Genel Başkan’ımız Nurullah Efe Ankut’un 14 Mayıs Seçimlerine yönelik değerlendirmesi

Saygıdeğer Yoldaşlarım;

Sonuçtan bakarak bu seçimi değerlendirirsek; bir yönüyle kaybetmiş gibi görünüyoruz. Çünkü mücadelemizin karşılığı olan oyu alamadık…

Fakat biz bütün konuşmalarımızda söylediğimiz gibi, oy moy derdinde değildik.

Neyi amaçlıyorduk?

Sadece halkımıza gerçekleri, ülkemizin içinde bulunduğu, içine düşürüldüğü felaketten kaynaklanan gerçekleri; başımızdaki ve tüm siyasi ortamı sağlı sollu kaplamış Amerikan yapımı hain, satılmış siyasetçilerin iç yüzünü ve ABD Emperyalizminin kanlı, saldırgan içyüzünü açıklamayı istiyorduk. Ve bunu anlamasını istiyorduk halkımızdan.

Zaten Meclise girmek de bizim için sadece bu amacımızı gerçekleştirmeye yönelik bir imkân sağladığı için önümüze koyduğumuz bir hedefti. Yoksa Burjuvazinin Meclisi, Lenin’in tanımıyla; “Burjuvazinin Ahırı”dır. Oradan halka yarar, halkı mutlu edecek bir karar çıkmaz. Orada ancak halka zulüm ve soygun uygulama anlayışını formüle edecek yasalar çıkarılır. Biz bilimin ışığında böyle görüyoruz Burjuvazinin Meclislerini.

Ama orası bizim için tüm halkımıza sesimizi duyuracağımız bir kürsüydü. O bakımdan biz seçimlere giriyoruz ve Meclise de girebilmek için mücadele ediyoruz. Bu amacımıza yaklaşamadığımız için seçimi kaybetmiş görünüyoruz.

Fakat arkadaşlar; biz hep söyleyegeldiğimiz gibi, ar dünyasında, onur dünyasında yaşıyoruz. Burjuva siyasetçileri gibi kâr dünyasında, çıkar dünyasında yaşamıyoruz biz. Biz insanız. İnsani değerler, vicdani değerler, teorimizin değerleri, prensipleri bizim için her şeydir. Biz zerre miktarda bu değerlerimizden taviz veremeyiz, esneyemeyiz. Bunun mücadelesini yapıyoruz biz. 1967’den beri, 56 yıldan bu yana, devrimci kavgaya girdiğimizden bu yana, hep bu doğrultuda savaştık, mücadele ettik biz. İnsanlığımızın hakkını ancak bu şekilde verebileceğimize inandık.

Hatırlarsınız; Antik Yunan’da Sokrates’i yargılıyor Atina’nın yöneticileri, egemenleri. Diyorlar ki; “Sen gençleri baştan çıkarıyorsun, bizim Tanrılarımıza saygısızlık ediyorsun, Atina’ya yeni Tanrılar getirmeye kalkışıyorsun. Bu sebepten sen suçlusun. Bundan vazgeçeceksin ya da seni cezalandıracağız.”

Sokrates diyor ki; “Ben, siz zalimlerin, zulümkârların devletinin başına musallat olmuş bir at sineğiyim. Beni susturamazsınız, benden kurtulamazsınız, sizin yanlışlarınızı, eksikliklerinizi, kötülüklerinizi, halka anlatmak benim ahlaki erdemlerim gereğidir, değerlerim gereğidir. Ben bundan vazgeçersem kendime saygım kalmaz.”

Diyorlar ki; “O zaman sen Atina’yı terk et, başka bir Kent Devletine git.”

“Hayır”, diyor. “Ben eğer kötü bir insansam, içinde doğup büyüdüğüm şehir beni kötü olduğum için dışarıya atıyorsa, vardığım yerlere de kötülük etmiş olurum”, diyor. “Ben asla şehrimden ayrılmam”, diyor.

Onun üzerine, biliyorsunuz, baldıran zehri içirtilerek ölüme mahkûm ediyorlar Sokrates’i şehrin egemenleri. İnfaz öncesi attıkları hücreden de kaçıp gitmesi için her türlü serbestliği sağlıyorlar. Ama böyle bir şeye asla yeltenmiyor Sokrates.

Sokrates’i ölüme mahkûm edenlerin adlarını kimse bilmiyor bugün. Ama iki bin beş yüz yıldan bu yana Sokrates Ahlâkı, Erdemi diye bir erdem, tüm Felsefe Tarihinde anlatılır. Ahlâki değerler sisteminde yer alır, öğretilir Etikte, Ahlâk Öğretisinde.

Yine Ortaçağ Engizisyonunun ölümle yargıladığı değerli, onurlu, bilim insanı Giordano Bruno hiç esnemeden, korkuya kapılmadan direnir ve erdemlerini savunur, Engizisyon karşısında. Malûm; Giordano Bruno, Hristiyanlık başta olmak üzere, bütün diğer dinlerde anlatılan, ortaya konulan evren anlayışına karşı çıkar.

Nedir bu dinlerin evren anlayışları?

Dünya merkezli bir anlayıştır. Güneş ve Ay, Dünya’nın etrafında dönerler. Evrenin merkezi Dünya’dır onlara göre, din kitaplarına göre. Ama Giordano, bilimin ışığında bu evren anlayışına karşı çıkar. Dünya’nın tam din kitaplarında anlatılanın tersine; Güneş’in bir uydusu olduğunu, Ay’ın ve Dünya’nın Güneş’in etrafında döndüğünü ortaya koyar. Bu sebeple de Engizisyon, onu kutsal kitaba karşı çıkmakla, başkaldırmakla, isyan etmekle suçlar ve ölüme mahkûm eder.

Ama yargılama sonrasında meydan okur Bruno; “Siz, beni ölüme mahkûm eden Ortaçağcı papazlar! Şu anda siz benden daha çok korkuyorsunuz!”, der. Ve Bruno, Bilim Tarihinin en onurlu insanları arasında yer alır.

Sözü uzatmadan yakın tarihimize gelirsek, arkadaşlar…

Denizler yargılanırken, 12 Mart Faşist Cuntasının yargıç maskeli cellatları, Denizler’in avukatlarına teklifte bulunurlar. Derler ki; “Gençler af dilesinler, özür dilesinler, biz onları asmaktan vazgeçelim.”

Denizler bunu tartışmadan, şiddetle reddederler.

Denizler’i idama mahkûm edenlerin adları sanları bilinmiyor. O aşağılık Amerikan kuklası cellatlar ebediyen yok olup gittiler. Ve lanetle anılıyorlar sadece. Ama Denizler, Türkiye Devrim Tarihinin en onurlu sayfalarında yer almaya devam ediyorlar, bundan sonra da hep devam edecekler.

Mahirler’i Kızıldere’de bir evde kuşattıkları zaman yine faşist cuntanın cellatları -Mehmet Eymür de o cellatların yöneticilerindendi- teslim ol çağrısı yaparlar Mahirler’e, teslim olun, derler.

Mahir’in cevabı; “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik”, şeklinde olur ve onurluca şehit olurlar yoldaşlarımız.

Önderimiz Hikmet Kıvılcımlı, bütün işkence odalarından alnının akıyla çıkar ve kendisini yargılayan faşist mahkemelerin önünde Marksizmin-Leninizmin yüce ideolojisini yüreklice savunur.

Biz, işte bu kuşaktanız, arkadaşlar. O bakımdan ahlâki, vicdani erdemlerimiz ve teorimizin prensipleri bizim için her şeyin önünde gelir. Ve biz bunları hep savunmaya adadık ömrümüzü, bunlardan asla bir esnemede bulunmadık, bir tavizde bulunmadık.

İşte bu bakımdan bu seçimlerde de halkımıza sadece dünyanın, bölgemizin, ülkemizin gerçeklerini anlattık. Ve çıkış yolunu gösterdik.

Dedik ki; tüm insanlığın olduğu gibi ülkemizin de başdüşmanı, insan soyunun en büyük celladı olan ABD Emperyalizmi, onun müttefiki Avrupa Birliği Emperyalistleri ve ülkemizdeki yerli işbirlikçileridir. Bunları defetmeden Türkiye asla olumlu bir adım atamaz. Bağımlılığından kurtulamaz, kendi kendini yönetir hale gelemez. Birincil görev, boynumuza dolanmış bu lanet halkasını çıkarıp, fırlatıp atmaktır, dedik.

Bu prensiple savaşa girince de ABD Emperyalizminin ülkemizde ele geçirdiği bütün kurumları bizi düşman ilan etti. En sağcısından en solcusuna kadar bizi düşman görürler. Medyası, en yandaşından en muhalif geçinenine kadar bizi düşman görürler. İletişim çağındayız ama bize medyada, Parababaları medyasında öngörülen en ağır cezayı uygularlar: Görmemek. Yani “susuş suikastı”yla bizi yok etmek, öldürmek isterler. Ve bu cezayı uyguladılar bize.

Böyle olunca, görünmez oldu bütün mücadelemiz, bütün eylemlerimiz. Yoksa biz karıncalar gibi her gün durup dinlenmeden mücadele ediyoruz, savaşıyoruz ABD Emperyalizmine karşı, onun Türkiye’deki ortakları olan yerli Parababalarına ve siyasilerine karşı.

İşte bu ayın 25’inde Tayyip’in açtığı bir dava var, “Cumhurbaşkanına Hakaret” suçlamasıyla. Onun ilk duruşmasına gireceğiz. 29’unda Ankara’da açtırdığı bir dava var, aynı TCK Madde 299’dan. Onun duruşmasına gireceğiz. 30’unda yine İstanbul’da açtırdığı bir dava daha var 299’dan, onun duruşmasına gireceğiz. Yani bunlar, sadece 15 gün içinde gireceğimiz davalar ve hesaplaşacağımız duruşmalar.

Tabiî biz oralarda yargılanmıyoruz, yargılıyoruz. ABD yapımı çıkar amaçlı mafyatik bir suç örgütünden başka hiçbir şey olmayan Tayyipgiller iktidarının işlediği binbir suçu ortaya koyarak onları yargılıyoruz. Bu anlayışımızdan dolayı da şu ana kadar bize 11 yıl 8 ay ceza verdirdiler. Açtırdıkları, sürmekte olan davalarda ise 28 yıla kadar ceza istemektedirler hakkımızda.

Ve biz hep ne dedik?

Ya bu mafyatik, ABD yapımı suç örgütünü ve onun elebaşısı Tayyip’i Çelik Bilezikle tanıştıracağız ya da biz ömrümüzü onun Silivri Zindanında tamamlayacağız. Hepsi hoş geldi sefa geldi, dedik. İşte kavgamız, hattımız, mücadelemiz, davamız budur, arkadaşlar.

Metalar, mallar açısından baktığımız zaman; hepsinin bir çakması var, sahtesi var, değil mi?

İşte solun, sosyalistlerin de çakması var. ABD ile kucak kucağa, kol kola iç içe geçmiş “Yeşil Sol Parti” adlı Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi PKK’nin legal plandaki temsilcisi, kendini sol olarak adlandırıyor. Ve biz buna “CIA Solu” diyoruz. Ve onun kucağında oynayan, dolayısıyla onunla birlikte ABD’yle iç içe olan ve ABD yörüngesinde dolanan ve bu HDP’nin, Yeşil Sol Parti denen Amerikancı partinin ideolojisinden zerrece farkı bulunmayan “TİP” adlı proje partisi de bir çakma sol partidir. Daha doğrusu CIA Sosyalizmi yapan bir partidir. İşte Parababaları medyası, Amerikancı medya bunu öne sürdü ve deprem profesörlerini sollayacak şekilde bunları ekrandan ekrana koşturarak, reklamını yaptı, pazarladı. Böyle olunca da bilinçsiz insanlarımız kandı bunların yalanlarına.

ABD Emperyalist Haydudu bütün sömürü ve zulmünü uygulayabilmek için ahlâki değerler sistemini yıkar. Ahlâki bir çöküntü yaratır toplumda, insanları uşaklaştırır, kullaştırır. Yani hırsızlık, yolsuzluk, dümen, hile, yalan yadırganmaz olur. İnsanlar kanıksar hatta benimser bunları, arkadaşlar. Yani ahlâksızlığı ahlâk sanır insanlar ve ahlâki bir çürüme yaratır. Ve böyle bir toplumu çok daha kolayca sürü hayvanları gibi kullanır, sömürür, ülkesini de sömürgeleştirir, arkadaşlar.

Aynı zamanda ABD Emperyalist Haydudu zihni bir çürüme de yaratır. İnsanları cahilleştirir. Sorgulayan, araştıran, aydınlık düşünen bir akıldan, bir zihinden yoksun bırakır insanları. Başka türlü ifadelendirirsek; “Kul Kişilik” yaratır. “Özgür Kişilik” değil de “Kul Kişilik” yaratır, arkadaşlar. Bilmeyen, sorgulamayan ama inanan, kanan bir kişilik yaratır.

İşte ne yazık ki aydın geçinen insanlarımızın çoğu da ve medyada her akşam dinlediğiniz muhalif geçinen insanların çoğu da bu kategoriye girer, arkadaşlar. Yani hem ahlâki değerler yönünden, hem zihni değerler yönünden bir çürüme ve bir körleşme, bir bozulma yaşayan insanlardır bunlar. İşte bu şekilde bir ablukaya alındı mı insanlar, kolayca, bir hayvandan daha kolay yönlendirilebilir, kandırılabilir.

Hitler’in meşhur Propaganda Bakanı Goebbels’in dediği gibi: “Bu yöntem sistemlice uygulandığı anda, kitleler hep beş yaşındadır.” İşte o hale getirmiştir insanlarımızı ne yazık ki ABD Emperyalist Haydudu.

Ve bütün zulmüne, hırsızlığına, yolsuzluğuna, ihanetine rağmen Tayyip ve avenesinden oluşan, amigolarından oluşan mafyatik suç örgütü yine birinci partidir ve Tayyip yine en çok oyu kazanan partidir. Bu da açıkça, netçe gösteriyor ki toplumumuzda ve insanlarımızda da bir ahlâki çürüme, bir zihni körleşme ve bir anlamıyla “kafayı yakma” durumu söz konusu olmuştur.

Tabiî Ortaçağ doğmalarından oluşan dini eğitim de insanlarımızda kul bir kişilik oluşturur. Sorgulayan aklı, düşünen aklı ortadan kaldırır. Böylece ülkemiz bir anlamda ideolojice karantinaya alınmış bir deliler koğuşuna dönüştürülür.

İşte böyle bir ortamda, böyle bir ülkede devrimci mücadele veriyoruz, savaş veriyoruz. Bu sebeple bu seçimde de karşılaştığımız sonuç pek şaşırtıcı olmadı bizim için. Ama biz insanlığımızın hakkını vermek için, Gerçek İnsan olarak kalabilmek için ve Gerçek Devrimci olarak kalıp yaşayabilmek için mücadelemize aynı inançla, aynı kararlılıkla, aynı heyecanla devam edeceğiz.

1967 yılında gencecik bir öğrenci olarak girdiğim devrimci mücadelede hangi heyecanları, kararlılığı, inancı, atılganlığı, cesareti taşıyorsak; bugün de 78 yaşımızın içinde aynıyız, arkadaşlar. Ve bu inancımızı, bu heyecanımızı toprağa taşıyacağız. Bizim için hayata, yaşama anlam veren biricik yaşama biçimi budur. Yani hiçbir şey götüremeyeceğiz öbür tarafa. O zaman insan olarak yaşayacağız, insani değerler sistemine sahip olacağız ve onu gözümüz gibi koruyacağız.

Nedir bu?

Yiğitliktir, mertliktir, cesarettir, adalettir, hakkaniyettir, doğruluktur, dürüstlüktür, insanları sevmektir, hayvanları sevmektir, doğayı sevmek ve korumaktır, ülkemizi, vatanımızı sevmek ve korumaktır. Bu değerler için mücadeleye devam edeceğiz. Bundan asla vaz geçemeyiz. Bundan vazgeçtiğimiz, uzak durduğumuz anda insanlıktan da vazgeçmiş sayılırız.

Hani ünlü şairimiz der ya, Edip Cansever;

Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak,

bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir.

Evet, kolay değil; güç iştir. Ancak bizim gibi bu değerler sistemini savunarak ve onun gösterdiği doğrultuda yaşarsanız, insan olarak bir tarihi yaşar ve bir ömrü tamamlamış olursunuz.

Hani ünlü ozanımız Neşet Ertaş da der ya;

“İnsan doğan yine insan ölseydi…”

Yani herkes insan olarak doğar ama insan olarak ölemez…

Evet, biz insan olarak, bir canlı türü olarak, insan olarak doğduk ama bu, insan olarak ölmemizin garantisini vermez bize. Onu her an korumak için mücadele etmeliyiz, fedakârlıkta bulunmalıyız ve her şeyi göze almalıyız.

İşte biz bu doğrultuda mücadele ediyoruz. Ve bütün gücümüzle, yoldaşlarım da aynen benim gibi, bizim gibi mücadele ettiler. Ama bizim için biricik alan sosyal medyaydı, afişlemekti, sesli propagandaydı meydanlarda ve TRT’de onar dakikalık iki konuşmadan ibaretti bizim halka ulaşabilmemizin yolları, imkânları. Ve bu imkânlarla da ancak böyle bir sonucu elde edebildik.

Bu yönden biz hep kazanırız. Çünkü insanlığımızı koruyarak yaşamımızı sürdürüyoruz. İnsan kalıyoruz biz. Ama onların hepsi, bize göre en sağından en soluna kadar insanlıktan çıkmış yaratıklardan oluşmaktadır.

Ve biz onlarla aynı varlık âleminden değiliz, arkadaşlar. Onların yaşadığı dünyada yaşamıyoruz biz. Biz ar dünyasındayız başta da söylediğimiz gibi, onlar çıkar, makam, koltuk, ün, poz, cukka ve küp doldurma dünyasında…

İşte bu sebeple şu anda sonuca bakarsak, rakamlara bakarsak, seçimde kaybetmiş görünüyoruz.

Ne yapalım… “Kader utansın” diyoruz biz.

Rusya’yı dünyanın en saygın ülkesi, en güçlü, en prestijli ülkesi yapan Lenin’in önderliğindeki Ekim Devrimi bile yıkıldı, çöktü. Ve Lenin’in heykelleri, Lenin’in ülkesinde iş makineleriyle yerlerinden söküldü. Boğazına kementler takılarak söküldü, götürülüp atıldı bir taraflara.

Türkiye’de çökmüş, parçalanmış Osmanlı’nın enkazı üzerinde özgür, bağımsız bir ulus yaratan Kuvayimilliye’ye önderlik eden ve yedi düveli dize getirerek, hezimete uğratarak yenen Mustafa Kemal, İnönü ve silah arkadaşlarına durup dinlenmeden söven, küfreden bir Tayyip ve avenesi 21 yıldan bu yana Türkiye’nin tepesine Amerika tarafından çöktürülmüştür. Ve o hainler güruhu hâlâ bu seçimde de en çok oyu almış ve birinci parti çıkmıştır. İşte böyle bir ülkede bizim gibi Gerçek Devrimcilerin bu sonuçla karşılaşması da herhalde sizler tarafından da doğal karşılanacaktır, arkadaşlar.

Ama hep sıklıkla söyleyegeldiğim gibi;

İlle de görmek için beklenmez güzel günler.

Beklemek de güzel…

Ve en güzeli, o güzel günlerin bir an önce gelmesi için kavgaya dalmak, savaşa dalmaktır.

Biz bunu hep yaptık ve yapmaya da devam edeceğiz.

O sebeple eninde sonunda tıpkı Birinci Kuvayimilliye’de olduğu gibi biz kazanacağız. Bugün kazanmış görünenlerin tamamının izi tozu kalmayacak memlekette ve onlar hain, Amerikan işbirlikçisi, satılmışlar olarak anılacaklar anıldıklarında da.

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

16 Mayıs 2023