri tutardım.”, diyorsun. “Çok direndim. Çok uğraştım. Yoğun Bakımdayken bile kitap istedim Yoldaşlarımdan ve okumaya çalıştım, biliyorsun Gürdal Abi. Ama hastalık (kanserle, böbrekle uğraşırken bir de Koronavirüse yakalanınca) benden baskın çıktı”, diyorsun…
Biliyorum Celalettin Yoldaş! Biliyorum da sen de beni anla!
Ben, biz, Partimiz bu acıya nasıl dayanacak? Senin gibi insanlık timsali bir Yoldaş’ın kaybını nasıl kabullenecek!
Celalettin Yoldaş!
Usta’mıza, Parti’mize, Genel Başkan’ımıza ve Parti Önderliğine çok büyük bir güven duydun. Çok büyük bir saygı besledin. Ve bunu her ortamda dile getirdin.
Devrimci görevlerden asla kaçmadın. Büyük-küçük iş ayırımı yapmadın. Ne görev verilirse yaparım, dedin. Ve yaptın da sonuna kadar.
Bir devrimci, bir dava adamı, bir inanç adamı için önemli olan, inancını ve bilincini yitirmeden, son soluğuna dek devrimci kalmaktır. Gerçek Devrimci Hatta kalmaktır. Ve yaptıkları-ettikleriyle geride unutulmayacak mücadele anıları bırakmaktır.
Partimizin Kurucu Önderlerinden Faruk Hoca’mızın bir şiirinde yazdığı gibi; “İnsanlık Davasını budamamalıdır.”
Sen, bunu layıkıyla yerine getirdin!
Şimdi biz de sana bir söz veriyoruz Celalettin Yoldaş. Seninle son bir anlaşma daha yapıyoruz:
Bunu en iyi bilenlerdensin sen; söz verdik mi mutlaka yerine getiririz biz sözümüzü!
Uğrunda ölümü göze aldığın, insanlığından başka her şeyini verdiğin Devrimi başaracağız!
And olsun Devrimi başaracağız!
İşçi Sınıfının ve Emekçi Halkın Demokratik Halk İktidarını kurup, Sosyalizme geçireceğiz ülkemizi!
Er ya da geç ama mutlaka başaracağız!
Ve o kutlu günde sen de bizlerle beraber olacaksın!
Söz sana!
Söz şehitlerimize!