ABD, AB ve Rus Emperyalistlerinin teşvik ve desteğiyle sürdürülen, ulusal kimliğini Türk düşmanlığı üzerine inşa etmiş olan ırkçı Ermenistan’ın, Karabağ ve Azerbaycan topraklarının yüzde yirmisini işgali altında tutması, sadece Azerbaycan’a yapılmış bir kötülük değildir. Başta Türkiye ve Azerbaycan olmak üzere Türk Dünyasının tamamına yönelik bir saldırı, işgal ve kötülüktür.
Yani bu işgal yalnızca Azerbaycan’ı ilgilendirmemektedir. Türk Dünyasının bütününü ilgilendirmektedir.
Konuyu açalım…
Mustafa Kemal’in Türk Milletine bıraktığı, emanet ettiği biricik ülkü nedir?
İsterseniz bunu kendi ağzından dinleyelim.
Biz bu vasiyeti-ülküyü tâ 2006 yılında Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’yı Anma Konuşmamızda netçe ifade etmiş, ortaya koymuş ve o ülküyü gerçek devrimciler olarak sahiplendiğimizi belirtmiştik. Oradan aktaralım:
***
Yıl 1933. 29 Ekim kutlamaları yapılıyor. Mustafa Kemal, Ziraat Bankası’nda. O zaman salonunda kutlamalar yapılıyor. Bir genç, Tıbbiyeyi yeni bitirmiş bir genç doktor soruyor Mustafa Kemal’e, sorular soruyor… Bürokrasiden yakınıyor; ‘Paşam, emperyalistleri yendiniz ama bürokrasiye yenildik’ diyor. Mustafa Kemal ona cevap veriyor; ‘Onu ileride yeneriz’, diyor. Ve asıl önemli soruya geliyor. Diyor ki, ‘Bize kuşaktan kuşağa aktarılan büyük bir ideal vermediniz, Paşam! Ama devletlerin böyle idealleri olmalı.’ Mustafa Kemal; ‘Böyle bir toplantıda bu soruya cevap veremem’, diyor. (Oraları atlayalım, okumayalım zamanımız yok. N. Ankut) ‘Ama bu odada sana ve merak eden bir iki arkadaş olursa gelsin; onlara bu konudaki cevabımı söyleyeyim. Bir devlet başkanıyım, sorumluluklarımdan dolayı bu ortamda bu soruna cevap veremem’, diyor. Geliyorlar odaya, verdiği cevap:
Bugün Sovyet Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler, avuçlarından sıyrılabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun yönetiminde, dil bir, inanç bir, öz bir kardeşlerimiz vardır. Onları arkalamaya hazır olmalıyız. Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür, tarih bir köprüdür. Bugün biz bu toplumlardan dil bakımından, gelenek görenek, tarih bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz. Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli. Tarih bağı kurmamız lazım, folklor bağı kurmamız lazım, dil bağı kurmamız lazım. Bunları kim yapacak? Elbette biz. Nasıl yapacağız? İşte görüyorsunuz dil encümenleri, tarih encümenleri kuruluyor. Dilimizi onun diline yaklaştırmaya, tarihimizi ortak payda (Encümenler, bu ilk kuruluş anındaki adları Türk Dil Kurumunun, Türk Tarih Kurumunun; o aşamadaki adları, arkadaşlar. – N. Ankut) haline getirmeye çalışıyoruz. Böylece birbirimizi daha kolay anlar hale geleceğiz. Bir sevgi parlayacak aramızda. Tıpkı bir vücut gibi. Kederde ve mutlulukta birbirimizi duyacağız ve arayacağız. Ortak bir dil amaçladığımız gibi ortak bir tarih öğretimimiz olması gerekli”, diye gidiyor.
Yani Mustafa Kemal diyalektik düşünüyor. Bakın, şu anda Sovyet Rusya dostumuz, müttefikimiz, buna ihtiyacımız var, diyor. Ama yarın ne olacak?
O zaman gerçekten de şu anda 5 tane Türk Cumhuriyeti var Asya’da: Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Kazakistan.
E, konuştukları dil Türkçenin değişik lehçeleri. Gidenler 2 ayda hemen öğreniyorlarmış, oranın yerlisine yakın konuşup anlaşabiliyorlarmış. E, bizim nereden geldiğimiz de belli. Yani böyle bir ufka sahip, Mustafa Kemal. Zaten bu diyalektik düşünme mantığına sahip olmasa, emperyalistleri yenemez. Gerçekçi… Ama Enver Paşa, metafizik mantıklı. Bir ülkenin ordusunu yönetecek kaliteye sahip bir askeri önder değil. Ama Mustafa Kemal hem gerçek bir komutan, hem diyalektik düşünen bir dahi. Şartlarını, çağını nasıl güzel değerlendiriyor bakın. Şimdi ne yazık ki, Mustafa Kemal’in, bir olasılık olarak gördüğü o durum, gerçekleşmiş durumda.
Şimdi Türk burjuvazisinin böyle bir ufku var mı?
Hayır. Zaten Kuvayimilliye’de de ufku yoktu. O yüzden Ordu Gençliği ve halkımız, o mücadelenin ana unsurunu oluşturdu.
Bugün Türk burjuvazisi neyin peşinde?
Usta’mızın 1970’te koyduğu gibi, Türkiye’yi, AB Emperyalistlerine komisyon karşılığında satabilmenin peşinde. O zaman, biz bu vatanın ve bu halkın gerçek savunucuları olarak, Mustafa Kemal’in bu mirasının da mirasçıları, sahipleri olmalıyız. Böyle bir ufkumuz olmalı bizim de.”
Türk Ulusu’nun birliğini savunmak Leninist bir prensiptir
Milletlerin bir olması, Leninist bir prensiptir, değil mi arkadaşlar?
Biz yıllardan beri, Arap Ulusu’nun tek bir ulus haline gelmesini savunmuyor muyuz?
Arap Ulusu’nun esas kurtuluşu bir yönüyle burada yatmıyor mu?
Kürt Ulusu’nun, tek ulus halinde birleşmesini savunmuyor muyuz?
Elbette. Bu kaçınılmaz bir ilke. O zaman Türk Ulusu’nun da, altıya parçalanmış Türk Ulusu’nun da birleşmesini savunmamız, görmemiz, böyle bir ufka sahip olmamız gerekir.
O zaman Usta’mızın 1933’te koyduğu formülü şu şekilde yeniden belirlememiz gerekir: Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti.
(Alkışlar…)
Bunu hayata geçirmemiz lazım. Bu aynı zamanda, Sovyetler’in 1930’lu yıllardaki gücü kadar güçlü bir antiemperyalist kalenin doğmasına yol açacaktır. Emperyalistler bu ufku görüyorlar. Böyle bir olasılığı hesap ediyorlar. Ve o yüzden Türkiye’yi en az üçe, bölmek istiyorlar, Sevr’de olduğu gibi… Kaldı ki şimdi bir de Süryani ve Pontus soykırımlarını çıkardılar. Emperyalistler, bu isteklerini açıkça dile getiriyorlar. Ve onların oyununa gelen Ermeniler mesela taleplerini hiç gizlemiyorlar. Çok açık 4 T Planı (Tanıtım, Tanınma, Tazminat ve Toprak) şeklinde açıklıyorlar. Nedir bu?
1- Soykırımın tüm dünyada tanınması,
2- Soykırımın Türkiye’ye Kabul ettirilmesi,
3- Soykırım kurbanlarının mirasçılarına tazminat ödenmesi,
4- Türkiye’den tarihi Ermenistan topraklarının geri alınması.
Türkiye’nin bunu, bu Ermenistan’ı tanıması. Bu da nereden başlıyor?
Trabzon, Erzurum, Muş ve Bitlis’in altından geçen bir çember parçası şeklinde sınırlar çiziliyor. Buradan başlıyor. Bunun peşindeler. Bu talep açık. Ve bu da destekleniyor mu emperyalistler tarafından?
Destekleniyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’ın Ermenistan Ziyareti
Chirac geçen nereyi ziyaret etti Ermenistan’da?
Soykırım Müzesi’ni.
Peki, bir aktarma da müzeden yapacağız. İşte, yani bu… (Kapağını katladım şöyle. Bizim bu pezevenk medya, kadını her yerde kullandığı için, burada da hiç gerek yokken illa bir kadın kullanacak, sömürecek…) Tempo Dergisi. 20 Nisan 2006 tarihli sayısı. Gözlüğün numaralarının değişmesi gerektiği için küçük yazıları çok net okuyamıyorum. İşte burada, şu gördüğünüz fanusların ya da kavanozların içinde, Türkiye’nin altı ilinden getirilmiş topraklar var. Burayı ziyaret etti. Yani kurtarılması gereken düşman elindeki iller bunlar, Ermenilere göre. Ve bu müzenin müdürü de Bargasyan Lavrenti, adında bir zat. Hem kurucusu, hem de şu anki müdürü müzenin. Bununla görüştü. Bu anlattı, Chirac alçağı da güya gözü yaşlı bir şekilde kafa salladı. Ekranlardan izledik. İşte bu kişinin söyleminden bir paragraf aktaracağım:
Lavrenti bize nazik davranıyor. (Tempo muhabiri diyor bunu, arkadaşlar. – N. Ankut) Ama nazik olması, ‘kovmasına’ engel değil. Kovduğu yer Soykırım Müzesi değil. Türklerin tüm coğrafyadan gitmesini isteyerek, diyor ki: ‘Neden siz geldiğiniz yere gitmiyorsunuz. Siz oraya gidin ve işgal ettiğiniz toprakları sahiplerine bırakın. Ama sizi orada bile kabul etmezler, sizin gerçek bir vatanınız ve ulusunuz yok. Siz gerçek bir ulus değilsiniz. Göçmen ve işgalcisiniz.
Bargasyan Lavreni’nin sözleri şaka gibi ama o espri yapmıyor. Söylediklerine gerçekten inanıyor. Sözgelimi, Türklerin başlattığı soykırımı Azerilerin Karabağ’da sürdürdüğünü, zaten Azerilerle Türklerin köksüz bir millet oldukları için bu eylemlere giriştiklerini söylüyor.” (Tempo, 20 Nisan 2006)
Bu, Ermenistan’ın resmi politikası. Gerçekten şaka değil. Yani Ermenistan Devletinin yöneticileri bize böyle bakıyor. Ve bu ideolojiyi onlara emperyalistler veriyor. Amaç bu. Açık. (Nurullah Ankut, Lenin Sonrasının Marksizmi-Leninizmi Işığında Dünya ve Türkiye, Cilt 4, s. 261-264)
***
Sonra 2007 yılında yaptığımız Partimizin Birinci Kongresi sonrası söyleşimizde aynı konuyu gündeme getirmiş; patronu ABD Emperyalist Haydudu olan NATO’nun çok gizli belgesinde de Mustafa Kemal’in bu emanetinin dile getirildiğini, bunun gerçekleşmesinin “Batı Dünyası” yani emperyalist haydutlar dünyası için bir felaket oluşturacağını, bu nedenle Türkiye’nin bu emanete sahip çıkmaması için her zaman olabildiğince zayıf tutulması, asla güçlenmesine izin verilmemesi gerektiğinin belirtildiğini söylemiştik:
***
Yeni Bir Sovyetler Birliği Oluşturmalıyız
NATO’dan çıkmalıyız. Onlara yeni bir birlik, yeni bir dünya göstermeliyiz. Onu da “Anma Konuşması”nda kısaca ortaya koyduğumuz gibi, yeni bir Sovyetler Birliği oluşturmalıyız. Tuncer Kılınç’ın da dediği gibi: İran’la, Rusya’yla, Çin’le, başarılı bir birlik oluşturulamaz. Çünkü Rusya artık emperyalist bir ülke… Emperyalist bir devlet… İran, belli sebeplerden dolayı, Türkiye’ye ve Türklere hep düşman… Çin’in de yine ayrı siyasi hesapları var. O bakımdan o anlamda bir birlik, kurtarıcı olmaz, derde deva olmaz. Halklara bir yarar sağlamaz. Emperyalistler karşısında da sağlam bir duruş oluşturmaz.
Mustafa Kemal’in 1933’te söylediği gibi, doğal coğrafyaya dayanan yeni bir Sovyetler oluşturmalıyız. Önümüze koyduğumuz gerçekçi ve bizi zafere, başarıya götürecek ve emperyalistleri yenilgiye uğratacak olan Türk-Kürt Cumhuriyetidir. Ortaasya Türk Cumhuriyetleriyle beraberce oluşturulacak Türk-Kürt Cumhuriyetidir.
Şimdi bunu ortaya koyduğumuz zaman, özellikle Sevrci Sol’un bileşenleri, bize yine suçlamalar yönelteceklerdir. Bunlar şoven, vesaire diye demagojik saldırılarda bulunacaklardır.
Birkaç paragraf aktarmak istiyorum emperyalist ünlü bir temsilciden. Lord Curzon’dan. Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşının ünlü İngiliz temsilcilerinden biri, değil mi Lord Curzon, arkadaşlar? 16 Şubat 1920’de şöyle diyor:
Müttefiklerin uğrunda savaştıkları amaçları arasında bağımsız bir Ermenistan devletinin kurulması da vardır. Bu amacın gerçekleşmesine tüm müttefikler aynı derecede ant içmiş durumdadır.”
Ve bunun sebebini anlatıyor, gerekçesini koyuyor Lord Curzon. Şöyle diyor gerekçesinde de:
Büyük bir Panislam ya da Panturan hareketi ortaya çıkabilir. Ve böyle bir halde, Londra Konferansı genellikle dünya barışı bakımından Türkiye Müslümanlarıyla Doğudakiler arasına sokulmak üzere bir Hıristiyan toplumunun sıkıştırılmasının yerinde bir girişim ve bunun da bir Ermeni devleti olabileceğini düşünmüştü.”
İngiliz Emperyalizmi, görüyor musunuz arkadaşlar, 1920’de meseleyi, kendi siyasi, emperyalist çıkarları açısından nasıl görüyor.
Altı Parçaya Bölünmüş Türk Ulusu Birleşmelidir
Biz, yirmi iki parçaya bölünmüş Arap Ulusunun, bir tek Ulus halinde birleşmesini istiyor muyuz, arkadaşlar?
On yıllardan beri söylüyoruz ki; istiyoruz.
Dört parçaya bölünmüş Kürt Ulusunun, tek bir Ulus halinde birleşmesini istiyor muyuz?
İstiyoruz.
Ve altı parçaya bölünmüş olan Türk Ulusunun da tek bir Ulus olarak birleşmesini istiyoruz.
Yine bir sürü parçaya bölünmüş olan Latin Amerika Halklarının, tek bir Ulus olarak birleşmesini kim istiyordu en çok?
Dinleyiciler: Che.
Nurullah Ankut: Che.
O yüzden Latin Amerika’nın orta ülkesine, Bolivya’ya giderek gerilla savaşını başlattı. Bolivya’ya giderek başlattı. Aynı dili konuşuyoruz, diyordu. Portekizce de zaten akraba dildir İspanyolcayla. Ve aynı ulusun temsilcileriyiz, emperyalistler bizi, kendi çıkarları öyle gerektirdiği için, bu kadar çok parçaya böldüler; birleşmeliyiz, diyordu.
Yine yüzde 80’i Bantu dilini konuşan Siyah Afrika Halklarının, tek bir Ulus halinde birleşmesini istiyor muyuz?
İstiyoruz.
Bunlar gayet doğru, devrimci taleplerdir. O zaman Türk Ulusunun da, altı parçaya bölünmüş olan Ulusun da tek Ulus olarak birleşmesini istemek hakkımız ve devrimci bir görevimiz. Usta’mız 1933’te; Anadolu ve Kürdistan Halk Cumhuriyeti, diyordu.
Neden?
Çünkü o zaman diğer Türk Cumhuriyetleri, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği çatısı altındaki Cumhuriyetlerdi. Sosyalist Cumhuriyetlerdi. Onların orada kalması, o yapıda kalması, uluslararası proletarya hareketinin çıkarları açısından gerekliydi. Ama bugün o yapı ortadan kalkmış durumda. O zaman yeni, doğal coğrafyaya dayanan yeni bir Sovyetler oluşturmalıyız. Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kurmalıyız.
Böyle bir gelişme emperyalistlerin çıkarları için hayati bir tehlike oluşturur. Bakın, kendileri en yetkili sözcülerinin ağzından itiraf ediyorlar bunu. Ve hemen bir eylem planı oluşturuyorlar, böyle bir gelişmeye karşı. Gördüğümüz gibi bu tedbiri alıyorlar. Tabiî İngiliz ve diğer Batılı Emperyalistler 1920’de söylüyor bunu. 1915’lerde, Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında böyle bir istekleri, planları yoktu. Çünkü o zaman, zaten Türk Cumhuriyetleri ve Ermenistan, Çarlık Rusyası’nın sınırları içindeydi. Çarlık Rusyası onların müttefikiydi. Ve Ermenilerin de Çarlık Rusyası’na bağlı kalması şeklinde bir anlaşmayı, Rus Çarıyla yapmış durumdaydılar. Ama ne zaman ki Ekim Devrimi gerçekleşti, Çarlık Rusyası ortadan kalktı ve Sovyetler kuruldu, o zaman böyle bir Ermenistan’ın varlığı için hemen planlar yaptılar ve onu hayata geçirme mücadelesine girdiler. Bakın, emperyalistler nasıl değişen şartlara göre planlarını anında değiştirip, yeni politikalar üretebiliyorlar. Yeni düşünceler ve davranışlar ortaya koyabiliyorlar. E, o zaman, biz devrimciler de, değişen dünya şartları karşısında devrimci diyalektik mantığımıza göre, aynı değişimi göstermemiz gerekir. Onlar emperyalist çıkarları için gösteriyorlar. Biz değişen şartlara göre yeni ideoloji üretemezsek, devrimciliğimiz nerede kalır? Emperyalistlerin gerisine düşmüş oluruz. Metafizik mantıkla düşünmüş oluruz.
ABD Emperyalizmi, 6 Parçaya Bölünmüş Türk Ulusunun Birleşmemesi İçin Her Şeyi Yapıyor
İngiliz Emperyalizminin o zamanki tezini gördük. Bir de günümüzde dünyanın başhaydudu Amerikan Emperyalizminin aynı konudaki tezine bakalım:
Batının Türkiye ve Türk dünyasına uyguladığı politikanın özünü, iç yüzünü ve bu politikanın ne kadar yıkıcı olduğunu anlamak için en gizli, Vagram dereceli bir NATO belgesine bakmak yeterlidir. 1961 yılında, günümüzden 45 yıl önce, Washington’daki NATO karargâhında, yüksek rütbeli bir Türk subayının ele geçirdiği en gizliden (Cosmic Top Secret) daha yüksek gizlilik derecesine sahip (Vagram) bir dosyada, Sovyetler Birliği’nin dağılacağı, Orta Asya’da 5 ya da 6 Türk Cumhuriyeti kurulacağı, 30 yıl öncesinden görülerek, kurulacak Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Türkiye’yle ilgili politika şu şekilde belirlenmiştir.”
Bunu Ali Tayyar Önder söylüyor, “Türkiye’nin Etnik Yapısı” adlı kitabında. Şimdi o belgeyi aktarıyor, NATO belgesini, o çok gizli NATO belgesini. Şöyle deniyor:
Türk devletlerinin işgal edecekleri coğrafya, stratejik yönden çok değerli. (E tabiî kaynaklar bakımında çok zengindir) Bu devletler batıdaki Türkiye Cumhuriyetiyle birleşirse o zaman ortaya Hitler Almanyası veya Stalin Rusyası’ndan daha tehlikeli bir kuvvet Batılıların karşısına çıkar. Türkiye Cumhuriyeti ile Doğu Türklerini birleştirmemek için elden gelen yapılmalı, Türkiye ile bu devletler arasında tampon devletler kurulmalı, Türkiye’nin lider devlet olmasını engellemek için, siyasi ve ekonomik bütün tedbirler alınmalıdır.”
Ne kadar net, açık değil mi NATO belgesi, arkadaşlar?
İşte buna uygun hareket eden emperyalistler, Sovyetler ve Sosyalist Kamp yıkılır yıkılmaz ne yaptılar?
Ermenistan’ı Azerbaycan’a saldırtarak, 14.400 küsur km2 Azerbaycan toprağını işgal ettirerek, Ermenistan’ın topraklarını genişlettiler. Ve Türkiye ile Türkî Cumhuriyetler arasındaki bağı güçleştirecek tampon bir devlet haline dönüştürdüler.
Ve bunu biz ne zaman söyledik?
Daha önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi defalarca, yıllar önce söyledik. Anma Konuşmalarımızda, yıllar önce bizim bu tespitimiz kayda geçti. “Lenin Sonrasının Marksizmi-Leninizmi” adlı kitaplarımızda bu sözümüz kayıtlı. Daha o saldırılar olduğu anda, bunu ideolojimizin ışığıyla gördük ve gösterdik. Bu sebepten Ermenistan’a bu saldırı ve bu işgal yaptırıldı, diye. İşte belgeleri ortada.
Şimdi biz devrimciler olarak bu olayı, bu belgeleri, bu gerçekleri görmeyecek miyiz? Bunları değerlendirmeyecek miyiz? Bunları değerlendirerek yeni ideolojiler belirlemeyecek miyiz?
Öyle şey olur mu? Elbette belirleyeceğiz. Bundan kaçınamayız. Bundan kaçınırsak, devrimci öngörümüz, devrimci ideolojimizin gücü nerede kalır?
Kürt-Türk kardeşliğinin nasıl tarihsel bir kökene dayandığını biraz önce söyledik. Birinci Kuvayimilliye’de de aynı şekilde. İngiliz Emperyalizminin ajanları, bütün oyunlarına rağmen, Kürt Halkını Kuvayimilliye’nin ve Milli Kurtuluşun karşısına geçiremiyorlar. Ondan ayıramıyorlar. Türk ulusal kurtuluşundan ayıramıyorlar. Kardeşçe, yan yana, omuz omuza, emperyalistlere karşı birlikte savaşıyorlar. Demek ki, Kürt kardeşlerimizle bin yıldan bu yana kader birliği etmişiz. Aynı uğurda mücadele etmiş, aynı vatanı ele geçirmişiz, aynı savaşları vermişiz, aynı emperyalistleri-düşmanları yenmişiz. O zaman bu iki halk kardeşçe, ama gerçek anlamda eşit kardeşler olarak, birleşirse bu tarihsel amacı da gerçekleştirebilir. Uluslararası emperyalizmi dünya çapında yenilgiye uğratabilir.
Bir Dinleyici: Yeni bir çağ açılmış olur.
Nurullah Ankut: Yeni bir çağ açabilir tabiî. İşte emperyalistlerin de en büyük korkusu bu. Sovyetler’den daha güçlü, daha tehlikeli bir devlet oluşur karşımızda, diyor. Bakın, nasıl görüyor emperyalistler? Çünkü onların binlerce, eğitimli, dünya gerçeklerinden haberdar akıldaneleri var, uzmanları var bu işle görevli. Biz onların bu politikalarını görmezsek devrimciliğimiz lafta kalır. Tedbirler almazsak, yeni düşünce ve davranışlar ortaya koymazsak, lafta kalır devrimciliğimiz. Ciddi olmaz, ciddiye alınamaz böyle bir devrimcilik. Usta’mızın ideolojisinin hakkını vermiş olmayız o zaman.
Bir Başka Dinleyici: Onun için maşa Fethullah en çok orada örgütlendi.
Nurullah Ankut: Tabiî… Tabiî… Tabiî…
Bir Başka Dinleyici devamla: CIA’nın yönlendirmesiyle, en fazla Türkî Cumhuriyetlerde örgütlendi. Yeni bir şey, o Cumhuriyetlerden de kovulma süreci başladı aslında. Soros’la birlikte Azerbaycan’dan, Rusya’dan…
Nurullah Ankut: Evet arkadaşlar. (Nurullah Ankut, Fatih Che Kıvılcımlı Olmak, Derleniş Yayınları, 2007, s. 50-55)
***
Türk Dünyasının tek bir devlet oluşturularak sonra birleştirilmesinin geçen yüzyılın başlarında da İngiliz, Fransız, İtalyan ve ABD Emperyalistlerinin korkulu rüyası olduğunu biliyoruz. İngiliz Emperyalizminin temsilcileri, özellikle de Lord Curzon, böyle bir birleşmeyi engellemek için Türkiye Türkleriyle Doğu Türkleri arasına kesinlikle bir Hıristiyan Devlet inşa etmeliyiz, demişlerdi. Ve bu sebeple de, böyle bir işlev görecek devlet olarak Ermenistan’ı var ettiklerini ifade etmişlerdi.
Biz o eski emperyalist haydutların görüşlerini de, Ermenistan Meselesi’ni işleyen kitabımızda aktarmıştık.
O emperyalist haydutların bu projesini, 1920’nin sonunda Varna üzerinden İstanbul’a, oradan da gizlice İnebolu Kastamonu üzerinden Ankara’ya geçerek gönüllüce bizim Kurtuluş Savaşı’mıza tek Alman olarak katılan hem yiğit bir asker, hem kültürlü bir aydın olan Hans Tröbst de netçe görür, kavrar. Sevr Haritası’nın da Ermenistan bölümünün bu amaçla oluşturulduğunu, 1925’te Almanya’da yazıp yayımladığı anılarında ortaya koyar. Hans Tröbst, Kurtuluş Savaşı’mız boyunca Mehmetçiklerimiz gibi cepheden cepheye koşar. Hem de hep ön cephede çarpışmak ister. H. Tröbst, Lozan Andlaşması’nın imzalandığı gün de Almanya’ya-ülkesine döner. Bu anılar; “Mustafa Kemal’in Ordusunda Bir Alman Yüzbaşı”, adıyla Kırmızı Kedi Yayınları tarafından Türkçesiyle yayımlanmıştır.
Mustafa Kemal’in bu vasiyetinden İran’ın Ortaçağcı Mollaları da haberdardır. Üstelik, onlar da Türklerin birliğinin kendileri için bir felaket olacağı kanaatindedirler. Yani İran’ın Mollaları da Türk’e ve Türkiye’ye tıpkı Batı Emperyalistleri, Rus ve Çin Emperyalistleri gibi düşmandırlar.
Bundan, önceki yıllarda yaptığımız konuşmalarda da söz etmiştim…
Şimdi de Molla’nın düşmanlığının kanıtını görelim:
***
Videonun tapesi:
Azerbaycan…
Bugün Azerbaycan’ı bütün dünya biliyor. İnsanların çoğu bilmiyordu. Basın, raporlar, haberler vasıtasıyla insanlar Azerbaycan adında bir sorunun olduğunu anlamaya başladılar.
Sorunun adı, Ermenistan’ın Azerbaycan toprağını yaklaşık 30 yıldır işgal etmesiydi. Hakikat bu. Bugün Türkiye toprağını geri alması için Azerbaycan’a yardım ediyor. Bu da gerçek.
Ve burada bazı devletler var: “Savaşa gerek yok, gelin sorunu diyalogla çözelim”, gibi şeyler diyorlar. Öncelikle tarihe dönmeme müsaade edin. Çünkü bu konuyla haber babından bir ilgim var.
(…)
Bu devletlerin oluştuğu anda Ermenistan’la Azerbaycan arasında sorun patlak verdi. Ve Ermenistan Azerbaycan’a hücum etti ve toprağını işgal etti. Bugün “saldırdı” diyorum çünkü bütün dünya biliyor ve itiraf ediyor ki evet, Ermenistan Azerbaycan’ın beşte bir toprağını işgal etti. İnsanları sürdü, 30 yıl kamplarda yaşamalarına neden oldu, birçoğu öldürüldü…
O zamanlar Tahran’daydım. Medyayı dinliyorum. İnsanlar Ermenistan’ın yanında. Devlet Ermenistan’ın yanında, basın Ermenistan’ın yanında. Şaşırtıcı. Ermeni saldırgan. Siz, İslam devletiyiz, diyorsunuz. Düşmanın karşısındayız, diyorsunuz. Zulmün karşısındayız, diyorsunuz. Nasıl zalimin yanında durabilirsiniz?
Azerbaycan… Siz diyorsunuz ki yüzlerce yıldır Azerbaycan İran’ın parçası, Azerbaycan Halkı İran Halkının bir parçası. Asıl Azeri Halkı İran’dadır. Onların yanında durmanız tabiîdir. Öncelikle onlar mazlum. İkinci olarak sizin yapınızdan. Ya da büyük halkınızın bir parçası. Üçüncü olarak onlar Müslüman, mazlum aynı zamanda Şii. Gerçekten şaşırdım.
Burada hangi ölçü var? Kur’an mı? “İyilikte ve takvada yardımlaşın”. İyilik ve takva nerde? Afalladım. İran’daki bu işin aslı nedir?
Bir gün dışişleri bakanını yakaladım. Durumu anlayayım dedim. Nedir bu hikâyeniz? diye sordum. Kısaca, insanlarını vaktinin almamak için. Tam olarak şöyle dedi:
“Ermenistan Türkiye sınırında. Biz Türkiye’nin Türki cumhuriyetlerle iletişimini engellemeye çalışıyoruz. Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan vb. Biz Türkiye’ye set-engel oluşturmak için Ermenistan’ın yanında Türkiye’nin karşısında duruyoruz.”
Kendi kendime, keşke sana sormasaydım, dedim. En azından (makul) bir sebep olduğu ihtimaliyle hüsnü zanda bulunurdum. Bu ülkeler trajediden, zulümden yeni çıkmışlar. Sen ve Türkiye bunlara yardım hususunda dayanışmak, tek bir ümmet oluşturmak, ortak paydalarda buluşmak, birlik oluşturmak yerine… Ama sen Ermenistan’a yardım ederek üstelik Şii Müslüman’ın aleyhine Türkiye’yle nasıl yüzleşirim diye düşünüyorsun.
Bu hangi Kur’an’dadır?
Kur’an’ın yakınından geçtin mi? Dinledin mi, anladın mı Kur’an’ın çizdiği siyaseti? Bugün de aynı şey oluyor. İran’ın; “Biz aracılıktan yanayız, savaşı durdurun”, dediğini duyuyoruz. Rusya diyalogdan yana, savaşı durdurun, diyor. Fransa da aynı şekilde. Biz aracılıktan yanayız, diyalogdan yanayız, savaşı durdurun diyen her kimse pisliğin tekidir.
Neden?
Ermenistan işgalci. Savaşı durdurun demek, işgal devam etsin, demektir. 30 yıldır diyalog var, hiçbir neticeye ulaşamadı. Bunu diyen işgalcinin yanındadır. Tıpkı işgali sürdürürken İsrail’le görüşelim, diyenler gibi. Barış görüşmelerini işgaliyle sürdüren işgalin yanındadır. Bu yüzden, evet toprağın kurtarılması gerekiyor. İşgal sürerken görüşmeleri sürdürmeye davet, yalancılıktır. Sen işgalden yanasın, insanların topraklarından atılmasından yanasın demektir. Sen insanlara zulümden, zorbalıktan yanasın. Bu zulümdür, bu suçtur. (Lübnan Hizbullahı Eski Genel Sekreteri Şeyh Subhi Tufeyli, https://www.youtube.com/watch v=7o_CUYCcfug&ab_channel=Haks%C3%B6zOkulu)
***
Mustafa Kemal’in bu mirasını-vasiyetini, Batılısından Doğulusuna, eski kaşar ve yeni emperyalist çakalların tamamı bilir. Hatta yukarıda da belirttiğimiz gibi İran’ın Mollaları da bilir ve düşman gördükleri o mirasa, o ülküye karşı kendilerince tedbir de alır. Fakat bizim hain, ABD uşağı yerli Parababaları yani Türkiye’nin egemen sermaye sınıfı bilmez. Bilse de savunmaz. Çünkü onların Kıblesi Washington-White House’tur. Onlar emperyalist efendilerinin sözünden çıkmazlar…
Burjuvasından Küçükburjuvasına kofti Atatürkçüler-Kemalistler ise bilmezler bu vasiyet edilen ülküyü… Yani Molla’nın bile bildiğini bilmez bu koftiler… Tarih ve Toplum Bilimi cahilidir bunlar…
Bu sebeple de Mustafa Kemal’i ve Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın ne sınıf yapısını bilirler, ne de ruhunu, karakterini…
İlhan Selçuk’undan Erol Manisalı’sına, şimdinin ADD Başkanı Süheyl Batum’una kadar bir iki istisna dışında tamamı Avrupa Birliği’nden yanadır. Bu emperyalist yapılanmayı savunurlar. Kafaları böylesine çarpıtılmış, zihinleri böylesine çökertilmiştir bunların…
Bizim “Sevrci Soytarı Sahte Sol” dediğimiz Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi PKK, PYD, YPG, DSG ve HDP işbirlikçisi sözde Sol da tabiî doğası gereği Mustafa Kemal’e de, onun vasiyeti olan ülküsüne de düşman olacaklardır. Düşmandırlar da zaten…
O zaman Vatanımızı, Milletimizi ve Halkımızı ilgilendiren her konuda olduğu gibi burada da iş bize düşüyor Yoldaşlar…
Mustafa Kemal’in vasiyeti olan bu biricik Ülküsünü savunmak da biz Gerçek Devrimcilere düşmektedir…
Ve her zaman söylediğimiz gibi yine tekrarlıyoruz:
Edirne’den Doğu Türkistan’ı da içine alacak biçimde Çin sınırına uzanacak geniş coğrafyada Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti’ni eninde sonunda kuracağız…
Böylelikle de hem yenilmez, aşılmaz, aşınmaz bir Antiemperyalist Kale oluşturacağız, hem de uluslararası emperyalist haydutlara çok ağır bir darbe indirmiş olacağız…
Tabiî böylece de o haydutlar, o kan emiciler sisteminin çöküşünü hazırlamış ve Proletarya hareketinin dünya çapındaki zaferinin gelişini çabuklaştırmış olacağız…
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
1 Kasım 2020
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı