Ortaçağ’ın bu karanlık kurumlarında şiddetin, tecavüzün-sapıklığın yaşanmadığı bir bölge mi kaldı?

8 Mart’ta, Feminist Kadınların hak arama eylemine “ezanı protesto ettiler” diyerek hainane iftiralarla saldırıp yeri göğü inletenler, Taksim Gezi İsyanı günlerinde yine aynı seviyedeki-kategorideki “Kabataş Gelini” provokatif yalanlarıyla Türkiye’nin en temiz kalpli, en vatansever, en doğasever, en insancıl insanlarına saldıranlar ve dini hassasiyeti yüksek olan insanlarımızı bu masum-temiz direnişçilere karşı kışkırtıp bir iç savaş ortamı yaratmaya çalışanlar; Ümraniye’deki bir tarikat yurdunda 30 gencecik çocuğumuzun aylar yıllar boyu ırzına geçen Ortaçağcı insan sefaletleri hakkında niye dillerini yutmuşça tık diyemiyorlar?

Çünkü bu aşağılık, insanlıktan çıkmış, din maskesi ardına gizlenerek sapkın eğilimlerini uygulamaya dökenlerle bunlar, aynı toptan kesmedir, aynı çamurdan yoğurulmadır ve aynı yolun yolcusudurlar.

Bunlar parça parça vatan topraklarını, dağlarımızı, ormanlarımızı, nehirlerimizi, göllerimizi, Ege’deki 18 Adamızı, yine Ege ve Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatanımızı Yunanistan’a ve ABD-AB Emperyalistlerine bilerek ve isteyerek satarlar. Şehirlerimizde gölge edecek tek bir ağaç dalı bile bırakmamacasına her tarafı taşa betona kestirip yüz milyarlarca liralık vurgun vururlar.

Çilekeş halkımızın alınterinden gasp ettikleri yani zam, vergi ve sefalet ücretiyle köylümüzün ürününe düşük fiyat uygulamasıyla gasp ettikleri yine yüz milyarlarca liralık devlet bütçesini ve hazinesini, bunlara ilave olarak ellerindeki belediye bütçelerini, kendilerine, oğullarına kızlarına, yandaşlarına, “vakıf”, “dernek” bilmem ne adları altında, oluşturdukları, hepsi de vurguna paravan olan kurumlar aracılığıyla aktararak küplerini doldururlar.

Başta Kaçak Saraylı Tayyip gelmek üzere, AKP’giller’in kodaman kadrolarının tümünün kendileri ve sülaleleri dolar milyarderi olmuştur bu yolla.

Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının tarikat, cemaat, molla, şeyh, şıh kisvesi altındaki sapık güruhu, çocuklarımızı, hatta Kırklarî Dergâhı’nda olduğu gibi, iradeleri fesada uğratılarak kandırılıp tuzağa düşürülmüş zavallı kızlarımızı, kadınlarımızı kullanırlar. Onlara tecavüzler ederler. Ortaçağ terbiye metotlarıyla döverek ezerler, kişiliklerini ayaklar altına alırlar.

Ne diyor, Ümraniye’deki “Fıkıh Der” adlı sapık tarikat yurdunun kurbanı olmuş gençler?

“Bizleri çekiçle dövüyorlardı hocalar”, diyor. “Tecavüz ediyorlardı”, diyor. “Eğer bu yaptıklarımızı dışarıda açık ederseniz size cinleri musallat ederiz”, diyerek bizi tehdit ediyorlardı, diyor.

Biz bu yaşımıza geldik, gezip gördüğümüz, yaşadığımız bölgelerdeki tarikat yurtlarında, Kur’an Kurslarında çocuklara tecavüz edilmemiş bir tek örneğe olsun rastlayamadık. O bölgede yaşayan öğretmen vb. laik, demokrat, devrimci insanlarımızla yaptığımız konuşmalarda, her bir yurdun, kursun geçmişinin böyle kirli, karanlık olaylarla anıldığını gördük, dinledik.

Bu kurslardaki, yurtlardaki hoca görünümlü Ortaçağcı kişilerin bir teki olsun pedagojik bir formasyon almamıştır. Bir tekinin olsun Modern Eğitim Bilimleriyle bir tanışıklığı olmamıştır. Bunlar tamamen bin yıllar ötesinin karanlık kafa yapısı, kültürü ve dünya anlayışıyla doktrine edilmiş, modern toplum düşmanı, Laik Cumhuriyet düşmanı, Kuvayimilliye düşmanı, bilim düşmanı insanlardan oluşmaktadır.

Bunlara, yetiştirsinler, eğitsinler diye genç çocuklarımızı emanet etmek, kurda kuzu emanet etmek kadar tehlikelidir ve genelde trajik durumlarla, sonuçlarla karşılaşılır…

Bunların her biri birer Ortaçağ din derebeyliğidir. Her ne kadar bedenleriyle bugünün dünyasında yaşıyor görünseler de, kafa yapıları yani ruh ve zihin yapılarıyla, kültür ve ahlâklarıyla binlerce yıl öncesinin dünyasını yaşayan, onun özlemi içinde olan kişilerdir.

Bunlardan çocuklarımıza en ufak olumlu bir yan yansımaz. Tam tersine; çocuklarımızın zihin hasarına uğratılması, kişiliklerinin, onurlarının, özgüvenlerinin yıkılıp parçalanması ve de bütün bunlardan daha acı ve vahim olmak üzere, bu son Ümraniye trajedisinde ve Ensar’larda görüldüğü gibi, Badeci Şeyh Tekkesi’nde görüldüğü gibi tecavüze uğratılarak bunalımlara sürüklenmesi, dünyalarının karartılması gibi sonuçlarla karşılaşılır.

Kur’an’ın genel anlayışı da, Hz. Muhammed’in yaşayışıyla örneklik ettiği uygulaması da bize açıkça göstermektedir ki; İslamiyet’te aracıya, şeyhe, şıha yer yoktur, gerek yoktur.

Ne diyor Kur’an?

“İşte böylece biz onu apaçık âyetler olarak indirdik.” (Hac Suresi, 16’ncı Ayet, Diyanet İşleri Meali)

Demek ki Kur’an’ı anlamak için Ayetleri okumak yeterlidir. Tabiî Ayetleri de İslamiyet’in ortaya konuluşunun hangi döneminde ve hangi sosyal olaylara ilişkin olarak, onlara çözüm getirmek amacıyla ortaya konduğunu araştırmak gerekir.

Ayrıca, her Ayeti Sure bütünlüğü içinde, yani Surenin genel anlamıyla uyumlu olacak biçimde ve buna ilaveten de Kur’an’ın genel anlayışıyla uyumlu olacak biçimde kavramak gerekir. Bu yöntem izlendiğinde hiçbir aracıya gerek kalmadan Kur’an Ayetleri netçe, kesince anlaşılır.

Yani İslamiyet’te bir aracı din sınıfına, zümresine yer yoktur…

Bu yolu izleyen her insan, Kur’an’ı anlar ve kendi edindiği kanaat doğrultusunda bir din anlayışına sahip olur.

Gerçek böyle olduğu halde, bugün din öğretme kastıyla ortaya çıkmış olan yüzlerce tarikat, on binlerce resmi ve gayriresmi olmak üzere Kur’an Kursu, sadece gençlerimize zarar verir, kötülükte bulunur. Onlara ne İslam’ın gerçeğini öğretebilirler, ne de çağdaş, bilimsel dünya kavrayışını…

Başta da dediğimiz gibi; öncelikle gençlerimizi zihin hasarına uğratarak aydınlık düşünceden, sorgulayan akıldan yoksun bırakırlar: Dayakla, yani acımasız şiddet uygulayarak onurlarını, kişiliklerini, özsaygılarını, kendilik değerlerini yitirtirler. Ve en sonunda da işte Ümraniye’de, Ensar’larda yaşanan trajedilerde görüldüğü gibi, dünyalarını karartırlar gençlerimizin, çocuklarımızın.

Bu uygulama zaten Tevhid-i Tedrisat Kanununa aykırı olduğu için apaçık biçimde kanunsuzluktur, dolayısıyla da suç işlemiş olmaktır. Ve bu suç, devletin teşviki, gözetimi ve koruması altında işlenmektedir. Yani buralarda yaşanan facialardan sadece buralardaki sapıklar sorumlu değildir. 1950’den bu yana bunlara göz yuman, hatta bunların önünü açan, devletin destek ve himayesine alan, kamu mallarını bunların hizmetine sunan devlet yöneticileri de suçludur aynı şekilde.

Bu Ortaçağ kurumları, daha önce de defalarca dile getirdiğimiz gibi, 1950 sonrasında uygulamaya konan ve tüm İslam ülkelerini kapsayan, ABD ve onun casus örgütü CIA’nın oluşturduğu “Yeşil Kuşak Projesi”nin ürünleridir.

ABD Emperyalist Haydutları, bu Ortaçağ kurumları aracılığıyla insanlarımızın modern dünyayla ve çağdaş bilimle karşılaşmalarını engellemek ve onları Ortaçağ’ın karanlık dünyasına hapsetmek, böylece de tüm İslam ülkelerini sömürge-yarısömürge biçiminde köleleştirip yağmalamak için oluşturmuştur. Ve ne acıdır ki başarıya da ulaşmıştır bu alçakça projesinde.

Bugün ABD kuklası olmayan, onun talan ve vurgun alanının kapsamı içinde olmayan, Suriye’yi bir tarafa bırakırsak, İslam ülkesi kalmamıştır.

Sonuç olarak; laikliğin önemi bir kez daha açık ve kesin biçimde ortaya çıkmaktadır.

Sağlıklı, aydın düşünebilmenin de, çağdaş bilimi, teknolojiyi ve dünyayı anlayabilmenin de yolu laik bir anlayışa sahip olmaktan geçiyor. Böyle anlayışa sahip gençler, insanlar yetiştirebilmek için de demokratik ve laik bir toplum düzeninin kurulması gerekmektedir.

İşte biz, bunun mücadelesini veriyoruz yıllardan bu yana. Devrimci Demokratik Halk İktidarının kurulması için mücadele ediyoruz. Ülkemizin ve halkımızın bu karanlıktan çıkabilmesinin tek garantili yolu da bu yoldur…

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

4 Eylül 2019

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı