Afganistan 15 Ağustos 2021 günü Ortaçağcı Taliban güçlerinin eline geçti. Taliban Kabil’e tek kurşun atmadan girdi. Ancak bu giriş ABD Emperyalizmi ile varılan anlaşma gereğince oldu. Çünkü 20 yıldır Afganistan’ı işgal altında tutan, kendine bağlı kukla iktidarlarla yöneten ABD’nin ve NATO’nun bir anda çekilmesi kendiliğinden ya da Taliban’dan korktuklarından olmamıştır.
Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirmesinden günler öncesinden İran üzerinden ülkemize binlerce Afgan sokulmuştur. Bu kişiler yurdun dört bir yanına dağıtılmış, İstanbul’da üniformalı gösteri bile yapmaya başlamışlardır. 2011 yılından bu yana Suriye’den getirtilenler ve Afganistan’dan yurda sokulanlarla birlikte ülkemizdeki “mülteci” sayısı 6 milyonu bulmuştur.
Bu, sıradan bir “ülkesinde saldırıya maruz kalmış mazlumlara kapı açma olayı” değildir. Zira bu Afganlar, Taliban’ın zaferinden günler öncesinden ülkemize sokuldu. Bunun bir plan dahilinde, Batılı Emperyalist devletlerle varılan anlaşma uyarınca uygulamaya konulduğu çok açıktır. Almanya ve Avusturya Başbakanlarının yaptıkları açıklamalar bunun kanıtıdır.
Aynı zamanda bu kişiler herhangi bir Kovid önlemi alınmadan yurda sokulmuşlar ve Halkımızın içinde virüs yaymaktadırlar.
AKP iktidarı ise ülkemizi göçmenler için son durak ya da tampon bölge yaparak Batılılardan rüşvet koparma peşindedir. Tayyip Erdoğan’ın ikide bir “Kapıları açarız ha!” diyerek şantaj yaparak Batılılardan elde edeceği üç-beş kuruşun hesabını yapması bundandır.
Tayyip; “sınırlarımızda düzensiz bir göç akını söz konusu değil” dedikten üç gün sonra “Türkiye olarak İran üzerinden gerçekleşen ve giderek yoğunlaşan bir Afgan göçmen dalgasıyla karşı karşıyayız”, diyerek kendisini tekzip etse de hiçbir şekilde sınır güvenliğine dair önlem almamaktadır.
Afganların 3 bin kilometrelik İran ülkesini aşarak kontrolsüz bir şekilde ülkemize getirilmesi, ülkemizin bağımsızlığını ve kırıntı babında da olsa laik, demokratik, hukuk devleti olma özelliğini tamamen ortadan kaldırmayı hedefleyen “emperyalist bir göç stratejisi”dir. Bu durum Anayasal düzenin ortadan kaldırılması tehlikesini de barındırmaktadır.
İşte bu nedenle Halkçı Hukukçularımız tarafından hazırlanan suç duyurusu dilekçesi Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
Tayyip Erdoğan, Süleyman Soylu, Mevlüt Çavuşoğlu, Hulusi Akar ve Mehmet Muş’un şüpheli olarak gösterildiği dilekçeyle; devletin tüm yönetim ve karar organlarını işgal eden şüpheliler bakımından, TCK m. 302’de tanımlanan Devletin Birliğini ve Ülke Bütünlüğünü Bozma ve TCK m. 309’da tanımlanan Anayasayı İhlal suçu oluştuğundan ve ülkemizde Kovid-19 vakalarının hızla artmakta olduğu günlerde Afganların aşışız ve denetimsiz olarak yurda sokulmasının da şüpheliler bakımından 5237 sayılı TCK’de düzenlenen “Kamu Sağlığına Karşı Suçlar” bölümü madde 195’te düzenlenen “Bulaşıcı hastalıklara ilişkin tedbirlere aykırı davranma” suçunu oluşturduğundan, şüpheliler hakkında Kamu Davası açılması istenmiştir.
Suç duyurusu sonrası Partimiz Genel Sekreter Yardımcısı ve İzmir İl Başkanı Av. Tacettin Çolak Yoldaş’ın yaptığı açıklama aşağıdadır:
***
Bildiğimiz gibi, günlerdir ülkemizin İran sınırı, Afgan mültecilerle doludur. Kaldı ki sadece İran sınırında kalmayıp doğrudan ülkemizin iç kesimlerine de aktarılmaktadır bu kişiler. Bunlar 3 bin kilometrelik İran topraklarını aşarak ülkemize elini kolunu sallayarak giriş yapmaktadırlar. Yaşanan Kovid Pandemisi nedeniyle en küçük bir önlem dahi alınmadan ülkeye giriş yapmaktadırlar. Vatandaşlarımız HES kodu olmadan bir mağazaya ya da kapalı bir mekâna ya da bir resmi daireye giremezken, bu Afganlar ülke içerisinde ellerini kollarını sallayarak gezmekteler, üniformalı gösteriler yapabilmekteler, Zeytinburnu’nda olduğu gibi…
AKP iktidarı bu girişi, aslında Batılı emperyalistlerle varmış olduğu anlaşma uyarınca teşvik ve telkin etmektedir, engellememektedir. Dün akşam çıkan haberlere göre Tayyip Erdoğan’ın “İran sınırına duvar çekeceğiz” sözü de komediden ibarettir, Halkı kandırmaya yöneliktir. Çünkü İran sınırına böyle bir duvar çekmek ne mümkündür ne de böyle bir çalışma vardır. Bu, Halka yalan söylemektir.
Bu nedenle, aynı zamanda ülkemize giren ve şu anda sayısı Suriyelilerle birlikte 6 milyonu bulan mülteci, sığınmacı, göçmen – adına ne dersek diyelim – bu kişiler; ülkedeki demografik yapıyı değiştiren, aynı zamanda İşsizlik ve Pahalılık cehenneminde yanan Vatandaşlarımızın önüne ciddi anlamda ucuz işgücü olarak çıkan ve Parababalaları tarafından değerlendirilen bir kitle haline gelmiştir.
Bütün bunlar halka karşı yapılan bir ihanettir. Bunların Türk Ceza Kanununda suç olarak tanımlanan karşılıkları da vardır.
Örneğin “Devletin Birliğini Ve Ülkenin Bütünlüğünü Bozma” suçu kapsamına girer, bu fiillere izin veren yöneticilerinin yaptığı davranışlar, Türk Ceza Kanunu 302’inci maddedir. “Anayasayı İhlal” suçu kapsamına girer. Ve özellikle de sıradan vatandaşlarımıza yoğun bir şekilde, pandemi önlemlerine uymadıkları gerekçeleri ile kesilen para cezalarını düşündüğümüzde, binlerce insanın kontrolsüz bir şekilde ülkeye girişini engellemeyen yöneticiler bakımından da Türk Ceza Kanununun 195’inci maddesinde düzenlenen “Bulaşıcı Hastalıklara İlişkin Tedbirlere Aykırı Davranma” suçunu oluşturur.
Halkın Kurtuluş Partisi olarak bugün İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı kanalıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına bütün bu suçlardan dolayı; Tayyip Erdoğan, Süleyman Soylu, Mevlüt Çavuşoğlu, Hulusi Akar ve Mehmet Muş hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur.
Bu suç duyurumuz vatanımıza olan, halkımıza olan bir sorumluluk gereği yapılmıştır. Kimse bize hümanizm gösterisi yapmasın. Kimse bize ırkçı yaftası takmaya kalkmasın. Çünkü bu göç dalgası emperyalist bir plan çerçevesinde gerçekleştirilen, Batılı devletlerle varılan anlaşmalar çerçevesinde, onlardan alınacak para karşılığı kontrollü bir şekilde yapılan bir harekettir. Dolayısıyla bu göçmen yaşantıları ya da göçmen uygulamaları, klasik anlamda uluslararası hukukta tanımlanan mültecilik statüsünü de taşımayan, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 14’üncü maddesinde tanımlandığı şekilde ortaya çıkan bir olgu değildir. Tamamen emperyalist bir politikadır. Ülkemizi Ortaçağ’ın karanlığına götürmeye dönük bilinçli bir projedir. Aynı zamanda Afganistan’dan gelen bu gencecik insanların ellerinde bir çanta dahi olmaması, eşinin, çocuğunun, ailesinin bulunmaması da dikkat çekmektedir.
Bunlar aynı zamanda Amerikan güçleri olarak Afganistan’da savaştırılan, bundan sonraki süreçte de dünyanın çeşitli ülkelerinde emperyalist savaşlarda paralı asker olarak kullandırılacak olan piyonlardır. Gerçekten bunlar ailesini, canını, onurunu düşünen insanlar olmuş olsalardı daha Afganistan düşmezden günler öncesinde Türkiye’ye akın akın giriş yapmazlardı. Ailesini, çoluğunu, çocuğunu, eşini korurlardı.
Nitekim dün itibariyle gördüğümüz gibi Afganistan’a giren Ortaçağcı Taliban güçleri tek kurşun atmadan Kabil’e girerek Afganistan’da iktidarı teslim almışlardır.
Aslında Taliban’ın Afganistan’a girişi de emperyalist bir projedir. 20 yıldır Afganistan’ı işgal altında tutan ABD ve NATO güçleri bilinçli bir geri çekilmeyle Afganistan’da Taliban’a ön açmışlardır. Dolayısıyla “Emperyalizm işgal ettiği geri ülkelerde en gerici sınıflarla müttefiklik yapar, ittifak kurar, işbirliğine girer” Sosyalist tezi burada da bir kez daha doğrulanmıştır. Zaten bu Ortaçağcılar, Sosyalist Necibullah iktidarına karşı yıllar öncesinden beslenen, büyütülen, örgütlenen gericilerdir. Onlar uluslararası emperyalizmin piyonu olarak Afganistan’da yönetimi devralmışlardır.
İşte Türkiye’ye gelen bu insanların kendi ailesini koruması gerekirdi. Onları Taliban’ın kucağına atarak buralara göç etmeleri de bu projenin varlığını göstermektedir. Zira dün akşam birçok videoda da görüldüğü gibi Afganistan’da Taliban’ın yaptığı ilk iş; genç kızları ve kadınları köleleştirmek, cariyeleştirmek üzere evlere saldırı düzenlemektir.
Dolayısıyla değerli arkadaşlar; Halkın Kurtuluş Partisi her olayda olduğu gibi bu göç olayında da mülteci sorununda da ulusal değerlerimize, vatandaşlarımızın temel insan haklarına ve insanca yaşama-insanca çalışabilme haklarına saygıdan dolayı bu konuyla ilgili ilgililerin yapmış olduğu suç fiilleri hakkında suç duyurusunda bulunmayı bir görev bilmiştir. Bir kez daha bu görevimizi yerine getirmekten onur duymaktayız.
Ancak burada her zaman belirttiğimiz gibi görevini layıkıyla yapan savcıların davranışa geçmesini bekliyoruz. Saygılar sunuyorum.
16 Ağustos 2021
HKP Genel Merkezi
Suç Duyurusu Dilekçesini aynen yayınlıyoruz:
İZMİR CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI
Kanalıyla
ANKARA CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA
SUÇ İHBARINDA
BULUNAN : HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ GENEL BAŞKANLIĞI
Karanfil Sokak No: 24/15 Kızılay/ANKARA
VEKİLLERİ: Av. Metin BAYYAR-Av. Ayhan ERKAN-Av. Ali Serdar ÇINGI – Av. Tacettin ÇOLAK-Av. Sait KIRAN-Av. Azime Ayça OKUR –Av. Halil AĞIRGÖL-Av. Pınar AKBİNA- Av. Doğan ERKAN
Halit Ziya Bulvarı No: 33 Kat: 2/203Konak/İZMİR
ŞÜPHELİLER: 1. Recep Tayyip ERDOĞAN
- Süleyman SOYLU – T.C İçişleri Bakanı
- Mevlüt ÇAVUŞOĞLU – T.C Dışişleri Bakanı
- Hulusi AKAR – T.C Milli Savunma Bakanı
- Mehmet MUŞ – T.C Ticaret Bakanı
SUÇLAR : 1- Devletin Birliğini ve Ülke Bütünlüğünü Bozma(TCK m.302 )
2- Anayasayı İhlal (TCK m. 309)
3- Bulaşıcı hastalıklara ilişkin tedbirlere aykırı davranma (TCK m. 195)
AÇIKLAMALAR :
1- Bilindiği gibi ülkemiz son yıllarda “mülteci/sığınmacı/göçmen” cenneti(!) oldu. Daha önceki yıllarda Ortadoğu’dan, Asya’dan Avrupa’ya geçmek isteyen göçmenler için geçiş noktası olan Türkiye, AKP iktidarı döneminde “son durak” statüsünde görülmekte. AKP hükümetinin 16 Aralık 2013 tarihinde AB’yle imzaladığı “Geri Kabul Anlaşması”ndan sonra Türkiye artık “göçmen deposu” oldu! Sığınmacı sayısı 6 milyona ulaştı.
Geçtiğimiz yıllarda dönemin başbakanı Binali Yıldırım 24 Kasım 2016’da TRT’de yaptığı bir söyleşide; “Düşünün, Türkiye olmazsa ne olacak? Bütün bu Ortadoğu’dan, kargaşanın, savaşın yaşandığı bölgelerden akın akın mülteciler Avrupa’yı istila edecek ve çok büyük bir sorunla yaşamak zorunda kalacaklar. Türkiye buradan bütün bu sorunları, kendi içerisinde yönetebilen bir ülkedir. Avrupa’nın bunu görmesi lazım.” diyerek Avrupa’nın güvenliğini sağlayan bir ülkenin başbakanı olmakla övünmüştü.
Yine Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerde; “Finansını iyi yönettiğimiz için alıyoruz, finansını iyi yönetmeye devam ederek daha da mülteci alacağız” demiştir.
Yani Tayyip Erdoğan ve Binali Yıldırım’ın yaklaşımına göre, milyonlarca mülteci Avrupa için bir güvenlik sorunu ama Türkiye için değil. Dolayısıyla Türkiye’yi, Avrupa’ya akın akın geçecek göçmen istilasını önleyen bir “tampon bölge” yapmakla ve daha çok göçmen almakla övünmekteler. Bu göçmen akınını da AB ile pazarlık unsuru yapmaktalar. AB’den para koparabilmek ve muhatap alınabilmek bakımından, ulusal çıkarlarımıza tamamen aykırı bu tür suçları işlemekten çekinmiyorlar.
2- Türkiye’yi yöneten AKP’gillerin bu teslimiyetini Batılı Emperyalist ülkelerin liderleri de çok iyi görüyorlar ve bizimkilerin sırtını sıvazlıyorlar.
Örneğin Almanya Başbakanı Angela Merkel Türkiye’yi Avrupa Birliği ile yaptığı anlaşmanın bir parçası olarak çok sayıda Suriyeli mülteciye ev sahipliği yaptığı için övdü ve Ankara ile yakın ilişkiler kurmak istediğini ancak Türkiye’nin AB üyeliğini beklemediğini söyledi.
Merkel, ayrıca Türkiye’nin, Suriyeli mültecilere bakmakla olağanüstü bir iş çıkardığını ifade ederek şunları söyledi:
“Türkiye ile bu anlaşmanın (göçmenler ve mülteciler üzerine) devam etmesini istiyorum, bu insanlar için en iyisi.”
(https://odatv4.com/merkelden-multeci-aciklamasi-turkiyede-kalmalari-en-iyisi–22072138.html)
Benzer şekilde Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz da 26 Temmuz tarihinde; “Afgan mülteciler için Türkiye daha doğru yer”, diye açıklama yaptı.
Alman Bild gazetesine bir söyleşi veren Kurz, Afgan mülteciler açısından ‘komşu ülkelerin, Türkiye’nin ya da Afganistan’ın güvenli bölgelerinin daha doğru yer olduğunu’ söyledi.
Kurz ‘Eğer insanlar kaçmak zorundalarsa, herkesin Avusturya, Almanya ya da İsveç’e gelmesindense, Türkiye gibi komşu ülkeleri ya da Afganistan’ın güvenli bölgelerini kesinlikle daha doğru yer olarak görüyorum’ dedi.
Avusturya Başbakanı sığınmacıları geldikleri ülkelere geri gönderme imkânı bulunmuyorsa AB üyesi olmayan ülkelere iade etme imkanının yaratılması gerektiğini söyledi.
Oradaki insanlar için durum dramatik; ‘bu göç akımlarına yol açacak’ diyen Kurz, Afganistan’daki sorunların Almanya ve Avusturya’nın 2015’te olduğu gibi kitlesel olarak mülteci kabul etmesiyle çözülemeyeceğini belirtti.
Avrupa ve Almanya’nın düzensiz göç karşısında 2015 yılında izlediği çizginin değişmiş olmasından memnun olduğunu söyleyen Kurz ‘Avrupa Birliği olarak o dönemki durumun tekrar oluşmasına engel olmak için yaz mevsiminden itibaren etkin olmalıyız’ dedi.
Kurz kendi hükümetinin iltica başvurusu reddedilen sığınmacıları Afganistan’a sınırdışı etme tutumunu ise sürdüreceğini ve Taliban’ın kontrolü altındaki bölgeleri genişletmesinin de buna engel olmayacağını söyledi.
Afganistan’dan gelen sığınmacıların sayısının artmasıyla şiddet suçlarının da artmasından endişe ettiğini söyleyen Kurz ‘Suç istatistiklerine bakmanız gerek. Burada vahşet olarak yaşananların çoğu geçmişte yoktu. Belli gruplarda sayılar son derece açık, kadınlara yönelik cinsel şiddetin sıklaşması mesela’ dedi.” (https://bit.ly/3yjea49)
3- Gördüğümüz gibi Batılı Emperyalistler, kendi halklarının rahatı için her türlü önlemi aldıkları gibi, bu kontrolsüz ve suç makinesi kitlenin Türkiye’de tutulması gerektiği yönünde akıl vermekten de geri durmuyorlar. Hatta “Türkiye, Suriyeli mültecilere bakmakta olağanüstü bir iş çıkardı” diyerek de bizimkilerin sırtını sıvazlıyorlar.
Öyle ki, Batılı devletler kendi ülkelerine aşışız hiçbir yabancı ülke vatandaşını almazken ve yine ülkemizde vatandaşlarımız HES kodu olmadan devlet dairelerine, kapalı yerlere ve hatta markete dahi alınmazken binlerce Afgan’lı hiçbir kontrol görmeden ülkemize taşınmaktalar. Böylece aşısız veya covid testi olmayan binlerce insan Emekçi Halkımıza Korona virüsü bulaştırmaya getiriliyor. Halkımızın sağlığı açıkça tehlikeye atılıyor.
Batılı devlet yöneticileri bunları derken Tayyip Erdoğan ise; “Kapıları açarız ha!” diyerek şantaj yapmakta ve onlardan elde edeceği üç-beş kuruşun hesabını yapmakta.
4- Bildiğimiz gibi, Mülteciler konusunda çalışma yürüten örgütlerin başında 14 Aralık 1950’de BM Genel Kurulu tarafından kurulan BM Mülteciler Yüksek Komiserliği vardır. Uluslararası hukukta; mülteci (refugee), sığınmacı (asylum-seeker), göçmen (immigrant) terimleri kullanılmaktadır.
1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme ve Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1967 Protokolü; uluslararası alanda mülteci hukukuna ilişkin temel belgeleri oluşturuyor.
Ayrıca İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 14’nci maddesi sığınma hakkı tanıyor. Maddede; “herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır” deniliyor.
Mülteci; “ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişi” olarak tanımlanıyor. Yani mültecilere; uluslararası anlaşmalarla özel statü ve hukuki koruma sağlanıyor.
Henüz bu korumadan faydalanamayanlar ise “sığınmacı” olarak nitelendiriliyor. Sığınmacı, mülteci olarak uluslararası koruma arayan ancak statüleri henüz resmi olarak tanınmamış kişilere deniyor.
“Göçmen” ise, ülkesinden ekonomik veya diğer nedenlerle gönüllü olarak ayrılan kişi demek. Yani göçmenler ülkelerini kendi istekleri doğrultusunda terk ederken, mülteciler ülkelerini terk etme zorunda kalan ya da terk ettirilen kişilerden oluşuyor.” (https://www.ntv.com.tr/dunya/multeci-kime-denir,A-AtjLAVQUKrVJ_GnqWCFQ)
5- Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre dünyada 2020 yılında 82.4 milyon insan zorla yerinden edilmiş. Bunların 26.4 milyonu mülteci, 4.1 milyonu ise sığınmacı durumunda. Geri kalan 48 milyon ise kendi yurdunda vatansız kılınmış insanlar. Bunlar resmi veriler. Kayıtsız milyonlar bu sayının içinde değil.
6- Ülkemize getirilen bu yabancılara baktığımızda büyük çoğunluğunun statüsünün yukarıda verilen uluslararası normlara uygun olmadıkları görülmektedir. Bu insanlar batılı ülkelerde (ABD ve AB ile) varılan anlaşmalar çerçevesinde ülkemize yerleştirilmekteler.
7- İlkin Suriye’den gelenler son olarak da Afganistan’dan getirilmekte olanlar ülkenin bütün şehirlerine dağılmış, bazı bölgelerde oluşturdukları gettolarında yaşamaktalar.Kimi yerlerde, sanayide ucuz işgücü, kimi turizm merkezlerinde elinde nargilesi ile zevk-i sefa içindeler. Örneğin; İstanbul’un en merkezi yerlerinden olan Aksaray, Laleli, Beyazıt’da akşam saatlerinde Türkçe konuşan insan bulmak mucize olmaktadır. Kendi dillerinden tabelalarını astıkları dükkanlarında, ticarethanelerinde Türkiye’de kendi ülkesini yaşamaya devam etmekteler. Öyle ki; Hatay Belediye Başkanı’ yaptığı bir açıklamada, bugün itibariyle Hatay’ın Altınözü, Reyhanlı, Yayladağ gibi ilçelerinde Suriye’li sayısının T.C Vatandaşlarını geçtiğini, bir kaç yıla kadar Hatay’da belediye başkanlığı seçimlerini alacak sayıya ulaşacaklarını söylemektedir.
8- Suriye’den nasıl ve niçin ülkemize getirtildiklerini bir yana bırakırsak, geldikleri ülkede savaş ortamı da kalmadığı halde ülkelerine dönmeyen ve hatta bayramlarda akın akın akraba ziyareti için gidip tekrar Türkiye’ye dönen Suriye’lilerin uluslararası sözleşmeler, Birleşmiş Milletlerin kararları, İnsan Hakları kriterleri bakımından”mülteci/sığınmacı/göçmen” sayılmaları mümkün değildir. Aynı durum Afganistan’dan gelenler için de geçerlidir.
Kafileler halinde ülkemize giriş yaptırılan Afgan “mülteciler” organize bir şekilde geliyorlar. Gelenler sadece genç erkekler. Yanlarında kadın, çoluk çocuk yok. Ellerinde bir valiz bile yok. Bizce bunlar da emperyalizmin kirli amaçları için kullanılacak olan potansiyel paralı askerler. Hatta ABD ile işbirliği yapan Afgan askerleri.
Nitekim geçtiğimiz günlerde yayınlanan Alman Die Zeit Gazetesi’nin haberine göre;
“NATO, Afganistan’daki konuşlandırılmasının sona ermesinden kısa bir süre sonra yurt dışındaki Afgan askerleri için ilk eğitim programını başlattı.”
“Gazeteye göre, yurdumuza gelenler eğitim görecek Afganistan Özel Kuvvetleri askerleri.
“Afgan güvenlik güçlerine eğitim desteği sağlanması, geçen haziran ayında düzenlenen NATO devlet ve hükümet başkanları zirvesinde kararlaştırılmış.”
(https://odatv4.com/die-zeit-boyle-duyurdu-afgan-ozel-kuvvetleri-turkiyede-29072116.html)
9- Önemle belirtmeliyiz ki; mülteci sorunu, emperyalist sömürü ve savaş politikasının bir ürünüdür. Çünkü mülteci sorununu yaratan başlıca etken emperyalist savaştır. Savaş zaten başlı başına yıkım anlamına gelir.
Emperyalizm, uzun süreden beri “yapıcı yıkım” (constructive destruction) politikasını uyguluyor. “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” bu politikanın ürünüdür. Emperyalizm kendisinden bağımsız davranan iktidarları savaşla yıkıp kukla iktidarlar kurarak veya ülke halklarını birbirlerine kırdırarak ya da Suriye’de ve Irak’ta olduğu gibi dinci askerler devşirerek ülkeleri yıkıma götürüyor. Durum kendince az çok durağan hale gelince de yıktığı ülkeyi imara girişiyor. Yıktığı ülkenin zenginliklerine, özellikle doğal kaynaklarına da “çöküyor”.
Körfez Savaşı sonrasında Amerikan şirketleri Irak’ın imarına girişti. Kuzey Irak petrolünü de Barzani aracılığıyla sömürüyor. Suriye’de ise IŞİD’i kovuyoruz sahtekarlığıyla PYD’yi de kullanarak Suriye petrolüne çökmüş durumda.
Yaratılan bu kargaşa, terör, emperyalist propaganda insanları topraklarından ediyor, sığınma arayan insanlar haline getiriyor.
Dolayısıyla sorunun kaynağı ABD, AB Emperyalistleri ve AKP’li yöneticilerdir. Bu nedenle mazlum göçmenle emperyalizm işbirlikçisi göçmeni aynı kefeye koyarak kategorik bir göçmen karşıtlığı yapmak büyük yanlıştır. Müvekkil partinin de öyle bir yaklaşımı yoktur. Ancak yaşanan bu “mülteci” sorununun, emperyalistlerin dünyayı 1000 parçalı eyalet devletçikleri bölerek yönetme politikasının Ortadoğu’da uygulamaya konulan BOP kapsamında gündeme getirildiğinin de altını çizmektedir.
10- Madem NATO Afganistan’dan çekildi. Madem Tayyip Erdoğan Kabil Havaalanının korunmasını üstlenmek için kendilerine görev verilmesini istiyor. O zaman Alman Die Zeit Gazetesi’nin haberinde belirtilen NATO tarafında askeri eğitim verilen Afganlılar nerede kullanılacak? Niye Afganistan’da tutulmuyorlar da kafileler halinde ülkemize getiriliyorlar? Bu kişilerin emperyalist ülkeler tarafından başka bölgelerde paralı asker olarak kullanılacakları da söylenmektedir. Daha gelir gelmez İstanbul Zeytinburnu sahilinde üniformalı Afganların gruplar halinde dolaştığı bilgisi basında yer aldı, bilindiği gibi.
(https://odatv4.com/kim-bu-istanbulun-sahilindeki-uniformali-afganlar–28072102.html)
11- Diğer yandan, “mülteci/sığınmacı/göçmem” demek ucuz iş gücü demektir. Türkiye’deki mülteciler sigortasız, kayıtsız, asgari ücretin yarısına hatta dörte bire kadar ücretle bile çalışıyorlar. Dolayısıyla mülteci sorunuyla birlikte ülkemizde; ucuz kadın ve çocuk emeği, çocuk istismarı, çocuk gelinler, fuhuş, suç oranında artışlara da dikkat çekmeliyiz.
Ucuz mülteci iş gücü aynı zamanda ağır işsizlik ve ücretlerin genel olarak daha da düşmesi anlamına gelir. Aslında mülteci emeğinin sömürülmesini savunmak, kendi halkının sömürülmesini de savunmaktır. Ve bu bir insanlık suçudur. Ucuz iş gücü veya ağır mutlak artıdeğer sömürüsü ülke ekonomisinin gelişememesi bakımından da önemli bir etkendir.
12- Uygulamaya konulan bu emperyalist politikalar yukarıda da belirtiğimiz gibi ülkemizin demografik yapısını değiştirmeyi de amaçlamaktadır.
Amerikan siyasal bilimci Kelly M. Greenhill, “Bir Savaş Silahı Olarak Stratejik Göç Mühendisliği” başlıklı kitabında, “Stratejik göç mühendisliği deyimi, devletler ya da dış aktörler tarafından belli bir bölgede yaşayan nüfusun güçlendirilmesi, zayıflatılması ya da kapsamının değiştirilmesini sağlayan araçlarla, askeri ya da siyasal amaçlar dahilinde kasten yaratılmış iç ve dış göçleri ifade eder. Mühendislik eseri göçleri yaratan araçlar, kazanç vaadinden finansal teşviklere, hatta kapalı olan sınırların açılıp basitçe geçişin kolaylaştırılmasına uzanan geniş bir skalaya yayılır” diye somut tespitler yapmaktadır. Amerika’lı bu yazarın tespitleri ülkemizde yaşadığımız ve işbu suç duyurumuzun konusuna giren olaylarla birebir uyuşmaktadır. Başka bir anlatımla Amerika’lı yazar kitabında bizi de anlatıyor.
Emperyalizm, yapısı gereği ulusal bilince karşıdır. Emperyalist sömürünün tüm dünyada hiçbir engel olmaksızın sürmesini ister çünkü. Ve emperyalist ekonomide söz sahibi uluslararası Finans-Kapitalin ya da tekellerin milliyeti yoktur. Bu yüzden ulusal bilince, gümrük duvarlarına, bağımsız ülke politikalarına karşıdır emperyalizm.
Emperyalizm bunun için ülkeleri yıkar, tarihi ve kültürel değerleri yok eder ve ulusal değerleri köreltir. Ulusal bilinci yıkmanın bir yolu da bir ülkenin demografik yapısını değiştirmektir. Bugün Türkiye’de yaşanan mülteci sorunu bu bakımdan da emperyalist politika ile uyumludur.
Dolayısıyla, AKP iktidarı, sınırlarımızı yol geçen hanı yaparak önünü açtığı bu kitlesel göçle hem AB ve ABD’den para kopartmak hem de ülkemizde Türk olmayan Müslüman nüfusu artırmayı amaçlıyor. Yıllardır “mülteciler”; eğitimde, sağlıkta, sosyal yardımlarda yerli halkın önüne geçirildi. Bir kısmına vatandaşlıklar verildi. Yakın gelecekte vatandaşlık verilen “sığınmacı” sayılı binleri, yüzbinleri ve hatta milyonları bulacak ve bunlar Türkiye’yi kimliksizleştirme politikasının aracı ve AKP’nin oy deposu olacak.
13- Bazı AKP’liler, “Çok önemli bazı yerlerden Suriyelileri bir çekin, Suriyeliler bir gitsin ülke ekonomisi çöker” gibisaçma açıklamalarla bu sorunu bilinçlice çarpıtmak istemektedir.
Kaldı ki, bu açıklama aynı zamanda bir işgalin de itirafıdır. Zira eğer Suriye’liler ülkenin ekonomisini çökertebilecek “çok önemli bazı yerler”e kadar gelebilmişse, bu ülkenin bağımsızlığı, vatandaşlarımızın çalışma, üretime katılma hak ve özgürlükleri de göçmenlere peşkeş çekilmiş demektir. Zira ülkenin vatandaşları işsizlik-pahalılık cehenneminde kavrulurken, iş bulamayan ve bu yüzden de evine, çoluk çocuğuna bir lokma ekmek götüremeyen insanlarımız çaresizlikten intihar ediyorken,resmi rakamlara göre bile üniversite mezunu gençlerimizin yüzde 30’u işsizken, göçmenlerin düşük ve sigortasız, kaçak bir şekilde çalıştırılmalarıyla işsizlik oranları daha da artıyorken, mültecilerin ekonominin önemli yerlerine getirilmelerinin hiçbir hukuki, siyasi, ekonomik izahı yoktur, olamaz.
14- Sonuç olarak; ülkemiz bakımında Suriye ve Afganistan’dan getirilen “mülteci/sığınmacı/göçmen” ya da adına ne denilirse densin göç meselesinin sıradan bir ülkesinde haksızlığa, saldırıya maruz kalmış mazlumlara kapı açma olayı değildir. Ülkemizin bağımsızlığını ve kırıntı babında da olsalaik, demokratik, hukuk devleti olma özelliğini tamamen ortadan kaldırmayı hedefleyen “emperyalist bir göç stratejisi” ile karşı karşıyayız. Bu durum Anayasal düzenin ortadan kaldırılması tehlikesini de barındırmaktadır.
Şüphelilerden Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde Pakistan MİLGEM Korvet Projesi 1. Gemi Denize İnişi – Açık Deniz Karakol Gemisi Sac Kesim Töreni’nde yaptığı konuşmada; “Türkiye olarak İran üzerinden gerçekleşen ve giderek yoğunlaşan bir Afgan göçmen dalgasıyla karşı karşıyayız.” diyerek sorunu kabullenir gibi oldu.
https://t24.com.tr/haber/erdogan-turkiye-olarak-iran-uzerinden-gerceklesen-ve-giderek-yogunlasan-bir-afgan-gocmen-dalgasiyla-karsi-karsiyayiz,972168
Fakat aynı kişi bu konuşmasından üç gün önce de; “sosyal medyada birilerinin abarttığı şekilde sınırlarımızdan düzensiz göç akını söz konusu değil.” demişti. Yani ağzından çıkan her sözün “emir ve talimat” olarak kabul edilen, devletin en tepesindeki bu kişi üç gün arayla kendisini tekzip ederek, ortada düzenli bir devlet yönetiminin olmadığını da göstermektedir.
15- Yukarıdan beri anlatılan fiiller; devletin tüm yönetim ve kararorganlarını işgal eden şüpheliler bakımından, TCK m. 302’de tanımlanan Devletin Birliğini ve Ülke Bütünlüğünü Bozma ve TCK m. 309’da tanımlanan Anayasayı İhlal suçunu oluşturmaktadır. Yine ülkemizde Covid-19 vakalarının hızla artmakta olduğu günlerde Afgan’lı “göçmenlerin/sığınmacıların/mültecilerin” aşışız ve denetimsiz olarak yurda sokulması da şüpheliler bakımından 5237 sayılı TCK’da düzenlenen “Kamu Sağlığına Karşı Suçlar” bölümü madde 195’te düzenlenen “Bulaşıcı hastalıklara ilişkin tedbirlere aykırı davranma” suçunu oluşturmaktadır.
16- Bu tehlikeli gidiş (son yaşanan Ankara Altındağ örneğinde olduğu gibi), toplumda büyük infial yaratan olayların çıkmasına ve büyük provokasyonlara zemin hazırlamaktadır. Bilinmelidir ki, Balkanlarda ve Ortadoğu’da halkları birbirine boğazlatan emperyalistler daha sonra “kurtarıcı”(!) rolünde gelerek bu ülkeleri parçalara ayırmış, buraların yeraltı ve yerüstü zenginliklerine el koymuştur. Ülkemizde de bu karanlık sürece doğru hızlı bir gidiş vardır.
İşte bu nedenle müvekkil Halkın Kurtuluş Partisi; tarihe, topluma, ülkesine duyduğu saygı ve sorumluluktan hareketle, tehlikenin farkında olan bir siyasi parti olarak işbu suç duyurusunu yapmak zorunda kalmıştır.
SONUÇ ve İSTEM : Yukarıda açıkladığımız ve Cumhuriyet Savcılığınca re’sen araştırılacak sebeplerle, şüphelilerin eylemlerine uyan suçlardan soruşturma yürütülüp, yukarıda belirtilen sevk maddeleri uyarınca yargılanmaları için haklarında kamu davası açılmasının sağlanmasını müvekkil parti adına vekaleten dileriz. 16/08/2021
Şikayetçi Halkın Kurtuluş Partisi
Vekili
Avukat Tacettin ÇOLAK