Hayat; acılar, hüzünler, sevinçler ve mutluluklar karmaşasıdır
Bugün görülen davayla ilgili avukat yoldaşlarımız söylenmesi gerekenleri söylemişlerdir. Bu nedenle ben, ona girmeyeyim de, yaşadıklarımızdan söz edeyim, isterseniz.
Birkaç gün önceydi. Her seferinde otobüs beklediğim durağın arkasındaki, hasbelkader boş kalmış arsada kedicikler yaşamaktadır. Ben de evden çıkınca, yakınımızdaki ucuzcu marketten bir salam alıp bunlara yediririm. Akşam eve dönüşe kadar yolumun üzerinde beni bekleyen hayvancıklar olur, onlara doğrarım salamı. Eve girdiğim anda da bitmiş olur. En son kısmını, apartman önünde bekleyen sevimlilere veririm. Zaten her bir koloni, beni görür görmez koşarak karşılar ve önüme geçip ayaklarım arasında dolaşırlar. Başlarını ve gövdelerini bacaklarıma sürerek sevgilerini, teşekkürlerini iletirler bana.
Durakta, öğleden sonra beslediğim çok güzel, iri, “Calico” anne kedim vardı. Onu da besleyip Partiye gelmiştim.
Dönüşte saat 11:00 civarı, aynı durağa geldim.
Hayvansever bir garip arkadaş daha var mahallemizde. O da, Üsküdar Balık Pazarından topladığı yemek ve balık artıklarını getirip bu duraktan başlamak üzere evinin bulunduğu üst kısımdaki sokağa kadar dağıtır, buralarda yaşayan hayvanlara.
Üsküdar’da buluşup birlikte gelmiştik durağa. O da, topladığı yiyecek artıklarını verdi hayvanlara. Yürüdük ileriye doğru, 15 metre kadar gitmiştik ki, öğleden sonra beslediğim Calico, kanlar içinde, cansız yatmakta, kaldırımın ortasında. Ağzından burnundan kanlar boşalmış, karnı yarılmış, bağırsakları çıkmış dışarıya. Bel kemiğinin ortası da 5 cm uzunluğunda çökmüş içeriye. Büyük olasılıkla, bir araba vurmuş sırtına, kırmış belini, patlatmış karnını. Dokundum, boynuna, gerdanına; okşadım. Daha soğumamıştı. Demek ki felaket kısa süre önce yaşanmıştı.
Başıma balyozla vurulmuş gibi oldum. Gözüm karardı, sendeledim. Zorlandım ayakta durmakta. Her ikimizin de yaşlar boşaldı gözünden. Bir poşete koyup getirdim cesedini. Geçen Cumartesi gecesiydi. Pazar günü de evimizin alt tarafındaki metruk gecekondunun bahçesine gömdüm.
Tabiî gömerken de hıçkırıklara boğuldum. Yavruluğundan beri bakıyordum, besliyordum, seviyordum. Salam doğrayınca durağın arkasındaki duvarın üzerine; bir yandan salam parçaları yerken, öbür taraftan başıyla, boynuyla bedeniyle sürtünerek ellerime, kollarıma; teşekkür ederdi, pek çok türdaşı gibi…
Yine aynı günlerdeydi:
Eşim de evimizin karşısında bulunan geniş, boş arsada bir anneyle iki yavrusuna bakmaktaydı.
O gün sabahleyin de yine bu gariplere, yani kedilere ve köpeklere yiyecek almak, hem de bir iki fatura yatırmak için çıkmıştı evden. Dönüşte bakmış ki, bakmakta olduğu yavru kedilerden biri bir duvar kenarında yatıyor…
Arka ayaklarından biri kırılmış, hem uyluktan hem kaval kemiğinden. Kaval kemiği bölgesinin derisi yüzülmüş, bacak kemiği dışarıda, görülmekte…
Almış kucağına, getirmiş. Zili çaldı. Elleri dolu tabiî…
Baktım, acı bir miyavlama sesiyle birlikte çıkıyor merdivenleri.
“Nedir Sultan bu?”, dedim.
“Karşıda baktığım aileden biri. İşte bir araba bu hale getirmiş.”, dedi.
Aldım kucağıma. Sevdim, okşadım başını, boynunu. O halinde bile mırlayarak teşekkür edip sevgi iletisinde bulundu.
Evimizin biraz ilerisinde hayvansever, emekli bir komşumuz var, bayan. Onu aradı Sultan. Arabası var onun. Anlattı durumu. Beşiktaş’taki veterinerimize götürebilir miyiz?, dedi.
Hemen geldi kadıncağız. Götürdüler. Bakmış, hayvansever veterinerimiz Didem Hanım. “Hemen ameliyata almamız lazım Hacer Abla.”, demiş. “Bacağı kesmemiz gerek. Üç bacakla da yaşar, bildiğiniz gibi. Ama önemli olan, belinde bir hasar oluşmamış olsun.” Hayvan arka tarafını hareket ettiremiyordu çünkü…
“Siz bırakın, ben gerekeni yapar, sizi bilgilendiririm.”, demiş.
Nitekim bilgilendirdi de:
“Ameliyattan çıktı, şu anda ayılıyor, genel durumu iyi. İdrar ve kaka kontrolünü de yapabilirse böyle yaşar. Ama yapamazsa, yani idrarını yapamazsa, o zaman kötü olur. Uyutmak mecburiyetinde kalabiliriz.”, de demiş.
İdrarını yapamamış bir iki gün. Mesanesi dolmuş, karnı şişmiş.
Aradı Didem Hanım’ın eşi, kendisi de veteriner olan Fuat Yeğenimiz:
“Hacer Abla, uyutmamız gerekir. Sondayla yaşayamaz.”, der.
Sultan başladı ağlamaya…
Bunun üzerine; “Hacer Abla biraz sakinleş. Ben seni tekrar ararım”, der Fuat.
O gün konuşamadılar. Sultan’la tartıştık konuyu. Veterinerin önerisine uymamızın mantıklı ve doğru olacağına hükmettik.
Aradı Sultan kliniği. Yine ağlayarak oradaki teknisyen hanıma; “Gereken neyse yapılsın.”, dedi. “Yapılsın, ben daha fazlasını konuşamayacağım.”
Ertesi gün, aradı Didem Hanım:
“Hacer Abla, uyutmaya elim varmadı. Yapamadım. İdrarını da yavaş yavaş boşaltıyor sıkıştıkça. Böyle yaşamaya devam etsin. İleride ağır sorunlar çıkarsa, o zaman yeniden değerlendiririz durumu. Ne zaman isterseniz gelip alabilirsiniz. Çok mutlu. Yemesi içmesi iyi. Yanına yaklaşınca mırlıyor. İnsanın eli varmıyor ki uyutmaya…”
Sevinçten uçtu Sultan. Getirdi ertesi gün. Evde şimdi. Büyücek bir sepetin içinde. Sevip okşayınca mırlıyor. Işıl ışıl güzel gözleriyle bakıp izliyor bizi. Bakalım ne olacak sonu…
Bunlar, acılı ve hüzünlü olaylar, durumlar…
Bu sabah prostat kanserimle ilgili ultrason çekim randevum ve kan, idrar, ultrason sonuçlarını doktora gösterme günümdü.
Sabah saat 09:00 gibi çıkmak üzereydim evden. Hazırlanmıştım ki, baktım oğlum girdi içeriye. Oysa erkenden işine gitmişti.
“Hayrola?”, demeye kalmadı; elinden bıraktığı yavru kediciği gördüm.
İşte, bu da sureti:
“Bu nereden çıkıp geldi oğlum?”, dedim.
“Müdürümün arabasının içine girmiş. Sokağa da atamadım. Birlikte alıp getirdik. O da arabasında bekliyor aşağıda.”, dedi.
Beraberce indik. Beni durağa yakın alt sokağa kadar götürdüler, ayrıldık…
Böylece evdeki kuyruklu torun nüfusu iki daha arttı.
Bakınca görebiliyorsanız, fark edebiliyorsanız; işte böyle acı tatlı olaylar yaşamanız da kaçınılmaz oluyor…
Daha böyle olaylar çok da, daha fazla başınızı ağrıtmayalım, dedik.
Sağlıcakla ve mutlulukla kalın… 7 Aralık 2017
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı
Kurtuluş Partili Hukukçuların Yaptığı Açıklama:
Hayvanseverlik Yargılanamaz!
İnsan, hayvan, doğa ve tüm evren sevgisini bünyesinde toplayan Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Nurullah Ankut (Efe)’un bir “kedi davası” daha bugün görüldü. Yüzlerce öğrenciyi sevgi ile yetiştiren emekli öğretmen olan eşi ile birlikte hem sokak hayvanlarına hem evlerinde besledikleri hayvanlarına bakan, besleyen, iyileştiren Nurullah Ankut,’un bugün Anadolu 58. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülmekte olan davası, Uzlaştırma Bürosundan sonuç beklendiği için, 24 Nisan 2018’e ertelendi.
Bu dava da bundan öncekiler gibi binasındaki ve mahallesindeki doğa düşmanı AKP’giller versiyonundan olan “komşuları”nın hayvanlara kötü muamele yapması, kendilerine hakaret etmeye çalışması sonucu gelişen süreçlerde açılan bir davadır. Oysa ki iyi yürekli eşi ve kendisinin tek amacı gün geçtikçe yok edilen yeşile, sokaklarda aç gezen hayvanlara sahip çıkmaktır. Onların o kadar güzel bir yürekleri vardır ki kıt kanaat geçindikleri emekli aylıklarının büyük bir bölümünü bu hayvancağızlarla paylaşırlar. Ama kötü yürekli, zalim komşuları buna tahammül edemezler. Çünkü onlar acımasızdır, kindardır, vicdanları alınmış insan suretli dördüncü türlerdir.
Ülkemizde ne yazık ki hayvan hakları konusunda yasalar çok yetersizdir. TCK’da hayvanlara zarar ile ilgili madde “Mala zarar verme” başlığı altında düzenlenmiştir ve hayvanın sahipli veya sahipsiz olmasına göre farklıdır. Şöyle ki;
“Madde 151 – (1) Başkasının taşınır veya taşınmaz malını kısmen veya tamamen yıkan, tahrip eden, yok eden, bozan, kullanılamaz hâle getiren veya kirleten kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan üç yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Haklı bir neden olmaksızın, sahipli hayvanı öldüren, işe yaramayacak hâle getiren veya değerinin azalmasına neden olan kişi hakkında yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.”
Bu maddeye rağmen hayvanlara karşı bu tür suçları işleyenler hakkında genelde para cezası verilmektedir. Bu cezalar da caydırıcı olmamaktadır.
Ancak geçtiğimiz hafta bu konuda Erzincan Sulh Ceza Mahkemesi’nden güzel bir karar çıkmıştır.
Erzincan’da bir askerin işkenceyle sokak kedisini öldürmesinin ardından, Erzincan Sulh Ceza Mahkemesi, hayvana yönelik suçlarla ilgili olarak TCK 151/2 düzenlemesinin sadece ‘sahipli’ hayvanları kapsadığı, mevzuatın yetersiz olduğu ve dolayısıyla sahipsiz hayvanların da hukuken korunma altına alınması talebiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
Böylece Türkiye’de ilk defa bir yerel mahkeme, sahipsiz sokak hayvanlarının da hukuki koruma altına alınması talebiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuş oldu.
Bu önemli bir adımdır ancak yeterli değildir. Çünkü hayvanlara eziyet, işkence edenlerin yeterince cezalandırılmamaları toplumda bu tür vakaların artmasına neden olmaktadır. Ve bir canlıya bunu yapan insana da kolayca yapmakta; bu tür insanlar Genel Başkanımız ve Eşinin yaşadığı gibi çevrelerine, komşularına ve topluma zararlı kişiler olarak gelişmektedirler. Amerikan Yerlilerinin dediği gibi; “Doğadan uzaklaşanın kalbi katılaşır”. İşte bu insanların da kalbi katılaşmıştır. İşleri güçleri yumuşacık yüreği olan Nurullah Ankut ve Eşi Hacer Ankut gibi insanlarla, zavallı hayvancıklarla ve mahallelerindeki ağaçlarla, yeşilliklerle uğraşmaktır.
HKP Genel Başkanı dünyadaki tüm haksızlıklara karşı mücadele etmektedir ve hayatını mücadelesine adamıştır. Bu nedenle AKPgillerin bir versiyonu olan bu insanlar kendisini ve eşini doğaya, insanlığa, hayvanlara, bitkilere kısacası tüm evrene sevgi dağıtmalarına engel olamayacaklardır. Çünkü Halkın Kurtuluş Partisi Türkiye’de Tüzük ve Programına SEVGİ maddesini koyan tek Partidir ve Genel Başkanı önderliğinde bu maddenin hakkını sonuna kadar vermektedir, verecektir!
“Bu güdücü ruhu oluşturan her kesimden insanlarımızı, bu yüce davayı gerçekleştirebilmek ve nihai amacına ulaştırabilmek için insan, hayvan, bitki ve doğa sevgisiyle donatarak bencillikten uzak, toplum için her türlü fedakârlığı seve seve yapabilecek hale getirmek için gerekli çalışmayı şimdiden başlatmak.” (HKP Tüzük- Madde 2 – Partinin Amacı-E Maddesi)
Kurtuluş Partili Hukukçular