Ne çok hain, ne çok zalim, ne çok hırsız…
Bu AKP’giller’in, bu Kaçak Saraylı Hafız ve avanesinin bu millete, bu vatana, bu doğaya yaptığı katliamı bugüne dek Mütareke Dönemi dahil, o günün işgalcileri dahil hiç kimse yapmamıştır.
Ey zalim!
Dünyaca ünlü, insanlığın ilk destanlarından İlyada’da belki yüz kez adı geçen İda Dağı’nı-Kaz Dağları’nı nasıl hiç acımadan altın tapıncın yüzünden katlettirdin ağacıyla, doğasıyla, ceylanlarıyla, kuşlarıyla birlikte Emperyalist Haydut Kanadalı Alamos nam altın şirketine ve avanenden hainler haini yerli ortağı “Doğu Biga Madencilik”e…
Şu dağların, şu ormanların, şu ırmakların güzelliğine bak bir be…
Bir de senin yaptığın şu vicdansız, şu ahlâksız, şu vatansız ve şu insansız katliam sonucu ortaya çıkan, yürek dağlayan şu görünüme bak. 200 binin üzerinde ağaç katlettirmişsin. 200 bin… Saymakla bitmez. Nasıl kıydın onca cana?..
Vay hain vay…
Vay zalim vay…
Ama sende ve avanende vicdan teşekkül etmemiş ki hiç. Acıma nedir, empati nedir bilmezsin sen. Doğa sevgisi nedir, hayvan sevgisi nedir, insan sevgisi nedir; hiç nasiplenmemişsin sen bunlardan. Varsa yoksa küpler dolusu altınlar, villalar dolusu Dolarlar, Avrolar, mallar mülkler, saraylar, köşkler…
İşte bunlara tapınırsın sen…
Senin dinin, totemin, putun bunlardır sadece.
Yoksa “Yarın öleceğini bilsen bile ağaç dik” diyen Hz. Muhammed’in ve Kur’an’ın dini değildir seninki.
Bir de milleti din alıp satarak avutman yok mu, kandırman yok mu Allah’la zavallı insanlarımızı; işte insanı kahreden bu oluyor. Hem dinsizliğin, imansızlığın, putperestliğin, altına, dolara, Avroya tapınmanın dibine vuracaksın, hem de “Ben Müslümanım” diye ekranlarda, meydanlarda, kürsülerde höyküreceksin!
Yazık senin yalanlarına, dümenlerine, riyalarına inananlara, kananlara…
Hain ABD Emperyalist Çakalı, sendeki ihanet potansiyelini çok doğru tespit etmiş, işin açığı. Senin yapamayacağın ihanet, katliam yok. Bu ülkeye, bu insanlara, bu vatana, bu doğaya yapamayacağın hiçbir kötülük yok.
Gâh satarsın Ege’deki 18 Adamızı Yunanistan’a, gâh kazıtırsın ormanlarımızı ve zehirlersin akarsularımızı, göllerimizi, denizlerimizi.
Öyle anlaşılıyor ki, vatan topraklarını sattığın için Yunanistan’a, seni ve avaneni milletvekillerinin, partinin çıkar amaçlı bir suç örgütü olmaktan başka hiçbir anlam taşımayan partinizin ilçe ve il yönetiminden başlamak üzere tüm yöneticileriyle birlikte yargılayacağız sizi, Çeşme ya da Bodrum Meydanı’nda kurulacak bir halka açık mahkemede. Vatana ihanetten hüküm giyeceksiniz burada.
Bir de Kaz Dağları’nda ağaçlarını kazıtarak, ormanını yok ederek, canlılarını katlederek açtığın o meydanlarda kurulacak bir mahkemede de yargılanacaksınız ayrıca, vatan coğrafyasına yaptığınız bu ihanetlerden dolayı.
Tabiî ayrıca bir de güney illerimizden birinde kurulacak bir mahkemede yargılanacaksınız. Dost Libya, Suriye ve Irak ülkelerine ve onların liderlerine, halklarına, coğrafyalarına yaptığınız kötülüklerden dolayı. ABD ve AB’li Emperyalist Haydut efendilerinizle birlikte, onlara taşeronluk ederek on milyon civarında masum Müslüman Halkın canına kıydığınızdan dolayı.
Bunlardan asla kaçışınız, kurtuluşunuz olmayacak!
Başta sen olmak üzere, tüm avanenin Kuvayimilliye’ye, Birinci Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’mıza, onun önderleri Mustafa Kemal ve İnönü’ye ve Laik Cumhuriyet’e olan düşmanlığınızı çok iyi görüyoruz, anlıyoruz. Çünkü siz ve sizin ata belledikleriniz, o gün de Yunan’ın safındaydı, “Keşke Yunan galip gelseydi” diyordu, bugün de.
Antiemperyalist Ulusal Kurtuluşçular, vatana ve millete âşıktılar. Sizse düşmansınız. Onlar onuru hep yükseklerde tuttular. Sizse onurdan nasiplenmemişsiniz. Onlar vatanımızı coğrafyasıyla birlikte, yani; ağacıyla, ırmağıyla, ormanıyla, dağı taşıyla, gölü, deniziyle birlikte seviyordu. Sizlerse bunların hepsine düşmansınız.
Saygıdeğer arkadaşlar;
Bu vesileyle Mustafa Kemal’in ve silah arkadaşlarının doğaya, yeşile ne denli önem verdiğini ve yeraltı kaynaklarımızı emperyalistlerin sömürüsüne değil, halkımızın kullanımına sunduğunu bir kez daha kanıtlarıyla birlikte görelim isterseniz.
Değerli Atatürkçü Tarihçi Sinan Meydan’ın dün Sözcü’deki sayfasında yayımlanan yazısını aktaralım:
***
Atatürk’ün son devrimini de yok ettiler! TÜRK ORMAN DEVRİMİ
1937’de 3116 Sayılı, 136 maddelik Orman Kanunu hazırlandı. Kanunun gerekçesinde “Devlet malı olan ormanları, kişisel kazanç duygusu ile hareket eden müteahhitlerin elinden kurtarıp korumanın” amaçlandığı belirtilmişti
Çanakkale’de Kaz Dağları yakınında Kanadalı Alamos Gold ve yerli ortağı Doğu Biga,altın madeni arıyor. Bu kapsamda şimdilik, Enerji Bakanlığı’na göre 13 bin, uzmanlara göre 195 bin ağaç kesildi.
Kaz Dağları’nda binlerce ağaç keserek altın arayan yabancı firmanın yerli ortağınatürlü ayrıcalıklar da tanındı. Bu ayrıcalıklar, 19. yüzyılda Osmanlı’da demiryolu yapan yabancı şirketlere tanınan ayrıcalıkları anımsatıyor.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar, bağımsızlık savaşıyla yeniden vatan yaptıkları butoprakların dağına, taşına, ormanına büyük bir kıskançlıkla sahip çıkmışlar, Osmanlı’nın yabancı şirketlere tanıdığı ayrıcalıklara son vermişler; demiryollarını, limanları, madenleri, ormanları her şeyi millileştirmişlerdi. “Ağaçsız toprak vatan değildir” diyen Atatürk’ün son devrimi “ormanların korunmasını” amaçlıyordu.
OSMANLI’DA ORMANCILIK
Osmanlı’da 19. yüzyıla kadar ormanlar “cibal-i mübaha” anlayışına göre herkesinkullanımına açıktı. Ormanlardan isteyen istediği kadar ağaç kesebilirdi.
Osmanlı’da donanma gereksinimi için ayrılmış özel ormanlar vardı. Bu ormanlar, “Tersane Emini” tarafından yönetilir ve “Koru Ağaları” tarafından korunurdu.
Osmanlı’da 1839’da Istanbul’da bir Orman Müdürlüğü kuruldu. Ancak kısa süre sonra kapatıldı. Kırım Savaşı’ndan sonra 1857’de Fransız Orman Uzmanı Prof. Louis Tassydavet edildi. Prof. Tassy’in çalışmalarıyla Osmanlı’da 1857’de bir Orman Okulu açıldı. 1858’de Arazi Kanunnamesi yayımlandı. 1869’da Orman Genel Müdürlüğü kuruldu. 1870’de Orman Nizamnamesi yayımlandı. Nizamnameye uymayanlar para ve hapislecezalandırılacaktı. Bu nizamname 1937’ye kadar yürürlükte kaldı.
Orman Genel Müdürü Hoca Ali Rıza Efendi, 1910’da İstanbul’da Orman YüksekOkulu’nu kurdu.
1. Dünya Savaşı sırasında 1917’de “Ormanların Usulü İdarei Fenniyeleri” adlı bir kanunkabul edildi. 1919’da da “Devlet Ormanlarına Ait Amenajman Talimatnamesi”hazırlandı. Ayrıca Hendek’te bir Orman Ameliyat Mektebi açıldı.
Ancak Osmanlı’daki bu ormancılık çalışmaları ormanları koruyacak ve geliştireceknitelikte değildi. Örneğin 1870 Orman Nizamnamesi’ne göre ormanların işletilmesiiçin ormanlar bir şirkete veya müteahhide satılıyor, o şirket veya müteahhit ormanı istediği gibi kesiyordu.
Yabancı şirketlere verilen ormanlar
Osmanlı padişahları, 19. yüzyılda Osmanlı topraklarına demiryolu inşa etmekistediler. Sermaye, bilgi ve teknoloji yokluğunda bu demiryollarını İngiliz, Fransız ve Alman şirketlere yaptırmak zorunda kaldılar.
Osmanlı padişahlarının, demiryolu yapacak yabancı şirketlere verdikleri ayrıcalıklar arasında ormanlar da vardı.
Örneğin, 1869’da Rumeli demiryolunun yapımı için Yahudi Banker Baron Hirş’leimzalanan sözleşmeye göre demiryolu yapacak yabancı şirket demiryolunun her iki yanındaki 10 km.’lik (toplamda 20’km.’lik) alandaki madenleri, taş ocaklarını ve ormanları işletme hakkına sahip olacaktı.
Il. Abdülhamit, 1888’de İstanbul- Haydarpaşa-İzmit-Ankara demiryolu imtiyazını Alman Deutsche Bank’a verdi. Yapılan sözleşmeye göre demiryolu hattındaki devlet arazileri şirkete parasız verilecek, şirket demiryolu hattının iki yanında 5 km,’lik (toplamda 10 km’lik) alanda taş, kum ve tuğla ocakları açarak işletecek ve devlet ormanlarından bedava yararlanabilecekti.
Il. Abdülhamit, 1893’te Eskişehir-Konya-Ankara-Kayseri demiryolu imtiyazını Alman Deutsche Bank’ın yönettiği “Anadolu Demiryolu Şirketi”ne verdi. Yapılan sözleşmeye göre Alman şirket, demiryolu hattının iki yanında 5’er km.’lik (toplamda 10 km.’lik) alanda kum ve taş ocakları açıp işletecek, hattın her iki yanında 20 km.’lik alanda (toplamda 40 km.’de) maden arayacak ve çevredeki ormanlardan odun, kereste sağlayabilecekti.
Il. Abdülhamit, 1899’da Konya’dan Bağdat-Basra’ya kadar uzanacak demiryolu imtiyazını da aynı Alman şirkete verdi. Yapılan sözleşmeye göre şirket, hattın iki yanındaki 20’şer km.’lik (toplamda 40 km.lik) alanda maden arayabilecek, ruhsat almadan arkeolojik kazı yapabilecek ve devlet ormanlarından bedava yararlanabilecekti.
1. Dünya Savaşı başlayınca kömür sıkıntısı baş gösterdi. Trenlerde odun kullanılmaya başlandı. Ancak demiryolu yakınlarında orman kalmamıştı. Çünkü Osmanlı’ya demiryolu yapan yabancı şirketler, kendilerine verilen ayrıcalıklargereği hatların etrafındaki 10 km.’lik alandaki ormanları yok etmişti. Odun bulmakiçin demiryolundan 10 km. içerilere gidilmek zorunda kalındı. Savaş boyuncatrenlerde odun kullanımı da ormanlara çok zarar verdi.
19. yüzyılda Osmanlı’ya demiryolu yapan yabancı şirketlerle imzalanan 99 yıllıkimtiyaz söyleşmeleri ile madenlerimiz, tarihi eserlerimiz ve ormanlarımızyabancılara peşkeş çekildi. Bu imtiyaz sözleşmelerini Lozan’dan sonra Atatürkyırttı.
Atatürk’ün ağaç, orman sevgisi
Atatürk, bir Yörük-Türkmen evladı olarak ağacı, ormanı ve doğayı çok erken yaşlarda tanıyıp sevdi.
Afet İnan, Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı Köşkü için Çankaya’yı seçmesinin nedeninin, “orada birkaç büyük kavaklık ve söğüt ağaçlarının bulunması” olduğunu yazıyor.
Atatürk, Vali Muhittin Üstündağ ve Afet Inan’la İstanbul Boğazı’nda gezerken “Bu güzel yerleri ağaçlarla bir kat daha güzelleştirmek için İstanbul Belediye Başkanı olmak isterdim” diyor.
Atatürk, dünyanın değişik ülkelerinden getirttiği ağaçlarla Yalova’da Canlı AğaçMüzesi kurduruyor. Yalova’da Çam Burnu adlı ormanlık alanı yaratıyor. Yalova-Termal karayoluna 2250 fidan diktiriyor. Bu yola Çınarlı Hıyaban deniliyor.
Atatürk ağaçlı, ormanlı, yeşil bir ülke kurmak istiyor. Bunun için 1925’te Ankara’nınen çorak, bataklık yerinde bir orman çiftliğinin temelini atıyor. Çiftliğe her yıl en az 50 bin ağaç dikilmesini istiyor. Dikilen ağaçları sürekli kontrol ediyor. 8 yıl geçmeden çiftliğe 3 milyondan fazla çeşitli fidanlar dikiliyor ve hepsi de tutuyor. Dikkat ederseniz, Atatürk herhangi bir çiftlik değil, bir “orman çiftliği” kuruyor.
Atatürk, kendi elleriyle ağaç dikiyor, onların büyümelerini gözlüyor. Çevresindeki ağaçların yerlerini biliyor. Ağaçları koruyor. Örneğin, tanıkların anlattığına göre Atatürk, bir gün Orman Çiftliğinde bir iğde ağacının kesildiğini fark ederek çok üzülüyor. Yine tanıkların anlatımına göre Çankaya Köşkü’ne girerken yol üzerine uzanan bir ağaç dalı otomobillerin girişine engel oluyor. Atatürk, o dalın kesilmemesini, arabaların geçtiği yolun alçaltılmasını istiyor.
Atatürk, 1929’da Yalova’da bir çınar ağacının gölgesine küçük bir ahşap köşk (ev)yaptırıyor. Bir yıl sonra yanındaki çınar ağacının bir dalı köşke doğru uzayınca çalışanlar dalı kesmek istiyorlar. Atatürk buna karşı çıkarak köşkün raylar üzerinde kaydırılıp dalın kurtarılmasını istiyor. Köşk, 8 Ağustos 1930 Cuma günü, Atatürk’ün gözetimi altında, altına ray döşenip ağacın 5 metre uzağına kaydırılıyor, böylece çınarın dalı kurtarılıyor.
Atatürk, ömrünün son günlerini ağaçlar arasında, orman içinde geçirmek istiyor. Duvarında asılı olan “Dört Mevsim” adlı tabloya bakarak Afet İnan’a şöyle diyor: “Gidelim Afet! Bir orman kenarına gidelim. Her şeyi bırakalım. Şöyle basit bir ev, ocaklı bir oda… Evet… Evet… Hemen çekip gidelim ormanlara… Hele ben bir iyi olayım da…”
Ormanı koruyan Cumhuriyet
Atatürk, Milli Mücadele yıllarında 1 Mart 1922’de yaptığı Meclis konuşmasında şöyle dedi: “Ormanlarımızı da çağdaş tedbirlerle iyi halde bulundurmak, genişletmek ve azami fayda sağlamak esas ilkelerimizden biridir.” Bu doğrultuda bir Ağaç KorumaCemiyeti kuruldu.
Mili Mücadele’nin zor koşullarında düşmanın saldırısına uğrayan fakir halkınormanlardan yararlanabilmesi için 1921’de ve 1924’te yasalar çıkarıldı.
1923’te İzmir iktisat Kongresi’nde ormanların korunmasıyla ilgili 17 maddeye yer verildi.
1924’teki Köy Kanunu’nda “köy korusunu korumak”, “korusu olmayan köylerde koru yetiştirmek”, “köy fidanlıkları yapmak”, “köy yollarını ve meydanlarını ağaçlandırmak”, “köylere kavak dikmek” gibi maddeler vardı. Köy Kanunu’na göre köylerde “her şahıs senede en az bir ağaç dikip yetiştirmek” zorundaydı. Köy yollarına dikilmiş ağaçları kesmek veya kırmak da suçtu.
1924’te Yüksek Orman Meclisi kuruldu. 1924’te Orman Genel Müdürlüğü ve ona bağlı başmüdürlükler ile orman müdürlükleri kuruldu.
Ormanları bilimsel yöntemlerle korumak için 1924’te “Türkiye Ormanlarının BilimselYöntemlerle Yönetimi ve İşletilmesi Yasası” çıkanldı.
Alman Prof. R. Bernhard Türkiye’ye davet edildi. Ayrıca Alman ve Avusturyalı ormanmühendisleri görevlendirildi.
Orman haritaları hazırlandı. Orman planları yapıldı. İstanbul, Ankara ve İzmir’de orman fidanlıkları kuruldu. Buralardan ülkenin değişik yerlerine yüzbinlerce fidan dağıtıldı. İstanbul Orman Yüksek Okulu geliştirildi. Bu okula 1934’te “Orman Fakültesi” adı verilerek Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü’ne bağlandı. Aynca yeni orman okulları açıldı. Zingal Şirketi gibi özel şirketlerin elindeki bazı ormanlar devletleştirilip işletildi. 1930’a kadar Türkiye’nin değişik yerlerinde 33 kereste fabrikası kuruldu.
1930’larda Türkiye’de en az yüzde 30 olması gereken orman varlığı, yüzde 12civarındaydı. Ormanları koruyacak devrimci düzenlemelerin zamanı gelmişti.
Atatürk, 8 Kasım 1937 tarihli nutkunda “ormanların korunmasından” söz ederek “ormanlarımızı dengeli ve teknik bir şekilde işletmek” gerektiğini belirtti.
Atatürk’ün son devrimleri “toprak ve orman reformu” oldu. 1937’de anayasanın 74.maddesi değiştirilerek “çiftçiyi topraklandırmak ve ormanları devletleştirmek”ilkeleri anayasaya konuldu. Bu doğrultuda gerekli yasal düzenlemeler yapıldı.
8 Şubat 1937’de 3116 Sayılı Orman Kanunu çıkarıldı. Bu kanunda 1938’de ve 1945’tebazı düzenlemeler yapıldı. Böylece ormanlar devletleştirildi. Ormanlardan düzensiz ve parasız yararlanmaya son verildi. CHP iktidarı oy kaybetme pahasına bu adımları attı.
26 Nisan 1937 tarih ve 3157 sayılı “Orman Koruma Teşkilatı Kanunu” kabul edildi. Ormanların korunması amacıyla Orman Genel Komutanlığı kuruldu.
1 Aralık 1937’de de Orman İşletme Talimatnamesi kabul edildi. Ülkenin değişik yerlerinde çok sayıda Devlet Orman işletmesi kuruldu. 1951’de ülkede 99 orman işletmesi vardı. Bu işletmelerin en önemli görevlerinden biri ülkeyi ağaçlandırmaktı.
İllerde valilerin öncülüğünde “Ağaç Bayramları” kutlanmaya başlandı.
Sonra ne mi oldu?
Demokrat Parti, 1950’de çıkardığı yasalarla devletleştirilen ormanları sahiplerine geri verdi. Makilikleri orman statüsünden çıkardı. Orman suçlarını affetti. Ormanları iskana açtı. Sonunda 1956’da 3116 Sayılı Orman Kanunu yürürlükten kaldırıldı. Onun yerine 6831 Sayılı Orman Yasası getirildi. DP dönemindeki bu düzenlemelerle Atatürk’ün Türk Orman Devrimi yara aldı. Korumacı politikalardan vazgeçildi, ormanlar, siyasi amaçlarla tahrip edilmeye başlandı.
Gerçek şu ki; Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti dönüştürdüler, kurduğu fabrikalarısattılar, şimdi de diktiği ağaçları kesiyorlar. Sonunda Atatürk’ün diğer devrimleri gibi orman devrimini de yok ettiler.
Ankara’da bir orman çiftliği kuran, Yalova’da bir çınar ağacının dalını koruyan ve ormanları devletleştiren bir anlayıştan, 80-90 yıl sonra, Kaz Dağları’nda ve başka yerlerde on binlerce ağaç kesen bir anlayışa… Üzülmemek elde değil!
Kaynakça
- Şükrü Alptekin, Köyün Kitabı, İstanbul, 1938.
Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, 5. bas. İstanbul, 2007. Cantürk Gümüş, Türk Orman Devrimi, Ankara, 2018
İsa H. Bingöl, Geçmişten Günümüze Ormanlarımız ve Ormancılığımız, İstanbul, 1990.
İsmail Yıldırım, “Osmanlı Demiryolu Politikasına Bir Bakış”, F.O. Sosyal Bilimler Dergisi, C. 12, S.1, Elazığ, 2002.
İzzet Öztoprak, Atatürk’ün Orman Çiftliği’nin Tarihi, Ankara, 2006.
Kamuran Ardıç, “Ormancılık Tarihimize Kısa Bir Bakış”, İ. Ü Orman Fakültesi Dergisi, C.36, S. 1, s. 98-114,
Mahmut Goloğlu, Tek Partili Cumhuriyet, (1931-1938), İstanbul, 2009.
Sinan Meydan, Akl-ı Kemal, “Atatürk’ün Akıllı Projeleri”, C, 2, 3, İstanbul 2013, 2014. Tarih, IV, “Kemalist Devrimin Tarih Dersleri”, 3. bas, İstanbul, 2001.
TBMM Zabıt Caddesi, C.15, 5 Şubat 1937 Türk Ziraat Tarihine Bir Bakış, İstanbul, 1938. (https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/sinan-meydan/ataturkun-son-devrimini-de-yok-ettiler-turk-orman-devrimi-5265513/)
***
Biz de tıpkı Kuvayimilliyeci atalarımız gibi, bir dalı kırmaya, bir yaprağı koparmaya bile kıyamayız. Elimiz varmaz bir türlü. Sadece arabaların ezmesinden, köpeklerin parçalamasından ve hastalıklardan ölüp ölüp giden, baktığım sokak kedilerini gömerken altlarına, o güzel gözlerine toprak gelmesin diye birkaç yaprak koparırım ve örterim onları gözlerinin üzerine kadersiz, zavallı hayvancıkların. Onun dışında bir yaprağı koparmaya bile asla elim varmaz.
İlkel Komünal Toplumda yaşayan atalarım gibi, ağaçların da, ırmakların da ve hatta hayvanların da kutsallıkları olduğuna inanırım. Can taşıdıklarına inanırım. O yüzden gözüm gibi hassas davranırım onlara.
O bakımdan Tayyipgiller’in Kanadalı alçak şirkete Kaz Dağları’nda yaptırmış olduğu katliam sonrası görünümle yüz yüze gelince yüreğim burkuldu, kahroldum. Bir insan nasıl yapabilir bunu, dedim kendi kendime. Bunu yapanlar, yaptırtanlar insan olamazlar, dedim. Gerçek anlamda insan olamazlar…
Evet, arkadaşlar;
Bunu yapanlar ve yaptırtanlar kesinkes insan olarak ölmeyecekler.
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
6 Ağustos 2019
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı