HKP’li Avukatlar, kendini tüm Anayasal kurumların üzerinde gören, mahkeme kararlarını alenen tanımadığını söyleyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında Yüce Divanda yargılanması talebiyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulundu. HKP’nin Yargıtay’a verdiği dilekçe şu şekilde:
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA
BAŞVURUDA BULUNAN.: Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı
Karanfil Sokak No:24/15 Kızılay/ANKARA
V E K İ L L E R İ……….: Av. Orhan ÖZER, Av. Metin BAYYAR, Av. Ayhan ERKAN, Av. Ali Serdar ÇINGI, Av. Tacettin ÇOLAK, Av. Sait KIRAN, Av. Ayça ALPEL OKUR, Av. Halil AĞIRGÖL, Av. Pınar AKBİNA, Av. Doğan ERKAN
Adres: Kızılırmak Cad. No: 7/9 Kavaklıdere/ANKARA
Ş Ü P H E L İ……………..: Recep Tayyip ERDOĞAN – ANKARA
SUÇ……………………….: Vatana İhanet (AY md.105), Anayasayı İhlal (TCK md. 309), Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs (TCK 288)
KONUSU …………………: 28 Şubat 2016 tarihindeki konuşmaları nedeniyle Anayasa’nın 105’inci Maddesi ile 5237 Sayılı TCK’nun 309 ve 288’inci Maddelerini ihlal eden şüpheli hakkında soruşturma başlatılarak YÜCE DİVANDA dava dermeyan edilmesi istemidir.
AÇIKLAMALAR………..:
Bilindiği gibi şüpheli R. Tayyip Erdoğan; 10 Ağustos 2014 tarihinde Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Ancak, Cumhurbaşkanı seçilmesi ile birlikte, Anayasa’nın ve ilgili mevzuatın öngördüğü hükümleri çiğneyerek; her geçen gün kasten Anayasayı İhlal ve (Eski TCK’daki ve Anayasadaki adıyla) Vatana İhanet suçlarını işlemeye devam etmektedir.
Bunlardan sonuncusu ise; 28 Şubat 2016 günü İstanbul Atatürk Havalimanı’nda yaptığı konuşmadır.
Şüpheli bu konuşmasında;
“Ama onu kabul etmek durumunda değilim, bunu da çok açık, net söyleyeyim. Ve verdiği karara da UYMUYORUM, saygı da duymuyorum. Niye? Çünkü ortada bir gerçek var. Bakın bu bir beraat kararı değildir, bu bir tahliye kararıdır. Aslında onlarla ilgili kararı veren mahkeme kararında direnebilirdi. Eğer kararında direnmiş olsaydı, bu bireysel başvuru veyahut da AYM’nin vermiş olduğu karar boşa çıkacak veyahut da şu anda tahliye edilmiş olan bu kişiler AİHM’e gideceklerdi. AİHM’e gittikleri zaman da oradan alacakları netice bellidir. Fakat bu süreç, bu şekilde atılan adımlar bana göre doğru adımlar değildir.” Şeklinde beyanlarda bulunmuştur.
1- Anayasanın 103. Maddesine göre Cumhurbaşkanı Anayasaya ve Hukukun Üstünlüğü’ne bağlılık yemini eder.
Anayasanın 153. Maddesine göre ise “ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI YASAMA, YÜRÜTME VE YARGI ORGANLARINI, İDARE MAKAMLARINI, GERÇEK VE TÜZELKİŞİLERİ BAĞLAR”
Dolayısıyla anayasaya bağlılık yemini etmiş, üstelik ANAYASAYI KORUMAKLA GÖREVLİ CUMHURBAŞKANININ, “Anayasa Mahkemesi kararına uymuyorum” demesi, md. 153 karşısında açıkça “ANAYASAYA UYMUYORUM” demektir; Anayasayı ihlal ettiğinin ve edeceğinin ikrarıdır.
2- Cumhurbaşkanının Görev ve Yetkilerini düzenleyen Anayasa’nın 104. Maddesinde“Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.” hükmüne yer verilerek Cumhurbaşkanının Anayasanın korunmasındaki rolü belirtilmiştir.
Ancak buna rağmen kendisine verilen yetkilerle bu görevleri yerine getirmek zorunda olan bir kişinin bu görevlerin aksini yaptığını görmekteyiz. Üstelik Anayasaya aykırı bu tür davranışların ilk kez gerçekleşmediği benzer söz ve davranışlarda daha önceden de bulunduğu bilinmektedir. Örneğin 14 Ağustos 2015 günü Rize’de yaptığı bir konuşmada da;
“Türkiye 10 Ağustos 2014 tarihinde, milletin doğrudan cumhurbaşkanını seçmesiyle yeni bir döneme girmiştir. Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı var. (…)İster kabul edilsin, ister edilmesin; Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun hukuki çerçevenin anayasal olarak kesinleştirilmesidir.” diyerek açıkça yaratmış olduğu fiili duruma Anayasal bir zemin yaratmak istediğini açıkça beyan etmiştir.
Bu kişinin Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil etmek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar vermek, Genelkurmay Başkanını atamak gibi yetkilere de sahip olduğu düşünüldüğünde durumun vahameti ortaya çıkmaktadır. Bu kişinin elinde bulundurduğu bu güçle Anayasayı işlevsiz hale getirmek için her an cebir ve şiddet kullanabileceği açıktır.
Bu sözler, yürürlükte bulunan Anayasa’ya göre seçilen bir Cumhurbaşkanı’nın Cumhuriyet rejimini fiilen değiştirdiğinin açıkça itirafıdır. Ya da kişi diktatörlüğüne geçildiğinin ilanıdır.
Şüpheli bu Anayasa sayesinde sahip olduğu kamusal güce dayanarak; cebir ve şiddet yoluyla Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya mevcut düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etmektedir. Suçun maddi unsurunu, Anayasa hükümlerinin tamamının veya bir kısmının ihlal edilerek veya uyulmayarak değiştirilmesi oluşturmaktadır. Bu durum yukarıda ayrıntılı şekilde belirtilmiştir. Tayyip Erdoğan fiilen yönetimi altındaki kolluk kuvvetleri ile cebir unsuruna her koşulda sahiptir. Devlete ait kamusal güç kullanılmıştır. Kısacası hak ve görevlerin ardına saklanılarak bir suç işlenmektedir. Şüpheli elindeki bu kamu gücüyle bir“karşı devrim” yapmaktadır. Yukarıdaki sözlerden başka bir anlam çıkarmak mümkün değildir.
Dolayısıyla Recep Tayyip Erdoğan “Cumhurbaşkanı” sıfatının arkasına gizlenerek bu maddede sayıldığı biçimiyle Anayasal Düzen ve bu düzenin temel taşlarını açıkça ortadan kaldırmaktadır.
Halen 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası yürürlüktedir. Ve bu Anayasa hükümleri başta Cumhurbaşkanı olarak şüpheli ve herkesi bağlamaktadır. Halk tarafından seçilmiş olmak da yürürlükteki Anayasal, Yasal kurallara uymama keyfiyeti vermemektedir.
Bu nedenlerle şüphelinin baştan beri anlatılan konuşmaları ve eylemleri; TCK’nun 309’uncu maddede tanımlananANAYASAYI İHLAL suçunun kapsamındadır. Dolayısıyla şüpheli, Cumhurbaşkanı olarak Anayasanın üstünlüğünü yok sayarak, Anayasayı sürekli ihlal ederek, Vatana İhanet Suçunu da işlemektedir.
3- Bu sözler aynı zamanda Türk Ceza Kanununun 288’inci maddesinde belirtilen “Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” suçunu oluşturmaktadır. Tahliye kararı veren mahkemeye “neden bu kararı verdin, vermemen gerekirdi” denilmektedir.
Sarf edilen bu sözlerin sahibinin yürütme organının başı konumundaki bir şahıs tarafından sarf edilmiş olması bu gün itibariyle her Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşının yargı güvencesi altındaki temel hak ve hürriyetlerinin artık tek bir kişinin insafına terk edildiğini göstermektedir. Kimin tutuklu kimin tutuksuz yargılanacağını, sarf edilen bu sözlere göre, artık Cumhurbaşkanlığı makamını elinde bulunduran kişi belirleyecektir.
Tüm bu gelişmeler işlenen anayasal suçlar karşısında demokratik hukuk devletini ve hukukun üstünlüğünü savunması gereken kurumlar ve kuruluşlar suskundur. Hukuk Fakültelerinin Dekanları, Anayasa Hukukçuları, Kamu Hukukçuları, Siyaset Bilimciler, Barolar suskundur. Suçtan haberdar olduğu anda re’sen soruşturma başlatması gereken Cumhuriyet Savcıları da maalesef yasal görevlerini yerine getirmemektedir. Bu nedenler, hukuka sahip çıkmak üzere Yargıtay Başsavcılığınıza başvurmak durumunda kaldık.
4- Anayasa’nın 148. Maddesine göre Cumhurbaşkanını Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi yargılayacağından, burada savcılık görevini de Başsavcılık makamı yerine getireceğinden, Yüce Divanda Başsavcılık makamını temsil etmek ve Anayasa Mahkemesinde dava açmak hakkı bulunan en üst savcılık makamı olarak YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINIZIN YETKİLİ OLDUĞU kanaatindeyiz.
SONUÇ ve İSTEM……….: Yukarıda ayrıntılıca açıklandığı üzere;
Anayasa’nın 105’inci Maddesi ile 5237 Sayılı TCK’nun 309’uncu ve 288’inci Maddelerini birden fazla ihlal eden Cumhurbaşkanı görevini yürüten R. Tayyip Erdoğan hakkında soruşturma başlatılarak YÜCE DİVANDA DAVA AÇILMASINI vekâleten talep ederiz. 01/03/2016
Başvuruda Bulunan
Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı
V e k i l l e r i
Av. Metin BAYYAR Av. Sait KIRAN Av. Doğan ERKAN