Halk düşmanlığınız, vurgun, talan hırsınız ve Kaçak Saray’ınızı koruma önceliğiniz yüzünden on binlerce insanımızın Kovid-19 belasından ölümüne sebep oldunuz ülen!
Halkı korumaya yönelik hiçbir ciddi-gerçekçi önlem almadığınız gibi, sürekli yalan söyleyerek virüsün çok saldırgan ve hızla ölümcül sonuçlara yol açan bir salgına dönüşen karakterini gizlediniz. Tehlikeyi hafife almanın ötesinde, neredeyse yokmuş gibi gösterdiniz.
Vaka ve ölüm sayılarını ona, yirmiye bölerek açıkladınız.
Son ana kadar sınırları açık tuttunuz. Kara, hava ve deniz ulaşımına bir sınırlama getirmediniz. 21 bin insanı Umre’ye gönderip virüsle enfekte olmuş olarak geri döndürdünüz.
Kaşar kallavi FETÖ’cü Din İşleri Bakanı’n Ali Erbaş’la ve yüzbinlerce “hülooğğğ”cunla birlikte Ayasofya Tiyatrosu oynadın.
Miting yaptın, çay dağıttın, hem de çayın âlâsının üretildiği Karadeniz’de…
Parti kongreleri yaptın…
Ve tüm bunlar yetmezmiş gibi Kurban Bayramı öncesinde; “Bu salgından kurtuluyoruz inşallah, iki bayramı birlikte yapacağız”, diyerek insanlarımıza bu salgın bitiyor artık, tehlike geçmiş durumda diye düşündürttünüz.
1 Mayıs’tan itibaren de ekonomik alandaki eksik gedik kısıtlamaları da kaldırarak artık her şey normale döndü, mesajı verdiniz…
Tabiî Halkımız da sizin bu açıklama ve uygulamalarınızdan etkilendi. O da sanki salgın geçip gitmiş gibi davrandı…
İşin sonunun buraya varacağı besbelliydi… Virüsün şakası yoktu… Ve rüzgar hızıyla yayılıyordu… Bulaşıyordu insandan insana ve yayılıyordu. Halkımızsa, İslam’a girişle birlikte başlayan bin yüz yılın verdiği tevekkülle, kendisinin ya da ailesinden birinin başına gelmedikçe böyle bir felaket yokmuş gibi davranıyordu…
1 Mayıs’tan itibaren “Sürü Bağışıklığı”na geçtin. Ekonomiyi uçurumun kenarına getirip dayamıştın çünkü. Halktan hayâsızca zamlar ve vergiler yoluyla topladığın paraları yeyim ettiniz yandaşlarınızla birlikte. Kuvayimilliye yadigârı ne kadar Kamu İktisadi Kuruluşu varsa satıp yok pahasına yediniz. Vatanın madenlerini, limanlarını, dağını, ovasını, ormanını, Ordu’nun silah fabrikasına varıncaya kadar satıp yediniz. Ve Altın, Dolar, Euro ile doldurduğunuz binlerce küpünüze rağmen yine de doymadı gözünüz, bitmedi, duraksamadı kamu malı çalma hırsınız…
Bu sebeple de halkı işsizlik ve pahalılık cehenneminde yakıp kavurdunuz… Bu nedenle de hiçbir ciddi yasak koymadınız bu salgın karşısında… Vatandaşı kuru ekmek bile bulamaz hale getirirsek iktidarda kalamayız. Kaçak Saray’ımız başımıza yıkılır, dediniz… Varsın herkes böyle bir salgın yokmuş gibi davransın, sonunda ölen ölür, kalan da bize fazlasıyla yeter, dediniz. Ve de “Sürü Bağışıklığı”na geçtiniz…
Bu bağışıklık kazanılabilir; fakat yüz binlerce cana mal olarak. 83 milyon nüfusun ortalama 60 milyonu bu virüsle tanışır. Yaşlı, kronik hastalığı olanlar ve vücut direnci düşük olanlar ölür, öldürülür virüs tarafından. Kalanlar da bağışık hale gelmiş olur. Virüs de sönümlenmeye geçerek çeker gider ülkeden… Sürü Bağışıklığı budur…
Bu insan düşmanı anlayış, İngiliz Papaz Malthus’un ve Evrimbilimci Darwin’in ekonomi ve nüfus teorisinin kapsamı içine girer.
İşte bu anlayışa yöneldiniz, 1 Mayıs’la birlikte…
Biz, felaketin boyutunun buralara kadar uzanacağını tâ o zamanlar gördük…
“Halkımıza karşı suç işliyorsunuz. Salgın hakkında yalanlar söyleyerek kandırıyorsunuz ve bir anlamda intihara yönlendiriyorsunuz halkımızı”, diye feryatlar ettik.
Sonra halkımıza dönerek; “Sana Tayyipgiller’den bir fayda gelmez. Bu Kovid-19 felaketine karşı da kendi yaramızı kendimiz sarmak durumundayız. Bilim insanlarının önerileri doğrultusunda önlemlerimizi alalım, imkanlarımızın elverdiği oranda”, dedik… Mecbur olmadıkça evden çıkmayalım, sosyal ilişkilerimizi en aza indirelim, dedik.
Tabiî çalışmak zorunda olan kardeşlerimiz açlıktan ölmemek için çalışacaklar. Ama çalışırken de elden geldiğince bilinçli davranalım, bilim insanlarımızın tavsiyelerine uymaya çalışalım, dedik…
2 Mayıs tarihinde yazdığımız yazının başlığı şuydu:
“Ülkeye yaşattıkları felaketi önemsiz göstermeye çabalıyorlar…”
13 Mayıs tarihinde yazdığımız yazıdaysa şöyle demiştik:
“Halka ne olursa olsun, deyip ‘Sürü Bağışıklığına’ yöneldiler”
Bunlarla yetinmedik; 14 Eylül’de Tayyipgiller iktidarı hakkında, salgın karşısında bilimin emrettiği önlemleri almadıklarından ve halkı yalanlarıyla kandırarak felakete sürüklediklerinden dolayı, sorumluluklarını yerine getirmeyerek görevlerini kötüye kullandıklarından dolayı Suç Duyurusunda bulunduk.
Başta Tayyip olmak üzere Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Kaçak Saray’ın sözde “Bilim Kurulu Üyeleri” ve 81 ilin Valisi hakkındaydı suç duyurumuz…
Fakat Tayyipgiller, Yargıyı, Adaleti, Hukuku da bitirdikleri için, yükseğiyle ve yüksek olmayanıyla tüm Yargı Kurumunu Kaçak Saray’ın “Hukuk Bürosu”na çevirdikleri için bu Suç Duyurumuzdan da bir sonuç alamadık…
Eğer ülkemizde bağımsız bir yargı bulunmuş olsaydı, Tayyipgiller o zaman hak ettikleri cezaya çarptırılır, binlerce insanımız da hayatını kaybetmemiş olurdu…
Tayyipgiller’in Sağlık Bakanı Fahrettin Koca diyor ki artık; “Günlük vaka sayısı 29 bin küsur, can kaybıysa 177.”
Bu sayılar bile hilelidir…
TTB Merkez Konseyi açıklıyor ki günlük vaka sayısı en az 50 bindir…
Biz diyoruz ki günlük vaka sayısı bu rakamın da çok üzerindedir. Çünkü artık neredeyse her ailede bu virüsle tanışmış bir veya daha fazla kişi vardır.
Benim bile iki oğlum, onca bilinçli davranmalarına karşın şu anda hafif semptomlu Kovid-19 hastasıdır. Üçüncü oğlum da aynı evde yaşadığından dolayı, herhangi bir belirti göstermemesine-bir şikayeti olmamasına rağmen resmi sağlık ekibince hasta kabul edilip ilaç tedavisi başlatılmıştır.
Olay şöyle olmuştur: Bu oğullarımdan büyük olanının işyerinden bir arkadaşı, katıldığı aile yakınının cenaze taziyesinde virüsü kapmış, o da getirip toplam 10 iş arkadaşına bu laneti bulaştırmıştır. Oğlum da eve gelip diğer oğluma bulaştırmıştır.
Oğullarım bu konuda almaları gereken her önlemi almışlardır. Fakat bazı çalışma ortamlarında insanlar o kadar iç içe çalışmak zorunda kalıyorlar ki, sakınmak mümkün olmuyor. Ufacık ortamda çalışmak, yemek yiyip çay içmek durumunda kalıyorlar… Virüs de illa ki bulaşıyor… Kaçınamıyorsun… Ne kadar sakınırsan sakın…
Aslında gerçek anlamda yapılması gereken, gıda ve sağlık sektörü dışında kalan tüm ekonomi alanlarını üç hafta süreyle durdurmak ve aynı sürelik sokağa çıkma yasağı uygulamaktır. Ancak böyle bir önlemle salgının üstesinden gelinebilir. Virüs ülkeden defedilebilir…
Fakat bu sürede devletin, vatandaşın bütün giderlerini karşılaması gerekir. Bunun için de güçlü bir ekonomik altyapıya sahip olmak gerekir. Bakın, emperyalist Almanya bile bu alana otuz milyar Euro kaynak ayırmıştır; “Çalışma, evde kal” dediği yurttaşlarına vermek için…
Tayyip ne yapıyor?
IBAN numarası veriyor… Vermediği gibi vatandaştan para istiyor… Bunlar böyle işte… Bunların elleri, iş makinalarının kepçeleri gibi çalışır. Devamlı kendilerine doğru çekerler. Yani bunların “Verelleri yoktur, Alelleri vardır.” Sürekli alsınlar bunlar; hep istedikleri budur…
Saygıdeğer Arkadaşlar!
Şu an bütün hastaneler bu belaya yakalanmış insanlarımızla dolup taşmaktadır.
Sağlık çalışanlarımız, emekçilerimiz son derece fedakârca çalıştıkları için fizik ve ruhsal olarak çok yorgun düşmüş durumdadır. Bu emekçilerimiz de görev başında 71’i doktor olmak üzere toplam 185 kayıp vermiştir.
Yoğun doluluktan dolayı, hastanede yatması gereken hasta insanlarımız evlerine gönderilmektedir.
Yoğun bakım üniteleri, oksijen cihazları yetmez olmuştur.
Yani hastaneler tıkanma noktasına gelmiştir…
Ülkeyi bu duruma düşürenler muhakkak ki çok ağır bir suç işlemişlerdir… Sorumluluklarını yerine getirmeyip görevlerini kötüye kullanarak, tüm bunlara ilaveten de halkımızı yalanlarla kandırarak yaşanmakta olan felaketin boyutunu minimalize ederek, onu rehavete sürüklemişlerdir. Böylece de kişicil önlemler almalarını engellemişlerdir.
Gelinen aşamada artık felaketin çapı eskisi oranında gizlenemez olunca da, mecburen gerçeğin üçte ya da dörtte birlik kısımını açık etmek durumunda kalmışlardır…
Bu açık biçimde yapılmış bir suç itirafıdır. Bu itirafları da 14 Eylül’de yapılmış suç duyurusu dosyamıza bir ek belge-somut delil olarak eklenebilir, hukukçu yoldaşlarımız da zaten ekleyeceklerdir…
On binlerce insanımızı yok yere canından etmek, onların yanına kalmayacaktır. Bugün değilse yarın, kesinkes bu konuda da hesaba çekileceklerdir.
Düşünün bir ya;
Günlük vaka sayısını seksen bin olarak kabul edersek, bunun yüzde iki ya da üçü ölümle sonuçlanmaktadır. Buna yüzde ikisi desek bile günlük bin altı yüz can kaybımız olduğunu görürüz.
Aylık ne kadar olur kayıplarımız?
Kırk sekiz bin…
Sürü Bağışıklığının kazanılması-oluşması için daha dört aylık bir süreye ihtiyaç olduğunu öngörüyor bilim insanlarımız.
Yani ne acıdır ki ve öyle görünüyor ki Yoldaşlar, bundan sonra da ortalama iki yüz bin civarında insanımız hayatını kaybedecek. Hem de tarifsiz acılar içinde…
Bu konuya dair, aylar öncesinde yazdığımız yazılarda da demiştik ki; “Türkiye’nin en büyük şanssızlığı, böylesine azgın ve acımasız bir virüs salgınına, böylesine halka ve bilime düşman, hainler haini bir iktidar altında yakalanmış olmasıdır… Neylersiniz…”
Bu da geçecek yoldaşlar, ama çok kayıplar vereceğiz, büyük acılar çekeceğiz.
Hareket olarak da kayıp verdik…
Celalettin Yoldaş’ımızı kurban verdik bu canavara…
Halkımız da on binlerce kurban verdi, bilindiği gibi…
İşin aslındaysa, bu konu da tıpkı Deprem Felaketi gibi bir felakettir…
Deprem de, Kovid-19 da öldürmez esasında… Öldüren, Antika ve Modern Parababalarının-Yerli Yabancı Parababalarının halk düşmanı sömürü ve talan düzenidir!..
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
29 Kasım 2020
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı