Halkın Kurtuluş Partisi Tayyipgiller hakkında Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanmaları talebiyle başvuruda bulundu
Halkın Kurtuluş Partisi, hırsızlıklarını, düzenbazlıklarını kapatmak, unutturmak için Suriye’ye savaş açmanın planlarını yapan, bu uğurda kendi ülkesini bile bombalamaya hazır olacak kadar gözü dönmüş olan Tayyipgiller hakkında Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanmaları talebiyle Ankara Adliyesi üzerinden başvuruda bulundu. Başvuru dilekçisini aynen yayımlıyoruz:
ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİ Savcısı’na
(INTERNATIONAL CRIMINAL COURT)
SUÇ DUYURUSUNDA
BULUNAN : Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı
Karanfil Sokak No:24/15 Kızılay/ANKARA
V E K İ L L E R İ : Av. Metin Bayar, Av. Sait Kıran, Av.Doğan Erkan
Necatibey Cad. Sezenler Sokak. No: 4/15 Sıhhıye/ANKARA
İHBAR EDİLENLER: 1- Abdullah Gül (Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı)
2- Recep Tayyip Erdoğan (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı)
3- Ahmet Davutoğlu (Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı)
4- Feridun Sinirlioğlu (Dışişleri Bakanlığı müsteşarı)
5- Hakan Fidan (Milli İstihbarat Teşkilatı müsteşarı)
6- Yaşar Güler (Genelkurmay 2. Başkanı)
7- Savaş Suçuna karıştığı anlaşılacak diğer suçlular
İHBARA KONU OLAYLAR VE İHBAR SEBEPLERİMİZ İLE
ULUSAL-ULUSLARARASI HUKUKTA SAVAŞ VE SALDIRI SUÇLARI:
1- Türkiye’de ortaya çıkan ve internetten ulaştığımız bilgilere göre;
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu,
Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Feridun Sinirlioğlu
Milli İstihbarat Teşkilatı müsteşarı Hakan Fidan,
Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler,
Suriye ile savaş çıkarmak, ya da Suriye’ye Türk ordusunu göndermenin yollarını bulmak üzere bir görüşme yapmaktalar. Bu görüşmenin tamamı, Birleşmiş Milletler Şartı ve Sözleşmelerine, Roma Statüsü’ne, Cenevre Sözleşmesi’ne, TC Anayasası’na ve Türk Ceza Kanuna aykırı, uluslararası savaş suçu niteliğinde; yabancı ülkeyi (Suriye’yi), Türk Halkını ve Uluslararası kamuoyunu maniple edecek terör saldırıları düzenleyerek haksız savaş ortamı yaratılmasına dönük eylem planlarından oluşmakta.
İnternetten edinilen konuşma çıktılarının önemli bölümleri şöyle:
Ahmet Davutoğlu: Yani ben şimdi diğer şey yarım kaldı tam anlayamadım. Dışişleri Bakanlığımızın yapması gereken ne? Yok şey için söylemiyorum. Bizim yapacağımız başka şeyler var. Eğer buna karar verirsek bizim bugün Birleşmiş Milletlere Suriye rejiminin İstanbul konsolosluğuna herhangi şey gerekirse bir bildirimde bulunmamız gerekiyor değil mi?
Feridun Sinirlioğlu: Yalnız orada harekata karar verirsek, sürpriz etkisi olması lazım yan. Böyle bir şey yapacaksak. Ne yapacağımızı bilmiyorum da neye karar verirsek verelim öncen haber verirsek doğru olmaz.
Ahmet Davutoğlu: yav tamam da onun bir hazırlığını yapmak lazım, Uluslararası hukuk açısından açığa düşmemek için, içeride cumhurbaşkanıyla konuşurken aklıma geldi, bizim Türk tankı girdiğinde zaten girmiş olmuyor muyuz?
Yaşar Güler: Girmiş oluruz
Ahmet Davutoğlu: Hayır şimdi uçakla girmekle tankla girmek arasında…
(…)
Yaşar Güler: İvedi olarak Hakan Beyin desteklenip silah ve mühimmat muhaliflere ulaştırmasını sağlamamız lazım. Sayın bakanla konuşmanız lazım. İçişleri bakanımız, Savunma bakanımız. Bunu konuşmanız lazım bir yere getirmeniz lazım sayın bakanım.
Ahmet Davutoğlu: Kuzey Irak’a bir tehdit varken biz nasıl özel kuvvetleri devreye sokabildik? Orada da sokmalıydık. Oradaki adamları eğitmeliydik. Adamları göndermeliydik. Neyse biz bunu yapamayız ki, biz diplomaside ne ise onu.
Feridun Sinirlioğlu: Ben o zaman söyledim, o tankları nasıl soktuk paşam ya allah aşkına, siz vardınız o zaman?
Yaşar Güler: Hangi bizim şeyleri mi?
Feridun Sinirlioğlu: Tabi yaa Irak’a tankları nasıl soktuk? Nasıl soktuk? Özel kuvvetleri nasıl soktuk, taburları nasıl soktuk? Ben vardım işin içinde yaa. Hükümet kararı hiçbir şey yoktu, bir emirle soktuk. Gayet açık olarak söyleyeyim.
(…)
Yaşar Güler: Bir de kalabalık olmasın sayın bakanım. Zatı aliniz olsun, sayın savunma bakanı, içişleri bakanımız bir de genelkurmay başkanımız dördünüz oturun. Bu kadar kimseye ihtiyaç yok. Çünkü oradaki ihtiyaç sayın bakanım silah ve mühimmat. Silah da değil mühimmat. Biraz önce konuştuk biz şimdi efendim. 1000 kişilik bir ordu kuruyoruz diyelim orada. Biz bunun asgari 6 aylık mühimmatını burada depolamadan bu adamları oradaki muharebeye sokarsak sayın bakanım iki ay sonra bu adamlar bize döner.
Ahmet Davutoğlu: Döndüler zaten şimdi.
Yaşar Güler: Döner sayın bakanım
Ahmet Davutoğlu: Şeyden döndüler. Neydi o? Çobanbeyden döndüler.
Yaşar Güler: Evet, evet efendim. Bu iş sadece hakan beyin sırtına kalmış bir konu olmuş yani. Olacak iş değil. Yani anlayamıyoruz biz yani. Neden?
(…)
Hakan Fidan: 2000’e yakın tır malzeme gönderdik biz oraya.
Yaşar Güler: Bence orada silaha ihtiyaç yok. Benim şahsi görüşüm orada mühimmata ihtiyaç var. Sayın Bakanım Hakan Bey burada bir tane general verelim dedik. Hakan bey burada sağ olsun zaten kendisi başta o istedi. Biz verelim dedik, generali belirledik, general gitti.
Feridun Sinirlioğlu: Pratik olmak gerekirse Savunma Bakanımızın derhal bu millet için imzayı atması lazım. Tekarar Başbakanımızın çok açık bir şekilde bu talimatı vermesi lazım.
Ahmet Davutoğlu: Esas beni bu gece…
Yaşar Güler: Bu gece efendim hiçbir sorunumuz yok.
Feridun Sinirlioğlu: Bu gece harekat emri verilmiş zaten.
Yaşar Güler: Biz harekat yıldırım planı planladık. Hakan Bey kendisi biliyordur belki.
Ahmet Davutoğlu: Hakan tank göndermeye kalksak orada bunun komplikasyonları nedir?
Hakan Fidan: Şimdi koordinasyon olmadan güç dengelerini göze aldığımız zaman silahlı insan varlığı ve kapasiteleri ile olmaz.
Yaşar Güler: Zaten biz onun için MİT’in koordinesini istiyoruz sayın Bakanım. Yani biz o yüzden başından beri MİT’in koordinasyonunu şart koşuyoruz sayın Bakanım. Yani bu gece sizin endişe edeceğiniz bir durum yok sayın Bakanım.Bu gece de yok sonra da yok. Ama bizim uzun vadede çözmemiz gereken iş var sayın Bakanım.
Ahmet Davutoğlu: Şeyi ben opsiyonel olarak hep düşünüyorum da adamları ikana edemedik. Biz tank sokma içeriye tahkim edeceğiz. O andan itibaren biz bir savaş halini göz önüne almak ve onu yapmakla savaşa girmek arasında harekat işte harekat yapıyoruz.
(…)
Yaşar Güler: Yapacağımız iş direk savaş. Yani yapacağımız iş direk savaş sebebi.
Feridun Sinirlioğlu: Suriye ile bir savaş sebebi değil.
Yaşar Güler: Hayır adamları…
Hakan Fidan: Ama ben şimdi şuna geliyorum; şimdi biz iki iki daha 4 eder biliyoruz. Şimdi biz eğer orada, oradaki şeyin bizim için bir anlamı stratejik manada yok imaj vesaire var da… Şimdi eğer savaşa gireceksek biz bunu baştan planlayalım ve girelim, yani şimdi benim
Yaşar Güler: Biz başından beri bunu söylüyoruz.
(…)
Ahmet Davutoğlu: Laf aramızda Başbakan da bunu gerektiğinde bir imkan gibi değerlendirilmeli bu konjonktürde dedi yani.
Hakan Fidan: Şimdi bakın komutanım şimdi biz gerekçeyse gerekçeyi ben öbür tarafa gerektiğinde 4 adam gönderirim, 8 tane boş alana füze de attırırım. Problem değil o, gerekçe üretilir. Olay böyle bir iradenin ortaya konması. Biz savaş idaresi ortaya koyuyoruz, her zaman yaptığımız şeyi akıl yürütme hatasına düşüyoruz.
Feridun Sinirlioğlu: Şimdi şunu söyleyeyim, 10 dönümlük bir arazi. Burada 10 dönümlük bir yurt toprağı uluslararası hukukta çok sağlam bir gerekçe ayrıca meşruiyeti açısından da böyle harekatın IŞİD’e bir operasyon yapıyor olmak bütün dünya arkamızda olur. Bir kere onda hiç tereddüdünüz olmasın.
Yaşar Güler: Hayır hiçbir tereddüdümüz yok.
(…)
Feridun Sinirlioğlu: Hayır ben hepimize söylüyorum. O konuda yani.
Yaşar Güler: Yani biz ordaki kuvvetler 1 yıldır bekliyor sayın bakanım. Dün aldığımız bir tedbir değil 1 yıldır orda adamlar.
Hakan Fidan: Biz niye illa Süleyman Şah’ı bekliyoruz onu da anlamadım.
Ahmet Davutoğlu: Biz her şeyi diplomatik olarak her şeyi yaptık.
Feridun Sinirlioğlu: Gerekçe lazım sağlam gerekçe.
Hakan Fidan: Ben gerekçeyi hallederim o problem değil yaaa.
Feridun Sinirlioğlu: Hayır gerekçe üretmek başka da ortada çok sağlam gerekçe lazım
Hakan Fidan: Gerekirse orayı da(Süleyman Şah Türbesi) biz saldırı düzenleriz oraya da biz saldırtırız önden canım.Şey yapmaya çalışıyorum.Ben şeyi anlamaya çalışıyorum.
2- Ülkemizin Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı ve diğer Bakanlıklar, MİT, Genel Kurmay gibi yürütme organlarını işgal eden şüpheliler komşu Suriye Devleti’ne karşı sürekli saldırgan ve tahrik edici plan ve eylemler yaparak, ülkemizi hızla savaşa sürüklemektedirler.
Üç buçuk yıldır topraklarımızda kurulu kamplarda eğitilen teröristlere, sınırdan Suriye’ye geçerek acımasız katliamlar yaptırmaktadırlar.
Yürütme yetkisini elinde bulunduran şüphelilerin kararları ve uygulamalarıyla, Ülkemizin güney sınırını oluşturan topraklarımızın bir kısmı, egemen Suriye Devleti’ne karşı savaşan saldırganların üssü durumuna getirilmiştir. Özellikle Hatay’da bulunan kamplarda barındırılan bu teröristlerin gece Suriye’de sabotajlar biçiminde terör eylemleri yapıp gündüzleri kampa döndükleri bilinen bir gerçektir. Bu katillerin gizlice Suriye’ye geçerek sayısız katliam yaptıklarını, şehirleri yakıp, yıktıklarını, üzerine de silahlarla fotoğraf çektirdiklerini görmekte, gazetecilerin bizzat bu katillerle yaptıkları röportajlardan kendi ağızlarından öğrenmekteyiz.
İki sene önce de Suriye’nin Hula kentinde asker üniformalı 800 civarında bir saldırgan tarafından bir katliam yapılmıştır. Bu katliamı Suriyeli askerlerin yaptığı tüm dünyaya duyurulmuş ve BM Genel Sekreteri dahil Suriye devletini kınama açıklamaları yapılmıştı. Oysa bu katliamla eş zamanlı olarak, ülkemizde barındırılan, korunan, silahlandırılıp eğitilen ve bir kısmı başka ülkelerden getirilen (içlerinde El Kaide militanlarının da olduğu) teröristlerin kaldığı iki bölgeden biri olan Kilis’teki kampta; bir genel sayım yapıldığında resmi kayıtlara göre kampta 12.500 “sığınmacı” olması gerekirken, sayım sonucunda 11.500 kişinin var olduğu tespit edildi. Yani 1000 kişi kampta yoktu, o anda. Hula’daki katliamı da 800 silahlı saldırganın yaptığı iddia edilmektedir. Tüm namuslu askeri ve siyasi stratejistler, katliamı bu kamptan giden o 1000 kişinin yaptığında hemfikirdir. Kaldı ki, olaylara ilişkin internete düşen video görüntüleri de bu görüşü doğrulamaktadır. Katliamcıların hepsi için birer askeri üniforma bulunmuştur. Fakat postal bulunamamıştır. Önemli bir bölümünün ayağında sivil ayakkabılar vardır. Bu olayda da, dünya kamuoyunu kandırmak için, yok yere 109 masum insanı acımasızca katlettirmişlerdir. Bu tür saldırıların ülkemiz topraklarında organize edilip ve bizzat topraklarımızdan hareket ederek komşu ülkenin şehirlerinin kan gölüne çevrilmesi şüpheliler tarafından işlenen suçun başka bir boyutudur.
Buralarda barındırılan teröristlerin bir kısmı geçmişte Bosna’da, Çeçenistan’da, Cezayir’de, Afganistan’da, savaşmış El Kaidecilerden oluşmaktadır. Bunlar teröristlerin yağma, talan, soygun, ırza geçme suçlarını işleyen onlarca kez adi suçtan oluşan kabarık sabıkaları vardır. Yine bu El Kaidecilerin arasında ülkemizde bombalı eylemler gerçekleştirerek masum insanların katledilmesinden sorumlu katillerin bulunduğu ve bunlardan dördünün öldürüldüğü Suriye’den gelen ölüm haberleriyle açığa çıkmıştır.
Bu kamplarda kalanlar, Hatay yöresinde yaşayan Alevi Halka karşı da; “sıra size de gelecek” diye tehditlerde bulundukları gibi, kampta yaptıkları taşkınlıklara müdahale etmek isteyen polis memurunu kendi silahı ile yaraladılar. Kentte alışveriş yaptıkları esnafın parasını ödememekteler. Muayene olmak için gittikleri hastanelerde doktor, hemşire vb. sağlık görevlilerine saldırmaktadırlar. Kamplardaki Türk Bayrağı’nı dahi indirmişlerdir.
Hatta Hatay’daki Apaydın Kampı’nda kimlerin kaldığı, burada kalanlara ne gibi bir eğitim verdikleri kamuoyuna açıklanmadığı gibi, yöre halkından gelen şikâyetler üzerine bu kampa girmek isteyen milletvekilleri bile engellenmektedir.
3- Bu teröristlere Türkiye’de askeri eğitim verildiği dünya medyasında da sık sık yer almaktadır.
Guardian, “Türkiye, isyancılara eğitim üssü kurdu” derken,
Bild am Sonntag, “Alman ve İngiliz ajanlar, Suriye’deki isyancılara yardımcı olmak ve eğitmek amacıyla Akdeniz’de konuşlandırıldı”iddiasında bulundu.
The Times’a göre “Suriyeli muhaliflerin üssü Adana’da, İncirlik Üssü yakınlarında.”, BBC ise “Suriyeli isyancıları Türkiye eğitiyor. Ordu tarafından yönetilen gizli kamplarda özel bir eğitim programı yürütülüyor” diyor..
Öyle ki, gazeteci Aslan Bulut, 27 Ağustos 2012 tarihli yazısında; “Türkiye’nin 30 şehrinde Suriyeli muhalifler için kamplar kurulacağı, Her kampta 10 bin kişinin eğitileceği ve toplam 300 bin Suriyelinin silahlı eğitimden geçirileceği” haberinin kendisine bir yıl önce AKP Gençlik Kolları kaynaklarından geldiğini yazmaktadır.
Yine Daily Telegraph Gazetesi’nin yazdığına göre, Suriye’de Esat sonrası rejimin organize edilmesi ve “Suriye’de, geçiş dönemi sonrası köy ve şehirlerde yerel yönetimleri üstlenmeleri için Haliç manzaralı apartmanlarda” muhalifler eğitilmektedirler.
4- Müvekkil Halkın Kurtuluş Partisi Suriye olayları ile ilgili olarak bir kısım şüpheli hakkında daha önce de“savaş kışkırtıcılığı” ve “yabancı devlet aleyhine yetkisiz asker toplama” suçlarından ihbarda bulunmuş ve 31.08.2012 tarihli dilekçesinde şunları söylemişti:
“Gazetelerden öğrendiğimize göre, ABD’li düşünce kuruluşları 27 Haziran 2012’de Washington’da bir araya gelerek “Suriye Krizi” ile ilgili savaş oyunları oynamaktalar ve Ağustos 2012’den Nisan 2013’e kadar bölgede yaşanacakları dizayn etmekteler. Türkiye’nin savaşa dâhil edilmesi için önce Suriye’deki ölenlerin sayısının artırılacağı, bu yetmeyince Suriye’den kaçan mültecilerin sayısının artırılacağı bu da yetmeyince Türkiye’de Gaziantep ve Kahramanmaraş gibi illerde bombaların patlatılacağı ve böylece Türkiye’nin Suriye’ye asker çıkarmasının sağlanacağına dair senaryolar yazmaktalar.
“Gerçekten de son iki aydır Tarih hızlı akmaktadır ve Suriye’de yaşananlar Emperyalistlerin planladığı şekilde gelişmektedir. Emperyalistler, sadece ülkemizi değil, Suriye’nin diğer komşularını da içine alacak şekilde çok yönlü senaryolar uygulamaktalar. Ülkemizdeki bombalama eylemlerinin hangi kentlerde yapılacağını tayin eden Emperyalistlerin Suriye sınırındaki illeri seçmeleri tesadüfi değildir.
“Emperyalistlerin, Suriye’deki amaçlarına ulaşınca arkasından İran’a sonrada ülkemize yönelecekleri gün gibi ortadadır. Emperyalistler, Suriye’de elde edeceği başarı ile tüm Ortadoğu’da ve dolayısıyla Ülkemizde de bir mezhep çatışmasının, Arap-Kürt-Türk boğazlaşmasının temellerini atmaktadır. Böylece tüm bölge savaşın içine çekilecek ve Ortadoğu’da “sınırlar yeniden çizilecek”tir. Herkes bunu çok iyi görüyor.”
“Suça konu eylemleri sebebiyle FİİLEN SURİYE İLE SAVAŞ HALİNE SOKULAN ÜLKEMİZ, REYHANLI’DA BÜYÜK BİR PROVAKASYONA 46 KURBAN VERMİŞ, 100’ÜN ÜZERİNDE İNSANIMIZ YARALANMIŞTIR.
“ Şüphelilerin bu terör saldırısındaki dahiliyetleri üç başlık altında toplanabilir:
I- Ülkemiz Halkları ile hiçbir husumeti olmayan, bilakis uzun yılların kardeşleştirdiği Suriye Halkı ile ve onları temsil eden Esad ile Türkiye’yi fiili savaş haline sokarak; Esad iktidarına karşı Ortaçağcı serseri sürülerinden devşirilen “Özgür” Suriye Ordusu’nu (ÖSO), Suriye’de insanlık dışı terör ve katliamlar yapmak üzere örgütlemek, finanse etmek, silahlandırmak, her türlü lojistik destek sağlamak ve bu yolla iki ülke arasında fiilen savaş durumu yaratmak.
II- Saldırıyı Esad rejiminin üstüne atarak “yabancı devlet aleyhine savaş kışkırtıcılığı” yapmak.
III- Asıl suçlular olan, CIA devşirmeleri ÖSO-El Kaide teröristlerini gizlemek”
Ne yazık ki bu başvurularımız neticesinde hiçbir işlem yapmayan Türk savcıları, iç hukuk sürecinin tükenmesine sebep olmuşlardır. Bu nedenlerle, AÇIK İSTİHBARATI OLAN REYHANLI SALDIRISI DA ENGELLENEMEMİŞ, insanlarımız göz göre göre katledilmiştir.
5- Esasen bu anlatılan eylemler yürürlükteki Türk Ceza Mevzuatında açıkça suç tipi olarak düzenlenmiştir. TCK’nun 304. Maddesinde düzenlenen “Yabancı devleti Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı savaş açması için tahrik”, yine TCK’nun 306. Maddesinde düzenlenen “Yabancı Devlete Aleyhine Asker Toplama” suçunun kapsamına girmektedir. Aynı eylemler içtima halinde, eylemlere zımnen destek olanlar, göz yumanlar açısından (özellikle diğer bakan ve milletvekilleri açısından) TCK’nun 279. maddesi ile düzenlenen “Kamu Görevlisinin Suçu Bildirmemesi” suçunu, 281/2 maddesinde düzenlenen “Kamu Görevlisinin Suç Delillerini Gizlemesi” suçunu ve en sanık lehine yorumda 283. Maddede düzenlenen “Suçluyu Kayırma” suçunu oluşturmaktadır.
5237 Sayılı TCK’nun “Devlete karşı savaşa tahrik” suçunu düzenleyen 304. maddesinde; “Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı savaş açması veya hasmane hareketlerde bulunması için yabancı devlet yetkililerini tahrik eden veya bu amaca yönelik olarak yabancı devlet yetkilileri ile işbirliği yapan kişi, on yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Tahrik fiilinin basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.” hükmü yer almaktadır.
Aynı yasanın “Komşu devlete karşı hasmane hareket” başlıklı 306. Maddesinde ise; “Türkiye Devletini savaş tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak şekilde, yetkisiz olarak, yabancı bir devlete karşı asker toplayan veya hasmane hareketlerde bulunan kimseye beş yıldan on iki
yıla kadar hapis cezası verilir” denilmektedir.
Anayasa’nın “TBMM’nin Görev ve Yetkileri”ni düzenleyen 87. Maddesinde; “Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek; Bakanlar Kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek; bütçe ve kesin hesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilânına karar vermek; milletlerarası antlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, (…)” hükmüyle ÜLKENİN BAŞKA BİR ÜLKEYE KARŞI SAVAŞ İLANINA KARAR VERME YETKİSİ TBMM’NE BIRAKILMIŞTIR.
“Savaş Hali İlanı ve Silahlı Kuvvet Kullanılmasına İzin Verme”yi düzenleyen 92. Maddede de; “Milletlerarası hukukun meşru saydığı hallerdesavaş hali ilânına ve Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası antlaşmaların veya milletlerarası nezaket kurallarının gerektirdiği haller dışında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir.” denilmektedir.
Oysa şüpheliler, yaklaşık 4 yıldır devam eden Suriye sorununda ne TBMM’ne ne de halka bilgi vermiştir. Dahası bilgi vermek bir yana, açıktan yetki gaspında bulunarak Anayasa ile TBMM’nin görevleri arasında bulunan alanlara müdahale ederek, ülkeyi savaşın içine sürüklemişlerdir.
Ne yazık ki Türkiye’de, anılan eylemlere dayalı olarak müsnet suçlardan bulunduğumuz suç duyuruları sonucunda ilgililer hakkında hiçbir hukuksal işlem yapılmamıştır. Bir takım antidemokratik-şekli başbakanlık-bakanlık dokunulmazlıkları sebebiyle şüpheliler yargılanamamaktadır Türkiye’de. Oysa eylemleri görevleri kapsamında değildir.
Ayrıca Anayasa’nın 14. Maddesinde şöyle denmektedir: “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.”
Buna rağmen şüphelilerin Türkiye’de yargılanması mümkün olmamıştır.6- Şüphelilerin bilgisi ve denetiminde ve hatta açıktan kışkırtıcılığından gerçekleştirilen yukarıda sadece bir kaçı yazılı olan bu terörist faaliyetlerin DEVLETİ DE TERÖRİST DEVLET durumuna düşürdüğü çok açıktır. Bu tür faaliyetlerin Devletler Hukuku’na göre suç olduğu sabittir.
Yine bu fiiller, Birleşmiş Milletler Şartı’nın “Amaç ve İlkeler” Bölümünün 2/1. Maddesinde düzenlenen: “Örgüt, tüm üyelerinin egemen eşitliği ilkesi üzerine kurulmuştur.” ilkesi gereğince “egemen eşit” BM üyesi Suriye’ye karşı savaş ilanından başka bir şey değildir.
Oysa aynı BM Şartı’nın 2/4. Maddesinde: “Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletler’in Amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.” denilmektedir.
Yine bu eylemlerin; 24 Ekim 1970 tarihinde toplanan 1883. BM Genel Kurulu’nda kabul edilen “BM Antlaşması Doğrultusunda Devletler Arasında Dostça İlişkiler ve İşbirliğine İlişkin Uluslararası Hukuk İlkeleri Konusunda Bildirge” Ekinde belirtilen;
“Her devlet uluslararası ilişkilerinde herhangi bir Devletin ülke bütünlüğü ya da siyasi bağımsızlığına karşı güç kullanma tehdidinde bulunma ya da güç kullanmaktan ya da Birleşmiş Milletler’in amaçlarıyla ters düşen herhangi bir biçimde davranmaktan kaçınmak yükümlülüğündedir. Böyle bir güç tehdidi ya da güç kullanımı uluslararası hukukun ve Birleşmiş Milletler Antlaşmasının ihlali anlamına gelir ve hiçbir zaman uluslararası sorunların çözümünde bir araç olarak kullanılmamalıdır.
“Saldırıdan kaynaklanan bir savaş, uluslararası hukuka göre sorumluluğu olan, barışa karşı işlenmiş bir suçtur.
“Birleşmiş Milletler’in amaç ve ilkeleri uyarınca Devletlerin, saldırıdan kaynaklanan savaş lehinde propaganda yapmaktan kaçınma yükümlülüğü vardır.
“Her Devletin, başka bir Devletin var olan uluslararası sınırlarını ihlal etmek amacı ile ya da toprak anlaşmazlıkları ve Devletlerin sınırları ile ilgili sorunlar dahil olmak üzere uluslararası anlaşmazlıkların çözümünde araç olarak güç tehdidi ya da güç kullanımından kaçınma yükümlülüğü vardır.
“Her Devletin, kendisinin taraf olduğu ya da başka bir şekilde saygılı olmak durumunda olduğu uluslararası bir antlaşma ile oluşturulmuş ya da bu antlaşma gereğince ortaya çıkmış ateşkes sınırları gibi uluslararası sınır tayinlerini ihlal etmek amacı ile güç tehdidi ya da güç kullanmaktan kaçınma yükümlülüğü vardır. Yukarıda belirtilenlerin hiçbiri, kendi özel rejimleri altındaki bu gibi sınırların mevcut durum ve etkileri açısından tarafların konumlarına zarar verecek ya da geçici niteliklerini etkileyecek şekilde yorumlanamaz.
“Devletlerin güç kullanımını içeren misilleme hareketlerinden kaçınma konusunda bir yükümlülükleri vardır.
“Her Devlet, eşit haklar ve kendi geleceğini tayin etme ilkelerinin işlenmesi sırasında sözü edilen halkları, kendi geleceklerini tayin etme, özgürlük ve bağımsızlık haklarından yoksun bırakan herhangi bir zora dayalı eylemden kaçınma yükümlülüğüne sahiptir.
“Her Devletin, başka bir Devletin toprağına saldırı amacını taşıyan, ücretli askerler de dahil olmak üzere, düzensiz güçler ya da silahlı grupları örgütlemek veya örgütlenmelerini teşvik etmekten kaçınma yükümlülüğü vardır.
“Her Devlet, bir başka Devletin içindeki sivil mücadele hareketleri ya da terörist hareketleri örgütlemek, kışkırtmak, bunlara yardımda bulunmak ya da bunların içinde yer almaktan ya da bu tür hareketlerin yürütülmesine yönelik olarak kendi toprakları içinde yürütülen örgütlü etkinliklere rıza göstermekten, bu paragrafta sözü edilen hareketler güç tehdidi ya da güç kullanımı içerdiği zaman, kaçınmakla yükümlüdür.
“Bir Devletin toprağı, Antlaşmanın hükümlerine aykırı bir biçimde güç kullanılmasından kaynaklanan askeri işgalin hedefi olmamalıdır. Bir Devletin toprağı, güç tehdidi ya da güç kullanılması sonucunda, bir başka devletin ele geçirme hedefi olmamalıdır. Güç tehdidi ya da güç kullanılması sonucunda sağlanan hiçbir toprak kazanımı yasal olarak kabul edilmeyecektir.” şeklindeki ilkelere aykırı olduğu açıktır. Hemen her gün bir yeni örneği ile karşılaştığımız uygulamalarla, egemen bir devletin (Suriye’nin) toprağına saldırı amacı taşıyan güçlerin ülkemizde örgütlendiklerini hatta bu güçlerin kontrolsüz bir şekilde kendi halkımıza karşı da saldırganlaştıklarını görmekteyiz.
Bir başka anlatımla, 42 yıl önceki BM toplantısında kabul edilen bu ilkelerin bütün üye ülkeleri bağlayıcı hükümleri ortadayken, şüphelilerin temsil ettiği yürütme organının ne kendilerini bu taahhütlerle bağlı hissetmemesi, tümüyle uluslararası hukuku tanımamalarından kaynaklanmaktadır.
7– TERÖRİZMİN FİNANSMANININ ÖNLENMESİNE DAİR ULUSLARARASI SÖZLEŞME
“9 Aralık 1994 tarih ve 49/60 Kararı ile uluslararası terörizmin ortadan kaldırılmasını hedefleyen beyannamesini içeren ekinde, BM’e üye Devletlerin, nerede ve kim tarafından yapıldığına bakılmaksızın devletler ve halklar arasındaki dostane ilişkileri ve Devletlerin güvenliğini ve toprak bütünlüğünü tehlikeye düşürenler de dahil olmak üzere tüm terörist eylem, yöntem ve uygulamaları suç oldukları ve haklı gösterilemeyecekleri gerekçesiyle açık bir şekilde ve teyiden kınadığını keza hatırlatılarak ,
“Uluslararası terörizmin ortadan kaldırılmasını hedefleyen tedbirler beyannamesinde, Kurul’un, Devletleri, bu sorunun tüm veçhelerini kapsayacak genel bir yasal çerçevenin mevcudiyetini temin etmek amacıyla, terörizmin tüm şekil ve tezahürleriyle önlenmesi, cezalandırılması ve ortadan kaldırılmasına ilişkin olarak yürürlükte bulunan uluslararası hukuki düzenlemelerin kapsamını acilen gözden geçirmeleri için de teşvik ettiğini not edilerek,
“Terörizmin, finansmanının engellenmesi ve faillerinin kovuşturulması ve cezalandırılması suretiyle tecziyesine yönelik etkili önlemlerin oluşturulması ve benimsenmesi amacıyla devletler arasında uluslararası işbirliğinin geliştirilmesine acilen ihtiyaç duyulduğuna kani olarak”
Türkiye Devletinin de taraf olduğu TERÖRİZMİN FİNANSMANININ ÖNLENMESİNE DAİR ULUSLARARASI SÖZLEŞME imzalanmıştır.
Ancak Türkiye Devleti, Suriye’deki silahlı Uluslararası alanda da Terörist sayılan grupları (IŞID, El Nusra Cephesi ve El Kaide gibi uluslar arası Terörist Gruplar) koruyarak, dahası bu gruplara kendi ülkesinden katılımı da sağlayarak ve silah mühimmat yardımında bulunarak, TERÖRİZMİN FİNANSMANININ ÖNLENMESİNE DAİR ULUSLARARASI SÖZLEŞME’nin aşağıdaki maddelerini ihlal etmiştir.
Madde 2’de belirtilen Niteliği veya kapsamı itibariyle, bir halkı korkutmak, ya da bir hükümeti veya uluslararası örgütü herhangi bir eylemi gerçekleştirmeye veya gerçekleştirmekten kaçınmaya zorlamak amacını gütmesi halinde, bir sivilin ya da bir silâhlı çatışma durumunda muhasemata doğrudan katılmayan herhangi başka bir kişiyi öldürmeye veya ağır şekilde yaralamaya yönelik diğer tüm eylemler Suriye Halkı üzerinde gerçekleştirilmiştir.
Sözleşmenin 7’inci maddesinde belirtilen; Her Taraf Devlet aşağıdaki hallerde 2 nci Maddede belirtilen suçlara ilişkin suç topraklarında işlendiği halde, suç vatandaşları tarafından işlendiği halde yargılama yetkisini tesis etmek için gerekli önlemleri almamıştır.
Türkiye Devleti, İşlenen suçun amaç veya sonucunun topraklarında işlenmesine rağmen yargılama yetkisini tesis etmemiştir. Kaldı ki ortaya çıkan kayıtlardan yargı yetkisinin kullanılmasından ziyade nasıl terörizme destek olunduğu ortadadır.
Yine Madde 9’da belirtildiği üzere 1. 2. Maddede belirtilen bir suçun failinin veya fail zanlısının topraklarında bulunabileceği bilgisini alan ilgili Taraf Devletin bilgisine getirilen hususların soruşturulması için iç hukukuna göre gerekli olabilecek önlemleri alması gerekir. Ancak Türkiye Devleti bu maddeye de aykırı davranarak Suriye’de sivil halka karşı saldırılarda bulunan radikal gruplara destek olmuş bu gruplardan kişilerin Türkiye’de yaşamasına, tedavi görmesine göz yummuştur.
Terörist Bombalamaların Ortadan Kaldırılması Hakkında Uluslararası Sözleşme
6. maddesinde belirtilen ölüm veya bedensel yaralanma amacıyla (madde 1) Suçun devletin hükümeti tarafından işletilen bir uçak vasıtasıyla işlenmesi hükmüne aykırı davranmıştır. Kendi sınırları içinde bir Suriye uçağı düşürüldüğü gibi yine yukarda belirtilen terör gruplarına sağlanan yardım sonucunda da binlerce sivil insan ölmüştür.
Cenevre Sözleşmesi
Sivil şahısların harp zamanlarında himayesi için yapılan Cenevre Sözleşmesinin genel prensiplerine de Türkiye Hükümeti aykırı davranmıştır. Henüz bir açık savaş ilanı olmamasına rağmen Türkiye’den gönderilen mühimmat ve silah yardımları sonucunda taraf olmayan sivil halk Suriye’de açıkça katledilmiştir.
Türkiye Hükümetinin sağladığı destekle özellikle Suriye’de yaşayan Alevi ve Hıristiyan yerleşim yerleri saldırıya uğramış bu bölgelerdeki insanlar açıkça katledilmiştir.
8- ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİ ROMA STATÜSÜ giriş bölümünde:
“Bu Statü’ye taraf devletler,
Bütün insanların ortak bağlarla birleştiği, ortak bir miras dahilinde kültürlerinin bir araya geldiği ve bu hassas mozaiğin her an dağılabileceğinden endişe duyulduğunun bilincinde olarak,
Bu yüzyıl süresince milyonlarca çocuk, kadın ve erkeğin, insanlık vicdanını derinden etkilemiş, hayal edilemeyen katliamların kurbanı olduğunu akılda tutarak,
Bu tür ağır suçların, dünyadaki barış, güvenlik ve esenliği tehdit ettiğini kabul ederek,
Uluslararası toplumu bir bütün olarak yakından ilgilendiren, en ciddi suçların cezasız kalmaması ve ulusal düzeyde ve uluslararası işbirliğinin güçlendirilmesi suretiyle, bu suçların etkin bir şekilde kovuşturulmasının, güvence altına alınması gerektiğini teyit ederek,
Bu suçların faillerinin, cezasız kalmasına son verme ve böylece bu tür suçları önleme konusunda kararlı olarak,
Uluslararası suçların sorumluları üzerinde yargı yetkisinin kullanılmasının her devletin görevi olduğunu anımsayarak,
Birleşmiş Milletler Şartı Amaç ve İlkeleri ile özellikle tüm devletlerin, herhangi bir devletin toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığına karşı güç veya tehdit kullanmaktan veya Birleşmiş Milletler Amaçlarına uymayan müdahalelerden kaçınmaları gereğini tekrar teyit ederek,
Bu bağlamda Statünün hiçbir maddesinin, hiçbir devlete başka bir devletin içişlerine ya da silahlı çatışmalarına karışma yetkisi vermediğini vurgulayarak,
Şimdiki ve gelecek nesillerin iyiliği için, uluslararası toplumu bir bütün olarak ilgilendiren, en ciddi suçlar üzerinde yargı yetkisi olan, Birleşmiş Milletler Sistemi ile ilişki içinde, bağımsız ve daimi bir Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulması konusunda kararlı olarak,
Bu Statü altında kurulacak olan Uluslar arası Ceza Mahkemesi’nin, ulusal ceza yargı yetkisinin tamamlayıcısı olduğunu vurgulayarak,
Uluslararası adaletin uygulanacağına ilişkin, sonsuz güveni sağlama konusunda emin olarak,
Aşağıdaki hususlarda mutabık kalmışlardır” denilmiştir.
Uluslararası Ceza Mahkemesi bu Statü ile kurulmuştur.
Mahkemenin kuruluşunu düzenleyen 1. Maddesi ise: “Mahkeme, daimi bir kurumdur ve bu Statüde sözü edilen, uluslararası toplumu ilgilendiren en ciddi suçları işleyen kişiler üzerinde, yargı yetkisine sahiptir ve ulusal ceza yargı yetkisini tamamlayıcıdır. Mahkemenin yargı yetkisi ve işlevleri bu Statü hükümleri çerçevesinde belirlenir.” Düzenlemesini havidir.
“Mahkemenin Yargı Yetkisine Giren Suçlar” başlıklı 5. Maddesi ise
“Mahkemenin yargı yetkisi, uluslararası toplumu bir bütün olarak ilgilendiren en ciddi suçlar ile sınırlıdır. Mahkeme, bu Statü’ye uygun olarak, aşağıdaki suçlar hakkında yargı yetkisine sahiptir:
(a) Soykırım suçu;
(b) İnsanlığa karşı suçlar;
(c) SAVAŞ SUÇLARI;
(d) SALDIRI SUÇU.” Şeklindedir.
Statü’nün “savaş suçu” başlıklı 8. Maddesinin 2/a-(ii) bendi: Askeri olmayan, yani askeri maksatlı olmayan sivil hedeflere karşı kasten saldırı düzenlenmesi”;
iv bendi: “Tahmin edilen somut ve doğrudan askeri avantajlara kıyasla, aşırı olacak
şekilde, sivillerin yaralanmasına veya ölmesine veya sivil nesnelerin zarar
görmesine yol açacağı ve geniş çapta, uzun vadeli ve ağır bir biçimde doğal
çevreye zarar vereceğinin bilincinde olarak saldırı başlatılması”;
v bendi: “Savunmasız veya askeri hedef oluşturmayan kent, köy, yerleşim yeri veya
binaların bombalanması veya bu yerlere herhangi bir araçla saldırılması” suçlarını düzenlemektedir.
“Saldırı suçu” başlıklı madde ise 1. Fıkrasında ise “Bu statünün amacı bakımından “saldırı suçu”, bir Devletin siyasi veya askeri eylemlerini etkili biçimde kontrol edebilme veya yönetebilme konumunda bulunan bir kimse tarafından, karakteri, ağırlığı ve boyutu itibariyle Birleşmiş Milletler Şartı’nı açıkça ihlal eden bir saldırı fiilinin planlanması, hazırlanması, başlatılması veya icrasını ifade eder” denilmektedir.
Dolayısıyla yukarıda anlatılan eylemler SAVAŞ SUÇU ve SALDIRI SUÇU kapsamında bulunduğundan, iç hukukta şüpheliler hakkında hiçbir yargılama yapılmadığından ve iç hukuk yolu tıkandığından, Uluslararası Mahkemenin amacındaki “Bu suçların faillerinin, cezasız kalmasına son verme ve böylece bu tür suçları önleme konusunda kararlı olmak” vurgusu dahilinde, şüphelilerin yargılanmasını talep etmek üzere mahkemeniz savcılığına başvurma zorunluluğu doğmuştur.
Saygılarımızla.
Halkın Kurtuluş Partisi
Vekilleri
Av. Metin BAYYAR Av. Sait KIRAN Av. Doğan ERKAN