Bilindiği gibi, Gezi İsyanı’mız günlerinde Tayyip’in bize şöyle bir iftirası olmuştu. Hatırlayalım, isterseniz:
https://www.youtube.com/watch?v=uF6u8Tg4KtQ
“Yaptıkları iş sadece vurup kırma. Kamunun binalarına saldırma, kamunun binalarını yakıp yıkma. Sivil vatandaşın, halkın araçlarını yakıp yıkma.
“Bununla kalmadılar. Benim başörtülü kızlarıma, başörtülü bacılarıma saldırdılar.
“Bununla da kalmadılar. Dolmabahçe Camii’ne maalesef bira şişeleriyle girmek suretiyle, ayakkabıyla onu da yaptılar.” (https://www.ntv.com.tr/turkiye/erdogan-basortululere-saldirdilar,MY8fETQDTESWrDoEc5_tbQ)
Kaçak Saraylı’nın dedikleri aynen bunlar.
Tayyip böyle der de, besleme, yandaş yazarçizerler durur mu?
Onlar da hemen daldılar olaya. Şimdi de onların bir kısmının dediklerini görelim isterseniz. Çünkü hepsinin dediklerini aktarmak istersek, yazımız çok uzun olur.
“Mehmet Metiner: İğrenç, namert saldırının görüntüleri elimizde.
“Yeni Şafak: Gezi olaylarının başörtülü mağdurunun ifadeleri dehşet saçtı. Bu akşam saatlerinde olayı aklamaya çalışan basının aksine ifadelerde kan donduran olaylar yerladı. İfadelerde önce tekmelenen ardından bebek arabasındaki çocuğuna bile saldırılan mağdura eylemciler cinsel organlarıyla da taciz ettikleri bilgileri yer alıyor.
“İsmet Berkan: Çok ama çok acı bir öykü. Maalesef gerçek. Mobese görüntüleri dahil pek çok şey var. Savunulur tarafı olmayan bir olay.
“Balçiçek İlter: Kalabalık bir grup tarafından darp edilen, tacize uğrayan, bebeği ve kendisi için ölümüne korkan, olur da şikayette bulunursa sokakta tekrar başına bir şey gelir mi kabusu gören… Morluklarını da gördüm, ille de meraklıysanız, ama benim tanıklığıma ihtiyaç yok ki, raporu var zaten.
“Mustafa Karaalioğlu (Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni): Siz, Taksim Meydanı’nda yaktığınız ateşin etrafında şarkılar söylerken içinizden bir güruh hemen aşağıda Kabataş’ta genç bir “başörtülü” kadını ve bebeğini tartaklıyordu. Mizah duygularını yitirmişlerdi ama küfürleri gayet okkalıydı. Bu ülkenin işgal yıllarından beri şahit olmadığı bir sahneyi oynuyorlardı. Afacan değil barbardılar!” (http://blog.milliyet.com.tr/-basortulu–bacimiza-yapilan-saldiri—-icin-kim-ne-demisti-/Blog/?BlogNo=449428)
Bu İblisçe iftirada mağdur rolü oynatılan, Tayyipgiller’in Bahçelievler Belediye Başkanı Osman Develioğlu’nun gelini Zehra Develioğlu adlı kadındı. Zamanın yandaş Star Gazetesi yazarı ve kıdemli Ortaçağcı yandaşlardan Elif Çakır da güya bu kadınla bir röportaj yapmıştı. Bununla ilgili yazılanları da okuyalım isterseniz:
***
Z.D. ifadesinde, olay sırasında Kabataş’ta bulunduğunu, o sırada karşıdan bir grubun geldiğini ve saldırganların kendisine başörtüsü nedeniyle hakaret ettiğini söyledi. Saldırganların, “Başımıza ne geldiyse bundan geldi” dediğini belirten Z.D., saldırganların kendisine tekme attığını ve bunun sonucunda vücudunun bir çok yerinde morluklar oluştuğunu belirtti. Z.D. ayrıca, üç göstericinin üst kısımlarının çıplak olduğunu ve kendisini taciz ettiklerini belirtti. Olayla ilgili aldığı darp raporunu da savcılığa teslim eden Z.D. saldırganların hakaret, darp ve cinsel saldırı suçlarından yargılanmalarını istedi.
BAŞBAKAN ERDOĞAN’IN, ‘YERLERDE SÜRÜKLEDİLER’ DEDİĞİ ANNE KONUŞTU
Timetürk’ün gündeme getirdiği Başbakan Erdoğan’ın da grup toplnatısında dile getirdiği olayın mağduru anne konuştu….
Z.D, dehşet anlarını anlattı: Bir taraftan ‘Bu üllkenin gerçek sahibi biziz, anladınız mı ulan’ diye bağırıyorlar, bir taraftan tekmeliyorlardı. ‘Kutsal başörtüsüymüş, görün bakalım kutsalı, size neler yapacağız’ diyerek aklınızın bile almayacağı şekilde küfrettiler, vurdular, vurdular…
Tam bir haftadır kalbimin üzerinde bir ağrıyla yaşıyorum ve her geçen gün o ağrının şiddetiyle yüreğim biraz daha sıkıştığını hissediyorum.
Günlerdir olur olmaz yerde kusuyorum. Kusuyorum, kusuyorum, kusuyorum ama bir türlü içimdeki o lanet olası şey çıkmıyor.
En olmadık yerlerde ağlamaya başlıyorum ‘niye ağlıyorsun? dedikleri anda boğazıma kocaman bir yumru gelip tıkandığını hissediyorum.
Günlerdir elimde tuttuğum bir fotoğraf karesiyle izliyorum, televizyonlardaki Gezi Parkı eylemcilerinin ‘masumiyetini’ anlatan haberlerini.
Esprili çocuklarmış!
Çevre duyarlılığıymış!
Yaşam tarzına müdahaleymiş!
Erdoğan diktatörmüş! AK Parti demokrasi konusunda samimi değilmiş!
Elimde 25 yaşında bakmaya kıyamayacağınız kadar masum, gencecik bir anne ve altı aylık bebeğinin fotoğrafıyla izliyorum olan biteni.
Ve geceleri bir albasması gibi çöküyor üzerime, bağırıyorum bağırıyorum ama kimsecikler duymuyor, sonra sesimin çıkmadığını çıkamadığını fark ediyorum.
Yüreğimdeki o sıkışmışlık hissiyle, çaresizlik hissiyle günlerdir elimdeki o fotoğraf karesini o annenin ve bebeğinin yaşadıklarını herkesin hepinizin gözünün içine sokup ‘Bu mu masumluğunuz? diyerek avazım çıktığı kadar bağırmak istedim… Ama sustum. Hepimiz sustuk. Ben ve olayı bilen bütün arkadaşlarımız tek kelime etmeden sustuk.
Soru sormaya utandım
‘Efsane’ demiştik ‘Provoke amaçlı uydurma haber’ demiştik ‘Özür dileriz’ diyeninden…
Gezi’si de batsın Topçu Kışlası da, böyle bir gözü dönmüşlüğü artık savunmamız mümkün değil diyeninden Gezi Parkı masumiyetini yitirmiştir diyenine…
O gencecik anne ve altı aylık bebeğiyle savcılığa suç duyurusunda bulundukları günün akşamında buluştum.
O kadar zarif bir o kadar naif gencecik bir anne henüz 25 yaşında.
Ve yanında bebek arabasının içerisinde mini minnacık altı aylık bir kız bebeği. Minicik ayakları ve kolları, gözü dönmüş caniler tarafından tırmalanmış o minicik sabi, o kadar sevimli o kadar pozitif ki bebek arabasının içerisinde ağzında emziğiyle sürekli gülümsüyor.
Ben hiç araya girmedim. Hiç soru sormadım. Hem soru sormaya utandım. Hem de eğer sorarsam anlatmaktan vazgeçer diye korktum.
Çünkü kayınpederi, yaşadıklarının kendisi adına utanç verici bir şey olmadığını, bunun kendisine özel bir durum olmadığı konusunda ikna etmeye çalıştığını biliyordum.
Ve iki gün boyunca haber bekledim ‘ne kadarını anlatırsa o kadarını dinleyeceğim’ diye… O anlattıkça benim gözlerim büyüdü. O vahşeti gözümde canlandıramadım bile…
Sarsıldım.
Başörtüsü haa… Vurun şuna…
Genç anne ‘biliyor musunuz bebeğime bile acımadılar’ diyor utanç içerisinde yüzüme bakmadan.
Gözlerini bir yere sabitledi hiç ama hiç yüzüme bakmadan, kısık bir sesle, sanki çok gizli bir şey anlatıyormuş tedirginliğinde anlatmaya başladı.
“Ağaçlar kesilmesin Taksim’e AVM yapılmasın diyerek bir grup duyarlı insanların Gezi Parkı’nda eylem yaptıklarını biliyordum. Arkadaşlarımla birlikte Cumartesi günü Adalar’a gitmeyi planlamıştık. Gittik. Ve Adalar’da olduğumuz için gün içerisindeki gelişmelerden haberim olmadı. Telefonumda şarjım bitmek üzereydi, eşimi aradım ve geleceğim saati söyledim kendisine. Tam tahmin ettiğim gibi vapurdayken şarjım bitmiş. İskelenin oradan bir telefonla eşimi arayıp geldiğimi haber verdim o da yolda olduğunu söyleyip iskelenin karşısına geçmemi söyledi.
O esnada Kabataş’taki kalabalığı fark ettim. Gezi Parkı eylemcilerine destek eylemi olduğunu düşündüm.
Elimde bebek arabası yolun karşısına geçtim.
Ve beklemeye başladım.
Bir anda ‘Bakın Tayyip’in …… burada gelin onu…’ diyen sesler duydum ve arkama baktığımda 25-30 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim kadınların bana karşı öfkeli bakışlarını görünce benden bahsettiklerini anladım.
Ne olduğunu anlayamadığım bir anda üzerleri çıplak, elleri deri eldivenli, başlarında tuhaf bantlı 70-100 kadar adamın ortasında kaldım.
Bebek arabam elimden gitti.
Bir kadın “Ne geldiyse bu ülkenin başına bunların başörtüsü üzerinden geldi vurun şuna” deyince, bir adam arkamdan tekme tokat vurmaya başladı.
Sonra bağırmaya başladılar. Devrim yaptıklarını, ihtilal yaptıklarını, ülkeyi bize teslim etmeyeceklerini, Erdoğan’ı asacaklarını, Erdoğan’ı da hepimizi de tek tek …..
Bir taraftan “Bu üllkenin gerçek sahibi biziz anladınız mı ulan” diye bağırıyorlar, bir taraftan tekmeliyorlardı.
‘Kutsal başörtüymüş, görün bakalım kutsalı size neler yapacağız’ diyerek aklınızın bile almayacağı şekilde küfrettiler, vurdular, vurdular… ‘Asacağız Erdoğan’ı anladın mı’ diye bağırdılar.
Hangi birini söyleyeyim nasıl anlatayım yaptıkları küfürleri. Bir amcaydı sanırım müdahale etmeye çalıştı onu da öldüresiye dövdüler kızıyla birlikte.
Sonra uzaklaştılar. İnönü stadına doğru uzaklaştılar. O sırada tamamen kendimi kaybettim. Ondan sonra ne olduğunu hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde üzerim idrar kokuyordu. Yerimden kalktım bebeğimi bulmaya çalıştım.
Artık haber dinleyemiyor
Bu genç gelin İstanbul Bahçelievler ilçe Belediye Başkanının gelini Z.D.
Hiç oraya buraya olayı çekmeye çalışmayın. Bu vahşeti yapanlar, o genç anneye bir siyasetçinin gelini olduğu için yapmadılar.
Olay yargıya intikal etti.
Valiliğin emniyetin elinde mobese kayıtları mevcut. Her saat başı yıkanma ihtiyacı hissediyor. Dışarıya çıkamıyor. Altı aylık bebeği sütten kesildi. Televizyonlara bakamıyor. Gezi Parkı eylemleri deyince panik atak geçiriyor. Yaşanan vahşet sadece bu olsa birkaç marjinal ortalığı provoke ediyor der geçeriz.
Ama öyle değil.
Bugün Gazetesi’nden Zeynep Ceylan’ın başörtülü ablasına metroda ‘Ben senin gibi böceklerle savaşmaktan geliyorum’ diyerek tekme tokat saldırıp küfredildi.
Bu olay da yargıya intikal etti.
Eski AK Parti Güngören ilçe başkanı Abdullah Başçı yine Gezi Parkı eylemlerine destek veren gruplar tarafından aynı sebep ve öfkeyle boğazından bıçaklandı.
Bu olay da yargıya intikal etti.
Halk dersini verecektir
Ve yargıya intikal etmeyen ‘Tayyip’i asacağız bu ülkeyi size bırakmayacağız’ diyerek dövülen, küfredilen onlarca başörtülü kadın. Şimdi kalkıp bir kez daha Gezi Parkı eylemleri masum, burada başörtülü, başörtüsüz, dinlisi dinsizi her görüşten, inançtan insanlar buraya toplanıyor bizim bir tek amacımız özgürlüklerimiz desenize.
AK Parti niye miting yapıyor diyenler, ortamın gerilmemesi için AK Part miting yapmasın diye vıdı vıdı edenler… AK Parti tam da bu sebeplerden dolayı o mitingleri yapmalı.
O mitingleri yapmalı ki ‘Tayyip’i devireceğiz bu ülkeyi geri teslim alıyoruz’ diyen it kopuk gerçekte ne olduğunu anlayıp hezeyanlarından vazgeçsinler. Darbe hezeyanlarına tutulmuş çapulcular, sizi bırakın CNN’i İnterneyşınılı gelse kurtaramaz.
Menderes’i ASTINIZ, Özal’ı ZEHİRLEDİNİZ ama Erdoğan’ı YEDİRMEYECEK bu halk size…
İNFİALE SEBEP OLUR DİYE İÇİMİZ KAN AĞLAYARAK SUSMAYI TERCİH ETTİK
Öfkemize sahip çıktık. Evlerinde oturup ‘Koşun! Taksim’de, Hatay’da, İzmir’de, Beşiktaş’ta, kan gövdeyi götürüyor. Polis masum insanlara şiddet uyguluyor!” vesaire vesaire diyerek sosyal medyadan çığırtanlık yapanlara televizyonlara çıkıp ‘Erdoğan diktatörleşti, diktatöre karşı sokaklara dökülüyoruz’ diyenlere rağmen sustuk.
Gezi’deki gençleri arkasına alan gözü dönmüşlere rağmen sustuk. Çünkü o gözü dönmüşlerin, ülkeyi kaosa sürüklemek adına o gençlerden birkaçını dahi hiç acımadan öldürebileceğini gördük ve ÜLKEDE BİR İNFİAL OLMASIN DİYEREK SUSTUK.
Susmak, konuşamamak ne zormuş Rabbim diyerek sustuk hem de…
Nihayet…
Salı günü Başbakan Erdoğan AK Parti grup toplantısında ‘Çok önemli bir yakınımın gelinini yerlerde sürüklediler’ deyince yeniden ağlamaya başladım. Geçen hafta Abdülkadir Selvi’yle telefonda konuşmuştuk. Sarsıla sarsıla ağladığımı hatırlıyorum. Abdülkadir ‘Elif yazılması lazım yazmalısın!’ dediğinde ‘Bu iğrençlik nasıl yazılabilir, nasıl kağıda dökülebilir ki… Ya başka kötü şeylerde olursa’ deyip susmamız gerektiğini söylemiştim.
Zira gazetemin yöneticileriyle birlikte ‘Bu dönemde sakin olalım. Gezi Parkı’nda gerçekten samimi gençler ve insanlar var.
Susmak zor. Ama bir infiale sebep olur!” kararı almıştık. Gerek Gezi Parkı eylemlerinin arkasında başka oyunların olduğunu anlatabilmek adına gerekse de Erdoğanfobiklerin gözünün ne kadar dönmüşlüğünü anlatabilmek adına, kimlik deşifresi yapılmadan ve oldukça makul bir dil kullanarak ‘genç bir anne ve altı aylık bebeği’ kodlamasıyla sosyal medyada yazıldı.
Gezi Parkı eylemleri süresince açılan binlerce feyk hesap üzerinden ve Gezi provokatörlerince, arkadaşım Halime Kökce, ben ve ‘anne bebeği’ haberini twetter’den reetwet yapanlara ağza alınmayacak küfürler savruldu.
Elbette yaşanan hadiseye inanamayanlar hatta bunun bir ‘karşı savunma ve internet efsanesi’ olduğunu söyleyen arkadaşlarımız da çıktı.
Başbakan Erdoğan’ın AK Parti grup toplantısından sonra Abdülkadir Selvi ‘Başbakanın sözünü ettiği gelin’ başlığıyla köşesinde yazabildiği kadarını kaleme aldı. Görünen o ki ‘İnsanın kanını donduracak kadar korkunç onlar utanmıyorsa biz niye utanalım yazılmalı’ diyen Abdülkadir Selvi de bazı şeyleri açıkça yazmaktan haya etmiş.
Abdülkadir’in yazısından sonra telefonlarım susmak bilmedi. ELİF ÇAKIR-STAR (https://www.timeturk.com/tr/2013/06/13/basbakan-in-sozunu-ettigi-gelin-olani-elif-cakir-a-anlatti.html)
***
Aradan aşağı yukarı 2 yıl geçer, ama Tayyip bu yalanı tekrarlamaktan vazgeçmez. 2015 Mart’ında “Türk Metal İş Sendikası Kadın İşçileri 20’nci Büyük Kurultayı”nda bir konuşma yapar. Bakın orada nasıl tekrarlar bu iftirayı:
“Gezi olayları yaşadık değil mi. Gezi olayları sırasında bir genç kadın. Bir belediye başkanının gelini. Bir anne yanında çocuğu olduğu halde Kabataş’ta tacize maruz kaldı. Kimse o kadını taciz edenleri kınamadı, peşine düşmedi. Tacize uğrayana kadına ise etmediklerini bırakmadılar. Terbiyesizce ahlaksızca o kadının üzerine gittiler.
Hatta o hanımefendiyle ilgili yazılar yazan 4 tane bayan köşe yazarına da olmadık hakaretler ettiler. Şimdi de sosyal medyada üzerine gitmeye devam ediyorlar.
Hani tacizde esas olan kadının beyanıydı.” (http://www.sozcu.com.tr/2015/gundem/erdogan-kabatas-yalanini-surduruyor-763639/)
Yandaşların hemen tamamı, bugün bile bu İblisçe yalanı tekrarlamaktan vazgeçmiyorlar, utanmıyorlar, arlanmıyorlar…
Bir atasözü de der ya; “Gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır”, diye…
Bu olayda da aynen gerçeğin bu huyu gerçekleşti. Sözde mağdur kadının o günkü Kabataş görüntüleri yayımlanıverdi, Kanal D’de. Orada, ne bir saldırı vardı, ne tarif edilen canavar suretindeki saldırganlar…
Kadın bebek arabasıyla iskeleden sakin sakin yolun karşısına herkes gibi geçip gidiyor ve bir süre sonra da orada eşiyle buluşuyordu. Hiçbir olumsuz ya da herhangi bir suç unsuru oluşturacak olay söz konusu değildi. Yani normal bir gündü, olayın olduğu iddia edilen 1 Haziran günü ve o günün o saati (19:42).
İşte Kanal D’de yayımlanan görüntüler:
Hazindir, bu görüntülerin ortaya çıkmış olmasına rağmen, Tayyip hâlâ yalanı ve iftirayı sürdürmeye devam eder. Ve yukarıda dediğimiz gibi, yandaşların hemen tamamı da…
Çünkü onlar Tayyip’in dediğini papağanca tekrarlamakla ve onu savunmakla görevli. Onun için para alıyorlar, çalıştıkları sözde gazetelerden. O gazetelere de, o işleri yapsınlar, böyle müfterileri beslesinler diye aktarılıyor kamunun milyarları.
Bu iğrenç, mide bulandırıcı, insanın içini kaldıran yalan ve iftirayı savunduklarından dolayı, gerçeğin güneş gibi apaçık şekilde ortaya çıkmasından sonra, bizim bilebildiğimiz kadarıyla 2 kişi pişmanlık belirtti, yanıldığunu söyledi. Dolayısıyla da, özeleştiri yapmış oldu. Şimdi de bunların dediklerini okuyalım:
“İsmet Berkan görüntüleri izlediğini ve durumun vahim olduğunu belirttikten sonra aslında böyle bir görüntüyü izlemediğini ifade etti, “Bir bahane arıyor, bahanelerin arkasına sığınmaya teşebbüs ediyor veya ‘ama’lı, ‘fakat’lı cümleler kuruyor değilim; hatamın farkındayım… Üzgünüm ve özür diliyorum.” yazarak hatasını belirtti. Balçiçek İlter, Zehra Develioğlu ile yaptığı röportajdan sonra “morlukları gördüm” diyerek böyle bir olayın gerçekleştiğini ifade etmişti, daha sonra köşesinde yazdığı özür yazısında “Yanıltıldım… Evet yanıltıldım” yazdı.” (https://ipfs.io/ipfs/QmQP99yW82xNKPxXLroxj1rMYMGF6Grwjj2o4svsdmGh7S/out/A/Kabata%C5%9F_olay%C4%B1.html)
Bugün de Ahmet Davutoğlu’cuların denilen Karar Gazetesi yazarlığını yapan yandaş Elif Çakır’ın ise, mağdur rolü oynatılan Zehra Develioğlu’yla röportaj yapmadığı, röportaj adı altında yayımladığının hayali bir yazı olduğu ortaya çıkmış durumdadır.
Bunlarda öylesine ahlaki değerler hasara uğratılmış ki, sadece bir senaryodan ibaret, iğrenç yalan ve iftiralarla dolu hayali röportajını bile şöyle savunmuştur, Elif Çakır. Bu konuya ilişkin haberi de, yıllarca Tayyip’çilik yapan, bugün bile ikili oynayan, halkımızın deyişiyle “Kıçı ayrı, başı ayrı oynayan”, Hürriyet Yazarı Ahmet Hakan’dan okuyalım:
***
MEĞER ELİF ÇAKIR’IN FANZETİLERİYMİŞ”
İşte Ahmet Hakan’ın yazısındaki o bölüm;
-Üstleri çıplaktı.
-Deri eldivenliydiler.
-70/80 kişiydiler.
-Cinsel organlarını çıkarmışlardı.
-Bebeği fırlatıyorlardı.
Falan filan…
*
Elif Çakır, bu akıl almaz hikâyenin “Kabataş Gelini” tarafından kendisine anlatıldığını
söylüyordu haberinde.
*
Oysa gerçek hiç de böyle değilmiş.
Anlatılan “fanteziler”, aslında “Kabataş Gelini”nin fantezileri değil, Elif Çakır’ın
fantezileriymiş.
*
Dünkü Taraf gazetesinde Kabataş haberinin çıktığı dönemde Star gazetesinde
editörlük yapan Murat Seçkin’in yazısından öğrendim bu tarihi gerçeği.
Murat Seçkin yazısında olayı şöyle anlatıyor:
“Gazeteci Elif, mağdur gelinle yaptığı röportajı gazetenin sistemine atıyor. Sayfanın
editörü okuduklarını görünce şaşkınlığını gizleyemiyor. Bunları bu kadın mı anlattı?
Elif’in cevabı: Psikolojik olarak bitmiş durumda. Konuşacak hali yoktu. Ne
anlatabilirdi ki? Ama ne demek istediğini ben anladım. (http://www.sozcu.com.tr/2015/gundem/kabatas-yalani-elif-cakirin-fantezisiymis-969263/)
***
Tayyip’in Gezi günlerinde yaptığı korkunç bir iftira daha var, biliyorsunuz arkadaşlar.
Ne demişti?
“Bu çapulcular türbanlı kızlarımızı, bacılarımızı taciz etmekle kalmadılar, ellerinde bira şişeleriyle, ayaklarında ayakkabılarıyla Dolmabahçe- Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’ne de girdiler. Orada içki içtiler.”
Yine hatırlayacağımız gibi Dolmabahçe Camii’nin imam ve müezzini, bu mide bulandırıcı iftirayı reddetti. “Hayır” dedi. “Biz Müslümanız, yalan söyleyemeyiz. Camimizde ne içki içilmiştir, ne de oraya ayakkabıyla girilmiştir. Camimizde İslam’a aykırı hiçbir davranış olmamıştır. Hiçbir olay yaşanmamıştır. Sadece yaralı ve tedaviye muhtaç eylemciler burada hekim ve hemşireler tarafından tedavi edilmiştir. Bu da Mabedimizin maneviyatıyla uyumlu bir iştir.”
Bu namuslu ve cesur tavırlarından dolayı, zulme uğratıldılar samimi Müsşlümanlar. İkisi de sürüldüler camiden…
Hep deriz ya; Tayyipgiller Kur’an ve Hz. Muhammed Müslümanı değildir. Bunlar Muaviye-Yezid Dincisidir ya da CIA-Pentagon-Washington Dincisidir. Bunların Gerçek İslam’la ve onun ahlakıyla zerre miktarda olsun ilgileri yoktur.
Mağdur rolü oynatılan Zehra Devlioğlu’nun kayınpederi ve bugün de Bahçelievler Belediye Başkanlığı sürdüren Osman Develioğlu bu yalanı büyük bir heveskârlıkla savunur. Tabiî o makama gelebilmesi ve orada yıllarca kalabilmesi için, efendisi Tayyip’in yalan ve iftiralarını bütün gücüyle savunması gerekmektedir. Yandaşlık bunu emreder…
İsterseniz bir de onun dediklerine bakalım, o günlerde ve sonrasında. Bu konuya ilişkin haberi de Davidson’cuların yandaş Karar Gazetesi’nden aktaralım:
“Bahçelievler Belediye Başkanı Osman Develioğlu, gelini Zehra Develioğlu’nun Gezi olayları sırasında uğradığı tacizin yalan olduğunu ileri sürenlere cevap verdi. Çirkin olayın yeniden gündeme getirilmesinin manidar olduğunu belirten Develioğlu, gelininin bazı basın organlarına yaptığı açıklamaların arkasında olduğunu söyledi.
“Bahçelievler Belediye Başkanı Osman Develioğlu, gelinine Kabataş’ta saldırı düzenlenmesine ilişkin tartışmaların seçim öncesi yeniden gündeme getirilmesine tepki gösterdi. Develioğlu gelininin verdiği ifadenin arkasında olduğunu vurgulayarak “Adalet er ya da geç tecelli edecektir” dedi. Develioğlu, gelininin o dönem Elif Çakır’a verdiği röportajın arkasında olduklarını belirterek iftiracılara da cevap verdi.
“Develioğlu yaptığı yazılı açıklamada, kamuoyunda “Kabataş Saldırısı” olarak bilinen menfur saldırının, bazı basın-yayın organlarında yeniden gündeme getirildiğini ifade ederek, şunları dile getirdi:
“Gelinim çirkin ve menfur bir saldırıya maruz kalmıştır
“Hadisenin yine bir seçim öncesinde bir kez daha tartışmaya açılması, bizim açımızdan üzüntü verici olduğu gibi zamanlaması manidardır. Çirkin saldırının yaşandığı tarihten sonra, gazete ve televizyonlar aracılığıyla şahsım ve ailem adına duygu ve düşüncelerimizi paylaştık. Geçen zaman içinde düşüncelerimizde herhangi bir değişme olmadığını bir kez daha vurguladıktan sonra tekrarlama ihtiyacı duyuyorum ki 1 Haziran 2013’te gelinim, Beşiktaş’ta bulunan Kabataş Vapur İskelesi civarında son derece çirkin ve menfur bir saldırıya maruz kalmıştır.”
“Develioğlu, konunun yargıya intikal ettiğini hatırlatarak, o dönem sorumluların bulunup cezalandırılmasını istediklerini kaydetti.” (http://www.karar.com/gundem-haberleri/osman-develioglundan-kabatas-yuzsuzlerine-tokat-gibi-cevap-49606)
Saygıdeğer arkadaşlarımız;
Bunlar böyledir işte. Halkımızı öylesine akla hayale sığmaz, öylesine korkunç yalan ve iftiralarla kandırırlar ki, İblis bile bunların yanında ağzı süt kokan bebe kalır.
Aslında, yaptıkları sıradan ya da basit bir yalan ve iftira atma değildi. Bunların yapmak istediği, apaçık bir şekilde halkı birbirine karşı kin ve düşmanlığa sürükleyerek kırdırmaktı. Büyük bir suçtu işledikleri. TCK 216, bu suçun şeklini ve müeyyidesini şöyle belirler:
“Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Bu madde kapsamında, er ya da geç, hukuka uygun çalışan, bağımsız bir mahkemenin huzuruna çıkarılacaklar ve işledikleri suçun karşılığı olan cezaya çarptırılacaktır, bu müfteriler.
“@kabalancılar” adlı twitter hesabı oturup araştırmış ve bu iğrenç iftirayı savunanların tek tek kimler olduğunu belirlemiş. İşte, o belirlenen iftiracılar:
Bu aşağılık ve iğrenç iftirayı savunanların tamamı, yukarıda da belirttiğimiz gibi, gün gelecek mutlaka hesaba çekileceklerdir. Yaptıkları hiçbirinin yanına kalmayacaktır!
Gezi eylemcileri, ülkemizin yüzakıdırlar. Bu eylemcilerin her biri, yeni açmış bir gül kadar, bir kelebek kadar, bir kuş kadar masumdur, temizdir, değerlidir, sevimlidir, saygıdeğerdir.
Ben ve kalp hastası Genel Başkan Yardımcımız Doktor Mustafa Yoldaş da dahil olmak üzere tüm Partili Yoldaşlarımız, bu eylemlerin başından sonuna her ilde, her yerinde ve her alanında yer almıştır.
Bu İsyan günlerinde bir tek insanın bile burnunu kanatmamıştır, eylemci kardeşlerimiz. Hiçbir sivile, halktan hiçbir şahısa herhangi bir zararlı savranışları olmamıştır. Hatta, kendilerine, Tayyipgiller’in emri üzerine hemen her gün biber gazlarıyla, zehirli tazyikli sularla, hatta sopalarla, gaz fişekleriyle ve kurşunlarla saldıran polislere bile zarar verici herhangi bir davranışları olmamıştır. Yani yüzde yüz masumdurlar. Meşrudurlar ve hakldırılar…
İdealleri, sonunda mutlaka gerçekleşecek. Bu ülke, bu vatan AKP’giller gibi ve Meclisteki Dörtlü Çete’nin diğer bileşenleri gibi ABD işbirlikçisi hainlere kalmayacak. Mutlaka kurtarılacak. Emperyalistler, işbirlikçiler geldikleri gibi gidecekler!
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
9 Kasım 2017
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı