Deprem; doğa olayıdır, öldürmez! Doğanın mesajını, vurgun ve kâr hırsı yüzünden hiçe sayan Parababalarının acımasız soygun ve sömürü düzenidir öldüren!

Saygıdeğer Halkımız;

İzmir Seferihisar açıklarında geçen Cuma saat 14:51’de 6.9 büyüklüğünde bir deprem oldu (Kandilli Rasathanesinin tespitine göre). Toplam 17 bina çöktü. Bugün dört gün geride kaldı. Hâlâ beş binada enkaz kaldırma ve içinde ölü veya diri insan ya da hayvan arama-bulma çalışması sürüyor.

Dün sabah, deprem ana şokundan 91 saat sonra bir göçük binadan 3 yaşında canlı bir yavrucuk bulunup çıkarıldı. Çocuk doğallıkla “anne” dedi ilk söz olarak. Ama annesi kaybedilmişti…

Dememiz şu ki; sadece İzmir’in değil, Bursa, Balıkesir, Çanakkale, Aydın, Manisa, Muğla gibi çevre illerin arama kurtarma ekipleri, AFAD, AKUT gibi bu konunun uzmanı olan kurumları, bütün imkân ve güçleriyle çalışmalarına rağmen 17 binanın enkazını arama işi dört günde bitirilebilmiş değil…

Şu anki açıklamalara göre 114 can kaybımız olmuş. Yaralılar yüzlerce…

Eğer bir günde bitebilseydi arama kurtarma işi, belki çok daha az olacaktı can kaybımız…

Saygıdeğer Arkadaşlar!

Bilindiği gibi ülkemizin dünya çapında saygınlığı olan deprem bilimcilerinin, İstanbul’da önümüzdeki birkaç on yıl içinde olmasını bekledikleri-öngördükleri, büyüklüğü 7,2 ila 7,6 arasındaki depremin gerçekleşmesi halinde nasıl cehennemcil bir felaketle karşı karşıya kalacağız? Bir düşünür müsünüz?..

İsterseniz bu sorumuzun yanıtını da yine bu bilim insanları versin:

***

“Deprem Yüksek Mühendisi Cüneyt Tüzün, yıllardır konuşulan olası İstanbul depreminde 100 bini aşkın binanın kullanılamaz hale gelebileceğini söyledi. Tüzün, can ve mal kaybından azaltmak için Japonların kullandığı izolasyon teknolojisine geçilmesini önerdi. Tüzün, beklenen ekonomik kaybın ise 100 milyar dolar civarında olacağını ön görüyor.” (https://www.turkhabergazetesi.com/haber/istanbul-depreminde-100-bin-bina-yikilacak-12303)

***

“İBB Deprem ve Zemin İnceleme Müdürlüğü ve Boğaziçi Üniversitesi’nin 2018 yılında gerçekleştirdiği “Deprem ve Hasar Kayıp Tahmin Çalışması’’nı temel aldığını belirten İmamoğlu, ‘‘7,5 büyüklüğündeki yıkıcı bir deprem senaryosuna göre İstanbul’da çok ağır ve ağır hasarlı bina sayısı 48 bin, orta ve daha üstü hasarlı bina sayısı 194 bin olacak. Binaların yüzde 22,6’sı yıkılacak, 25 milyon ton enkaz oluşacak, yolların yüzde 30’u kapanacak, 463 içme suyu noktası, 1045 atık su noktası ve 355 doğal gaz noktası hasar görecek. Toplamda 120 milyar TL yapısal ve yapısal olmayan ekonomik kayıp yaşanacak’’ dedi.” (https://www.amerikaninsesi.com/a/yedi-virgul-beslik-depremde-i%CC%87stanbul-da-konutlar%C4%B1n-y%C3%BCzde-22-6-s%C4%B1-y%C4%B1k%C4%B1lacak-/5123155.html)

***

“İBB Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanı Dr. Tayfun Kahraman’a göre, deprem ve sonrasında gerçekleştirecek afet yönetimi, İstanbul için çok ciddi bir konu. İBB’nin Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ile ortak çalışmasından bilgiler paylaşan Kahraman, 2000’den önce yapılan binaların, büyük oranda hasar göreceğinin belirlendiğini açıkladı. Yaklaşık 790 bin binanın 250 bininin, orta ve üstü hasar alacağını vurgulayan Kahraman, İstanbul’da milyonlarca kişinin evsiz kalabileceğini kaydetti.” (https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/ibbden-deprem-aciklamasi-elimizi-tasin-altina-koyma-zamani-geldi-geciyor-6105456/)

***

“Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) Doğa Bilimleri Araştırma Başkanı Jeolog Prof. Dr. Şükrü Ersoy, 19 yılda gelinen noktayla ilgili değerlendirmelerini Sigortacı Gazetesi’ne anlattı. Durumun ciddiyetini “Hepimiz aynı gemideyiz, birlikte batabiliriz” sözleriyle ifade eden Prof. Ersoy, “1509’daki İstanbul depreminin aynısı bugün gerçekleşirse 80 bin bina yıkılabilir. Bu, minimum 150 bin insanın ölmesi anlamına geliyor. Bu sayı 500 bine kadar çıkabilir. Geriye kalan 2,5 milyon insana geçici konaklama noktalarında günlerce, belki iki yıl bakmak zorunda kalacağız” dedi. Deprem ve tsunami uzmanı Prof. Dr. Ersoy’un konuyla ilgili açıklamaları özetle şöyle:

“EN KÖTÜ SENARYOYA GÖRE 500 BİN İNSAN ÖLECEK’

“En kötü senaryo, 1509 yılında İstanbul’da yaşanan depreme benzer bir depremin tekrar etmesi. 7.7 büyüklüğündeki bu deprem üç tane Gölcük Depremi anlamına geliyor. Bu deprem bugün gerçekleşirse 80 bin bina yıkılabilir. Minimum 150 bin insanın ölmesi anlamına geliyor. Bu sayı 500 bine kadar çıkabilir. Geriye kalan 2.5 milyon insana geçici konaklama noktalarında günlerce, belki iki yıl bakmak zorunda kalacağız. Yabancı ülkeler gelecek, ‘Konutlarınızı yapalım, yardım edelim’ diyecekler. Ama bu ekonomik bağımlılık getirecek. Sizin pasaportunuzun üzerinde TC yazacak ama siz tamamen yabancı ülkelerin etkisi altında kalacaksınız. Bunu savaş değil, afet sayesinde yapmış olacaklar. Bu milli güvenlik sorunu değildir de nedir?”

“İstanbul’a sayısal olarak baktığımızda 16 milyona yakın nüfus var. 4 milyon konut var. Bu zaten afet anında yönetilmesi için bir zorluk yaratıyor. Bunu Marmara geneline yayarsak deprem 11 ili etkileyecek. Depremden etkilenen nüfus 25 milyonun, konut sayısı 6 milyonun üzerine çıkacak. Türkiye üretiminin, sanayisinin, gayri safi milli hâsılasının büyük bir kısmının Marmara Bölgesi’nde olduğunu düşündüğümüzde bu olay bir afet sorunu değil, bir milli güvenlik sorunu.” (https://sigortacigazetesi.com.tr/olasi-istanbul-depreminde-en-kotu-senaryoda-can-kaybi-500-bin-kisi-olabilir/)

***

“Yarın 17 Ağustos depreminin 18’inci yıldönümü. Beklenen İstanbul depreminin eli kulağında. Uzmanlara göre büyük deprem kapıya dayandı. Kesin tarih verilemese de 2030 yılına kadar ortalama 7.2 büyüklüğünde bir deprem tehdidi altındayız. Prof. Dr. Celal Şengör’ün deyişiyle, “Türkiye’nin durumu deprem açısından bakıldığında tam bir felaket ve bu felaket geldiğinde Türkiye bağımsızlığını kaybedecek…”

“Gazete Habertürk’ten Ümran Avcı ve Öznur Karslı, deprem denilince akla gelen önemli isimlerden biri olan Prof. Dr. Celal Şengör ile Türkiye’nin korkutan gerçeği deprem hakkında konuştu.

“Şu anda beklediğimiz en çetin deprem İstanbul depremi” diyen Şengör, depremin maksimum büyüklüğünü 7.6 olarak tahmin ettiklerini söyledi. İşte Şengör’ün açıklamalarından önemli satır başları:

“ŞİDDETİ 10’U BULUYOR’

“Bu depremin şiddetine baktığımızda sahillerde Yeşilköy’de, Tuzla’da depremin şiddeti 10’u buluyor, diğer sahil bölgelerinde 8’i buluyor. Bu, binaların yarısı gidecek demektir. Depremin şiddeti 10’u bulduğu zaman ayakta neredeyse bina kalmıyor.” (http://www.gazetevatan.com/prof-celal-sengor-uyardi-istanbul-depreminin-eli-kulaginda-1093852-gundem/)

***

 “Prof. Dr. Ahmet Ercan (Jeofizik Yüksek Mühendisi): İstanbul’un yüzde 70’i kaçak durumda. Kaçak yapıyla dolu. Şu anda kentte yaklaşık 1 milyon 600 bin yapı var. Bu da olası bir depremde en az 1 milyon yüz bin yapının etkileneceği anlamına gelir. Kaçak binaların imar barışına sokulması İstanbul’da beklenen ölüm sayısını ikiye üçe katlayabilir. Kaçak şehre, imar barışı olmasın. Devletin para kazanmak için yaptığı şeyin faturası ağır olur. Canımızla öderiz. Beklenen İstanbul depremine gelince… Kuzey Anadolu kırığında sarsıntısız sürtünmeli yürümenin oluşmasıyla İstanbul ve Tekirdağ kırıklarında beklenen deprem büyüklüğü onda bir oranında azaldı. Dörtte bir oranında da yıkıcılığı düştü. Çıkan enerji olması gereken depremin onda biri kadar enerji boşalmış oldu.” (https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/depremde-istanbulun-yuzde-70i-yikilir-3455246/)

***

 “Deprem konusunda Türkiye’nin en saygın bilim insanlarından olan Prof. Dr. Naci Görür, 29 Haziran’da Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda, İstanbul’da beklenen ve yüz binlerce insanın ölümüne yol açabilecek en az 7.2 büyüklüğünde bir depreme karşı hiçbir hazırlık yapılmadığı uyarısında bulundu. Dünya genelinde deprem uzmanları, önümüzdeki on yıl içinde İstanbul’da en az 7 büyüklüğünde bir depremin olmasının muhtemel olduğunu düşünüyorlar.

“Görür, “Minimum 7.2 şiddetinde bir deprem olursa İstanbul nasıl bir hal alır?” sorusuna verdiği yanıtta, Cumhuriyet Halk Partili (CHP) Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yayınladığı raporu eleştirerek şunları söyledi: “Endişemiz o işte. Mesela İBB’nin yayınladığı deprem raporu var. Ben olsaydım yayınlamazdım… Çok iyimser arkadaşlarımız tarafından yapılmış olmalı.”

“Söz konusu İBB raporu, İstanbul’daki olası bir büyük depremde 14 bin kişinin öleceğini iddia ediyordu.

“Görür, bunun açıkça doğru olmadığını söyleyerek, İstanbul’daki milyonlarca emekçinin karşı karşıya olduğu tehlikeli durumu şöyle açıklıyordu: “Basit bir hesap: 1 milyon 600 bin bina var. İstanbul’da bütün ölümlü vakaları gel yüzde 1’e indirelim. Yüzde 99’unda insanların burnu kanamasın. 16 bin bina yapar. Her bina 4 katlı olsun, 64 bin kat demektir. Her kata iki daire koy 128 bin daire… Her daireye 4 kişi koy, 400 binleri geçiyor mu?” (https://www.wsws.org/tr/articles/2020/07/07/ista-j07.html)

***

Açıkça görüldüğü gibi Yoldaşlar, 80, 100 ve belki de 150 bin bina çöküp yerle bir olacak. Yüzbinlerce insanımız yıkıntılar altında zifiri bir karanlık içinde hem fiziki, hem psikolojik binbir acı içinde kıvranarak can verecek. Ve bu acılar denizinin insanları yutması saatler, günler boyu sürecek.

Yolların üçte biri kapanacak. Yaralılarımızın hastanelere taşınması (tabiî elde sağlam, hizmet verebilen ne kadarcık hastane kalmışsa) bile mümkün olmayacak.

Doğalgaz boruları patlayacak, yangınlar çıkacak. Su boruları patlayıp yıkıntıların alt bölümlerini sular basacak. İnsanlarımızın bir bölümü de yanarak, boğularak hayattan kopacak.

Cesetlerimiz yıkıntılar altında aylarca kalacak, kararacak, bozulacak, kokacak, kurtlanacak. Çürüyüp tanınmaz hale gelecek. Belki de hepsi iş araçlarına yüklenip toplu mezar olarak açılan çukurlara gömülecek.

Yerbilimcilerinin öngördükleri İstanbul merkezli o korkunç felaket gerçekleştiğinde, AFAD’ın, AKUT’un ve dışarıdan gelecek benzer özellikteki ekiplerin arama kurtarma çalışmaları, bu büyük felaket denizinde bir damla gibi kalacaktır. Böyle bir durumda can kayıplarının mümkün olduğunca azaltılabilmesi için, toplumun en örgütlü kitlesel gücü olan Ordunun istihkâm birliklerinin sahada çalışması gerekecektir.

Fakat Tayyipgiller benzeri ABD ve İngiliz yapımı halk düşmanı iktidarlar, FETÖ ve benzeri örgütlerle on yıllar boyu çalışarak yerle bir ettikleri Ordunun güvenilirliğini ve saygınlığını yeniden oluşturabilir korkusuyla, buna izin vermeyeceklerdir. Böyle bir yola girmeyeceklerdir. Bu da can kayıplarının onlarca, belki de yüzlerce kat artmasına sebep olacaktır.

Hatırlanacaktır; 1999 Gölcük Depremi’nde ve aynı yılın sonunda olan Düzce Depremi’nde Bülent Ecevit Başbakanlığındaki bir iktidar vardı. Ecevit, akıl sağlığı hasara uğradığından, zaman zaman hangi ilde bulunduğunu bilemeyecek denli bunamış durumdaydı. Ve Antika ve Modern Parababalarının tipik bir temsilcisi olan Sürmegöz Hüsam’ın (Hüsamettin Özkan’ın) oyuncağı haline gelmişti. Aslında pratikte Başbakanlığı bu sermaye temsilcisi yapmaktaydı.

İşte bu hale düşmüş bunak Ecevit de o yıllarda yerli yabancı Parababalarının Orduyu yıpratmak için yoğun bir şekilde sürdürdükleri karalama kampanyasının etkisinde kalarak, “Askeri Vesayet”in etkisindeymiş görünümü vermemek için Orduyu arama kurtarma çalışmalarına sokmadı. Bu da o depremlerdeki can kayıplarını bizce katbekat arttırdı.

O depremlerde hayatını kaybeden insanlarımızın sayısını bile açıklamaktan korktu, Amerikancı Parababaları iktidarları…

Gölcük Depremi’ndeki kayıplarımızı 17 bin olarak açıkladılar. Oysa yine bir Amerikancı gazeteci ve televizyoncu Mehmet Ali Birand bile yıllar sonra bu faciadaki kaybımızın 35 bin olduğunu söyledi. Biz de o zamanki yazılarımızda da ortaya koyduğumuz gibi (deprem alanında gözlem ve incelemelerde bulunmuştuk) can kaybımızın 35-40 bin arasında olduğunu belirtmiştik.

Beklenen İstanbul Depremi’nde yaşanacak facianın boyutlarına gelirsek,  kâbus dolu günler, aylar, yıllar yaşanmaya devam edecek. Yıkıntılar ve çürüyen cesetler ortadan kaldırıldıktan sonra da ekonomik yıkımın açtığı sorunlar, acılar yaşanmaya devam edecek. Zaten çöküşe geçirilmiş ekonomi, bataklığa saplanacak. İşsizlikten, açlıktan, hastalıklardan insanlar kırılmaya devam edecek. Bu durum ahlâki bir çöküşe de zemin hazırlayacak. Adli suçlar patlayacak.

Peki göz göre göre geliyorum diyen bu ölümcül felaket karşısında 18 yıldan bu yana Türkiye’nin başına ABD Emperyalistleri, İngiliz Emperyalistleri ve Siyonist İsrail tarafından bela edilmiş olan Tayyipgiller iktidarının zerre miktarda bir tedbir aldığı olmuş mudur?

Onlar, durup dinlenmeden BOP’ta kendilerine efendileri tarafından verilmiş olan taşeronluk görevini aksatmadan yerine getirme uğraşındadır. Yani ABD, AB ve İsrailli efendilerine sadakatle hizmet etme derdindedirler…

Tabiî bu arada saf, cahil ve bilinçsiz insanlarımızı “Allah’la Aldatmak” için durup dinlenmeden din alıp satmaktadırlar.

Bu arada efendilerinin emri üzerine vatanı da satmaktadırlar. Ege’de 18 Ada’mızı Yunanistan’a peşkeş çekmeleri gibi…

Yine ABD’li ve AB’li efendilerinin çıkarlarına hizmet için “Çılgın Proje-Kanal İstanbul” gibi adlarla adlandırdıkları akıl, mantık ve bilim dışı ihanet ve cinayet projelerini hayata geçirme derdindedirler.

Ayasofya Tiyatroları oynamaktadırlar, Kaçak ve de Haram Saray’la yetinmeyip saray üstüne saray yapma çabasındadırlar.

Lüks uçak filoları gözlerini doyurmamış olacak ki yarım milyar dolarlık yeni uçaklar eklemekteler mevcut olanlara.

Ve ayrıca, lüks zırhlı arabalar filosuna 47 otomobil daha ekleyecekmiş bu yıl içinde. İşte haberi:

“Taşıt saltanatı tam gaz

“Önümüzdeki yıl Hazine’ye cins ve fiyat sınırlamasına tabi olmayan 100 yeni araç alınacak. Cumhurbaşkanlığı filosuna 47 yeni araç eklenecek.

“TBMM’ye sunulan yeni bütçe yasa teklifine göre, önümüzdeki yıl kamu kurum ve kuruluşlarına ambulans ve motosikletler hariç bin 652 yeni araç alınacak. Hazine’nin 100 lüks aracı olacak.

“SARAYA 47 YENİ ARAÇ

“Zengin araç filosuyla dikkatleri çeken Cumhurbaşkanlığı’na 47 yeni araç daha alınacak. Tamamının Cumhurbaşkanlığı hizmetlerinde kullanılmak üzere satın alınacağı belirtilen araçlardan 30’u binek otomobil, 5’i 17 kişilik minibüs, 5’i pikap, 5’i panel ve 2’si de en az 41’er kişilik otobüsten oluşuyor. Cumhurbaşkanlığı bu yıl da 2’si güvenlik donanımlı 26 yeni araç almıştı. Gelecek yıl milli saraylar için de 1 araç alınacak. (https://www.sozcu.com.tr/2020/ekonomi/tasit-saltanati-tam-gaz-6092289/)

Ve altın, Dolar, Euro’yla doldurmuş oldukları binlerce küplerine yeni küpler ekleme derdindedirler…

Vatanın taşını toprağını, denizini, limanını, ırmağını, dağını, ovasını, ormanını, Türk Ordusu’nun Tank Palet Fabrikası’na varıncaya kadar kallavi komisyonlar karşılığında yerli yabancı Parababalarına yeyim ettirmektedirler.

Özetçe Saygıdeğer Halkımız;

Bunların Vatanımıza, Milletimize, Halkımıza yaptıkları kötülükler ve ettikleri ihanetler saymakla bitmez…

Bunlar tepeden tırnağa suça batmış durumdadırlar…

Artık anlamaya başla bizi. Zalimlere, hainlere ve yapıp ettikleri kötülüklere dur de.

Eninde sonunda diyeceksin zaten bunu. Ne kadar erken davranırsan o kadar az zarar görmüş olursun…

Deprem bir doğa olayıdır. Yer kabuğunu oluşturan levhalar, altlarında olan sıvı haldeki magmanın üzerinde devamlı hareket halindedirler. Bu hareketlerdir depremi oluşturan…

Her konuda olduğu gibi doğanın dilinden anlar ve onun var olan kanunlarına uyarsak, hiçbir olumsuz sonuçla karşılaşmayız…

Yaşam alanlarımızı, evlerimizi, işyerlerimizi bu levha hareketlerinin yaratacağı sarsıntılara dayanacak sağlamlıkta yaparsak, depremlerden hiçbir zarar görmeyiz…

Tabiî bunun olabilmesi için de halkımızın her kesiminin örgütlü, bilimli ve bilinçli olması gerekir.

Ancak örgütlü halk dertlerine derman bulabilir. Başının çaresine bakabilir…

Doğruyu yanlıştan, dostu düşmandan ayırmasını bilebilir ve buna güç yetirebilir.

Mesela, 28 Ocak 2020 tarihinde (yani bu yılın başında) Küba’da 7,7 büyüklüğünde bir deprem oldu. Fakat hiç can kaybı yaşanmadı.

Demek ki Küba’daki Komünist Parti önderliğindeki Halkın İktidarı, gerçekten halk iktidarıdır. Halkının güvenliğini, sağlığını, mutluluğunu, refahını ve eğitimini ve ülkesinin bağımsızlığını, onurunu savunmayı biricik görev edinmiştir kendisine.

Tabiî bu anlayışı çerçevesinde de halkının konutlarını, üretim alanlarını “deprem” denilen doğa olayının buyruklarına göre düzenlemiştir. Doğaya hükmedilmez…

Doğanın dili anlaşılır, kanunları bilince çıkarılırsa, o kanunlara göre hareket ederek ondan yararlanırız. O zaman doğa bize cömertçe hizmetini sunar. Bir anne şefkatiyle bizi kucaklar.

Yani doğayla da uyum içinde, mutluluk içinde yaşarız…

İşte bizim bütün mücadelemiz de hep böyle bir dünyanın yaratılabilmesi içindir.

Eninde sonunda, yukarıda da belirttiğimiz gibi bu insani ve Tarihin en haklı olan davası zafere ulaşacak!

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

4 Kasım 2020

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı