Numara yapmayın! Milleti ahmak yerine koymayın! Hepiniz oradaydınız

hepside-oradaydi_hkpHani gerçeklikte olmayan Mecliste yalandan, göstermelik olarak halkı kandırmaya yönelik bir “FETÖ Darbe Girişimi”ne yönelik “Araştırma Komisyonu” kurdular ya; oraya, kendilerince uygun bulunan zevatı çağırıp tanıklığına başvuruyorlar.

Kim mi?

Tabiî Kaçak Saraylı’nın AKP’giller’i.

Yine göstermelik olarak yanlarına da Sorosçu Kemal’in CHP’sinden Kontr’cu, faşist Bahçeli’nin MHP’sinden de üyeler alıyorlar.

Birkaç gün önce eski MİT Müsteşarı Emre Taner konuşmuş orada. Tabiî orada olanların tamamı gibi o da, “Benim Feto’yla hiç görüşmüşlüğüm, tanışmışlığım yok. Ben pirüpakım. Hatta, Fetoculara karşı da mücadele ettim, elimden geldiğince. Zaten bizim zamanımızda da MİT’te vs.de FETÖ’cü yoktu.”, mealinde demagojik cümleler döktürmüş. Zaten hep öyle olur. Kimisinin hiç görmüşlüğü olmaz Feto’yu, kimisi de horozlu şekerlerle kandırılan okul öncesi çocuklar gibi kandırılmış olurlar. Dolayısıyla da, suçlu olmadıkları gibi, Feto’nun mağduru olur çıkarlar.

Tabiî kelimeler, anlam namusu taşımayan insanlara karşı isyan edip bizi bu aşağılık yalanlarınıza malzeme yapmayın, diyemezler ki…

Ne yapsınlar? Zihin kaypak, vicdan boş, dil yalana dümene alışık olunca, kelimeler ne etsin?..

Şöyle demiş, Emre Taner adlı bu CIA hizmetkârı da orada:

“BENİM DÖNEMİMDE FETÖ’NÜN MİT’E SIZMASI MÜMKÜN DEĞİLDİ’

“Dünyanın hiçbir ülkesinde Türkiye’deki gibi anayasası ile milli istihbarat teşkilatının görevlerini sınırlayan başka bir ülke yoktur.

“MİT, TSK bünyesinde istihbarat yapamaz. Benim çalıştığım dönemde FETÖ’nün MİT’e sızması mümkün değildi. İsterseniz almazsınız. Benden sonrasını bilemem. MİT bu ülkenin namusudur. Müsteşar da Teşkilatın namusudur. MİT’te askerlerin Müsteşar olduğu dönemde çok rahat çalıştım, çünkü askerler teşkilata siyaset sokmamışlardır.

“MİT her dönemde kendini korumasını bilmiştir. 15 Temmuz hariç bütün darbelerde görev yaptım. Biz o dönemde aldığımız her haberi başbakana bildirirdik. Haberin asıllı veya asılsız olması önemli değildir.” (http://www.sozcu.com.tr/2016/gundem/eski-mit-mustesari-emre-tanerden-carpici-ifadeler-1499071/)

Adam sanki yalan ve demagoji makinesi. Ha olaylara ilişkin söylediği cümlelerin bir teki de doğru olsun, deseniz, bulamazsınız. Ama alışmış bir kez. 40 yıldan bu yana aynı işi yapıyor.

Hemen aklımıza geliverenden başlayalım:

“15 Temmuz hariç bütün darbelerde görev yaptım. Biz o dönemde aldığımız her haberi başbakana bildirirdik. Haberin asıllı veya asılsız olması önemli değildir.”, diyor.

Türkiye, iki faşist askeri darbe yaşamıştır. Biri 12 Mart 1971, diğeri de 12 Eylül 1980 Darbesidir. Her ikisini de CIA planlamıştır, Türkiye’de ise CIA yönetimindeki Süper NATO’nun yani Kontrgerilla’nın Türkiye şubesi yönetmiştir.

12 Eylül Faşist Darbesi’yle görevden uzaklaştırılan Demirel’in Azınlık Hükümeti olmuştur.

11 Eylül günü, Kontrgerilla’nın organik ilişki içinde olduğu Kemal Ilıcak sahipliğindeki Tercüman Gazetesi’nin yine dönek yazarı Güneri Civaoğlu, o gece darbe yapılacağı haberini alıyor. Vakit öğleden sonrasıdır. İçli dışlı olduğu Başbakan Demirel’i arıyor telefonla hemen. “Biz böyle bir haber aldık burada.”, diyor. Demirel’in verdiği karşılık aynen şudur:

“Yok kardeşim. Ankara’da yaprak kımıldamıyor.”

İsterseniz, bu görüşmeyi G. Civaoğlu’nun kaleminden aynen aktaralım:

“15 Temmuz 2016’daki bu darbe kalkışımından önce bir darbe 12 Eylül 1980’de yaşanmıştı.

“O gün çok satan bir gazetenin Genel Yayın Yönetmeni’ydim. Darbe olacağını sabah 11’de gazetenin haber müdürü Erol Dallı “büyük ihtimalle” rezervini koyarak bana söylemişti. 

“Kaynağı için “MİT’ten sızıntı” demişti. 

“Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’e telefon ettim. Dallı’nın bana söylediklerini ilettim.

“Bir bakalım ne oluyormuş ne olmuyormuş” cevabını verdi. Ablamın eşi merhum Org. Ragıp Ulubay (Hikmet Ulubay’ın abisi) Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarı’ydı. 

“Onu aradım, ulaşamadım.

“Bu arada “Maltepe’den tankların ve zırhlıların İstanbul’a doğru hareketlendiği” haberleri gelmeye başlamıştı.

“Okuyucular gazeteyi arıyor, “Neler oluyor, darbe mi?” diye soruyorlardı. Demirel’i yeniden aradım.

“Hava bir garip” yorumunu yaptı.

“Milli Savunma Bakanı’na “Bir araştır bakalım” demiş ama  o da komutanlara ulaşamamış.

“Bana “Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren’in haftalık mutat görüşme için Çankaya Köşkü’ne, Cumhurbaşkanı vekili İhsan Sabri Çağlayangil’e çıktığını” söyledi.
İhsan Sabri Bey, Evren’e “Bir sıkıntı var mı Paşam?” diye sormuş. Evren de “Hayır yok, TSK görevinin başında” cevabını vermiş. (Yıllar sonra Kenan Evren’e bu sahneyi hatırlattığımda gülümsemiş “Ne yani ‘az sonra darbe olacak, senin oturduğun Cumhurbaşkanı koltuğuna ben oturacağım’ mı diyecektim?” yorumunu yapmıştı.)

“(…)

“Oysa…

“O dakikalarda bizim gazetelerin ilk baskılarını taşıyan dağıtım kamyonlarını askerler durdurmuş, grupları çevirmiş, el koymuşlardı.

“Bunu söylediğimde Demirel “Valla burada yaprak kımıldamıyor ama her şey olabilir” dedi.” (http://www.milliyet.com.tr/avuc-ici-kadar–siyaset-ydetay-2290363/)

Hani sen her şeyi, aldığın her haberi anında bildiriyordun hükümete?

Faşist darbe olacak birkaç saat sonra, resmen bağlı olduğun Başbakan Demirel’in bundan haberi yok. Ne düzenbazsınız siz…

Alıştınız değil mi ömrünüz boyunca halkı ahmak yerine koyarak aldatmaya?..

Su içer, soluk alır gibi yalanları art arda sıralamaya…

Darbenin göbeğindesin sen o günlerde. Çünkü resmiyette bağlı olduğun Başbakan’a değil, gerçekteki efendine bağlısın. CIA’ya bağlısın.

Bir de ne diyor yukarıda düzenbaz?

“MİT her dönemde kendini korumasını bilmiştir.”

Bu da iğrenç bir yalan. Sen her dönemde CIA’nın, ABD’nin kucağında oldun.

Gelin bunun da gerçekliğini Demirel’in, neredeyse değişmez Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’den öğrenelim:

“Bundan açık bir şey olmaz: CIA 12 Mart’ta vardır. Büyük ölçüde vardır. 12 Mart’ta haşhaş vardır. CIA, Papadopulos’da vardır. CIA, Gizikis’te vardır. (ABD’nin 1967’de Yunanistan’da yaptırdığı “Albaylar Cuntası”nın faşist darbesi kastediliyor. – Nurullah Ankut) CIA’nın nasıl hareket edeceği tahmin edilemez. Siz bir yazar olarak en az benim kadar bilirsiniz…

 “(…) Şimdi nasıl yapıyor CIA? CIA yapar. (…)

“Benim istihbarat şefim, kendisi farkında bile olmadan CIA benim altımı oyar.

“Elinde imkân var (yabancı) adamın. Girmiş enfiltre benim içimde…

“Onun için hiç şaşmam, aramam da, bulamam ki. Nasıl yaptı, bulamam…” (Çağlayangil 12 Mart’ı Açıklıyor, Politika, 12 Mart 1976)

Demek ki arkadaşlar, CIA, MİT, her iki darbenin de göbeğinde yer almışlardır. Hem 12 Mart 1971 Darbesinde, hem 12 Eylül 1980 Darbesinde darbecilerin ana karargâhlarından biridir MİT.

Bir de ne demişti yukarıda, düzenbaz?

“Benim çalıştığım dönemde FETÖ’nün MİT’e sızması mümkün değildi. İsterseniz almazsınız.”

İşte yukarıdakiler kadar aşağılık, iğrenç, namussuzca bir yalan daha…

Bu işin aslını da bunun çalıştığı dönemde “Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı” olan Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’den öğrenelim:

“Eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı ve Aydınlık yazarı emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, Meclis Darbe Araştırma Komisyonu’na ifade veren eski MİT Müsteşarı Emre Taner’in görev yaptığı dönemde kendisine “Gülen’le sizi tanıştırayım” dediğini açıkladı. Pekin, MİT Müsteşarı Emre Taner’in “MİT’te benim dönemimde FETÖ’cü yoktu” sözlerinin doğru olmadığını belirtti. 2007 yılında Elazığ’da görev yaptığı sırada ildeki MİT personelinin bir gece evine gelerek, en yetkili amirlerinin FETÖ’cü olduğu konusunda ihbarda bulunduklarını hatırlatan Pekin, durumu ilgililere aktardığını, sonrasında ise aynı kişinin terfi ettirilerek Malatya MİT Bölge Başkanlığına getirildiğini ifade etti.

“ŞİFRELİ TELEFONDAN ARADI

“Aydınlık gazetesinin haberine göre,  Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde İlker Başbuğ’un Taner’den polis ve yargıdaki FETÖ’cülerle ilgili araştırma yapmasını istediğini kaydeden Pekin şunları söyledi:

“Başbuğ bana da konuyla ilgilenmem talimatını verdi. Emre Bey’le konuşmamı istedi. Kendisiyle konuştum. 2 gün sonra şifreli gizli telefondan beni aradı. Bu çalışmadan başkasına söz edip etmediğimi sordu. Etmediğimi söyledim. Arkasından, ‘Bana bugün emniyet istihbaratından 4-5 kişi geldi. ‘Siz Genelkurmay’ın isteğiyle polis ve yargıda bir araştırma yaptırıyormuşsunuz, doğru mu diye sordular’ bilgisini verdi. Bir süre sonra yaptıkları çalışmanın sonuçlarını getirdiler. Şu anda sanıyorum tamamı ya tutuklu ya açıkta.”

“70 YAŞINDA BİR ADAM NE İSTİYORSUNUZ

“Ergenekon tertipleriyle birlikte TSK içinden sürekli bilgi sızmaya başlaması üzerine Taner’le yine bir araya geldiklerini ve bilgi istediklerini vurgulayan Pekin, “Taner Bey görüşmemizde Fethullah Gülen için bana ‘Ya bu adamdan ne istiyorsunuz. 70 yaşında bir ihtiyar. Size ne zararı var? İstersen sizi tanıştırayım. Kendiniz görün’ dedi” diye konuştu.

“Pekin, Taraf gazetesinin yayınları üzerine Emre Taner’le yaptığı görüşmeyi de şöyle anlattı:

“Taraf gazetesi TSK aleyhine sürekli yayın yapıyordu. Genelkurmay Başkanının talimatı ile Emre Bey’le görüşmeye gittim. Taraf gazetesinin arkasındaki asıl gücün bulunması konusunu görüştüm. Daha sonra yaptığımız görüşmede, ‘Taraf’la uğraşmayın. Arkasındaki güç çok büyük, uğraşamazsınız, başa çıkamazsınız karşılığını verdi.”

“OSLO HAYALİ

“Pekin, Komisyon’da MİT’in PKK ile Oslo’da yaptığı toplantılarla ilgili de şu değerlendirmeyi yaptı:

“PKK’nın Avrupa’daki tüm faaliyetlerinin içinde İngiliz istihbaratı vardır. İngilizler her şeyi kontrol ederler. Oslo’da da İngilizler aracılık etmişlerdir. Emre Bey Oslo’yu savunuyor. Ama İngiliz istihbaratının Türkiye’nin çıkarına bir şey yapacağını düşünmek hayaldir.” (http://odatv.com/bana-sizi-gulenle-tanistirayim-dedi-1211161200.html)

Çok net bir şekilde görüldüğü gibi arkadaşlar, bu Emre Taner denen ABD işbirlikçisi CIA piyonu, faşist darbelerde yer aldığı gibi, FETÖ’nün devleti ele geçirme işinde de en esaslı biçimde yer alıyor, rol oynuyor, görev yapıyor.

Feto’nun da sadece adamlarıyla değil, bizzat kendisiyle de tanışıyor, görüşüyor, iş tutuyor.

Ayrıca da İ. Hakkı Pekin’e karşı savunuyor Feto’yu. “70 yaşında bir ihtiyar, size ne zararı olur?”, diyor. Masumlaştırıyor, melekleştiriyor, sevimlileştiriyor Feto’yu.

Başında böyle bir kişinin bulunduğu İstihbarat Teşkilatı hiç milli olabilir mi?

Bırakalım milli olmayı, ihanet teşkilatına dönüşmüş. Halka, vatana, millete ihanet…

CIA’nın operasyon gazetesi olan Taraf’ı da nasıl pir aşkına savunuyor, görebiliyor musunuz?

Yukarıda Fethullah’ı, acınması gereken zavallı, 70 yaşında bir ihtiyar olarak masumlaştırıyordu. Taraf’ı ise, ejderhalaştırarak korkutucu gösteriyor, “Siz en iyisi bulaşmayın bunlara. Arkasındaki güç çok büyük, başa çıkamazsınız.”, diyor.

Demek ki Taraf’ın arkasında CIA’nın, Pentagon’un, Washington’un olduğunu biliyor bu kişi.

Ne demiş oluyor yukarıda?

Türk Silahlı Kuvvetleri Taraf’la başa çıkamaz.

700 bin kişilik Türk Ordusu, CIA yönetimindeki bir ajan gazetesiyle başa çıkamayacak, öyle mi?

İşte bu kişi de yıllarca Türkiye’nin güya Milli İstihbaratı’nın başında bulunmuş şahıstır, arkadaşlar.

Türkiye durup dururken bu kara günlere getirilmedi. Bu BOP cehenneminin kıyıcığına sürüklenmedi.

ABD ve CIA, siyasiler de dahil olmak üzere, Türkiye’deki tüm burjuva güç odaklarının ve devlet kurumlarının başında bulunan yönetim kadrolarını devşirdi bir bir, bu kişi gibi.

Onlar da ne yaptılar?

İhanet… Gerçek sahipleri olan ABD’ye çalıştılar yalnızca. ABD’nin de amacı belliydi. Bunu açıkça BOP Haritası’nda ortaya koymuş haydut.

İşte elbirliğiyle bu ihaneti yaptılar.

Soralım burada İsmail Hakkı Pekin’e:

MİT’in bu durumda olduğunu yani Feto tarafından adım adım ele geçirilmekte olduğunu, değişik kaynaklardan hem gözlerinle gördün, hem de duydun.

Tabiî sen istihbaratçısın. Bilmen gerekir. Bilirsin de… Sadece MİT değildi Feto tarafından ele geçirilen. Polis istihbaratı da, polisin kendisi de, jandarma istihbaratı da, hatta senin istihbaratın bile aynı süreçte, aynı hızda ele geçirilmekteydi.

Adalet mekanizması da aynı durumdaydı. Meclisi dolduran Amerikancı Burjuva Partileri de aynı durumdaydı. “Ne istediler de vermedik cemaatçi kardeşlerimize.”, diyen Tayyip Başbakandı. Partisinin tüm yetkilileri Feto’yla hemhaldi. Pensilvanya Hacısı olmuştu pek çoğu zaten. Hem de kaç kez…

Tayyip’in kendisi 1995’ten bu yana iş tutmaktaydı Feto’yla. Feto’nun “Türkçe Olimpiyatları”nda kürsüye çıkarak duygu çatlatan konuşmalar yapıyordu. Velhasıl, Kaçak Saraylı’nın AKP’giller’i başta gelmek üzere, Sorosçu Kemal’in CHP’si de, Amerikancı Kürt Hareketi’nin PKK’si, HDP’si de Feto’yu yere göğe sığdıramıyordu.

Sen hem bir kurmay subay, hem de istihbaratçı olarak tüm bunları biliyordun. Genelkurmay Başkanları da biliyordu. Genelkurmay’ın Karargâhı da biliyordu.

Devlet, Pensilvanyalı İmam’ın tarikatıyla Kaçak Saraylı İmam’ın AKP’giller’i arasında hızlı bir şekilde pay ediliyordu. Tabiî aynı oranda da Laik Cumhuriyet aşındırılıyor, hırpalanıyor ve çökertilerek yok ediliyordu.

Siz ne yaptınız, bu acı gerçeklik karşısında?

Ne yaptınız, söyler misin?

Görünen, bilinen hiçbir şey yapmışlığınız yok. Sadece seyrettiniz. Bostan korkuluğu gibi dimdik ayakta durarak izlemekle yetindiniz, bu ihanet sürecini.

Bu mudur askerin sorumluluğu?

Mustafa Kemal’den hiç mi bir şey öğrenmediniz siz?

Silah arkadaşlarından, Birinci Antiemperyalist Milli Kurtuluş Tarihinden…

Demek ki o Tarihi, tarikat yuvalarındaki kurban edilmiş zavallı bebelerimizin gözü kapalı ezberledikleri Arapça dualar gibi ezberlemişsiniz. Hiçbir şey anlamamışsınız, ne Birinci Milli Kurtuluş’tan, ne Mustafa Kemal’den.

Oysa ne diyordu, “İç Hizmet Kanunu”nun 2’nci maddesi size?

Nasıl tanımlıyordu askerliği?

Aynen şöyle, değil mi?

“Askerlik: Türk vatanını, istiklal ve Cumhuriyetini korumak için harb sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir. Bu mükellefiyet özel kanunlarla vaz’olunur.”

Peki, aynı kanunun 35’inci maddesi ne buyuruyordu size?

Nasıl bir görev ve sorumluluk yüklüyordu?

Şöyle:

“Silahlı Kuvvetlerin vazifesi: Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır.”

Türkiye Cumhuriyeti ve vatan, Anayasa, yasalar ve devletin tamamı gözünüzün önünde iki Ortaçağcı ABD işbirlikçisi hain güç arasında pay edilerek ortadan kaldırılırken, yukarıda anılan maddeler, “sessiz kalın” mı diyordu size?

“Sadece seyretmekle yetinin bu ihaneti” mi diyordu?

Hayır, kesinlikle. Tam tersine, yukarıdaki buyrukları veriyordu. O sorumlulukları yüklüyordu.

Neden yapmadınız görevinizi?

Taşıdığınız üniformanın, yediğiniz onca karavananın, omuzlarınızdaki yıldızların hakkını niye vermediniz?

Korkunuzdan, değil mi?..

1952’den bu yana boşaltmıştı NATO ruhunuzu. Alışmıştınız, ABD haydutunun ahlâksız generalleri önünde selam durmaya, onlardan emirler almaya. Ezdirmiştiniz kişiliğinizi, onurunuzu. O yüzden gerçek bir asker gibi yerine getiremediniz görevlerinizi. Kemal Sunal’ın Tosun Paşa’sı gibi dolaştınız ortalıkta. Ve temaşayla yetindiniz…

Demek ki arkadaşlar, suç tek yanlı değil. ABD Emperyalist haydutları, müttefiki AB haydutları, dört bir koldan saldırıyor, çullanıyor, Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cummhuriyeti’nin üzerine.

Kaçak Saraylı Reis ve onun AKP’giller’i, Pensilvanyalı İmam’ın ve tüm Ortaçağcı tarikat yuvalarının da iştirak ettiği bir saldırıyla TSK İç Hizmet Kanununun yukarıda andığımız maddelerini değiştirerek anlamsızlaştırdı. Hatta, tersyüz etti bu maddeleri.

2’inci maddeyi şu hale getirdi:

“Askerlik: Harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir.”

Bu madde, anlamı tersine çevrilmiş bir maddedir işte. Çünkü askerliğin bunları da içerdiğini herkes bilir.

Oysa ne diyordu orijinalinde aynı madde?

“Askerlik: Türk vatanını, istiklal ve Cumhuriyetini korumak için harb sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir.”

ABD hizmetkârı AKP’giller, sadece bu değişiklikle bile aslında sinsi, hainane niyetlerini ortaya koymuş olmaktadır. Çünkü onlar, İstiklal ve Cumhuriyet’i yıkma peşindedir. Vatanı ise parçalama derdindedir.

35’inci maddeyi ne hale getirmişler aynı zamanda yaptıkları değişiklikle, şimdi de onu görelim:

“Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askerî gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla yurt dışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır.”

Apaçık olarak görüldüğü gibi, maddenin içini boşaltmakla kalmıyorlar. Ayrıca Türk Ordusu’nu sömürge ordusu durumuna da düşürmüş oluyorlar, yaptıkları bu değişiklikle. Türk Ordusu’na, efendileri olan ABD’nin emperyalist çıkarları için onun gerekli gördüğü yabancı ülkelere gidip oralarda savaşma görevini de vermiş oluyorlar.

İhanete bakın, arkadaşlar. Orduyu, vatanı ve milleti iç ve dış saldırılara karşı koruma görevinden alıkoyuyor, üstelik de ona, yabancı ülkelere gidip ABD’nin hizmetinde, ABD generallerinin emir ve komutası altında savaşma görevi yüklüyor. Böyledir bunlar işte…

Niyetleri aslında hepsinin, 10 yıllardan bu yana apaçık meydandaydı. Adamlar Molla Necmettin’in milletvekili olduğu ilk günlerden beri yani 1960’lı yıllardan beri Laik Cumhuriyet’i yıkıp, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının izin tozunu silip bir Ortaçağcı din devleti kuracaklarını defalarca değişik ortamlarda dile getirmişlerdir. Ama işte 1950 sonrası Türkiye tümüyle ABD uydusu haline getirildi ya; öyle olunca da devletin tüm karar mekanizmaları, tüm Amerikancı siyasi partiler, artık ABD emri altına girdi. Öyle olunca da santim santim çürüdü bu sözde devlet yetkilileri, siyasi yetkililer. Vatanı ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak umurlarında olmaz oldu bunların. Hemen herkes, “Bana ne vatandan, Cumhuriyet’ten. Ben memuriyetteki  kilometremi doldurup bir an önce sağ salim emekli olmaya bakayım.”, demeye başladı. Siyasilerse zaten ihanetin önde gidenleriydi. Hainlikleriyle kalmadılar; küplerini doldurmak için trilyonlarca dolarlık kamu malını da aşırma, bir an önce yedi sülalelerinin geleceğini garanti altına alma yarışına girdiler. Ve iş sonunda gelip buraya dayandı.

Ha, hiç içtenlikli, vatanını, milletini ve Laik Cumhuriyet’ini seven yok muydu?

Kuşkusuz vardı. Hem de çok…

Ama yukarıda da belirttiğimiz gibi, onlarda da yeterli, gerekli cesaret yoktu. Fedakârlık yoktu, adanmışlık yoktu.

Tabiî bu işbirlikçi, ihanet yarışındaki taşeronları her kademede koruyup kollayan ve yöneten ABD Emperyalistleriydi. Bu ihanet yolunun stratejisini ve taktiklerini o belirliyordu. Ve alçak emperyalist haydut, savaş sanatının inceliklerini biliyordu ve çok iyi uyguluyordu, Laik Cumhuriyet’imizi yıkmak için.

Nasıl mı?

Şöyle:

İsa’dan önce 500 yıllarında yaşamış olan ünlü savaş kuramcısı, strateji dahisi, filozof Sun Tzu aynen şöyle der, Savaş Sanatı üzerine yazdığı metinlerde:

“Bütün savaş, aldatmaya dayanır. Bu nedenle taarruz gücümüz varsa, bu gücümüz yokmuş gibi görünmeliyiz; kuvvetlerimizi kullandığımız sırada, hiçbir hareket yapmıyormuş gibi davranmalıyız; yakında isek, uzaktaymışız hissini vermeliyiz; uzakta olduğumuz zamansa, düşmanı yakında olduğumuza inandırmalıyız. Düşmanı kandırmak için, yemleme tedbirini kullan, karışıklık içindeymişiz gibi görün ve onu ez.”

“Üstün sevk ve idare, düşmanın direnişini çarpışmaksızın kırmak demektir.

“Buna göre, komutanlığın en yüksek şekli, düşmanın planlarını bozmaktır. Bundan sonra gelen en iyi davranış, düşman kuvvetlerinin birbirleriyle birleşmelerini önlemektir. Daha sonraki öncelik sırasında, düşman ordusuna savaş alanında taarruz etmek gelir.” (Sun Tzu’dan aktaran: B. H. Liddell Hart, Strateji Dolaylı Tutum, Doruk Yayınları, s. 11)

Gördüğümüz gibi arkadaşlar, emperyalist çakal aynen burada anlatıldığı gibi davrandı. Bizim zihinleri boşaltılmış generaller, ABD haydut devletinin, Kaçak Saraylı Reis’in AKP’giller’inin ve Pensilvanyalı İmam’ın cemaatinin gerçek niyet ve amacını kavramaktan uzak düştü.

Öyle bir tehlikeyi sezinleyip hatta görebilenler bile, onun çok uzak bir tehlike olduğunu sandılar. Bu kadar yakında olduğunu kavrayamadılar. Dış ve iç düşmanların, Laik Cumhuriyet’in böğrüne dayadıkları bu hançeri hissedemediler. Hem tehlikeyi çok uzakta sandılar, hem de düşmanı çok güçsüz sandılar.

Vurdumduymazlıklarının, umursamazlıklarının bir nedeni de buydu. Neylersiniz…

Artık olan oldu.

Bundan sonrasına bakacağız. Hem hainlerden hesap sorup hak ettikleri cezanın bedelini ödeteceğiz, hem de Mustafa Kemal’in 1919’da işe sıfırdan başladığı gibi, dönüp sıfırdan başlayacağız. Yeniden İstiklalimizi kazanma ve Cumhuriyet’imizi kurma savaşına girişeceğiz. Ama bu, birincinin zaaflarını taşımayacak. Yabancı düşmanları tümüyle uzak tutacağız ülkemizden. Tabiî onların niyetlerini de yani bizim hakkımızda besledikleri düşünceleri de hiç aklımızdan çıkarmayacağız. Yerli hainlerin de sosyal sınıf temellerini ortadan kaldıracağız. Çünkü onların dayandıkları ve temsilcisi oldukları vurguncu, asalak, halk üşmanı sınıf ve zümreler, dış düşmanla işbirliği yapmaktan asla vazgeçmezler. Halka zulmedip vurgun yapmaktan, vatana ihanet etmekten de asla geri durmazlar.

Sınıf temelleri ortadan kaldırılınca, üredikleri bataklık kurutulan sivrisinekler gibi yok olup gidecek bunlar da.

Bilimsel adıyla Demokratik Halk Devrimi Savaşımızı zafere ulaştırıp Demokratik Halk İktidarını kuracağız. Halkı gerçek anlamda iktidar yapacağız.

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

16 Kasım 2016

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı