Berat Albayrak’a Bağlı Kamu Gözetim Kurumunun “Fetva Hukuku”nu Resmi Gazetede yayımlaması üzerine, Berat ALBAYRAK ve Kurum Yöneticileri hakkında Laik Düzeni Yıkmaya Teşebbüs Etmekten Suç Duyurusunda bulunduk.
Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı olan Kamu Gözetimi Kurumu, 14.12.2019 tarihli gazetede yayımlamış olduğu “Faizsiz Finans Kuruluşlarının Bağımsız Denetimini Yürüten Denetçiler İçin Etik Kurallar” adlı sözde uluslararası standartlara uyum sağlamak üzere Resmi Gazetede “Fetva” yayımlayarak, Laik Anayasayı, Laik Cumhuriyeti yıkmaya teşebbüs ettiler.
Yayımlanan fetvanın bazı bölümleri şöyledir:
“Fıkhî ilke ve kurallar ile bunlara aykırı olmayan ulusal ve uluslararası mevzuata uygun biçimde mesleki görev veya hizmetleri yerine getirirken işini yüksek kalitede yapmak.”
“Denetçi, Allah-u Teâlâ’ya karşı sorumluluğunu yerine getirmesinin diğer sorumluluklarını yerine getirmesine vesile olacağına inanarak ve diğerlerine kıyasla buna öncelik vererek Allah-u Teâlâ’ya karşı sorumluluklarını mümkün olan en iyi şekilde gerçekleştirmelidir.”
“Denetçi, finansal işlemlerle ilgili Fıkhî ilke ve kuralları bilmekten sorumludur. Bu sebeple denetçi, finansal işlemlerle ilgili zorunlu ve yeterli eğitimi almalıdır.”
“Fıkhî ilke ve kurallara uygun olmayan bir davranış kanunlara veya mesleğe ilişkin yerleşik uygulamalara uygun olsa dahi meşru sayılmaz.”
“İnanç esaslarına göre davranma; Denetçinin tutum ve davranışları, Fıkhî ilke ve kurallardan kaynaklanan inanç değerleriyle tutarlı olmalıdır.”
“Denetçi, mesleki görev veya hizmetlerini yerine getirmesiyle ilgili her hususun Fıkhî ilke ve kurallara uygun olduğundan emin olmalıdır.”
“İhlas sahibi olmak; denetçinin, kendisini dış etki ve baskılara maruz bırakmamasını ve işini, mesleki bir sorumluluğun yanı sıra dini bir görev olarak da benimsemesini gerektirir.”
“İnsanın yeryüzündeki halifeliği ilkesi…”
Açıkça Anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerinin, Anayasal Laiklik ilkesinin ihlal edilmesidir bu fetvanın Resmi Gazetede yayımlanması… Dahası, bu eylem Anayasayı İhlal suçuna vücut vermektedir.
AKP iktidarının temel meselesi zaten Laik Cumhuriyeti yıkıp yerine Şerri hükümlere göre yönetilen bir “Ilımlı İslam” devleti kurmaktır. Laikliğin izini tozunu silmek ve Muaviye-CIA İslamı (sahte İslam) devleti kurmaktır.
Partimiz bunları suçüstü yakalamaya devam edecek ve elbet birgün yargılanmalarını sağlayacaktır. 30.12.2019
Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Merkezi
ANKARA CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA
SUÇ DUYURUSUNDA
BULUNAN :HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ GENEL BAŞKANLIĞI
Karanfil Sokak No:24/15 Kızılay/ANKARA
VEKİLLERİ :Av. Metin BAYYAR – Av. Ayhan ERKAN – Av. Ali Serdar ÇINGI – Av. Tacettin ÇOLAK – Av. Sait KIRAN – Av. Azime Ayça OKUR -Av. Halil AĞIRGÖL- Av.PınarAKBİNA KARAMAN – Av. Doğan ERKAN – Av. Deniz Vural
Kızılırmak Cad., 7/9 Kavaklıdere, Çankaya/ ANKARA
ŞÜPHELİLER : 1- Berat ALBAYRAK(Hazine ve Maliye Bakanı)
2- Rıza Çelen (Kamu Gözetimi Kurumu Başkanı)
3- Prof. Dr. Yusuf Balcı (Kurul Üyesi)
4- Şule Aslan (Kurul Üyesi)
5- Bülent Gölgeli (Kurul Üyesi)
6- Ebu Bekir Levent Şahin (Kurul Üyesi)
7- Zafer Yıldırımlı (Kurul Üyesi)
8- Dr. Hakan Yurdakul (Kurul Üyesi)
9- N. Hülya Çavuşoğlu (Kurul Üyesi)
SUÇ : – ANAYASA 2. ve 24. maddeleri başta olmak üzere
– TCK 309’da tanımlanan Anayasayı İhlal
– Görevi Kötüye Kullanma (TCK 257. md)
AÇIKLAMALAR :
A-OLAY :
Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı olan Kamu Gözetimi Kurumu, 14.12.2019 tarihli gazetede yayımlamış olduğu “Faizsiz Finans Kuruluşlarının Bağımsız Denetimini Yürüten Denetçiler İçin Etik Kurallar” adlı sözde uluslararası standartlara uyum sağlamak üzere, “İslami Finans Kuruluşları Muhasebe ve Denetim Kuruluşunca tespit edilen standartların mevzuata kazandırılması amacıyla” suça konu düzenlemeyi yapmıştır. Bu düzenleme ile en temel Anayasal norm ve ilkeler, yasal mevzuat yok sayılmış, Mevcut Anayasal Düzen yerine yenisi ikame edilmeye teşebbüs edilmiş ve Laik Cumhuriyet, Laik Anayasa yok sayılmıştır.
Yayımlanan yönetmelik dinsel ayetlere dayanmaktadır. Yapılacak denetimi ve denetimcinin besleneceği, başka bir değişle denetime esas alacağı kurallar, yasama organınca belirlenen kurallar değil ayetler olması öğütlenmektedir. Resmi gazete ve kurumun sitesinde yayımlanmıştır. (https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2019/12/20191214-7.pdf , https://www.kgk.gov.tr/Portalv2Uploads/files/PDF%20linkleri/standartlar%20ve%20ilke%20kararlar%C4%B1/FFDS/FFK%20Denet%C3%A7ileri%20%C4%B0%C3%A7in%20Etik%20Kurallar_RG.PDF) Devletin bir kurumu açık bir şekilde denetime esas alacağı kuralları anayasa aykırı olacak şekilde ortaya koymuş ve yayımlamaktan çekinmemiştir. Bu anayasal normlar hiçe sayılarak devlet işlerinin dinsel kuralları ile belirleniminin başlangıcıdır.
- bölümde Denetçiler İçin Etik İlkelerin Dini Dayanakları başlığı altında çeşitli surelere dayanarak; Dürüstlük, İnsanın yeryüzündeki halifeliği ilkesi, İhlas, Takva, Erdemli olma ve işini mükemmel yapma, Allah-u Teâlâ korkusuyla davranma ve Allah-u Teâlâ’ya hesap verilecek olması başlıkları düzenlenmiştir.
Metin içerisinde yer alan düzenlemeler ile örnekleyecek olursak;
“Fıkhî ilke ve kurallar ile bunlara aykırı olmayan ulusal ve uluslararası mevzuata uygun biçimde mesleki görev veya hizmetleri yerine getirirken işini yüksek kalitede yapmak.” Başta Anayasa olmak üzere, ulusal ve uluslararası düzenlemelerin uygulanabilir olmasının ölçütünü Fıkhi ilke ve kurallara uygunlukta aranmıştır. Anayasa, kanunlar, yönetmelikler ve ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin uygulanabilmesi için dine dayalı bir ölçüt getirilmiştir.
“Denetçi, Allah-u Teâlâ’ya karşı sorumluluğunu yerine getirmesinin diğer sorumluluklarını yerine getirmesine vesile olacağına inanarak ve diğerlerine kıyasla buna öncelik vererek Allah-u Teâlâ’ya karşı sorumluluklarını mümkün olan en iyi şekilde gerçekleştirmelidir.”
Açıkça görüleceği üzere kural olarak kanunlara aykırılık sebebi ile yargı makamları önünde hesap vermesi gereken denetçiler, bu duruma kıyasla daha öne Allah-u Teala’ya karşı hesap verilmesi konulmuş, öncelik sonralık ilişkisi içerisinde, Anayasa, kanunlar ve diğer sair yasal mevzuatın önüne dini kurallar konmuştur.
“Denetçi, finansal işlemlerle ilgili Fıkhî ilke ve kuralları bilmekten sorumludur. Bu sebeple denetçi, finansal işlemlerle ilgili zorunlu ve yeterli eğitimi almalıdır.” Bir kamu görevlisinin görevi sebebiyle gerçekleştirmiş olduğu denetimlerde, mesleki görevini yerine getirebilmesi için dini kuralları bilmesi, bu alanda devlet eliyle eğitilmesi öngörülmüştür. Kamu görevinin sürdürülmesi esnasında özel olarak aranan bu şart Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırılık göstermekte, hatta bunu reddederek ortadan kaldırmaya çalışmakta, İslam dinine ilişkin bilgi birikiminin olmasını zorunlu kılmaktadır.
“Fıkhî ilke ve kurallara uygun olmayan bir davranış kanunlara veya mesleğe ilişkin yerleşik uygulamalara uygun olsa dahi meşru sayılmaz.” Düzenleme bir adım daha ileri giderek, Kanuni olan uygulama ve meslek teamüllerinin ötesine Fıkhi ilke ve kuralları koymuştur. Kanuna uygun davranan denetçi, bu kanunu fıkhi ilke ve kurallarına uygun olmadığı gerekçesi ile gayrimeşru bir işlem yapacağı düzenlenmiştir.
“İnanç esaslarına göre davranma; Denetçinin tutum ve davranışları, Fıkhî ilke ve kurallardan kaynaklanan inanç değerleriyle tutarlı olmalıdır.” Denetçiye bir dine mensup olma ve dininin değerlerine uygun davranma yükümlülüğünün getirilmesi devletin hukuki düzeninin açıkça dine dayandırma denemesidir.
“Denetçi, mesleki görev veya hizmetlerini yerine getirmesiyle ilgili her hususun Fıkhî ilke ve kurallara uygun olduğundan emin olmalıdır.” Yine kanuni düzenlemeler yok sayılarak, görev veya hizmetinin yerine getirilmesi; kanunlarca düzenlenen hususlara veya ölçütlere değil dine uygunluğu aranmaktadır.
“İhlas sahibi olmak; denetçinin, kendisini dış etki ve baskılara maruz bırakmamasını ve işini, mesleki bir sorumluluğun yanı sıra dini bir görev olarak da benimsemesini gerektirir.” İhlas başlığı altında yapılan düzenleme kamu görevinin kendisini bir din görevi ile eşleştirmiş, denetimin dini görev olarak nitelendirilmiştir. Din görevlilerine ilişkin yeni bir başlı açılmış ve din görevlilerince denetim yapıldığı ikrar edilmiştir.
“İnsanın yeryüzündeki halifeliği ilkesi”
3 Mart 1924 yılında kaldırılan halifelik, devletin Laikliği benimsemesi noktasında, Cumhuriyet’in en önemli siyasal devrimlerinden biridir. Bu açıklık ortadayken halifeliğe dayanan, bundan beslenen düzenleme açıkça Anayasa ve Cumhuriyet Devrimlerini ortadan kaldırma amacına hizmet etmekten başkaca bir işe yaramayacaktır.
Örneklerden de görüleceği üzere Resmi Gazete’de yayımlanan bu kurallar ismindeki metin içerisinde çeşitli yollar ile şüpheliler; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye, kamu gücünün arkasına sığınarak, resmi sıfatlarını kullanarak teşebbüs etmişlerdir. Bu ilke ve kuralların resmi gazetede yayımlanmasının başkaca bir açıklamasının olması, ulusal düzenlemelerin dini düzenlemelere uygunluğuna göre pratiğe geçirilmesi söylenmesi dahi mevcut düzenin ortadan kaldırılarak, din devletinin kurulmasıdır.
B-İHLAL EDİLEN DAYANAK MEVZUAT:
- ANAYASA
Anayasa m. 2:
“II. Cumhuriyetin nitelikleri
“Madde 2 – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
Anayasa m.24:
“VI. Din ve vicdan hürriyeti
“Madde 24 – Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır. Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”
- TCK m. 309 Gerekçesi:
“Anayasanın Başlangıç Kısmında aynen ‘Millet iradesinin mutlak üstünlüğü; egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiç bir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk dışına çıkamayacağı; Hiç bir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerini, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğin karşısında koruma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;’ şeklindeki ifade ile siyasal iktidarın kuruluş ve işleyişine egemen olması gereken ilkeler gösterilmiş bulunmaktadır.
Siyasal iktidarın kuruluşu ve işleyişine egemen olan bu ilkeleri içeren kuralların bütünü, Anayasal düzeni teşkil etmektedir. Bu madde ile korunmak istenen hukuki yarar, Anayasa düzenine egemen olan ilkelerdir.
Madde ile korunmak istenen hukuki yararına niteliği dikkate alınarak, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzen” ibaresi kullanılmış, böylece korunmak istenen hukuki yarara açıklık getirilmiştir.
Maddede tanımlanan suçun oluşabilmesi için, cebir veya tehdit kullanarak Anayasal düzenin değiştirilmesine teşebbüs edilmesi gerekir. Bu nedenle, cebir ve tehdit bu suçun unsurunu oluşturmaktadır. Cebir ve tehdit kavramlarının hukuki anlam ve içeriği, bilinen bir husustur. Bu nedenle, Anayasal düzenin değiştirilmesine yönelik teşebbüsün ancak cebir veya tehdit kullanılarak, yani bireylerin iradeleri zorlanmak suretiyle ifsat edilerek gerçekleştirilmesi gerekir.
765 sayılı Türk Ceza Kanununun 146. maddesinin kaynağını oluşturan 1889 İtalyan Ceza Kanununun 118. maddesi, 146. maddede olduğu gibi, cebir (“Violentemente”) unsurunu taşımaktaydı. Ancak, 1930 faşist İtalyan Ceza Kanununun aynı konuyu düzenleyen 283. maddesinde, suç tanımından cebir unsuru çıkartılmıştı. Faşizmin etkisiyle kaleme alınan 283. madde, bilahare 11.11.1947 tarihinde yeniden değiştirilerek; suç tanımında tekrar cebir unsuruna yer verilmiştir.
Maddede, maddi unsur olara “teşebbüs edenler” ibaresi kullanılmış olduğundan, Anayasanın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen üzerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edilmesi, cezalandırma için yeterlidir. Suç hem idare edenler hem de idare edilenler tarafından işlenebileceğinden teşebbüste aranılacak elverişlilik, suçun işleniş biçimi ve özellikle suçun bir tehlike suçu olduğu dikkate alınarak, kullanılan cebir veya tehdidin netice elde etmeye elverişli olup olmadığının hakim tarafından takdir edilmesi gerekir.”
TCK m. 309:
“Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar.
“Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur.
“Bu maddede tanımlanan suçların işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.”
C-İDDİAMIZ:
Yukarıda açıklanan yasa maddelerinden anlaşılacağı üzere şüphelilerin temsil ettiği kurul ve bağlı bulunduğu bakanlık arasında görevi kötüye kullanma suçu kapsamında; 12.12.2019 tarihinde karar altına alınan ve 14.12.019 tarihinde resmi gazetede yayımlanan Faizsiz Finans Kuruluşlarının Bağımsız Denetimini Yürüten Denetçiler İçin Etik Kurallar ile laiklik ilkesi açıkça ihlal edilmiş bulunmaktadır. Şöyle ki;
TCK m. 309 gerekçesinde belirtildiği üzere “laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;’ şeklindeki ifade ile siyasal iktidarın kuruluş ve işleyişine egemen olması gereken ilkeler gösterilmiş bulunmaktadır. HUKUK bir devlet işi olduğuna göre ve Anayasada açıkça belirtildiği üzere bu ülke laik bir ülke olması gerektiğine göre resmi gazetede yayımlamak ile amaçlanan laiklik ilkesine saldırı amacı gütmektedir. Haberlere de yansıyan bu metin, fıkhi denetim adı altında gençlerimiz bilimsellikten uzak, denetçilerin yapacağı bilimsel ilkelere dayanması beklenen denetim faaliyetini dini argümanlara yönlendiren, din ile devlet işini birbirine karıştıran hatta din işini devlet işi haline getiren; başka bir değişle devlet adına yapılması gereken denetimin dini kurallar çerçevesinde yapılmasını öngören hukuka aykırı faaliyet yürütmektedir.
Şüpheliler Devlet yetkisi, Kamusal erk, ve bunun tüm olanaklarını kullanarak devletin Resmi Gazetesinde yayımlamak suretiyle suçu işlemişlerdir. Dolayısıyla Devlet erki içinde mevcut cebir yetkisi, potansiyel cebir gücü olarak (mahfuz cebir) şüphelilerin eylemine içkindir. Nitekim bu eylemlerini durdurabilecek –diğer devlet fonksiyonları dışında – başka bir güç görmediklerinden bu pervasız eylemi gerçekleştirebilmişlerdir.
Değerli Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Kemal Gözler’in Türk Anayasa Hukuku adlı bilimsel eserinde belirtildiği üzere Laik Devlet ilkesi şu şekilde formüle edilmiştir:
“Lâik Devlet ilkesi
“Din Hürriyeti
“1. İnanç Hürriyeti
“2. İbadet Hürriyeti
“Din ve Devlet işlerinin Ayrılığı
“1. Devletin Resmî Bir Dini Olmamalıdır
“2. Devlet Bütün Dinler Karşısında Tarafsız Olmalıdır
“3. Devlet Bütün Din Mensuplarına Eşit Davranmalıdır
“4. Din Kurumları ile Devlet Kurumları Birbirinden Ayrı Olmalıdır
“5. Hukuk Kuralları Din Kurallarına Uymak Zorunda Olmamalıdır.”
Bu formulasyonla, atanan denetçi bir dinin temsilcisi midir?
İnanç ve ibadet özgürlüğü nerededir?
Atanan denetçi dini kıstaslar ile pozitif hukuk kurallarını hiçe sayarak denetim mi yapacaktır?
Devletin bir bakanlığı, bir dini temsilci atamakla resmi bir dinin sözcülüğünü ve öncülüğünü yapmakta değil midir?
Dinler karşısında tarafsızlık ilkesi nerede kalmıştır?
Bütün din mensuplarına eşit mi davranmaktadır?
Din ve devlet kurumları birbirinden ayrı olmak gerekirken iç içe geçirilmek istenmekte değil midir?
Hukuk kuralları, dini kurallar karşısında zayıflatılmış, çiğnenmiş değil midir?
Anayasa’nın 24’üncü maddesi son fıkrası aynen, “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” şeklinde düzenlenmiştir.
Suç duyurusuna konu düzenleme ile bilimsel ölçütlere dayanan, laik, tarafsız denetleme yöntemleri dine dayalı denetleme ölçütleri arasında bir tercih yapılmış, tam da kamusallık ile dinsellik çatıştığında dinsellik tercih edilmiştir. Hatta o kadar ileri gidilmiştir ki Anayasa da dahil olmak üzere tüm düzenlemelerin uygulanma ölçütü dine uygunluk olarak belirlenmiştir.
Oysa Anayasa, hukuksal bir düzenlemeyi kısmen de olsa dini kurala dayandırmayı açıkça yasaklamıştır. Burada kısmen değil tamamen dini kurallara dayandırılmıştır.
Anayasanın Din ve Vicdan Hürriyetini korumaya aldığı doğrudur. Bu sebeple Anayasa’nın 70’inci maddesinde belirtilen kamu hizmetine alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayrım gözetilemezdir. Kamu hizmetine alımlarda, kişilerin dini inançları veya inançsızlıkları göz önünde bulundurulmayacaktır. Kamu Hizmetine alınmada öngörülen bu şart, Kamu Hizmeti’nin yürütülmesinde de uygulanması, alınmada öngörülen şartın amacına ulaşabilmesi için bir zorunluluktur. Aksi halde alınmış olsa bile Kamu Hizmetinin gereğini yerine getiremeyecektir. Nitekim Denetçilere Fıkhi eğitim alma ve bunlara uygun hareket etme zorunluluğunun getirilmesi Anayasa’nın 70. Maddesinin yerine başkaca bir düzenleme getirerek bu maddenin uygulanmasının önüne geçilmesidir.
Ancak Anayasanın 10’uncu maddesinin son fıkrası “Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” şeklinde düzenlenmiş, 657 sayılı Kanun’un 7/1 maddesi de “Devlet memurları siyasi partiye üye olamazlar, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar; görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamazlar; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar.” şeklinde düzenlenmiştir.
Kanun önünde eşitlik yerine Dini kurallara uygun olma şartı ve bu dini kurallara göre denetim yapılması zorunluluğu getirerek hem söz konusu kamu görevi yürüten denetçiler arasında eşitlik ilkesi bir dinin öne çıkması suretiyle ihlal edilmiş hem de bu denetime tabi olacak yurttaşlar ve şirketler açısından Kanunun gereklerine uymak dışında bir zorunluluk getirilmiştir. Görevlerini yerine getiren denetçiler dini ölçütlerle hareket ederek 10. Maddeyi ihlal edecek ve hatta bu anayasal normun uygulanmasının önüne geçeceklerdir.
Anayasa Mahkemesinin 05.06.2008 tarih ve 2008/16 Esas-2008/116 Karar sayılı kararı bu konuda yol göstericidir.
“…Anayasa’nın 2 nci maddesinde belirtilen laik Cumhuriyet ilkesi, egemenliğin ulusa ait olduğu, ulusal irade dışında herhangi bir dogmanın siyasal düzene yön vermesine olanak bulunmadığı, hukuksal kuralların dinsel buyruklar yerine demokratik ulusal talepler esas alınarak aklın ve bilimin öncülüğünde kabul edildiği, çoğunluk ya da azınlık dinine, felsefi inançlara veya dünya görüşlerine mensup olup olmadıklarına bakılmaksızın, din ve vicdan özgürlüğünün ayrımsız ve önkoşulsuz olarak herkese tanındığı ve anayasada öngörülenin ötesinde herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmadığı, dini veya din duygularının kötüye kullanılmasının ve sömürülmesinin yasaklandığı, devletin tüm işlem ve eylemlerinde dinler ve inançlar karşısında eşit ve tarafsız davrandığı bir CUMHURİYETİ ÖNGÖRMEKTEDİR.
“…Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında ayrıntılı olarak açıklanan laiklik ilkesi düşünsel temellerini Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma dönemlerinden alır. Çağdaş demokrasilerin ortak değeri olan bu ilkeye göre, siyasal ve hukuksal yapı, dogmalardan arındırılarak akılcılığı ve bilimsel yöntemleri esas alan katılımcı demokratik süreçlerin ürünü olan ulusal tercihlere dayanır. Bireylerin anayasal özgürlüklerinden inanç, din, mezhep veya felsefi tutum nedeniyle ayrımsız yararlandığı, akılcılığı esas alan bir süreç olan aydınlanma koşullarının sağlandığı toplumlarda laik ve demokratik değerler özümsenir, siyasal, sosyal ve kültürel yaşam da buna bağlı olarak evrensel değerlerin egemen olduğu çağdaş bir görünüm kazanır. Laikliğin bu işleviyle toplumsal ve siyasal barışı sağlayan ortak bir değer OLDUĞU AÇIKTIR. Bireylerin özgür vicdani tercihlerine dayanan ve sosyal bir kurum olan dinler, siyasal yapıya egemen olmaya başladıkları veya ulusal irade yerine siyasal yapının hukuksal kurallarının meşruiyet temelini oluşturdukları anda toplumsal ve siyasal barışın korunması olanaksızlaşır. Hukuksal düzenlemelerin katılımcı demokratik süreçle ortaya çıkan ulusal irade yerine dinsel buyruklara dayandırılması, birey özgürlüğünü ve bu temelde yükselen demokratik işleyişi olanaksız kılar. Siyasal yapıya egemen dogmalar öncelikle özgürlükleri ortadan kaldırır. Bu nedenle çağdaş demokrasiler, mutlak hakikat iddialarını reddeder, dogmalara karşı akılcılıkla durur, dünyayı dünyanın bilgisiyle açıklayabilecek toplumsal ve düşünsel temelleri yaratır, din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak, dini siyasallaşmaktan ve yönetim aracı olmaktan çıkarır…”
Anayasa Mahkemesinin işaret ettiği gibi, dinsel kuralın hukuksal düzenin temelini oluşturması laiklik ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
Herşey ortadadır. Din, devlet işlerine karıştırılmakta, devlet dini kurallarla yönetilmeye çalışılmakta ve hatta hukuki düzenlemeler dinsel kurallara göre yapılmakta, Anayasa ve TCK ihlal edilmektedir.
Suç duyurusuna konu eylemleriyle ise şüpheliler, açıkça görevi kötüye kullanmışlar ve Anayasal Laiklik ilkesini ortadan kaldırmaya yönelmişlerdir.
Kuvvetli şuç şüphesinin varlığı da gözetilerek soruşturmanın acilen başlatılması gerekmektedir.
SONUÇ ve İSTEM : Yukarıda açıkladığımız ve Cumhuriyet savcılığınca re’sen araştırılacak sebeplerle, şüphelilerin eylemlerine uyan Anayasa ve Türk Ceza Kanunu ve ilgili diğer kanunlarda belirtilen suçlarından yargılanıp cezalandırılmaları amacıyla haklarında gerekli soruşturmanın yürütülerek Kamu Davası açılmasını müvekkil Parti adına talep ediyoruz. 30.12.2019
Suç Duyurusunda Bulunan Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı
Vekilleri
Av. Metin Bayyar, Av. Sait Kıran, Av. Azime Ayça Okur, Av. Doğan Erkan Av. Deniz VURAL