HKP, R. Tayyip Erdoğan ve Kaşıkçı Cinayetiyle ilgili tüm Suudi ve Türk zanlılar Hakkında suç duyurusunda bulundu

Halkın Kurtuluş Partisi, R. Tayyip Erdoğan ve Kaşıkçı Cinayetiyle ilgili tüm Suudi ve Türk zanlılar Hakkında suç duyurusunda bulundu

Bilindiği gibi Washington Post Gazetesi’nde de yazılar yazan Suudi Arabistan vatandaşı Cemal Kaşıkçı, 2 Ekim 2018 Salı günü resmi işlemler için Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’na gittikten sonra kendisinden bir daha haber alınamamıştı.

Müslüman Kardeşler’e (İhvancılara) yakınlığıyla bilinen Cemal Kaşıkçı’nın, Vahabi anlayışındaki Suudi cellatları tarafından, İhvancılara yakınlığını her çıktığı kürsüde “Rabia” selamıyla ilan eden R. T. Erdoğan’ın yönettiği Türkiye’de, Suudi Arabistan’ın İstanbul  Başkonsolosluğu’nda öldürüldüğü de artık herkesçe malumdur.

R.T. Erdoğan ve Cemal Kaşıkçı’nın güvendiği dostu olan Tayyip’in danışmanı Yasin AKTAY, tam IŞİDvari işlenen bu cinayetten ilk haberdar olan yetkililerdir. Cemal Kaşıkçı, başına bir şeyler geleceğinden kuşkulandığı için Konsolosluğa nişanlısıyla birlikte gidiyor ve makul sürede Konsolosluktan çıkmaması üzerine durum, nişanlısı vasıtasıyla Yasin AKTAY’a bildiriliyor. Yasin AKTAY’ın da durumu derhal R.T. Erdoğan’a, İstihbarata ve Emniyete bildirdiği ve bütün makamların olaydan haberdar oldukları şeklindeki açıklamaları basına yansımış bulunuyor. Gene, T. Erdoğan’ın basında yer alan açıklamalarında da olay öncesi ve sonrası, gün gün, saat saat verilerek anlatılmaktadır.

IŞİD’e özgü bu cinayetten tabiî ki büyük patron, baş haydut ABD’nin faşist ruhlu başkanı da anında haberdar olmuş, dışişleri bakanı vasıtasıyla sıcağı sıcağına 100 milyarlarca dolar tutarında haraç alacağını garanti edip, Suriye’deki yerli işbirlikçisi PYD’ye de anında 100 milyon dolar yollattıktan sonra olayı geçiştirmeye başlamıştır.

Trump gibi Suudilerden aynı beklenti içinde olan Akp’giller ise, Trump’a kesenin ağzının açılması, kendilerine bir şey koklatılmaması karşısında, cinayete ilişkin kısmi açıklamalarda bulunmaya başlamışlardır.

Olayın öncesinden itibaren bilgili olan başta R. T. Erdoğan, Yasin Aktay ve diğer yetkililer 15 güne yakın bir süre gevelemişler, hiçbir işlem yapmamışlar, cellat ekibinin ve Konsolosun Riyad’a uçuşunu seyretmişler, Konsolosluktaki suç izleri silinene kadar Konsoloslukta arama yapma girişiminde bulunmamışlardır.

AKP’giller bu cinayetin hem önlenebilmesinde, hem de cinayet sonrası suçluların yakalanıp yargı önüne çıkarılmasında, üzerlerinde bulunan sorumluluğun gereğini yerine getirmemişlerdir.

Yani hem ahlâki değerler açısından, hem de konumlarından kaynaklanan sorumluluklar açısından suç işlemişlerdir. Olayın trajik biçimde gelişmesinde payları olmuştur, katkıları olmuştur, yardımları olmuştur.

T. Erdoğan’ın, “diplomatik dokunulmazlıkları vardı, bir şey yapamazdık” türünden açıklamaları da doğru değildir. Zira;

3042 sayılı “18 Nisan 1961 Tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesine Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun”un 41. Maddesi 1. ve 3. Fıkraları, 43. Maddesi, diplomatik dokunulmazlığı düzenleyen 18 Nisan 1961 Tarihli Viyana sözleşmesi değil “24 Nisan 1963 Tarihinde Viyana’da İmzalanan Konsolosluk İlişkileri Hakkında Viyana Sözleşmesi’nin 41. Maddesine ve 43. Madesine göre “ağır suç halinde konsolosluk memurlarının tutuklanmaları veya gözaltına alınmaları, yetkili adlî makamın kararı ile mümkündür, konsolosluk memurlarının ancak resmi konsolosluk görevleri ile ilgili yargı bağışıklığı vardır.”

Olayımızda, hem ağır suç hali vardır hem de söz konusu suç konsolosluk faaliyeti ile ilgili değildir. Silahlı bir cinayet şeklinde gerçekleşen bir olay sonrasında egemenlik hakkından doğan ve Türk Ceza Kanununun 8. Maddesinden kaynaklanan bir “kabul eden devlet” adli hukuku devreye girmeliydi.

Ayrıca yine Konsolosluk İlişkileri Hakkında Viyana Sözleşmesi’nin 31 ve 33. Maddesine göre konsolosluk binalarının münhasıran konsolosluk işleri için kullanılan kısmına yani konsolosluk işlerinin yapıldığı bölüme ve arşivlerine girilemez. Yani sıcağı sıcağına konsolosluğu girilip cinayetle ilgili inceleme ve araştırma yapmanın önünde de hukuki hiçbir engel bulunmamaktadır.

Bu olay “dünyanın baş haydudu” ABD emperyalistlerinin ve tüm yerli işbirlikçilerinin ne kadar vicdan, hukuk, insanlık yoksunu acımasız aşağılık mahlûklar olduklarını;

Ve de maktulüyle aynı mezhep anlayışında olanıyla, canisi ve işbirlikçileriyle birlikte hepsi de Pentago-CIA İslamcısı olan bu sahte Müslümanların ne kadar kalleş, ne kadar insanlıktan çıkmış acımasız caniler olduklarını, Tek Tanrılarının Para Tanrısı olduğunu bir kez daha göstermiştir.

Cinayet emrini veren Suudi Arabistan Kralı ve “Mısır ve Suudi Arabistan’ın düşmanları şeytan üçgenidir. Bunlar da Türkiye, İran ve teröristlerdir”  diyerek ülkemize nefret kusan Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman ile cinayette rol olan tüm Suudiler, R. T. Erdoğan, Yasin Aktay, İstanbul Valiliği ve Emniyeti ile diğer yetkililer hakkında hunharca cinayet işlemek, suçu önlememek, suç delillerini yok etmek, suçu gizlemek, görevi ihmal suçlarından cezalandırılmalarını talebiyle 25.10.2018 günü İstanbul C. Savcılığına suç duyurusunda bulunulmuştur. 25 Ekim 2018

HKP Genel Merkezi

Suç Duyurusu Dilekçesi: 

 İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA

 SUÇ DUYURUSUNDA

BULUNAN                            :Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı

                                                Karanfil Sokak No:24/15 Kızılay/ANKARA

V E K İ L L E R İ                  : Av. Metin BAYYAR, Av. F.Ayhan ERKAN, Av. Ali Serdar ÇINGI, Av. Tacettin ÇOLAK, Av. Sait KIRAN, Av. Azime Ayça OKUR, Av. Halil AĞIRGÖL, Av. Pınar AKBİNA, Av. Doğan ERKAN,

Ortak Adres: Atatürk Bulvarı Emlak Bankası Blokları B Blok. Kat:4 Daire; 16 Fatih İSTANBUL

Ş Ü P H E L İ L E R              : – Recep Tayyip ERDOĞAN (Cumhurbaşkanı)

  • Süleyman SOYLU ( İçişleri Bakanı)
  • Mevtüt ÇAVUŞOĞLU (Dışişleri Bakanı)
  • Vasip ŞAHİN (İstanbul Valisi)
  • Mustafa ÇA​LIŞKAN (İstanbul İl Emniyet Müdürü)
  • Selman bin Abdulaziz (Suudi Arabistan Kralı)
  • Muhammed bin Selman (Suudi Arabistan Veliaht Prensi)
  • Muhammed el-Uteybi (Suudi Arabistan İstanbul Başkonsolosu)
  • Suud el Kahtani (Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın danışmanı) ve suça karışmış diğer Suudi Arabistan vatandaşı kişiler
  • Sorumluluğu tespit edilen diğer Türk Vatandaşı yetkili kişiler

           

S U Ç                                      : Kasten Öldürme, Suç Delillerinin Karartılması, 

  Suçu Gizleme, Görevi İhmal

 İHBAR VE BEYANLARIMIZ:

            Bilindiği üzere Washington Post gazetesinde de yazılar yazan Suudi Arabistan vatandaşı Cemal Kaşıkçı’dan, 2 Ekim 2018 Salı günü resmi işlemler için Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’na gittikten sonra bir daha haber alınamamıştı.

Olay günü yerel ve dünya basını Türk emniyet yetkililerine dayandırdıkları  haberlerde Kaşıkçı’nın başkonsoloslukta öldürüldüğünü söylüyordu.  Daha sonra Suudi Arabistan resmi yetkilileri de Kaşıkçı’nın ‘sorgu sırasında çıkan bir kavgada “kazara” öldüğünü’ kabul ve ilan etti.

23 Ekim günü R. Tayyip Erdoğan da AKP Grup toplantısında kendi cümleleriyle olayı şu şekilde anlatmıştır;

1 Ekim’de saat 16.30’da operasyondan bir gün önce, yani pazartesi. 3 kişilik bir ekip tarifeli seferle İstanbul’a inip önce otele yerleşiyor, sonra Başkonsolosluğa gidiyor. Başkonslolosluktan başka bir ekip de Belgrad Ormanı ve Yalova’da keşif çalışmaları yapıyor. 2 Ekim saat 1.45’te, 3 kişilik bir ekip yine tarifeli bir seferle İstanbul’a gelip otele yerleşiyor. Aralarına generallerin de bulunduğu 9 kişilik üçüncü ekip ise özel bir uçakla havalimanına inip bir başka otele yerleşiyor. Toplam 15 kişiden oluşan ekip sabah 09.50 ile 11.00 saatleri arasında ayrı ayrı gelip Başkonsoloslukta buluşuyor. Önce Başkonsolosluğun kamera sistemindeki harddisk sökülüyor. Bu arada Cemal Kaşıkçı 11.50’de telefonla aranıp o günkü randevusu teyit ediliyor. Aynı gün erken saatlerde Londra’dan İstanbul’a dönen Kaşıkçı, saat 13.08’de Konsolosluk binasına yaya olarak giriyor. Tabii nişanlısı kendisiyle beraber. Bu saatten sonra da bir daha kendisinden haber alınamıyor.

Akşam 17.50’de ülkemiz resmi makamlarına nişanlısı tarafından Kaşıkçı’nın Başkonsolosluk binasında zorla alıkonduğu veya başına kötü bir şey geldiği şeklinde bir başvuru yapılıyor. Bunun üzerine İstanbul Emniyet Müdürlüğümüzün ilgili birimleri hemen tahkikat başlatıyor. Bölgeyi gören güvenlik kameraların incelenmesi sonucunda Kaşıkçı’nın Başkonsolosluk binasından çıkmadığı kesinlik kazanıyor.” (Kaynak: https://www.trthaber.com/haber/gundem/cumhurbaskani-erdogan-kasikci-cinayetinin-ayrintilarini-acikladi-390590.html)

Erdoğan, bu konuşmasında, söz konusu cinayete ve cinayet sonrasında olaya müdahale edilmeyişini de şu şekilde açıklamıştır; Tabii Viyana Sözleşmesi gereği diplomatik dokunulmazlığa sahip oldukları için Başkonsolosluk ve görevlileri hakkında ilk etapta fiili bir işlem yapılamıyor. Emniyet ve istihbarat birimlerimiz hadiseyi derinlemesine araştırmaya başlarken, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığımız da soruşturma açıyor.”

            Oysa R. Tayyip Erdoğan’ın söz konusu vahşi cinayetle ilgili soruşturmanın sağlıklı yürütülememesi ve cinayetle ilgili tüm faillerin Türkiye’den kaçmasına neden olan gerekçesi hukuken doğru değildir. Söz konusu cinayetin failleri ellerini kollarını sallayarak Türk Yargısından kaçmış ve şüpheli olarak bildirdiğimiz kamu görevlisi Türk vatandaşları da görevlerini gereği gibi yerine getirmeyerek bir anlamıyla suça ortak olmuşlardır.

            Özetçe olayın gelişimi şu şekildedir;

  • Söz konusu cinayetin 2 Ekim 2018 tarihinde işlendiği bellidir. Aynı gün saat 16.40’ta yani maktulün konsolosluğa girişinden 3,5 saat geçtikten sonra, Kaşıkçı çıkmayınca nişanlısı Hatice Cengiz iki yeri arıyor, Cemal Kaşıkçı’nın ilk kayıp haberini duyuran AKP Genel Başkan Danışmanı Yasin AKTAY ve Türk Arap Medya Derneği Başkanı Turan Kışlakçı’yı. Yasin AKTAY’ın da kendi deyimiyle aldığı tavır şu şekildedir: Bizim istihbaratı da, emniyet güçlerimizi de, sayın cumhurbaşkanımızın ofisini de hemen hızlı bir şekilde bilgilendirdim ve kısa bir süre içerisinde bütün makamlar olaydan haberdar oldular ve hemen gereken tedbirler alındı. Havaalanında kuş uçsa artık, tespit edilebilecek bir noktaya, en azından kontrol sistemleri hemen devreye sokulmuş oldu.” (Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-45909985)
  • Ancak Yasin Aktay’ın beyanlarının aksine gerekli önlemler alınmadığı için R. Tayyip Erdoğanın verdiği bilgiye göre bu kişilerden 6’sı 2 Ekim akşamı saat 18.20’de, 7’si de saat 22.50’de özel uçaklarla ülkemizden ayrılıyorlar.
  • Daha önce maktul Kaşıkçı’nın Konsolosluktan ayrıldığını söyleyen Suuidi Yetkilileri 5 Ekim günü Konsoloslukta arama yapılabileceğini belirtiyorlar.
  • 6 Ekimde Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosu şüpheli Muhammed el-Uteybi Reuters haber ajansına, Kaşıkçı’nın konsoloslukta olmadığını kanıtlamak için, binayı görüntülemelerine izin veriyor.
  • 7 Ekim Günü ise Türk Arap Medya Derneği Başkanı Turan Kışlakçı, Kaşıkçının Konsolosluk binasında öldürüldüğünü, bunun kendisine ve kaşıkçının ailesine yetkililer tarafından bildirildiğini basına açıklıyor.  (https://odatv.com/erdoganin-danismanindan-carpici-aciklamalar-07101811.html)
  • Şüpheli Konsolos Muhammed el Uyetbi 16 Ekim’de Türkiye’den ayrıldıktan sonra 17 Ekim günü ancak Konsoloslukta Türk Polisince arama yapılabiliyor.

Bu gün geldiğimiz aşamada ise, cinayeti doğrudan işleyen 15 kişi ve cinayete en azından olanak sağlayan Konsolos, ülkemizden ayrılmış deliller karartıldıktan sonra suç mahallinde inceleme yapılmıştır.

Söz konusu cinayetle ilgili yerli ve yabancı tüm şüpheliler sorgulanabilir suç mahallinde deliller araştırılabilirdi. Bu hukuken mümkündür.

Öncelikle belirtmek gerekir ki; uluslararası diplomatik ceza bağışıklığı kurallarının amacı, yabancı devlet (gönderen devlet) misyonlarının – kabul eden devletin içişlerine karışmama şartıyla- özgürce temsilidir. Bir insanlık suçunun, olağan ve ideal duruma yönelmiş insancıl hukuk kurallarıyla koruma görmesi, uluslararası hukukun da, toplumsal sözleşmelerin de, toplumsal ceza hukukunun da amacı olduğu ileri sürülemez.

3042 sayılı “18 Nisan 1961 Tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesine Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun”un 41. Maddesi 1. Fıkrası “Kabul eden Devletin kanunlarına ve nizamlarına riayet etmek, ayrıcalıklarına ve bağımsızlıklarına halel gelmeksizin, bu gibi ayrıcalıklardan ve bağışıklıklardan yararlanan her şahsın görevidir.” şeklinde bir genel kural geliştirmeyi bu nedenle gereksinmiştir. Yine 3042 sayılı kanunun 41/3 fıkrası ise  “Misyonun binaları, misyonun bu Sözleşmede belirtilen görevleri veya diğer genel uluslararası hukuk kuralları veya gönderen ve kabul eden Devlet arasında yürürlükte olan özel anlaşmalar ile bağdaşmayacak bir tarzda kullanılmaz.” demek suretiyle bir başka bağışıklık sınırı daha çizmiştir.

Bunun yanında söz konusu olayda diplomatik dokunulmazlığı düzenleyen 18 Nisan 1961 Tarihli Viyana sözleşmesi değil “24 Nisan 1963 Tarihinde Viyana’da İmzalanan Konsolosluk İlişkileri Hakkında Viyana Sözleşmesi’ uygulanacaktır. Bu sözleşmenin 41. Maddesine göre ağır suç halinde konsolosluk memurlarının tutuklanmaları veya gözaltına alınmaları, yetkili adlî makamın kararı ile mümkündür.

Kaldı ki bu sözleşmenin 43. Maddesine göre konsolosluk memurlarının ancak resmi konsolosluk görevleri ile ilgili yargı bağışıklığı vardır.

Olayımızda, hem ağır suç hali vardır hem de söz konusu suç konsolosluk faaliyeti ile ilgili değildir. Silahlı bir cinayet şeklinde gerçekleşen bir olay sonrasında  egemenlik hakkından doğan ve Türk Ceza Kanununun 8. Maddesinden kaynaklanan bir “kabul eden devlet” adli hukuku devreye girmeliydi.

Kaldı ki yine  Konsolosluk İlişkileri Hakkında Viyana Sözleşmesi’nin 31 ve 33. Maddesine  göre konsolosluk binalarının münhasıran konsolosluk işleri için kullanılan kısmına yani konsolosluk işlerinin yapıldığı bölüme ve arşivlerine girilemez.

Oysa bu yapılmayarak, cinayetin Türkiye’deki 1 numaralı zanlısı konsolosun kaçışına göz yumulmuş konsolosluk binasında suç tarihinden 15 gün sonra  arama yapılmıştır. Üstelik konsolosun yanında, hiçbir cezai bağışıklığı olmadığından TCK 8. Maddenin doğrudan uygulanacağı konsolosluk görevlisi olmayan 15 cinayet ortağı daha vardır. Bunlar şüpheli başkonsolostan daha da önce ülkemizden ayrılabilmişlerdir. 

Böyle bir adam öldürme olayında suçu soruşturmakla yetkili ve görevli Türk yetkililerin ipso facto (kendiliğinden/re’sen) soruşturma başlatma yükümü vardır. “Etkin ve Eksiksiz Bir Soruşturma Yürütme Yükümlülüğü” (duty to conduct thorough and effective investigation) AİHM’in bu ve benzeri olaylarda aradığı olmazsa olmaz bir kriterdir. Emsal bir karar olarak Ergi/Türkiye kararına değinebiliriz: “…2. Madde bağlamındaki yaşam hakkı’nın korunması yükümlülüğü, dolaylı olarak kişilerin güç kullanımı sonucu öldürülmeleri halinde etkin bir soruşturma yapılmasını gerektirmektedir… bu yükümlülük adam öldürmeye bir devlet yetkilisinin yol açtığının tespit edildiği davalarla sınırlı değildir. Ölen kişinin aile mensuplarının veya diğerlerinin, ilgili soruşturma makamına adam öldürmeye ilişkin resmi şikayette bulunmaları da belirleyici değildir. Değerlendirme altındaki davada, yetkili makamların adam öldürme hususunda sahip oldukları yegane bilgi Avrupa İnsan hakları Sözleşmesinin 2. Maddesi bağlamında “ipso facto” (kendiliğinden,) adam öldürmenin gerçekleştiği koşullara ilişkin resen etkili bir soruşturma gerçekleştirme yükümlülüğünü doğurmaktadır.”

Tüm bunların olay anında haberi olan ancak Türk ceza usul hukukundan kaçırılmasına göz yuman ve hukuku uygulamayan, tedbir almayan, gerekli idari emirleri vermeyen başta yürütme organının başı R. Tayyip ERDOĞAN olmak üzere İçişleri Bakanı ve Dışişleri Bakanı ile, İstanbul Valisi, CMK 161/2 ve 4 fıkraları uyarınca İstanbul Emniyet Müdürü ve sair adli kolluk amirleri, en iyimser yorumla Suçu Gizleme ve Görevi İhmal eylemleriyle suçludurlar. Maktülün Nişanlısı Hatice Cengiz ve yetkilileri haberdar eden Yasin AKTAY’ın basına yansıyan ifadelerinden de bu anlaşılmaktadır.

Konsolosluğun aranabildiği şüphelilerin konsolosluk içerisinde yakalanabildiği benzer olaylar diplomasi tarihinde de vardır.  Bu duruma örnek olarak 5 Nisan 1991 yılında Irak’ın İstanbul Konsolosluğunda meydana gelen olaydır. İki Türk vatandaşını öldürmek suçlamasıyla Iraklı ateşe 25 Nisan 1991 tarihinde konsolosluk içerisinde Türk yetkililerce yakalanarak Türk yargısına hesap vermiştir.

Eğer şüpheli olarak belirtilen Türk Kamu görevlileri hukuka bağlı şekilde görevlerinin gerektirdiği tepkiyi vermiş olsaydı, bu insanlık dışı cinayet belki de işlenmiş olmayacaktı. Ayrıca şurası da kesindir ki; size haber ulaştığı anda alınması gereken önlem alınmış olsaydı, katillerin bir teki olsun kaçamayacaktı, hatta Konsolosluktan dahi dışarıya çıkamayacaktı. Bunun önlemini almak hukuken mümkündü. Kurbanın cesediyle birlikte ve tüm suç kanıtlarıyla birlikte ele geçirilmiş olacaktı infaz timi. Bugün onlar Türkiye Devleti’ nin yargısı karşısında hesap veriyor olacaklardı.

Bunların yanında söz konusu cinayetin Suudi Arabistan Devletinin en yetkili kişilerince kendilerine muhalif olan bir kişiyi yok etmek amacıyla işlendiği de açıktır. Söz konusu cinayet bu devletin Türkiye’deki bir temsilciliğinde işlenmiştir. Hatta cinayete karıştığı belirlenen ve Suudi Arabistan’da gözaltına alındığı söylenen  kişilerin tamamı devlet görevlisidir. Ayrıca cinayeti doğrudan yöneten kişi olarak basında ismi verilen şüphelilerden Suud el Kahtani Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın danışmanıdır. Bu nedenle cinayetin azmettiricisi ve planlayıcısı olarak Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz’in ve     Suudi Arabistan Veliaht Prensi  Muhammed bin Selman’ın da diğer 18 kişiyle birlikte yargılanması gerekmektedir.

Kaldı ki bu ülkenin şüpheli olarak belirtilen yöneticileri Türkiye için hasmane bir tavır da beslemektedirler. Bu cinayetin Türkiye’de işlenmesinin bir nedeni de budur. Bu kişiler diplomatik alanda Türkiye’yi zora sokmaya çalışmaktadırlar. Şüpheli olarak belirtilen Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman, 6 Mart 2018 tarihinde Mısır temasları sırasında Türkiye hakkında küstahça açıklamalarda bulunmuştur. Bu kişi; “Mısır ve Suudi Arabistan’ın düşmanları şeytan üçgenidir. Bunlar da Türkiye, İran ve teröristlerdir” demiştir. (Kaynak:  https://www.sozcu.com.tr/2018/dunya/suudi-prensten-kustah-turkiye-cikisi-2271114/)

Yukarıda belirttiğimiz üzere 2 Ekim 2018 tarihinde Cemal Kaşıkçı isimli kişiyi ülkemizde öldüren kişiler ile bu kişileri yönlendiren, azmettiren kişilerin ayrıca görevi ihmal sonucunda suç faillerinin kaçmalarına olanak sağlayan kamu görevlilerinin soruşturularak yargılanmalarını talep etmekteyiz.

Halkın Kurtuluş Partisi, tam bağımsız bir ülkenin tam bağımsız bir hukuk devletiyle kurulabileceğine inanmaktadır. Bu nedenle mafyatik çete yöntemlerle başka bir devletin ülkemizde cinayet işlemesine sessiz kalamazdık. Bu cinayetin faillerinin yanında bu cinayete sesiz kalan, bu cinayetin tüm ayrıntılarıyla ortaya çıkmasına engel olan veya faillerinin kaçmasına olanak tanıyan herkesin kanun önünde hesap vermesi bir insani ve vicdani zorunluluktur.

SONUÇ ve İSTEM                : Yukarıda açıkladığımız ve Cumhuriyet savcılığınca resen araştırılacak sebeplerle, şüphelilerin eylemlerine uyan anılan suçlarla ilgili gerekli soruşturmanın yürütülerek Kamu Davası açılmasını müvekkil Parti adına talep ediyoruz. 25/10/2018   

               Suç Duyurusunda Bulunan
H
alkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı
Vekilleri
Av. F.Ayhan ERKAN, Av. Ali Serdar ÇINGI, Av. Pınar AKBİNA