Erdoğan Demirören ölmüş, dediler.
Dedik ki; “Yahu bu vatandaş öleli yıllar oldu be!”
Telefon başında Tayyip’in binbir hakaretini gözyaşları eşliğinde yiyip yutup, hazmettiğinde ölmüştü bu kişi, dedik.
O yaşına ve o Karun servetine rağmen Kaçak Saraylı Hafız’ın ağır hakaretlerini nasıl da gözyaşı dışında hiçbir tepki vermeden dinleyebildi, diye düşündük.
İşte o anda bu şahıs, bedeninde ve ruhunda insana dair ne varsa hepsini yiv sıyırmış cıvatalar gibi sıyırıp o telefon ahizesinin önüne bırakıp gitmişti aslında.
Geriye ise bazı muzip halk filozoflarının insan tanımlarında olduğu gibi sadece yukarıdan döküleni alan, aşağı tarafındansa boşaltan bir boru kalmıştı.
İşte şimdi olan, o borunun da artık tıkanıp işlevsiz hale gelmiş olmasından dolayı gömülmesidir bir çukura.
Şu an Tayyip’in atamasıyla TFF Başkanlığını yürüten, oğlu Yıldırım da aynı yolun yolcusudur…
Ne kadar da doğru söylüyor şairlerimiz, ozanlarımız:
“Herkes insan doğar ama insan olarak ölemez”, diyerek… (Neşet Ertaş)
“Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak
bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir…” (Edip Cansever)
Sadece bu değil, bildiğimiz gibi, insan doğmuş olmasına rağmen insan olarak yaşamayı sürdüremeyenler. Türkiye’nin en önde gelen Parababası Rahmi Koç da bu kategoridedir.
Hatırlanacaktır; Gezi İsyanı’mız sonrasında oğullarından Ali Koç’un, Divan Oteli’nin kapılarını açarak, gazdan zehirlenen isyancı gençlerimizi içeriye alması biçiminde eylemimize verdiği desteğin Tayyip ve avanesinde doğurduğu tepkiyi ve öfkeyi yatıştırabilmek amacıyla, iki oğlunun da yanına alarak, Tayyip’in makamına koşturması ve orada o yaşına ve servetine rağmen Tayyip’in önünde iki büklüm olarak nedametini ve af dileklerini sunması da bu şahısta olan insani değerlerin tamamını yine silip süpürüp, yok edip gitmişti.
Rahmi Efendi de o günden bu yana sadece bir boru olarak ortada dolaşıp durmaktadır…
Ne acıklı bir hayat bunlarınki yahu…
Dünyaya kırk defa mı geleceksiniz, a zavallılar, a ahmaklar…
Değer mi hayat, böyle insan sefaleti durumlarına düşmeye?..
Ama işte bunları yetiştirenler ve bunların egemen üretim yordamı içindeki konumları ve durumları aslında onlara bu kötülüğü yapmış bulunmaktadır.
İnsani erdemler; onur, değerler, bunlar için hiçbir şey ifade etmez. Bunların da Tanrısı, aynı AKP’giller’in olduğu gibi Para Tanrısıdır. O Tanrının da bir tek buyruğu vardır kendisine tapınanlara: Sömür, vur, yağmala, ne yaparsan yap, nasıl yaparsan yap; her gün servetine servet kat. Büyüt servetini dağlar gibi durup dinlenmeksizin. Başka hiçbir şeye de ilgi duyma, kafa yorma ve önem verme…
Batıda Parababaları hiç çekinmezler, devlet yöneticilerinden. Çünkü onların hepsi de bütün dünyada marka olmuş ve bütün dünya pazarlarında yer bulabilen, hatta aranan, tercih edilen metalar üretmişlerdir.
Yani dünya halklarını sömürmüşler, dünya pazarlarını ele geçirmişler; oralardan aldıkları maddi değerleri kendi ülkelerine taşımışlardır. Yani ülkeleri açısından olumlu sayılabilecek bir ulusal görev başarmışlardır.
İşte bu sebeple de oraların emperyalist devletleri aslında bu tekellerin yürütme komitesi görevini yapmaktadır. Bunlar devlete uymazlar; devlet bunların çıkarlarına uyar, ona göre şekillenir, ona göre yasalar yönetmenlikler çıkarır. Ve hatta bunların çıkarları doğrultusunda politikalar ortaya koyarlar, o politikaların şiddet araçlarıyla savunulması anlamına gelen savaşlar çıkarır, askeri işgaller ve ilhaklar yapar.
Bizde ise, Parababaları bu Batılı emperyalist tekellerin uydusu ve yerli acentaları konumundadır. Hiçbir yaratıcılıkları yoktur. Sadece efendileri olan Batılı emperyalist şirketlerin montajlarını yaparlar, onların ürünlerini pazarlarlar, bunun karşılığında da komisyon alırlar.
Yani bunların görevi, halklarını ve ülkelerini sömürtmektir, Batılı emperyalist efendilerine…
Dolayısıyla da bunlar iş hayatlarının daha ilk adımında milletlerinin ve halklarının düşmanı; halkının alınterini ve ülkesinin doğal kaynaklarını Batılı Emperyalistlere pazarlayan birer hain durumundadırlar.
İşte bu sebepten de bunlar herhangi bir özgüven ve insani değer taşımaz. Bunlar hain olduklarını, halk düşmanı olduklarını adları gibi bilirler.
Bunlar aynı zamanda kamu mallarının gözü doymaz bir biçimde yağmalayıcısıdırlar da. Bir anlamıyla da devlet sırtında kenedir bunlar.
Bunların tamamının bütün yapıp ettiklerini, yani en öz, en temel işlevlerini aslında Tayyip’in Parababalarından Mehmet Cengiz; “milletin a…’sına koyacağız”, biçimindeki son derece doğru ve bir o kadar da şerefsizce deyişiyle ortaya koyuvermiştir.
1970’li yıllarda bu Rahmi Efendi, babası ve Koç Holding’i, maliyeti bin lirayı bile bulmayan siyah beyaz televizyonları Philips’i tamı tamına 5 bin liraya satmıştır halkımıza.
Oysa o zamanlarda Avrupa’da siyah beyaz televizyon teknolojisi kullanılmamaktaydı. İç pazarda siyah beyaz tüketimini son raddesine dek doldurduktan sonra renkli TV’ye geçti bu Parababaları. O zaman da 600 liraya mal ettikleri renkli televizyonları 3 bin liraya halkımıza sattılar.
Yani bir televizyon işinde bile çifte ve katmerli vurgunlar yaptılar… Her alanda yapıp ettikleri böyledir.
O günleri yetişkinler olarak yaşayan arkadaşlarımız hatırlayacaktır:
Rahmi Efendi’nin babası Vehbi de 12 Eylül Faşist Cuntasının Şefi (Baş goril) Kenan Evren’e övgü dolu bir mektup yazmış ve Parababalarının sınıf çıkarlarını temsil eden taleplerde bulunmuştu. Birkaç paragraf aktaralım o mektubundan:
“İstikrarsız ve güvensiz yaşadığımız son yılların ümitsizliği içinde, sizlerin iktidarı ele almak mecburiyetinde kalışınıza şahit olduk. 12 Eylül Cuma günü, radyo ve televizyonda yaptığınız samimi ve gerçekçi konuşmadaki düşüncelere katılmamak mümkün değildi.
“(…)
“12 Eylül 1980 Cuma günü, Devlet Başkanı, Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Sayın Kenan Evren’in radyo ve televizyon konuşmasında, devlet idaresinin niçin ele alındığı, bundan sonra ne yapılacağı, gayet açık bir lisansla millete duyurulmuştur. Orgeneral Evren’in anarşi, bölücülük, din istismarı, ekonomik ve politik durumla ilgili sözleri millet üzerinde müspet tesir yapmış ve tam bir tasvip görmüştür.
“(…)
“Bu durumda; anarşi, bölücülük ve kaçakçılıkla ilgili kanunlar, öncelikle ele alınmalıdır. Yakalanan anarşistlerin ve suçluların mahkemeleri uzatılmamalı ve cezaları süratle verilmelidir. Polis teşkilatını teçhiz edecek ve kuvvetlendirecek imkânlar genişletilmeli, gerekli kanunlar, bir an önce çıkarılmalıdır.
“(…)
“(…) Bu düzenleme yapılırken, bazı sendikaların Türk Devleti’ni ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler, göz önünde bulundurulmalıdır. Diğer taraftan, DİSK’in kapatılmış olmasından dolayı bir kısım işçiler, sendikal münasebetler yönünden bekleyiş içindedirler. Militan sendikacılar, bu işçileri tahrik etmek ve faaliyeti devam eden sendikaların yönetim kadrolarına sızarak, kendi davalarını devam ettirmek niyetindedirler. Bu durum bilinerek, hazırlanacak kanunlarda gerekli tedbirler alınmalıdır.
“(…)
“Millet hayrı için vereceğiniz mücadelede, zatıâlilerine ve arkadaşlarınıza muvaffakiyetler temenni ediyorum.
“Yukarıda yazdıklarım hakkında herhangi bir bilgi arzu edilirse, emrinize amadeyim.” (http://aynahaber.org/yazarlar/abdullah-kokturk/vehbi-koc-un-mektubu/183/)
Açıkça görüldüğü gibi antikomünzim kusan Vehbi Koç, CIA’nın oğlanlarından olan, insanlık düşmanı faşist Kenan Evren’e ve onun liderliğindeki darbeye övgüler yağdırmaktadır. Dedik ya, bunların insancıl olan hiçbir şey umurlarında değildir, diye.
Biri, üçü, beşi değil; Finans-Kapitalistler Zümresi olarak tamamı bu haldedir bunların…
İnsan olarak çoktan ölmüştürler de farkında değildirler…
Birer borudurlar sadece…
Ne diyelim… Kendi iradeleriyle insanlıktan vazgeçmiştirler. Yardım etmemiz mümkün değildir ki onlara bu düzende…
Ancak aşağılık vurgun ve soygun düzenleri yıkılıp Demokratik Halk İktidarı kurulunca, bunların da belki bir bölümü uzun bir eğitim sonrasında, bir umut, insanlığa dönebilir. Başka türlüsüyse, ancak toprak ıslah eder bunları…
Ve bu sebeplerden de bunlar, sadece Batılı Emperyalist Efendileri karşısında değil, yerli devlet yöneticileri karşısında da el pençe divan duran, gerdan kırıp bel büken, diz çöküp nedamet getiren, yalvarıp yakararak ihaleler ve özel ayrıcalıklar dilenen insan sefaletleri durumundadırlar.
Bizim gibi geri ülkelerdeki siyasiler nasıl emperyalist devletler karşısında kul köle ise, ülkedeki yerli vurguncu Parababaları da hem Batılı efendileri karşısında, hem de yerli devlet yöneticileri karşısında aynı oranda kul köledirler.
Bunların bilimcil ve tarihçil sebeplerini Kıvılcımlı Usta pek çok eserinde olduğu gibi, “Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi” ve “Türkiye’de Sınıflar ve Politika” adlı eserlerinde de çok açık ve kesin bilimsel kanıtlarıyla ortaya koyar.
Bu nedenle işin o yönüne bu yazımızda girmeyelim…
Evet, saygıdeğer arkadaşlar;
Demek ki insan, bu dünyaya gelirken olduğu gibi bu dünyadan giderken de çırıl çıplak gidiyor. Gelirken hiçbir şey getiremediği gibi giderken de hiçbir şey götüremiyor.
Öyleyse nedir esas olan?
İnsan olarak doğmuşsak, insanlığımızın hakkını vererek yaşamak, insan olmanın sorumluluğunu her an, her davranışımızda gözeterek ve yerine getirerek yaşamak ve insan olarak ölebilmektir.
Bunun için de insanın her şeyden önce şerefi için yaşaması gerekir. İnsani ve vicdani değerleri, erdemleri için yaşaması gerekir. Başka türlü insanlığınızı koruyamazsınız ve insan olarak ölemezsiniz…
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
10 Haziran 2018
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı