Geliyorum diyen Deprem Felaketine yönelik hiçbir tedbir almayarak Halkımızın yaşamını hiçe sayan AKP’li ve CHP’li Belediyeler hakkında suç duyurusunda bulunduk

Başta 18 yıldır iktidarda bulunan AKP’ye bağlı belediyeler olmak üzere ülkemizin somut bir gerçekliği olan deprem konusunda hiçbir tedbir almayarak Halkımızın canını hiçe sayan belediyeler hakkında bugün İzmir’de suç duyurusunda bulunduk.

Adliye önünde bir basın açıklaması gerçekleştiren HKP Genel Sekreter Yardımcısı ve İzmir İl Başkanı Av. Tacettin Çolak, en son yaşanan İzmir Depremi Katliamında ve önceki depremlerde insanlarımızın hayatını kaybetmesinin sorumlusunun, başta AKP’giller olmak üzere bu hayati konuda gereken özeni göstermeyen, tedbirleri almayan Belediyeler olduğunu dile getirdi.

Çolak’ın yaptığı basın açıklaması sırasında kolluk güçleri müdahale etmeye çalıştı. Ancak başta Av. Tacettin Çolak olmak üzere HKP üyelerinin kararlı duruşuyla polis geri adım atmak zorunda kaldı.

Video oynatıcı

00:00
01:52
Video oynatıcı

00:00
00:49

Av. Tacettin Çolak’ın Bayraklı Adliyesi önünde yaptığı basın açıklamasını ve suç  duyurusu dilekçesini aynen yayımlıyoruz.

***

Yaşanan İzmir Deprem Katliamından ve hızla yaklaşmakta olan İstanbul Katliamından AKP’giller’le birlikte Yeni CHP de sorumludur.

Güzel İzmir’imiz 30 Ekim 2020 günü öğleden sonra büyük bir acı ile sarsıldı. Merkez üssü Sisam/Samos Adası olan 7,0 şiddetindeki Deprem Cinayetinde 115 canımızı kaybettik. 1034 insanımız yaralandı. 17 bina enkaz yığını haline geldi, yüzlerce bina ağır, orta ve hafif hasarlı durumda. Kullanılamayacağı söylenen124 binada yıkımlar başladı.

İzmir’de ve İstanbul’da şiddetli depremlerin olacağı ve buna karşı yerel yönetimlerin ve merkezi idarenin hazırlıklı olması gerektiği konusundan namuslu bilim insanları yıllardır uyarıyorlar.

Peki etkili ve yetkililer ya da 18 yıldır devletin iktidar koltuklarını işgal eden AKP’gillerle 1999 yılından bu yana 21 yıldır İzmir’de Belediyeleri elinde bulunduran Y-CHP ne yapıyorlar?

Kocaman bir hiç!…

Yaşanan ve yaklaşmakta olan bu katliam sonrasında merkezi hükümetin Bakanı “halkımız riskli binalarda oturmasın” diyerek manda tezeğinden iri laflarla tamamen geyik çevirmekte…

Reizleri ise; “Her nefis ölümü tadacaktır.” diyerek kaza-kader edebiyatı yapmakta.

Yani kendisi bu dünyanın bütün nimetlerinden eksiksiz yararlanırken, emekçi halkımızın yasadığı felaketleri ilahi güçlere bağlamakta ve “sabır ve dua” ile her türlü acının dineceği morfinini şırınga etmekte. Halkımızın aklıyla alay etmekteler.

Peki yerel yöneticiler ne yapmakta?

Sözde Belediye bünyesinde kurdukları Deprem Etüt Merkezleri ile 8-10 yıl önceden Bayraklı’da riskli bina tespitleri yapmışlar. Fakat Büyükşehir Belediyesi Kanunu, İmar Kanunu ve Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunlarda Belediyelere verilen görevleri yerine getirmedikleri gibi, Belediye eski Başkanı Hasan Karabağ kalkmış bir de; “bizim verdiğimiz raporlar tespit ve tavsiye niteliğinde. diye açıklama yaptı.

Bu da yetmedi şimdiki Belediye Başkanı Serdar Sandal; “Yıkılan ve hasar gören binaların depreme dayanıklı olup olmadığını bilme gibi bir durumumuz yok. Belediye olarak herhangi bir binanın sağlıklı olup olmadığıyla ilgili değerlendirme yapmak durumda değiliz” diyerek sorumluluktan sıyrılmak istiyor.

Yani adam kendisinin Belediye Başkanı değil de bostan korkuluğu olduğunu sanıyor…

Öyleyse Deprem Etüt Merkezlerini niye kurdunuz?

Kaldı ki, Bornova Belediyesi’nde önceki başkan zamanında kurulan Deprem Etüt Merkezi ve Yapı Kontrol Laboratuvarı’nın 2016 yılında şimdiki Belediye Başkanı Olgun Atilla tarafından Ege Üniversitesi’ne devredildiğini de biliyoruz.

İyi de siz kimin hizmetindesiniz ey Y-CHP’liler?

Eğer sizin hazırladığınız risk raporlarına Çevre Şehircilik Bakanlığı itibar etmiyorduysa bugüne kadar niçin sustunuz? Durumu niçin halka açıklamadınız? Niçin binlerce emekçi halkımızın çürük binalarda oturmasına sessiz kaldınız? Katliam yaşandıktan sonra “biz çürük binaları tespit ettik, ama çevre ve şehircilik bir işlem yapmadı” demenin hiçbir inandırıcılığı yoktur.

Zira Çevre ve Şehircilik de “belediye bize bir rapor bildirmedi” demekte…

Bu durumda ikinizden biriniz yalan söylüyorsunuz.

Halka yalan söylemek suçtur…

Saygı değer halkımız;

Saygın bilim insanlarının açıklamalarına göre “İstanbul’da bir milyon yüz bin konut vardır. Bunların yarıdan fazlası kaçaktır. Mimarlık-mühendislik hizmeti almamıştır…”

Olası İstanbul Depreminde; 80, 100 ve belki de 150 bin bina çöküp yerle bir olacak. Yüzbinlerce insanımız yıkıntılar altında zifiri bir karanlık içinde hem fiziki, hem psikolojik binbir acı içinde kıvranarak can verecek. Ve bu acılar denizinin insanları yutması saatler, günler boyu sürecek.

Yolların üçte biri kapanacak. Yaralılarımızın hastanelere taşınması bile mümkün olmayacak.

Doğalgaz boruları patlayacak, yangınlar çıkacak. Su boruları patlayıp yıkıntıların alt bölümlerini sular basacak. İnsanlarımızın bir bölümü de yanarak, boğularak hayattan kopacak. Cesetlerimiz yıkıntılar altında aylarca kalacak, kararacak, bozulacak, kokacak, kurtlanacak. Çürüyüp tanınmaz hale gelecek. Belki de hepsi iş araçlarına yüklenip toplu mezar olarak açılan çukurlara gömülecek.

Yerbilimcilerinin öngördükleri İstanbul merkezli o korkunç felaket gerçekleştiğinde, AFAD’ın, AKUT’un ve dışarıdan gelecek benzer özellikteki ekiplerin arama kurtarma çalışmaları, bu büyük felaket denizinde bir damla gibi kalacaktır.

Beklenen İstanbul Depremi’nde yaşanacak kâbus dolu günler, aylar, yıllar yaşanmaya devam edecek. Yıkıntılar ve çürüyen cesetler ortadan kaldırıldıktan sonra da ekonomik yıkımın açtığı sorunlar, acılar yaşanmaya devam edecek. Zaten çöküşe geçirilmiş ekonomi, bataklığa saplanacak. İşsizlikten, açlıktan, hastalıklardan insanlar kırılmaya devam edecek. Bu durum ahlâki bir çöküşe de zemin hazırlayacak. Adli suçlar patlayacak.

İşte göz göre göre geliyorum diyen bu ölümcül felaket karşısında 18 yıldan bu yana Türkiye’yi yöneten AKP iktidarının ve şu anda tüm yetkileri elinde toplamış bulunan Recep Tayyip Erdoğan’ın en küçük bir tedbir alması söz konusu değildir.

Kaldı ki İstanbul;1999 Depremi dahil 25 yıldır AKP’gillerin elindedir. İstanbul’da yaşanacağı söylenen feci depreme karşı tam çeyrek yüzyıldır hiçbir önlem almadılar. Her tarafı betona kestiler. 70 Milyarı TL.’yi aşkın Deprem Vergisini dahi depreme hazırlık için kullanmadılar. Bu paraları kendilerini ve yandaşlarını karun etmeye ayırdılar.

Deprem vergileri ne oldu diye soru gelince de utanmadan; “Harcanması gereken yere harcadık. Bu tür şeylerin hesabını vermeye zamanımız yok.” diyerek üste çıkmaya kalktılar. Öyle ki, Tayyip Erdoğan İstanbul Belediye Başkanlığı’nın ikinci yılında yaptığı; “Kaçak yapılara ruhsat verip bağış oluyoruz” açıklamasıyla vurgunu 23 yıl önce itiraf etmişti.

Bütün bunlar bir yana, Tayyip Erdoğan daha dün Kocaeli kongresinde, “kendisinin yatay mimari savunduğu”(!!!) halde CHP’lilerin dikey mimariyi savunduklarını iddia ederek İzmir Depreminin bütün yükünü CHP’lilere yıkma illizyonunu gösterdi. Sanki İstanbul’un Kozyatağı’nı, Göztepesi’ni, Ümraniye’sini, Kadıköy’ünü, Üsküdar’ını, Levent’ini, Maslak’ını, Zeytinburnu’nu Bakırköy’ünü, Çekmecesini, velhasıl İstanbul’un tamamını gökdelenlerle dolduran kendileri değilmiş gibi, yavuz hırsızlık yapmakta.

Hemen belirtelim ki; son bir yıldır Belediyeyi elinde bulunduran Y-CHP’liler de İstanbul’da yaklaşan felakete karşı somut bir önlem almamaktalar. Oysa Hükümetin, Bakanlıkların, Belediyelerin ve tüm resmi kurumların en önde gelen görevi; gelmekte olan bu korkunç deprem felaketine karşı, bilimin emrettiği önlemleri almak olmalıdır.

Maalesef bilim insanlarının haber verdikleri, depreme karşı merkezi yönetim ve yerel yönetimler yasal görevlerinin yerine getirmemektedirler. Gerek İzmir’de gerekse İstanbul ve diğer deprem riski olan bölgelerdeki çürük raporu verilen binaları tahliye edip, yıkıp yenilerini yapmak için hiçbir girişimde bulunmadıkları gibi, imar barışı vb. yöntemlerle oy avcılığı peşinde koşmaktalar.

Oysa devleti yönetenler üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmiş olsalardı, kimse ölmezdi. On sekiz yıldır ülkeyi tek başına yönetiyorlar, yüz milyarlarca dolarlık özelleştirmeden elde edilen paraları hep yandaş müteahhitlere paylaştırdılar, ama deprem bölgelerindeki çürük binaları yıkıp yenilemediler.

İktidardaki AKP’giller ve yerel yönetimleri elinde bulunduran Y-CHP’liler yaşanan ve yaklaşan felaketlere karşı bilimsel hiçbir önlem almayarak, tahmini yarım milyon insanı santim santim ölüme sürüklediklerinden dolayı çok ağır bir suç işlemektedirler.

İşte bu suçlarından dolayı, başta R. Tayyip Erdoğan olmak üzere, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ve 17 Ağustos 1999’dan bu yana görev yapmış ilgili bakanlar ile İzmir ve İstanbul’da görev yapan Valiler ve Belediye Başkanları hakkında; 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun “Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin görev ve sorumlulukları”nı düzenleyen 7’nci maddesinin (z) fıkrasında, 3194 sayılı İmar Kanunun “Yıkılacak derecede tehlikeli yapılar” başlıklı 39’uncu maddesinde ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunda Valilere ve Belediyelere verilen görevleri yerine getirmeyerek TCK. m 251’de tanımlanan “Denetim Görevinin İhmali” ve TCK. m 257’de öngörülen “Görevi Kötüye Kullanma” suçlarından ve aynı kamu görevlilerin yıkılan binaların müteahhitleriyle birlikte “Olası Kastla Adam Öldürmek Ve Yaralamak” suçlarından haklarında soruşturma yürütülüp, cezalandırılmaları amacıyla Kamu Davası açılması için Halkın Kurtuluş Partisi olarak İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına Suç Duyurusunda bulunulmuştur.

Devletler, hükümetler ve belediyeler de tıpkı askerlikteki komutanlar gibi, yaptıklarından da yapmadıklarından da sorumludurlar!.. Yıllar öncesinden çürük raporu verilen binaları boşaltmayan, bu binaları yıkıp yenilerini yapmayan şüphelilerin tamamıdır. Görevlerini yapmayarak açık davetiye çıkardıkları bu felaketi “ilahi imtihan” diye halka sunmaları, başta T. Erdoğan olmak üzere hiçbir şüpheliyi sorumluluktan kurtarmaz. Kurtarmamalıdır. İnsan yaşamı bu kadar ucuz değildir. 09/11/2020

HKP İzmir İl Örgütü

Suç Duyurusu Metni

İZMİR CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA

 

SUÇ DUYURUSUNDA

BULUNAN                           : Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı
Karanfil Sokak No:24/15 Kızılay/ANKARA

V E K İ L L E R İ                 : Av. Metin BAYYAR, Av. Ayhan ERKAN, Av. Ali Serdar ÇINGI, Av. Tacettin ÇOLAK, Av. Sait KIRAN, Av. Halil AĞIRGÖL, Av. Azime Ayça OKUR, Av. Pınar AKBİNA, Av. Doğan ERKAN

Halit Ziya Bulvarı No: 33 Kat: 2/203 Konak/İZMİR

Ş Ü P H E L İ L E R  :   1- Recep Tayyip Erdoğan

2- Murat Kurum

3- 17 Ağustos 1999’dan bu yana görev yapan ve depremle ilgili önlem

almayan tüm Bakanlar.

4- 17 Ağustos 1999’dan bu yana görev yapan ve depremle ilgili önlem

almayan tüm İzmir Valileri.

5- 17 Ağustos 1999’dan bu yana görev yapan ve depremle ilgili önlem

almayan tüm İstanbul Valileri.

6- 17 Ağustos 1999’dan bu yana görev yapan ve depremle ilgili önlem

almayan tüm Çevre ve Şehircilik İzmir ve İstanbul İl Müdürleri.

7- Aziz Kocaoğlu (İzmir Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı)

8- Tunç Soyer (İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı)

9- Kadir Topbaş (İstanbul Büyükşehir eski Belediye Başkanı

10- Ekrem İmamoğlu (İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı)

11- Hasan Karabağ (Bayraklı Belediyesi eski Başkanı)

12- Serdar Sandal (Bayraklı Belediyesi Başkanı)

13- 30 Ekim 2020 günü oluşan İzmir Depreminde enkaz yığını ve kullanılamaz hale gelen apartmanlarda 114 kişinin ölümüne ve 1035 insanımızın yaralanmasına neden ola tüm müteahhitler ve bunlara yapı kullanım izni veren Bayraklı, Bornova İlçe Belediyeleri ile İzmir Büyükşehir Belediyesi yetkilileri.

14- Çevre ve Şehircilik Bakanlığında görevli olan ve suça karıştığı tespit edilecek yetkililer,

15- Soruşturma aşamasında ortaya çıkartılacak; menfaat temin eden şüphelilerin fiillerine onay veren, görmezden gelen diğer kamu görevlileri.

S U Ç            : Olası Kastla birden fazla insanın öldürülmesine ve yaralanmasına neden

olmak. (TCK. m 21/2, 83, 86, 87),

Denetim Görevinin İhmali (TCK. m 251)

Görevi Kötüye Kullanma (TCK. m 257/1 ve 2)

SUÇ DUYURULARIMIZ :

1- Bildiğimiz gibi, İzmir Seferihisar açıklarında 30 Ekim 2020 Cuma günü saat 14:51’de bir deprem oldu. Kandilli Rasathanesi tarafından yapılan açıklamaya göre depremin şiddeti 6.9 büyüklüğündeydi. Depremde Bayraklı ve Bornova ilçeleri sınırlarında toplam 17 bina çöktü.

Göz göre göre gelen bu katliam sonucunda; 115 insanımız vefat etti, 1034 insanımız yaralandı, yüzlerce bina çeşitli oranlarda hasar gördü. Yetkililerin açıklamalarına göre 124 tane yapı ağır hasarlı olup kullanılamaz haldedir. Bilim insanları ise yaşanan bu depremin yaklaşan ve daha şiddetli olması öngörülen deprem olmadığını söylemekteler.

2- İzmir Depreminde 34 kişiye mezar olan Rıza Bey Apartmanı’nın enkazında çalışmış bir Arama Kurtarma Ekibi görevlisi karşılaştığı içler acısı durumu sosyal medya hesabında şöyle anlatıyor;

“Cuma günü, depremin üzerinden 15 dk geçtikten sonra İstanbul’dan yola çıkan kurtarma ekiplerinden birinde görevliyim. Cumartesi gece 03.00 itibarıyla Rıza Bey Apartmanı’nın enkazında görev almaya başladık.

“Olay yerine ilk konuşlandığımızda ilk olarak Sakarya Caddesi üzerindeki diğer binaları gözlemledik. Yaklaşık 30–45 santim eğim almış binalarda halen insanların olduğunu gördük ve tahliyelerini isteyip alanı kapattık.

“Öncelikle sağ kurtulanların kesinlikle mucize eseri hayatta kaldıklarını açıkça belirteyim. Yaşam üçgeni oluşamayacak kadar çürük ve rezil bir haldeydi yapısı. Kimi taşıyıcı kolondan sadece 8 tane 12’lik demir çıktı! En fazla 15–16 kalın demir görebildik.

“Çimento kalitesi diye bir şey yoktu, zira çoğu yerde resmen çimento yoktu! Tamamen deniz kumuydu bina! Çalışma alanlarımızdan birisi, bir dairenin tuvaletine denk geldi mesela.

“Tuvalet zeminindeki fayansları kaldırdıktan sonra 200’den fazla kova kum attık! Zerre bağlayıcı yoktu. Bir başka noktada yer karolarını kaldırdıktan sonra zemini resmen ellerimizle parçaladık.

“Basit çekiç darbesi ile parçalanabilen zemine sahip bir binadan bahsediyoruz! Her enkaz parçası kaldırışımda müteahhit puşta ağız dolusu küfürler savurdum! Onlarca can gitti, para bürünmüş gözü yüzünden!

“Enkaz çalışmasının uzun sürmesinin sebeplerinden biri, binanın 3 farklı türde çöküntü yaşamış olmasıydı. Şöyle ki; Yana ve arkaya doğru yatma, burgu ve iç büküm tipindeydi bina.

“Bu da şuna sebebiyet veriyor: Mutfaktan girince mutfağa çıkmak lazım alt katta fakat birden karşınıza yatak odası çıkıyor. Depremin oluş saati itibarıyla mantık yürüterek, o saatte insanların nerede olabileceği düşüncesiyle yoğunlaşarak arama yapılıyor. Fakat farklı bir noktaya çıkınca işin rengi değişiyor. Zira bir sonraki alana çıkmadan önce o bölgeyi kontrol etmek gerek. Orada da canlı olabilir tabii ki.

“Bir diğer sebep de binanın aşırı ufalanmış molozlara dönüşmesi. Ellerimizle, kürekle hassas şekilde boşaltım yapmamız gerekti. On binlerce kova moloz taşımak gerekiyor bir kat üzerinde.

“Daire ebatları da büyük olunca, geçen süre ister istemez artıyor. Sebeplerin birisi de bitmeyen protokol yoğunluğu! Tam dinleme yapacaksın, hop bir tane vali geliyor. Hadi o gitti, zart siyasi parti temsilcileri geliyor. O da gitti, Emniyet müdürü, kıta sahan komutanı, ordu komutanı, cumhurbaşkanı… Bitmiyor ulan, bitmiyor!

“Siren sesleri, telsiz sesleri, konuşmaları, yürümeleri… Engelliyor ulan işte çalışmayı! Enkaz dışında alsanıza bilgiyi! Yok! İlla kameraya çıkacak ve şov yapacak! Çok doluyum, kopukluk olabiliyor, özür dilerim.

“Daha fazla uzatmadan… Güzel İzmir’in güzel insanları, hepinize geçmiş olsun. Kayıplarınız için sabır, yaralılarınız için şifa temenni ederim. 4 gün boyunca kendi mağduriyetinizi kenara bırakıp hem enkaz altında kalanlara, hem de ekiplere yardım için koştunuz. Minnetimi ifade etmeye ne göz yaşlarım, ne de kelimelerim yeter. Var olun her biriniz.”

3- Bayraklı Belediyesi Deprem Etüt Merkezi’nce çeşitli tarihlerde depremde çöken binalarla ilgili tespitler yapılmış ve raporlar hazırlanmıştır.

a-) Rızabey Apartmanı hakkında 25 Nisan 2012 tarihinde hazırlanan raporda:

“Her katta yapılan ölçümler betonarme projesi ile karşılaştırıldığında, sıklaştırma bölgelerinde sıklaştırma olmadığı gözlenmiştir. Zemin katta dükkânlar ve ağır çıkmalar olduğu tespit edilmiştir. Bu ağır çıkmalar bina için risk teşkil etmektedir.

“2005’teki deprem sonrasında kolon giriş bağlantı noktalarında çatlaklar oluşmuş ve buraların epoksiyle tamir edildiği gözlenmiştir.

“Merdiven boşluğunda tesisattan kaynaklanan rutubetlenme olduğu tespit edilmiştir. Beton sınıfı C15 ile C17 arasındaki seviyede. Binanın temel alanının bulunduğu bölgede zemin etüdü yapılması gerekir. Zeminsel sıkıntı varsa bu sıkıntının ortadan kaldırılması yapının güvenliği açısından önemli.
Raporun “Sonuç” bölümünde şöyle deniliyor: “Yapının beton kalitesinin düşük olması, düz demir kullanılması, etriye aralıklarının düzensiz ve kolon kiriş bağlantılarında etriye sıklaştırılmasının yapılmaması deprem riski açısından önem arz etmektedir. Bu nedenlerden dolayı, zemin etüt raporu hazırlandıktan sonra 2007 deprem yönetmeliğine göre performans analizinin yapılmasının yapınız açısından iyi olacağı düşünülmektedir. Bu sebeple, gerekli ortak kararı almanız durumunda Dokuz Eylül Üniversitesi Deprem Araştırma Uygulama Merkezi ile irtibata geçerek zemin etüdü ile beraber performans analizi yaptırmanızı tavsiye ediyoruz.” denilmiştir.

Görüldüğü gibi, Belediyenin Rızabey Apartmanıyla ilgili bu tespitleri ile bizzat arama kurtarma çalışmasına katılan görevlinin yukarıda aktardığımız paylaşımı birbiriyle örtüşmektedir.

b-)  Doğanlar Apartmanı hakkında hazırlanan 27 Şubat 2018 tarihli raporda:

“Depremler ve zemindeki sıvılaşmadan kaynaklı olarak zemin kattaki dükkânlarda kapı sıkışması ve deformasyon; dükkân zeminlerinde bombeleşmeler, birinci kat balkonlarında gözle görülecek seviyede sehim, ayrılma ve deformasyon, iki bina arasındaki deprem dilatasyon derzinde deformasyon, kopma, dökülmeler, dış cephede sıva çatlağı ve dökülmeler tespit edildi. Bazı kolonların birleşme noktalarında sıkılaşma var.

“Yukarıda belirtmiş olduğumuz risk unsurları yapı güvenliğini tehlikeye sokmaktadır. Bu nedenle, 2007 deprem yönetmeliğine göre binanızda belirlenen risklerin yapı açısından tehlikeli bir durum olup olmadığının netleşmesi için, performans analizinin ve zemin etüt çalışmasının yapılmasının yapınız açısından iyi olacağı düşünülmektedir.

“Bu sebeple, 6306 sayılı kanun gereği, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yetki verdiği kurum ve kuruluşlara giderek binanızın risk tespitini yaptırmanızı ve gerekli tedbirlerin alınmasını tavsiye ediyoruz.” denilerek, depremde çöken oturmanın riskli ve tehlikeli olduğuna dair tespitler yapılmıştır.

c-)  Karagül Apartmanı hakkında hazırlanan 21 Eylül 2010 tarihli raporda:

“Her iki blokta yapıların çok katlı olması, ağır çıkmaların varlığı, zemin kat yüksekliklerinin fazla olması, temel tipinin uygulandığı dönemdeki deprem yönetmeliğine göre yapılmış olması, zemin yapısının bu bölgede zayıf kabul edilmesi gibi nedenlerle binanın depremde hasar görebilme riski artmaktadır. Zemin yapısı göz önünde bulundurulduğunda özellikle zemin üzerindeki 1. katlardaki pencere kenarındaki çatlaklar göze çarpıyor. Bu çatlakların zemin etüdü de yapılarak ayrıntılı incelenmesi gerekmektedir. 1. katta köşe daire salonunda balkon kısmında giriş katın altındaki duvarda diyagonal çatlaklar oluşmuş, bir kısım çatlak kirişe doğru uzanmıştır.” denilerek binadaki çürüklüklere ve risklere dikkat çekilmiştir. Hemen belirtelim ki; Bayraklı Belediyesince yapılan bu tespitler çeşitli basın yayın kuruluşları tarafından kamuoyuna aktarılmıştır.

 4- Öte yandan Depremin ardından İzmir’e gelen CHP Genel Başkan Yardımcısı Seyit Torun, belediyelerin yaptığı denetimlerde depremde yıkılan üç bina dahil olmak üzere, sadece Bayraklı İlçesi’nde ‘çürük’ olduğu yönünde toplam 208 bina ile ilgili hazırlanan raporların Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bildirildiğini ileri sürerek,

“2010’da Bayraklı Belediyesi, Deprem Etüt Merkezi kurarak, sadece Bayraklı’da değil diğer ilçelerde bulunan çürük ya da depreme dayanıklı olmayan yapıları tespit etmiş. İzmir’de yaklaşık 11 binin üzerinde bina denetlenmiş. Bayraklı’daki 80 binanın oturulamaz durumda, 113 binanın ikinci grup güçlendirilmesi gerektiği, 15 binanın da birinci grup yani tamir edilmesi gerektiği yönünde tespit etmiş. Bu binalardan Karagül sitesi, Doğanlar ve Rızabey apartmanları depremde yıkıldı. Bu binalarla ilgili tutulan raporlar, ilgili yerlere iletilmiş. Raporlar gerekli yerlere iletildiği halde ne yapıldı? Hangi tedbirler alındı? Görevlerini neden yapmadılar?” diye sormuştur.

Ancak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkilileri, kendilerine böyle bir rapor iletilmediğini iddia ettiler.

Bayraklı Belediyesi eski Başkanı Hasan Karabağ ise; “10 yılda 20 bin üzeri binanın analiz testleri yapıldı. Yüzde 57’si çok riskli, yüzde 5’i risksiz yapı çıktı. Diğerleri de farklı risk durumundaydı. İlgili mevzuata göre bizim verdiğimiz raporlar tespit ve tavsiye niteliğinde.” diye açıklama yaptı.

Ardından Bayraklı Belediye Başkanı Serdar Sandal; “Yıkılan ve hasar gören binaların depreme dayanıklı olup olmadığını bilme gibi bir durumumuz yok. Bunu nerden bilebiliriz? Belediye olarak herhangi bir binanın sağlıklı olup olmadığıyla ilgili değerlendirme yapmak durumda değiliz” diyerek kendilerinin sorumluluğunun bulunmadığını söyledi.

Oysa 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun “Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin görev ve sorumlulukları”nı düzenleyen 7’nci maddesinin (z) fıkrasında; (Değişik: 12/11/2012-6360/7 md.) Afet riski taşıyan veya can ve mal güvenliği açısından tehlike oluşturan binaları tahliye etme ve yıkım konusunda ilçe belediyelerinin talepleri hâlinde her türlü desteği sağlamak.” görevi verildiği halde Bayraklı Belediyesin eski ve şimdiki Başkanları kendilerini görevsiz ve sorumsuz görmekle işledikleri suçlarını gizlemek istemektedirler.

Yine 3194 sayılı İmar Kanunun “Yıkılacak derecede tehlikeli yapılar” başlıklı 39’uncu maddesinde; – (Değişik fıkra:4/7/2019-7181/12 md.) Genel güvenlik ve asayiş bakımından tehlike arz ettiği valilikçe tespit edilen metruk yapılar ile bir kısmı veya tamamının yıkılacak derecede tehlikeli olduğu belediye veya valilik tarafından tespit edilen yapıların sahiplerinin adrese dayalı nüfus kayıt sistemindeki adreslerine tehlike derecesine göre bunun izalesi için belediye veya valilikçe üç gün içinde tebligat yapılır. Yapı sahibine bu şekilde tebligat yapılamaması hâlinde bu durum tebligat yapan idarenin internet sayfasında 30 gün süre ile ilan edilir ve tebligat varakası tebliğ yerine kaim olmak üzere tehlikeli yapıya asılır ve keyfiyet muhtarla birlikte bir zabıtla tespit edilir. Malik dışında binada ikamet amacıyla oturanlara da ayrıca tahliye için tebligat yapılır.

“(Değişik fıkra:4/7/2019-7181/12 md.) Tebligatı veya ilanı müteakip 30 günü geçmemek üzere ilgili idarece belirlenen süre içinde yapı sahibi tarafından tehlikeli durumun ortadan kaldırılmaması hâlinde, tehlikenin giderilmesi veya yıkım işleri belediye veya valilikçe yapılır ve masrafı % 20 fazlası ile yapı sahibinden tahsil edilir.

“Alakalının fakruhali tevsik olunursa masraf belediye veya valilikçe bütçesinden karşılanır. Tehlike durumu o yapı ve civarının boşaltılmasını icabettiriyorsa mahkeme kararına lüzum kalmaksızın zabıta marifetiyle derhal tahliye ettirilir.” denilerek Valiliklere ve Belediyelere görev verilmiştir.

Öte yandan; Afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esaslar 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ve 15.12.2012 tarih ve 28498 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6306 sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliği ile düzenlenmiştir. 6306 sayılı Kanun ve Uygulama Yönetmeliği uyarınca yetkili idare; belediye, il özel idaresi, büyükşehir belediyesi, büyükşehir belediyesi sınırları içindeki ilçe belediyeleridir.

Ancak olayımızda Valilik ve dolayısıyla Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün yetkilileri de Belediye Başkan ve diğer Belediye görevlileri de önceden riskli bina tespitleri yapılmasına karşın, yasaların kendilerine verdiği binaları boşaltma ve yıkma işlemlerini yapmayarak, deprem katliamında 114 kişinin yaşamını kaybetmesinden ve 1035 kişinin yaralanmasından dolayı cezai ve hukuki sorumlulukları doğmuştur. Aynı sorumluluk İzmir Büyükşehir Belediyesinin eski ve yeni Başkanları için de söz konusudur.

5- BEKLENMEKTE OLAN İSTANBUL DEPREMİNE KARŞI DA MERKEZİ HÜKÜMET VE YEREL YÖNETİM TARAFINDAN HİÇBİR ÖNLEM ALINMAMAKTADIR

Ülkemizin deprem kuşağında olduğu bilinen bir gerçektir. Dünya çapında saygınlığı olan deprem bilimcilerin, İstanbul’da önümüzdeki birkaç on yıl içinde olmasını bekledikleri-öngördükleri, büyüklüğü 7,2 ila 7,6 arasındaki depremin gerçekleşmesi halinde nasıl cehennemcil bir felaketle karşı karşıya kalacağımızı düşünmek bile ürküntü vericidir.

Olası felaketin büyüklüğünün kavranılabilmesi bakımından, saygın deprem bilimcilerin aşağıda yer verdiğimiz açıklamalarına bakmakta yarar vardır.

“Deprem Yüksek Mühendisi Cüneyt Tüzün, yıllardır konuşulan olası İstanbul depreminde 100 bini aşkın binanın kullanılamaz hale gelebileceğini söyledi. Tüzün, can ve mal kaybından azaltmak için Japonların kullandığı izolasyon teknolojisine geçilmesini önerdi. Tüzün, beklenen ekonomik kaybın ise 100 milyar dolar civarında olacağını ön görüyor.”

(https://www.turkhabergazetesi.com/haber/istanbul-depreminde-100-bin-bina-yikilacak-12303)

***

“Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) Doğa Bilimleri Araştırma Başkanı, Deprem ve tsunami uzmanı Jeolog Prof. Dr. Şükrü Ersoy’un konuyla ilgili açıklamaları özetle şöyle:

“EN KÖTÜ SENARYOYA GÖRE 500 BİN İNSAN ÖLECEK’

“En kötü senaryo, 1509 yılında İstanbul’da yaşanan depreme benzer bir depremin tekrar etmesi. 7.7 büyüklüğündeki bu deprem üç tane Gölcük Depremi anlamına geliyor. Bu deprem bugün gerçekleşirse 80 bin bina yıkılabilir. Minimum 150 bin insanın ölmesi anlamına geliyor. Bu sayı 500 bine kadar çıkabilir. Geriye kalan 2.5 milyon insana geçici konaklama noktalarında günlerce, belki iki yıl bakmak zorunda kalacağız. Yabancı ülkeler gelecek, ‘Konutlarınızı yapalım, yardım edelim’ diyecekler. Ama bu ekonomik bağımlılık getirecek. Sizin pasaportunuzun üzerinde TC yazacak ama siz tamamen yabancı ülkelerin etkisi altında kalacaksınız. Bunu savaş değil, afet sayesinde yapmış olacaklar. Bu milli güvenlik sorunu değildir de nedir?”

“İstanbul’a sayısal olarak baktığımızda 16 milyona yakın nüfus var. 4 milyon konut var. Bu zaten afet anında yönetilmesi için bir zorluk yaratıyor. Bunu Marmara geneline yayarsak deprem 11 ili etkileyecek. Depremden etkilenen nüfus 25 milyonun, konut sayısı 6 milyonun üzerine çıkacak. Türkiye üretiminin, sanayisinin, gayri safi milli hâsılasının büyük bir kısmının Marmara Bölgesi’nde olduğunu düşündüğümüzde bu olay bir afet sorunu değil, bir milli güvenlik sorunu.” (https://sigortacigazetesi.com.tr/olasi-istanbul-depreminde-en-kotu-senaryoda-can-kaybi-500-bin-kisi-olabilir/)

***

“Beklenen İstanbul depreminin eli kulağında. Uzmanlara göre büyük deprem kapıya dayandı. Kesin tarih verilemese de 2030 yılına kadar ortalama 7.2 büyüklüğünde bir deprem tehdidi altındayız. Prof. Dr. Celal Şengör’ün deyişiyle, “Türkiye’nin durumu deprem açısından bakıldığında tam bir felaket ve bu felaket geldiğinde Türkiye bağımsızlığını kaybedecek…”

“Şu anda beklediğimiz en çetin deprem İstanbul depremi” diyen Şengör, depremin maksimum büyüklüğünü 7.6 olarak tahmin ettiklerini söyledi. İşte Şengör’ün açıklamalarından önemli satır başları:

“ŞİDDETİ 10’U BULUYOR’

“Bu depremin şiddetine baktığımızda sahillerde Yeşilköy’de, Tuzla’da depremin şiddeti 10’u buluyor, diğer sahil bölgelerinde 8’i buluyor. Bu, binaların yarısı gidecek demektir. Depremin şiddeti 10’u bulduğu zaman ayakta neredeyse bina kalmıyor.” (http://www.gazetevatan.com/prof-celal-sengor-uyardi-istanbul-depreminin-eli-kulaginda-1093852-gundem/)

***

“Prof. Dr. Ahmet Ercan (Jeofizik Yüksek Mühendisi): İstanbul’un yüzde 70’i kaçak durumda. Kaçak yapıyla dolu. Şu anda kentte yaklaşık 1 milyon 600 bin yapı var. Bu da olası bir depremde en az 1 milyon yüz bin yapının etkileneceği anlamına gelir. Kaçak binaların imar barışına sokulması İstanbul’da beklenen ölüm sayısını ikiye üçe katlayabilir. Kaçak şehre, imar barışı olmasın. Devletin para kazanmak için yaptığı şeyin faturası ağır olur. Canımızla öderiz. Beklenen İstanbul depremine gelince… Kuzey Anadolu kırığında sarsıntısız sürtünmeli yürümenin oluşmasıyla İstanbul ve Tekirdağ kırıklarında beklenen deprem büyüklüğü onda bir oranında azaldı. Dörtte bir oranında da yıkıcılığı düştü. Çıkan enerji olması gereken depremin onda biri kadar enerji boşalmış oldu.”

(https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/depremde-istanbulun-yuzde-70i-yikilir-3455246/)

***

“Deprem konusunda Türkiye’nin en saygın bilim insanlarından olan Prof. Dr. Naci Görür, 29 Haziran’da Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda, İstanbul’da beklenen ve yüz binlerce insanın ölümüne yol açabilecek en az 7.2 büyüklüğünde bir depreme karşı hiçbir hazırlık yapılmadığı uyarısında bulundu. Dünya genelinde deprem uzmanları, önümüzdeki on yıl içinde İstanbul’da en az 7 büyüklüğünde bir depremin olmasının muhtemel olduğunu düşünüyorlar.

“Görür, “Minimum 7.2 şiddetinde bir deprem olursa İstanbul nasıl bir hal alır?” sorusuna verdiği yanıtta, Cumhuriyet Halk Partili (CHP) Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yayınladığı raporu eleştirerek şunları söyledi: “Endişemiz o işte. Mesela İBB’nin yayınladığı deprem raporu var. Ben olsaydım yayınlamazdım… Çok iyimser arkadaşlarımız tarafından yapılmış olmalı.”

“Söz konusu İBB raporu, İstanbul’daki olası bir büyük depremde 14 bin kişinin öleceğini iddia ediyordu.

“Görür, bunun açıkça doğru olmadığını söyleyerek, İstanbul’daki milyonlarca emekçinin karşı karşıya olduğu tehlikeli durumu şöyle açıklıyordu: “Basit bir hesap: 1 milyon 600 bin bina var. İstanbul’da bütün ölümlü vakaları gel yüzde 1’e indirelim. Yüzde 99’unda insanların burnu kanamasın. 16 bin bina yapar. Her bina 4 katlı olsun, 64 bin kat demektir. Her kata iki daire koy 128 bin daire… Her daireye 4 kişi koy, 400 binleri geçiyor mu?” (https://www.wsws.org/tr/articles/2020/07/07/ista-j07.html)

***

“İBB Deprem ve Zemin İnceleme Müdürlüğü ve Boğaziçi Üniversitesi’nin 2018 yılında gerçekleştirdiği “Deprem ve Hasar Kayıp Tahmin Çalışması’’nı temel aldığını belirten İmamoğlu, ‘‘7,5 büyüklüğündeki yıkıcı bir deprem senaryosuna göre İstanbul’da çok ağır ve ağır hasarlı bina sayısı 48 bin, orta ve daha üstü hasarlı bina sayısı 194 bin olacak. Binaların yüzde 22,6’sı yıkılacak, 25 milyon ton enkaz oluşacak, yolların yüzde 30’u kapanacak, 463 içme suyu noktası, 1045 atık su noktası ve 355 doğal gaz noktası hasar görecek. Toplamda 120 milyar TL yapısal ve yapısal olmayan ekonomik kayıp yaşanacak’’ dedi.” (https://www.amerikaninsesi.com/a/yedi-virgul-beslik-depremde-i%CC%87stanbul-da-konutlar%C4%B1n-y%C3%BCzde-22-6-s%C4%B1-y%C4%B1k%C4%B1lacak-/5123155.html)

“İBB Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanı Dr. Tayfun Kahraman’a göre, deprem ve sonrasında gerçekleştirecek afet yönetimi, İstanbul için çok ciddi bir konu. İBB’nin Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ile ortak çalışmasından bilgiler paylaşan Kahraman, 2000’den önce yapılan binaların, büyük oranda hasar göreceğinin belirlendiğini açıkladı. Yaklaşık 790 bin binanın 250 bininin, orta ve üstü hasar alacağını vurgulayan Kahraman, İstanbul’da milyonlarca kişinin evsiz kalabileceğini kaydetti.” (https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/ibbden-deprem-aciklamasi-elimizi-tasin-altina-koyma-zamani-geldi-geciyor-6105456/)

6- Açıkça görüldüğü gibi olası İstanbul Depreminde; 80, 100 ve belki de 150 bin bina çöküp yerle bir olacak. Yüzbinlerce insanımız yıkıntılar altında zifiri bir karanlık içinde hem fiziki, hem psikolojik binbir acı içinde kıvranarak can verecek. Ve bu acılar denizinin insanları yutması saatler, günler boyu sürecek.

Yolların üçte biri kapanacak. Yaralılarımızın hastanelere taşınması (tabiî elde sağlam, hizmet verebilen ne kadarcık hastane kalmışsa) bile mümkün olmayacak.

Doğalgaz boruları patlayacak, yangınlar çıkacak. Su boruları patlayıp yıkıntıların alt bölümlerini sular basacak. İnsanlarımızın bir bölümü de yanarak, boğularak hayattan kopacak.

Cesetlerimiz yıkıntılar altında aylarca kalacak, kararacak, bozulacak, kokacak, kurtlanacak. Çürüyüp tanınmaz hale gelecek. Belki de hepsi iş araçlarına yüklenip toplu mezar olarak açılan çukurlara gömülecek.

Yerbilimcilerinin öngördükleri İstanbul merkezli o korkunç felaket gerçekleştiğinde, AFAD’ın, AKUT’un ve dışarıdan gelecek benzer özellikteki ekiplerin arama kurtarma çalışmaları, bu büyük felaket denizinde bir damla gibi kalacaktır.

Beklenen İstanbul Depremi’nde yaşanacak facianın boyutlarına gelirsek, kâbus dolu günler, aylar, yıllar yaşanmaya devam edecek. Yıkıntılar ve çürüyen cesetler ortadan kaldırıldıktan sonra da ekonomik yıkımın açtığı sorunlar, acılar yaşanmaya devam edecek. Zaten çöküşe geçirilmiş ekonomi, bataklığa saplanacak. İşsizlikten, açlıktan, hastalıklardan insanlar kırılmaya devam edecek. Bu durum ahlâki bir çöküşe de zemin hazırlayacak. Adli suçlar patlayacak.

Göz göre göre geliyorum diyen bu ölümcül felaket karşısında 18 yıldan bu yana Türkiye’yi yöneten AKP iktidarının ve şu anda tüm yetkileri elinde toplamış bulunan Recep Tayyip Erdoğan’ın en küçük bir tedbir alması söz konusu değildir.

7- Şu anda İstanbul ve çevre illerin birincil sorunu, gelmekte olan bu korkunç deprem felaketine karşı, bilimin emrettiği önlemleri almaktır.

Hükümetin, Bakanlıkların, Belediyelerin ve tüm resmi kurumların en önde gelen görevi bu olmalıdır.

Bilim insanları diyor ki; “İstanbul’da bir milyon yüz bin konut vardır. Bunların yarıdan fazlası kaçaktır. Mimarlık-mühendislik hizmeti almamıştır…”

Bunların zaten tamamına yakını, beklenmekte olan deprem açısından tehlike oluşturmaktadır, güvenilmezdir. Bunların yıkılıp bilimin kurallarına-kanunlarına uygun biçimde yeniden yapılması gerekir. Kaçak olmayanların da önemli bir bölümü risk taşımaktadır. Bunların da yıkılıp yapılması gerekir…

8- Yukarıdan beri anlatıldığı gibi bilim insanlarının haber verdikleri, gelmekte olan depreme karşı merkezi yönetim ve yerel yönetimler yasal görevlerinin yerine getirmemektedirler. Gerek İzmir’de gerekse İstanbul ve diğer deprem riski olan bölgelerdeki çürük raporu verilen binaları tahliye edip, yıkıp yenilerini yapmak için hiçbir girişimde bulunmadıkları gibi, imar barışı vb. yöntemlerle oy avcılığı peşinde koşmaktalar.

9- Şüpheli R. Tayyip Erdoğan, devletin en tepesinde bulunarak bütün ekonomik-siyasi yetkileri tekeline almış, bütün bakan vb. yetkililerin sözlerine “cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla” diyerek başladığı, ağzından çıkan her sözün kanun hükmünde görüldüğü etki ve nüfuza sahip bir kişidir. Bu konumu gereği deprem gibi felaketler karşısındaki tavrı çözüm odaklı olması gerekirken, tam tersine bu tür acıları ilahi güçlere havale ederek, kendisinin ve kendine bağlı kadronun siyasal, cezai ve hukuki sorumluluklarının görmezden gelinmesini sağlamaya çalışmaktadır.

Örneğin İzmir Depreminden sonra; “Her nefis ölümü tadacaktır. Bu sadece Burhan Hocamız için geçerli değil. İşte son İzmir’de yaşanan hadise ortada. 80’e yakın vefat var. Bunların hiçbirisinin böyle bir akıbetle imtihan olacakları akıllarından belki de geçmiyordu. Ama işte geldi ve yakaladı.” diyerek işi kaza-kader edebiyatına çevirmektedir.

Oysa devleti yönetenler üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmiş olsalardı, kimse ölmezdi. On sekiz yıldır ülkeyi tek başına yönetiyorlar, yüz milyarlarca dolarlık özelleştirmeden elde edilen paraları hep yandaş müteahhitlere paylaştırdılar, ama deprem bölgelerindeki çürük binaları yıkıp yenileme görevlerini yerine getirmediler.

Dolayısıyla yukarıda da belirtildiği gibi yıllar öncesinden çürük raporu verilen binaları boşaltmayan, bu binaları yıkıp yenilerini yapmayan şüphelilerin tamamıdır. Görevlerini yapmayarak açık davetiye çıkardıkları bu felaketi “ilahi imtihan” diye halka sunmaları, başta T. Erdoğan olmak üzere hiçbir şüpheliyi sorumluluktan kurtarmaz. Kurtarmamalıdır. İnsan yaşamı bu kadar ucuz değildir. 

10- Bilindiği gibi, Devletler, hükümetler ve belediyeler de tıpkı askerlikteki komutanlar gibi, yaptıklarından da yapmadıklarından da sorumludurlar!.. Dolayısıyla şüphelilerin tamamı yaşanan ve yaklaşan felaketlere karşı bilimsel hiçbir önlem almayarak, tahmini yarım milyon insanı santim santim ölüme sürüklediklerinden dolayı çok ağır bir suç işlemektedirler.

11- TCK’nun 21/2’nci maddesinde; “Kişinin, suçun Kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır.” denilerek olası kastın tanımı yapılmıştır.

Olayımızda bina yaparken projenin aksine daha az demir ve çimento kullanan yüklenici, binanın dayanıklı olmayacağını, deprem olmasa bile zamanla yıkılacağını öngörebilmektedir. Bu öngörmenin sonucu olarak da birçok kişinin ölebileceğini düşünüp öngörmekte olup, buna rağmen demir ve çimentodan kısıtlama yaparak “bina çökerse çöksün insanlar ölürse ölsün” demişse eylem olası kastla işlenmiş olur.

Yine bu yapıları denetleyip, çürük raporları verilmesine karşın; 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun “Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin görev ve sorumlulukları”nı düzenleyen 7’nci maddesinin (z) fıkrasında, 3194 sayılı İmar Kanunun “Yıkılacak derecede tehlikeli yapılar” başlıklı 39’uncu maddesinde ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunda Belediyelere verilen görevlerini yerine getirmeyerek şüpheli tüm belediye başkanları da TCK. m 251’de tanımlanan “Denetim Görevinin İhmali” ve TCK. m 257’de öngörülen “Görevi Kötüye Kullanma” suçlarını işlemişlerdir.

Aynı suçlardan, merkezi yönetim yetkilerini elinde bulunduran Tayyip Erdoğan ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ile suça karışan bakanlık teşkilatı çalışanları da sorumludurlar. Öyle ki, beklenen İstanbul Depremi ile ilgili yukarıda sadece birkaçına yer verilen bilim insanlarının tehlikenin boyutlarını ortaya koyan tespitlerini hiçe sayıp hiçbir önlemem almadıklarından bu yöneticilerin suçları temadi etmektedir.

12- Olayımızda, depremin meydana gelmesi ile binanın yapım tarihi arasında oldukça uzun bir zaman farkının olduğu gerekçesiyle zamanaşımı nedeniyle faillerin sorumluluktan kurtulmaları da söz konusu olamaz. Zira konuyla ilgili olarak; Yargıtay 9. Ceza Dairesi 2001/2636 E., 2001/2900 K., 19.11.2001 tarihli içtihadında Deprem nedeniyle bina yıkılmasında suç tarihi, binanın yıkıldığı tarihtir” diyerek zamanaşımı konusuna açıklık getirmiştir. Dolayısıyla suç tarihi binanın yıkıldığı tarihtir.

13- Yukarıda işlendiği açık birçok suçun göz ardı edilmemesi, siyasi saiklerle tüm bu yasadışı işlerin üstünün örtülmemesi için müvekkil Parti bu ve benzer konularda defalarca suç duyurularında bulunmuştur. Çünkü Halkın Kurtuluş Partisi “Halk İçin, Halk Tarafından” bir yönetim anlayışını benimsemektedir. Ayrıca Halkın Kurtuluş Partisi’ne göre, idari her türlü eylemin ve davranışın halka açık olması ve yargısal denetime tabi olması gerçek hukuk devletinin de temel prensibidir. Ancak bugünlerde yapılanlar Halkın menfaatleri hiçe sayılarak yapılmakta, yaklaşan felaket karşısında yerel yönetimler de merkezi yönetim de hiçbir önlem almamaktadır. İzmir Depreminde olduğu gibi suçu birbirlerine atarak siyasi rant elde etme peşinde kayıkçı dövüşü yapmaktalar. Oysa halkımızın canı yanıyor. İnsanlarımız göz göre göre ölüme gönderiliyor.

Tüm bu sebeplerle, sorumlular hakkında kamu davası açılması için işbu suç duyurusunu yapmak zorunlu olmuştur.

SONUÇ ve İSTEM              : Yukarıda açıkladığımız ve Cumhuriyet savcılığınca resen araştırılacak sebeplerle, şüphelilerin eylemlerine uyan Türk Ceza Yasasında tanımlanan ve yukarıda belirtilen suçlarından haklarında gerekli soruşturmanın yürütülerek cezalandırılmaları için haklarında Kamu Davası açılmasını müvekkil Parti adına talep ediyoruz. 09/11/2020

    Suç Duyurusunda Bulunan
Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı
Vekili
Av. Tacettin ÇOLAK