Genelkurmay Eski Başkanı İlker Başbuğ, nihayet biraz cesaret toplamış. Baştan itibaren çok iyi bildiği ama yüreği yetmediği için açıklayamamakla kalmayıp tersini savunduğu zavallı durumdan ya da bataklıktan kısmen de olsa kendini kurtarabilmiş
İlgili arkadaşlar hatırlayacaktır; İlker Başbuğ Paşa, CIA’nın projesi olan “Ergenekon Davası” adlı davanın mağdurlarından ya da kurbanlarındandır. Paşa’ya zindanda tutukluyken de sordular, tahliye olduktan sonra da. Amerika’nın bu davada dahli var mı? diye.
Paşa, ısrarla ve tekrar tekrar “Yoktur, “Ben rolü olduğunu sanmıyorum.”, “Amerika’nın rolü olduğuna dair bir kanıt yok.”, dedi. Biz de o zamanlar hak ettiği şekilde eleştirdik, Paşa’yı. “Yazıklar olsun senin paşalığına.”, dedik. “Askeri okullarda, Harp Akademisinde hiç mi bir şey öğretmediler sana?”, dedik. Ve daha da ağır olmak üzere “Kemal Sunal’ın Tosun Paşa’larından biri, bu da.”, dedik. Çünkü, “Ergenekon Davası” adlı, Mustafa Kemal’ci, laik, tam bağımsızlıkçı askerleri, akademisyenleri, bilim insanlarını, aydınları hedef alan saldırının bir CIA Operasyonu olduğunu görmemek için ya zır cahil olmak gerekirdi, ya da ahmak…
İlker Paşa’nın bunu görmemesine imkân yoktu. Görüyordu, ama korkusundan dile getiremiyordu. Eğer Amerika’yı suçlarsam, ömür boyu zindandan çıkamam, diye düşünüp panikliyordu. Amerika’ya toz kondurmuyordu ki, o da karşılığında kendisini görsün ve affetsin. İşte öyle bir kılkuyrukça hesap içindeydi.
15 Temmuz sonrasında da açıktan Tayyip’i destekleyenler arasında yer aldı, bildiğimiz gibi. Zaten de, 2013 17-25 Aralık günlerinde de açıktan Tayyip’in safına geçenler arasında yer almıştı. Kurtuluşu Tayyip’in başarısında ve iktidarında görüyordu artık. Hani Tayyip’le Feto kapıştı ya, Tayyip Feto’yu yenip tek başına devlete hâkim olursa bizi de yanına almak ister güçlenmek için, yani dost çevresini genişletmek için ittifaka girer bizimle de. Böylece biz de paçayı kurtarmış oluruz, diye düşünmüştü.
İsterseniz önce, 15 Temmuz öncesi, konuya ilişkin Tayyip önünde diz çöküşünü gösteren bir açıklamasını aktaralım, İlker Paşa’nın:
“HUMEYNİ’Sİ OLACAKTI
“Ergenekon ve Balyoz gibi davalar Türk devletine ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik büyük bir komploydu. Şunu açık yüreklilikle itiraf etmeliyim ki, bu mücadeleyi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan daha iyi ve daha başarılı başka kimse yapamazdı. Devletin kılcal damarlarına kadar nüfuz eden ve bugün Türkiye’nin başına bela olan Paralel Yapı 2007’de harekete geçti ve 2011’de de ilk darbe girişiminde bulundu. 17-25 Aralık yargı darbe girişimi başarıya ulaşsaydı, çok geçmeden Türkiye’nin tıpkı İran gibi bir Humeyni’si olacaktı.” (http://www.haber7.com/guncel/haber/1900619-ilker-basbug-erdogan-olmasaydi)
Bu tutumunu, 15 Temmuz sonrasında da aynen devam ettirdi, gariban Paşa’mız. Ona da bir örnek verelim:
SAYIN CUMHURBAŞKANI 2010-2016 ARASINDA TEK BAŞINA SAVAŞ VERDİ”
“Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2012-2016 yılları arasındaysa cemaate karşı tek başına savaş verdiğini ve tek başına bırakıldığını söyledi.” (http://www.hurriyet.com.tr/ilker-basbug-darbenin-arkasinda-3-grup-var-40178184)
İşte, NATO paşalarının hali pürmelali bu, arkadaşlar… Bu da en akıllılarından, en bilgililerinden…
Sanki Tayyip sıradan bir vatandaş. “Ergenekon Davası” adlı operasyonda hiç dahli de yok, ilgisi de yok, ona dair bir bilgisi de yok…
Hükümeti elinde tutan Başbakanlar, Devlet Başkanları sanki uzaylılar.
Yahu “Ben bu davanın savcısıyım.”, diyen kim?
Feto’nun Zekeriya’sının altına zırhlı Mercedes’i veren kim?
Onu kahraman ilan eden kim?
O davada hasbelkader yer almış, birkaç yargıcı apar topar görvden alıp tenzil-i rütbe ile sürgüne gönderen hükümet kimin hükümetiydi?
Tayyipgiller Hükümeti değil miydi, tüm bu hainane işleri yapan?
Feto, bu CIA Operasyonunun hâkim, savcı ve polisten oluşan sözümona yargı ayağını oluşturuyordu. Tayyipgiller iktidarı da siyasi ayağını… Tabiî operasyonun asıl planlayıcısı, uygulamaya koyucusu ve yöneticisi, Ankara’ya da gelerek karargâh kuran CIA’ydı. Yine hatırlanacağı gibi CIA, 30 küsur kişiden oluşan bir ekibini Ankara’ya göndererek operasyonun fiili yönetimini yürütmekteydi. Senaryosu, malum olduğu üzere ABD’deki esas ana karargâhta yazılmıştı, operasyonun.
İlker Paşa’cık bütün bunlara gözünü kapıyor, korkusundan. Operasyonun yerel sorumlusu olarak sadece Feto’nun cemaatini gösteriyor. Oysa, aşağıda okuyacağımız metinde de netçe görüldüğü gibi, bu aşağılık ihanet operasyonuna karşı çıkan namuslu yargıçları hemen görevlerinden alıyordu, Tayyipgiller. Onların yerine de Feto’nun yargıç maskeli cemaat mensuplarını atıyordu.
İsterseniz bu konuda da bir hafıza tazelemesi yapalım. Okuyalım, aşağıda alıntıladığımız yazıyı:
“Türkiye’nin son yıllarına damga vuran Ergenekon davası süreci boyunca en çok konuşulan konulardan biri de görevden alınan hâkimlerdi.
“Odatv o hâkimlerin listesini derledi…
“İşte o hâkimler ve görevden alınma süreçleri:
“Zafer Başkurt: İstanbul Özel Yetkili 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkanıydı. Balyoz davasına bakacaktı. Ancak davanın başlamasına 2 gün kala görevden alındı. Gebze’ye düz hâkim olarak atanan Başkurt, görev yerine gitmedi ve istifa etti.
“Erkan Canak: İstanbul Özel Yetkili 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkanıydı. Dursun Çiçek ve Mehmet Haberal’ın tahliyesi yönünde oy kullandı. Görevden alındı ve Sakarya’ya düz hakim olarak atandı. Görev yerine gitmedi ve istifa etti.
“Oktay Kuban: İstanbul Özel Yetkili 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin üye hâkimiydi. Nöbetçi olduğu sırada baktığı Balyoz davası dosyasında, 21 sanığın tahliyesine karar verdi. İsteği dışında Eskişehir’e atandı.
“Necat Ede: İstanbul Özel Yetkili 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin üye hâkimiydi. Emekli Orgeneral Hurşit Tolon’u tahliye etti. Mehmet Haberal’ı da tahliye edeceğine dair yandaş medyada haberler çıktı. Ede, “kurumsal baskı altındayım” diyerek görevden ayrılmak istedi. Bakırköy’e hâkim olarak atandı.
“Mehmet Faik Saban: İstanbul Özel Yetkili 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin üye hâkimiydi. Dursun Çiçek’in Ergenekon davasında tahliyesine karar verdi. İsteği dışında Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi.
“Yılmaz Alp: İstanbul Özel Yetkili 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin üye hâkimiydi. Balyoz davası kapsamında 26 askerin tahliyesi yönünde oy kullandı. Özel yetkileri kaldırıldı ve Fatih Adliyesi’ne atandı.
“Tuncay Aslan: İstanbul Özel Yetkili 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin üye hâkimiydi. Balyoz davası kapsamında, tıpkı Yılmaz Alp gibi tahliye yönünde oy kullandı. Özel yetkieri kaldırıldı, Bakırköy 5. Çocuk Mahkemesi’ne atandı.
“Erol Tatar: Ankara Özel Yetkili 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin üye hâkimiydi. Bülent Arınç’a suikast soruşturması kapsamında gözaltına alınan ve tutuklanması talep edilen üç subayı serbest bıraktı. Özel yetkileri kaldırıldı ve Asliye Ceza Mahkemesi’ne atandı.
“Selda Kutluata: İstanbul 12.Ağır Ceza Mahkemesi üye hâkimiydi. Ergenekon soruşturması kapsamında emekli orgeneral Hurşit Tolon’un yeniden tutuklanmasına yönelik talebi reddetti. Düz hâkim olarak Bakırköy Adliyesi’ne atandı.
“Köksal Şengün: İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi Başkanıydı. 1’inci, 2’nci ve 3’üncü Ergenekon Davaları’nda yargılanan sanıklardan büyük bir bölümünün tahliyesi gerektiğine dair 2009 yılından itibaren muhalefet şerhi verdi. Mahkeme Başkanlığı görevinden alınarak, tenzili rütbe ile Bolu Hâkimliği’ne atandı.
“Şeref Akçay: İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanıydı. Balyoz davası, Odatv soruşturması ve Devrimci Karargâh Evleri davasında ardı ardına muhalefet şerhleri verdi. Eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay ile ilgili soruşturma kapsamında daha önce tutuklanmalarına karar verilen avukatları tahliye etti. Önce adliyedeki meslektaşlarının yoğun tepkisine maruz bırakıldı, selam dahi verilmedi; ardından da emekliye ayrılmak zorunda kaldı.
“Odatv.com” (http://odatv.com/isim-isim-hangi-hakim-neden-gorevden-alindi-1312121200.html)
Evet, arkadaşlar. Gerçek bu…
İlker Paşa, “Ergenekon Davası” adlı CIA Operasyonlarında ve 15 Temmuz’daki FETÖ ile Tayyipgiller arasındaki kanlı Ganimet Paylaşım Savaşında, her ne kadar Tayyip ve AKP’giller’in oynadığı ihanet rolünü itiraf edemese de, CIA’nın, dolayısıyla da ABD’nin bu operasyonlardaki başat rolünü ortaya koyma cesaretinde bulunur olmuştur. Eh, bu da bir gelişmedir, Paşa’mız için. Her ne kadar yaşı genç olmasa da ileride biraz daha cesaret biriktirirse, ya da Tayyipgiller de Feto gibi iktidardan tekerlenirlerse, onların da bu ihanet operasyonlarında yer aldığını itiraf edebilir.
Şimdi, Paşa’nın bu operasyonlardaki belirleyici ve hatta kurgulayıcı, projelendirici ve yönetici rolünü açıkça ortaya koyan şu konuşmasını izleyelim, ya da tapesini okuyalım:
https://youtu.be/DtofqmuF9EQ
***
Videonun Tapesi:
İlker Başbuğ: Siz yabancı bir ülkesiniz ve o ülkedeki silahlı kuvvetlerin güçlü olmasından, varlığından milli menfaatleriniz açısından pek hoşnut değilsiniz.
O silahlı kuvvetlerin bir noktada ne yapılması lazım?
Askeri vesayete takıldı Türkiye ama amaç Silahlı Kuvvetlerdir. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri için önemli olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin Türk Milleti gözündeki itibarı, güveni… Bu itibar ve güveni dibe vurdurduğunuz, ne kadar vurdurursanız Silahlı Kuvvetlerin gücüne o kadar zarar verirsiniz. Şimdi yaşadık biz bunu.
Bunu nasıl yaparsınız?
İlk önce bu ordu, Türk Silahlı Kuvvetleri terörle mücadelede başarılı değildir.
Ahmet Hakan: Diyerek yaparsınız…
İlker Başbuğ: Yaptılar, yaptılar. 2007’de yaptılar, Dağlıca olayıyla başladılar.
Ahmet Hakan: Tamam bunu yaptılar, başka?
İlker Başbuğ: Başarı elde edebildiler mi?
14 Temmuz 2016’da Türk Silahlı Kuvvetleri terörle mücadeledeki başarı noktasında neredeydi? Tepe noktalarındaydı.
İkinci yapacağınız şey nedir biliyor musunuz?
Yargı yoluyla sahte deliller, komplolar vs.ler yaparsınız, Türk Silahlı Kuvvetlerini çete gibi gösterirsiniz, komutanlarını, generallerini çete gibi gösterirsiniz, yargı yoluyla hapislere atarsınız, Silahlı Kuvvetlerden elemine edersiniz, onların yerine kendi adamlarını getirttirirsiniz. Oldu mu, oldu. Fakat Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarına zarar getiremediler yine.
Ahmet Hakan: Bunu yaparak. Çünkü inandıramadılar.
İlker Başbuğ: Neye inandıramadılar?
Bugün Ergenekon Davası, Balyoz Davası, Odatv, Casusluk…
Ne oldu, ne denildi, bütün Türk Milleti, 70 milyon şunu dedi:
Aaa benim orduma oyun oynanmış. Dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetleri bu yargı sürecinde itibarını kaybetmedi ama gücünü kaybetti.
Ahmet Hakan: Peki, itibarını kaybetmesi için ne yapılması gerekiyordu?
İlker Başbuğ: Bu da olmadı.
Ahmet Hakan: Terörle Mücadelede başarılı değil, dediler, olmadı. Bunlar çete dediler ordu içinde, bu da tutmadı.
İlker Başbuğ: Üçüncü model…
Ahmet Hakan: Darbe…
İlker Başbuğ: Yalnız bu dediklerim Güney Amerikada uygulanan modeller. Ben bunu 2009’da bir toplantıda anlattım. Yani Silahlı Kuvvetlere karşı…
Üçüncü model nedir biliyor musunuz?
Silahlı kuvvetleri darbe yapmaya teşvik edersiniz, provoke edersiniz.
Ahmet Hakan: Şimdi bir dakika. CIA bunu yapabilir, yabancı istihbarat örgütü Türk Silahlı Kuvvetlerindeki Fettullahçı cuntayı provoke eder, hadi aslanlarım bir darbe yapın diyebilir.
Onların başarısız olacağını bilir mi?
İlker Başbuğ: Hıı, tamam. Çok güzel yine bir şeye geldiniz, püf noktası mı diyeceğiz, işin tam önemli noktasına geldik. Bakın bir silahlı kuvvetlerin tam dibe vurmasını isterseniz son model budur. Darbeye teşvik edersiniz, provoke edersiniz, başlatırsınız ama o darbenin başarısız olması için bütün tedbirlerinizi alırsınız.
Ahmet Hakan: İstihbarat Örgütü olarak. Peki, Fettullah bunu bilmiyor muydu yani bunun başarılacağına mı inanıyordu?
İlker Başbuğ: Başarılacağına inanabilir de, inanmayabilir de. Ama bir noktada o kullanılıyor.
Ahmet Hakan: Peki, o kadar generaller kendi hayatlarını ortaya koyarcasına böyle bir şeyi başarmak üzere gitmiyor mu?
İlker Başbuğ: Şu andaki şeyler bilemiyoruz, Silahlı Kuvvetler, bazıları B kadrosu vs. diyenler var. Esas kadro acaba nerede? Bu da önemli bir nokta biz hep asker üzerinde duruyoruz. Ya bir de bunun esas Fettullah Gülen Cemaatinin bu olayları organize eden, tırnak içinde imam diyorlar değil mi? Esas onlar var, esas belkemiği o.
Nerede bu imamlar?
Ahmet Hakan: Yakalanıyor bazıları.
İler Başbuğ: Ya nerede yakalanıyor? Bazıları yakalanıyor ama şimdi bakın, Akıcı üssünde birisi yakalandı.
Ahmet Hakan: Bıraktılar sonra…
İlker Başbuğ: Nasıl bırakıyorlar?
Adli kontrolle bırakıyor. Kaçtı adam. Zaten büyük imamların büyük kısmı başarısız olduğu anda kaçtı.
Yani esas siz Iceberg’in üzeriyle boğuşuyorsunuz ama alt tarafa ne kadar gidiyorsunuz?
Ayrıca bu cemaatin Amerika’daki istihbarat örgütleri tarafından kullanıldığını da kabul etmek zorundayız. Dolayısıyla darbeye iteceksiniz ama başarılı olmasını engelleyeceksiniz.
Ahmet Hakan: O zaman yabancı istihbarat için amaç Türk Silahlı Kuvvetlerini dibe vurdurmak.
İlker Başbuğ: Aynen…
Ahmet Hakan: Vurdu mu şu anda dibe?
İlker Başbuğ: Evet, şu anda kötü bir noktada. Dibe vurdu çok zor yani. Dibe vurdu lafını tabiî sevmiyorum ama Türk Silahlı Kuvvetleri Cumhuriyet Tarihinin en zor durumunda.
Ahmet Hakan: İtibar açısından…
İlker Başbuğ: En zor durumda imkan, kabiliyetler, moral, motivasyon açısından en kritik noktada.
Ahmet Hakan: Peki, CIA’nın amacı bu muydu?
İlker Başbuğ: Evet yani bu 15 Temmuz 2016 Kalkışmasının ana hedefinin bu olduğu kanaatindeyim.
Ahmet Hakan: Neden böyle bir şey yapılıyor?
İlker Başbuğ: Çok güzel… Suriye’ye bakın, öncelikle bir Suriye’ye bakın. Suriye’de neler oluyor?
Ahmet Hakan: Yani güçsüz bir ordu mu Ortadoğu politikasını onlar açısından daha iyi yapacak? Güçsüz bir Türk Ordusu ile mi Suriye, Ortadoğu politikalarını geliştirmek istiyorlar? Bu mu?
İlker Başbuğ: Yani, tabii bir noktada evet. Ben bu yaşananları yine de Türkiye’nin Güneyindeki yeni yapılanmalara yani uluslararası resimle bağlantılı olduğu kanaatini taşıyorum.
***
Gördüğümüz gibi, arkadaşlar, Paşa, çok büyük bir gelişme göstermiş bulunsa da olayın çapını ve derinliğini tümüyle göremiyor, kavrayamıyor. BOP’tan hiç söz etmiyor mesela. Yeni Sevr’den hiç söz etmiyor. ABD’nin, Pentagon’un ve CIA’nın stratejik hedefi-amacı; “Yeni Sevr” ya da “BOP”tur. İşte Türkiye’yi o cehenneme sürükleyip imha edebilmek için Türk Ordusu’na, Mustafa Kemal Gelenekli laik bilim insanlarına, aydınlara, gazetecilere yönelik bu operasyonları yapmıştır CIA. Ve Türk Ordusu’nu, İlker Başbuğ’un da dediği gibi itibar-saygınlık, güvenilirlik, özgüven, kendilik değeri ve savaş gücü açısından Cumhuriyet Tarihi’nin en zayıf olduğu duruma düşürmüştür. Hiçbir dönemde Türk Ordusu bu kadar hırpalanmamıştı, yaralanmamıştı, güçsüzleştirilmemişti. Adeta kurt dalamış keçi sürüsüne döndürülmüştür, Türk Ordusu.
Tayyipgiller, birkaç gün önceki 15 Temmuz afişlerinde de görüldüğü gibi, açıktan Şeytanlaştırmışlardır Türk Ordusu’nu. Ordu, onlar için hâlâ en önde gelen düşmandır. Zaten de, hiçbir saygınlık bırakmamışlardır Orduda. Ordunun en üst kesimdeki generalleri bile Tayyipgiller tarafından şamar oğlanı muamelesine tabi tutulmaktadır.
Böyle bir ordunun hiç caydırıcı etkisi olabilir mi?
Daha önce de yazmıştık birkaç defa; Suudi sosyal medya kullanıcıları bile dalga geçmektedirler artık Türk Ordusu’yla. Çırılçıplak, ters kelepçeli, at ahırlarına doldurulmuş, balık istifi yatan asker görüntülerini paylaşarak…
Daha önce de söyledik; Tayyipgiller de dahil olmak üzere tüm Ortaçağcı şeriat düzeni özlemcisi hareketlerde ordu düşmanlığı, Mustafa Kemal, Laiklik ve Kuvayimilliye düşmanlığıyla eşittir.
İşte Tayyip’in 15 Temmuz akşamı meydanlara doldurduğu sözde demokrasi kahramanlarının ellerindeki şu dövizlere bir bakın. Taşıdıkları bu dövizlerde; “Zulüm 1938’de bitti” diyeni mi ararsınız, “80 yıllık zulüm düzeni” diyerek Mustafa Kemal ve Laik Cumhuriyet’e hayâsızca saldıranları mı ararsınız…
İlker Başbuğ, 15 Temmuz sonrası Tayyipgiller’in, ordunun ağır yaralı da olsa ayakta kalmış son bölümüne indirdiği ağır darbelerden hiç söz edemiyor. Korkuyor çünkü… Tayyipgiller’le Feto’nun aynı stratejik hedefe sahip olduklarını da söyleyemiyor. Malum; her ikisi de Ortaçağcı şeriat düzeni özlemcisidir.
İlker Başbuğ, Tayyipgiller’in de tıpkı Feto gibi CIA tarafından, Pentagon ve Washington tarafında kullanıldığını da söyleyemiyor. Ne diyelim… Paşa, cesaret fukarası…
Oysa Feto’ya göre de, Tayyipgiller’e göre de düşman aynıdır: Laik Cumhuriyet’tir, Mustafa Kemal’dir, İsmet İnönü’dür, Tam Bağımsızlıktır ve Birinci Kuvayimilliye’dir.
Bunlara göre laiklik, dinsizliktir. Laikliği savunanların tümü de dinsizdir, bunların gözünde. Dolayısıyla da katledilmesi gereken düşmanlar kategorisindedir.
İşte böyle yetiştiriliyor bunlar, Kur’an Kurslarında, Tarikat yuvalarında, İmam Hatip Okullarında, İlahiyat Fakültelerinde. Bunlara öğretilen, Muaviye ve Yezid Dinidir. Hz. Muhammed ve Kur’an İslamı’nın Ruhu asla yer almaz, bunların savunduğu İslam’da.
Tayyipgiller’le birlikte artık, bu Muaviye-Yezid kökenli din, yeni bir dine dönüşmüştür: Hırsızlar Dinine dönüşmüştür. Hırsızlık, yolsuzluk, yalan, dümen, kamu malı aşırma, iftira, haksızlık, hukuksuzluk meşrudur, bunların yarattığı bu yeni dinde.
Saygıdeğer arkadaşlar;
Hep söyleyegeldiğimiz gibi, NATO, Türk Ordusu’nun komutanlarının sadece zihinlerini değil, yüreklerini de boşaltmıştır. Cesaretlerini de alıp götürmüştür, büyük ölçüde.
“Ergenekon Davası” adlı CIA Operasyonunun mağduru ve kurbanı olmuş generallere bakın bir. Neredeyse tamamına yakını Tayyipgiller safındadır şimdi. Tayyipgiller’in bu ihanet sürecindeki rollerini yok saymaktadırlar adeta. Ve onlara şakşakçılık etmektedirler. Yazıklar olsun…
İşte, Türk Ordusu’nu
n laik ve Mustafa Kemal’ci geçinen komutanları gerekli cesarete sahip olabilmiş olsalardı, ne Pensilvanyalı FETÖ, ne de Tayyipgiller İktidarı ve ne de bu iki yerli hain gücün arkasındaki CIA orduya bu saldırıları yapamazdı, yapmaya kalkışamazdı. Kalkışsa bile asla başarılı olamazdı. Buna izin vermezdi o komutanlar.
Biz, “Ergenekon Davası” adlı CIA Operasyonu başladığı andan itibaren olayı gördük ve bunun hedefindeki askerlerin, komutanların ne yapması gerektiğini açıkça ortaya koyduk. Bu CIA Operasyonunun ancak böyle karşı konarak püskürtülebileceğini, boşa çıkarılabileceğini söyledik. Ama bir teki olsun dediğimizi yapmaya cesaret edemedi…
Konuya ilgi duyan arkadaşlar, “CIA Yönetimindeki Kontrgerilla-Süper NATO ve Yine CIA’nın Örgütlediği ‘Ergenekon Davası’ Saldırısı” adlı kitabımıza bakabilirler.
Biz daha önce de hep söyledik ya; cesaret de bir vatandır bizim için, diye… Eğer cesaret vatanına sahip değilseniz, maddi vatanınızı da savunamazsınız, koruyamazsınız, diye… Öyle işte…
İlker Başbuğ, dikkat ederseniz, konuşmasında; başarısızlığa mahkûm bir darbe planı hazırlayıp FETÖ’cü askerlerin eline vermişti CIA, diyor. Bu çok doğru bir tespittir.
Ama ne zaman diyebiliyor bunu?
15 Temmuz’dan 1 yıl sonra…
Biz ne zaman gördük ve gösterdik, yani yazdık bu gerçeği?
15 Temmuz’un hemen 1 gün sonrasında. Yani 16 Temmuz 2016 tarihli yazımızda. Ondan sonraki birkaç yazıda da aynı tespiti yeri geldiği için belirttik. Görelim bunu:
“Hep söyleyegeldiğimiz gibi, AKP’giller’in de Pensilvanyalı İmam’ın tarikatına dahil olan kadroların da tümüyle yapımcısı ve yöneticisi ABD’dir, CIA’dır, Pentagon’dur, Washington’dur. Bu her iki güç de ona bağlıdır ve onun emrinde çalışır, ona hizmet eder.
“Dünkü son hesaplaşmada CIA, AKP’giller’den yana tavır koydu. Pensilvanyalı’nın örgütlediği askeri güçlerin hezimete uğramasını sağladı böylelikle. Öyle görülüyor ki bir süre daha AKP’giller’i kullanmaya devam edecek. Dün deliğe süpürebilirdi onları. Ama tersini yaptı. Bu, Tayyip Erdoğan ve AKP’nin ABD Emperyalistlerine kusursuz bir biçimde hizmetini sürdürmesinin sonucudur. Ee, adam hizmette kusur etmiyor. 1950’den bu yana yine CIA’nın İslam ülkelerinin boynuna taktığı bir lanet halkası olan “Yeşil Kuşak Projesi”nin ürünü; düşünmekten, olayları görüp kavramaktan alıkonmuş, bir anlamda afyonlanmış, morfinlenmiş insanların da oyunu alabilmektedir rahat bir biçimde.
“Öyleyse niye değiştirsin bu adamı?
“Kullanabildiği kadar kullanır. Yine hep tekrarladığımız gibi, Türkiye’de iktidarları getiren de götüren de ABD’dir. Sandıktan kimlerin milletvekili olarak çıkarılacağını belirleyen de odur. Seçimler filan bir hile, bir dümen, bir oyundur. Bir aldatmacadır. Bu bakımdan Türkiye’de demokrasinin zerresi yoktur. Çünkü halk seçmiyor, halkın düşünme, algılama, görme, tanıma ve bilinçli bir seçim yapabilme hakkı yoktur.
“Bu sebepten bazı burjuva yazarçizerlerin ve siyasilerin yaptığı gibi bu hesaplaşmadaki Pensilvanyalı’nın kadrolarını darbeci, AKP’giller’in güçlerini ise demokrat olarak tanımlamak son derece yanlıştır. Gerçekle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Tekrarlayalım ki, bunların ikisi de ABD yapımıdır, onun yönetimindedir ve ona hizmet etmektedir.” (Nurullah Ankut, Kanunsuzlar, s. 23-24)
Biz, bilimin gücüyle, bilimin olayların üzerine düşürdüğü ışığın aydınlatmasıyla netçe görüp, kavrayıp, değerlendirebiliyoruz olayları. Yine hep söylediğimiz gibi, bilimin görevi önceden görmektir ve net görmektir. Bilim bu işe yarar. Ona sahip değilseniz, önceden görmek bir yana, olayları yaşadıktan sonra bile doğru dürüst görüp kavrayamazsınız. Çünkü her olayın görünüşüyle gerçekliği birbirinden farklıdır. Bilim, görünüşün yani olayın Kabuğunun altına inip işin Özünü, Ruhunu gösterir bize…
Sözümüzü yine altın değerindeki şu sloganımızla noktalayalım isterseniz:
Katil Amerika, Ortadoğu’dan defol!
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
20 Temmuz 2017
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı