Cumhuriyet Bayramı Nedir?

 


Cumhuriyet Bayramı Nedir?

Hikmet Kıvılcımlı; ömrünün 50 yılını halkımızın kurtuluşuna adamış, Türkiye Devrimi ‘nin Önderi; Halkın Kurtuluş Par­tisi ‘nin ilk Genel Başkanı; 17 yaşındayken katıldığı Birinci Antimemperyalist Kurtuluş Savaşı ‘mızın Köyceğiz Kuvayimilliye Komutanı…

Hikmet Kıvılcımlı, 45 yıl önce kaleme aldığı makalesinde, bugünün Türkiye ‘sinanlatıyor. Türkiye 45 yıl önce şu anda içinde bulunduğu Yeni Sevr ve Ortaçağcılık tehlikesinden daha uzakta olmasına rağmen Kıvılcımlı, bilimsel öngörüsüyle bugün de Türkiye Halklarının başbelası, başdüşmanı olan iki gücünü (AB-D Emperyalistlerini, işbirlikçileri yerli Parababalarını ve Ortaçağcıları) tespit ederek çözüm öneriyor.

Emperyalizme ve Ortaçağcılığa karşı halklarımızı İkinci Kurtuluş Savaşı ‘na çağırıyor.

Makaleyi aşağıda aynen sunuyoruz:

Cumhuriyet Bayramı Nedir?

     Bunu, bize en iyi özetleyen kişi, Cumhuriyet’in ölüm­süz kurucusudur.

Mustafa Kemal, Türkiye’nin yüzyıllardan beri iki büyük kahredici gücü, iki büyük lanetleme gücü ezdiğini haykırdığı gün, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gönde­rine ilk Cumhuriyet bayrağını çekmişti.

Bu iki kahredici, lanetleme, baş belası güç neydi?

Mustafa Kemal’e göre; birisi Emperyalizm, öteki Saltanat‘tı.

Emperyalizm neydi?

Batıda, serbest rekabetçi tasını tarağını toparlamış ve iç çatışmalarını, dünya ölçüsünde kangrenleştirmiş olan, tek­elci kapitalizmdi.

Saltanat neydi?

Kadim Tefeci-Bezirgân Sermayenin, her türlü gelişimi taşlaştırıp dondura koymuş olan derebeylik biçimiydi.

Bu iki güç birbiriyle domuz topu olmuştu. Emperyaliz­min yeryüzündeki egemenliğini sağlayan yerli avadanlık, geri ve sömürge ülkelerde emperyalizmin teslim aldığı irili ufaklı saltanatlardı.

1919 yılı, yalın savaş kılıcıyla, Modern Çağ derebey­liği olan emperyalizmin, yüzde yüz emrine geçirilmişti. Onun için, Anadolu içlerinde, gâvura karşı kıpırdayan baş kaldırma karşısında, ilkin sözde Müslüman olan, Saltanatı buldu. Emperyalizmin Papaz Fru’ları, Saltanat’ın Molla Necmettin’lerini parayla tuttular. Ve Anadolu topraklarına sarıklı-cübbeli kılıklarla, casus ve baltalayıcı olarak gön­derdiler. Ege Cephesinde Millî Kurtuluş Cephesinin ilk kurşunu, Yunanlıdan önce, sözde Müslüman mütegallibe hacıağalarına karşı sıkılmak zorunda kalındı.

Onun için Türkiye’de Cumhuriyet demek, Türk Mille­tinin bağrına oturmuş olan emperyalizmle Saltanat’a karşı kurduğu bir savunma kalesi demektir. Bu sebepten Türki­ye’nin devrimci Anayasasında, her madde üçte iki çoğun­lukla değiştirilebilirdi. Ama hiçbir çoğunlukla, hiçbir zaman ve hiçbir kimsenin değiştiremeyeceği tek madde

Türkiye Devletinin bir Cumhuriyet olduğu maddesiydi.

Cumhuriyet çağına dek Türkiye’de kurtuluş yolları çok arandı ve denendi. Dizginler Saltanat’ın elinde kaldığı sü­rece debelene debelene batıldı. Ya Lâle Devri gibi, halkın Saltanat’a karşı düşmanlığıyla devrilen, bir sefahat sofrası kuruldu, ya Tanzimat gibi emperyalizme şirin görünme muskası takınılarak Abdülhamit istibdadına karıldı. Ya da Meşrutiyet’te olduğu gibi Saltanat’ın da altı üstüne getiri­lip, sömürgeleşme uçurumuna yuvarlanıldı. O “kâr’ı kadim” Saltanat kazanı, emperyalizmin ateşi üstünde kız-dırıldıkça, içindeki Türk Milleti diri diri kaynatılmaktan kurtulamazdı.

Cumhuriyet Saltanat kazanını devirip, emperyalizmin ateşini Türkiye’de söndürdüğü için, bir Millî Kurtuluş ya­rattı.

Cumhuriyet emperyalizme, yani Cihan Finans-Kapita-lizmine ve Saltanat’a, yani Osmanlı Tefeci-Bezirgânlığına karşı savaşarak doğdu.

Türkiye’de Cumhuriyet’in anlamını yücelten ve kut-sallaştıran, Mustafa Kemal’in hiç hayale kapılmaksızın pek açık belirttiği, o her iki irtica cephesinde, her iki gericilik cephesinde başardığı savaştır.

45 yıldır Türkiye’de neler olupbitti?

Her canlı ya da cansız varlık gibi, toplumumuz da za­manla bir sıra değişikliklere uğradı. Ana çizgisiyle, yani ekonomik temel ve sosyal sınıf yapısı bakımından geçir­diğimiz değişikliklerin anlamı ve yönü ne oldu?

Soruya duruca karşılık bulmak için, kendi kendimize bir daha sorabiliriz: Türkiye’de Cumhuriyet, Mustafa Ke­mal’in ilk olarak gördüğü ve gösterdiği hedefe vardı mı? Daha kabaca söyleyelim: Türkiye’de Cumhuriyet, Salta­natı kökünden devirip, emperyalizmi kökünden kazıdı mı?

Bu sorulara yuvarlacık bir EVET yahut HAYIR ile kar­şılık vermek kadar bozuk metafizik veya skolâstik bir dü­şünce ve davranış olamaz. Cumhuriyetimizin gerçekliğinde yatan diyalektik büsbütün beklenmedik, şa­şırtıcı gelişmeler gösterdi.

1- SALTANAT‘ın tepesi Padişahlık ve Hilafetti. Salta­natın tabanı derebeyleşmiş Tefeci-Bezirgânlıktı. Cumhuri­yet, tepedeki padişahlığı ve hilafeti kaldırdı. Tabandaki Kadim Tefeci-Bezirgân Hacıağalık ne oldu?

Vaktiyle “irtica” denilen gericilik isyanlara, suikastlara giriştikçe ezildi. Kabuğuna çekildikçe rahat bırakıldı, hatta ayrıcalandı. Yalnız ara sıra tefeciliğe karşı resmi savaşlar açıldı. Yüzde ondan “aşırı” faizler kanunla yasaklandı.

Oysa, politikanın etkileyemediği kanunlar vardı. Tür­kiye ekonomisinde Kadim Tefeci-Bezirgân Sermayenin kökünü ancak genlikli (prosper: Müreffeh) ve hızlı bir mo­dern sanayileşme kazıyabilirdi. Geniş üretim alanımız, top­rakta küçük ekici, sanayide esnaf eliyle yürütüldükçe kaçınılmaz sonuç belliydi. En ufak teşkilâtına göz yumul­mayan, her kımıldanışı “ağa ağırlığı ile boğulan, bin bir devlet vergisi ve banka mükellefiyetleri altında her gün biraz daha ezilen KÜÇÜK ÜRETMENLER Tefeci-Bezir-gân torbasında kekliktiler.

O yüzden en iyi niyetli olsun veya olmasın, bütün resmî yasaklar ister istemez kitapta kaldı. Hayatta Kadim Tefeci-Bezirgân ilişkileri, şehir bankalarından güç alarak bütün hınçları ve uğursuzluklarıyla işlediler. Eski “saltanatlarını” (yeni egemenliklerini) yürüttüler ve gitgide büyülttüler.

         2- EMPERYALİZM‘in tepesi -o günler- Yunan Kralı ile Türk Padişahının gölgelerine çöreklenmiş: İngiliz, Fran­sız, Amerikan, İtalyan vb… emperyalist silâhlı güçleriydi. Emperyalizmin Türkiye içindeki tabanı: yabancı kompra­dor sermaye, yani bankalar ve şirketlerle onların acentele­riydi.

Mehmetçik, Yunan Ordusu’nu baskına uğratınca Yunan Kralını, maymun ısırdı, Türk Padişahının kavuğu devrildi. Emperyalist silahlı güçler paratonersiz kaldılar. Anayurt-larındaki grevlerde, halk hareketlerinde Sovyet İhtilâlini bastırmaya vakit bulamayan emperyalizmin silâhlı güçle­rini de şeytan aldı götürdü. Tabandaki modern yabancı şir­ketlerle acenteler ne oldular?

Düyunu Umumîye alacaklıları “Şark İsyanlarını” ve şir­ketler “Gaziye suikastları” kışkırttıkça, yerli-yabancı fir­malar devletleştirildi. Çoğunluğu Rum, Ermeni, Yahudi olan komprador burjuvazi “Vatandaş Türkçe Konuş” kam­panyalarıyla sindirildi. Sermayeci tıkırına baktıkça okşan­maktan da öteye şımartıldı ve varsa yoksa biricik devlet gözdesi yapıldı.

Bunun üzerine pek imrendiğimiz özel sermaye külah­ları silâhları değiştirip yerli millî şirketler kılığında “adan­mış toprağına” kavuştu. Uluslararası Finans-Kapital bütünlüğü içinde bir öz ve özel parça oldu. Türk’ler “Me­denî Kıyafet” takınıp “Avrupalılaştılar”. Batılı kodaman turistler ve vaktiyle Türk’e tepeden bakan kompradorlar da

“Türkleştiler.”

       Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki “Cemiyeti Akvam” (Uluslar Derneği) adını alan kozmopolitlik eğilimi, İkinci Dünya Savaşı’ndaki “Birleşmiş Milletler” biçimine doğru gelmişti. NATO, CENTO, Pentagon kemerlerini cankurta­ran simitleri gibi kuşandık.

      Cumhuriyetinin başlıca “hikmeti vücudu”: Birincisi, saltanatı (Türkçesi: DOĞU GERİCİLİĞİNİ), İkincisi Em

­peryalizmi (Türkçesi: BATI GERİCİLİĞİNİ) yok etmekti.

1919-29 arası Türkiye’de, Kadim doğu gericiliğinin kavuğu olan saltanat devrildi. O kavuğun örttüğü asıl doğu gericiliğinin başı: Tefeci-Bezirgânlık dımdızlak parladı kaldı. O yüzden eski “irtica”, yeni “gericilik”: budanmış ağaç gibi, her zamankinden daha zor kötekli ve daha gür­büz olarak, dört bucağımıza dal budak saldı.

1919-29 arası, Türkiye’de modern Batı gericiliğinin şapkası olan emperyalizm, silâhlı kuvvet biçimiyle önce kapıdan kovuldu. O şapkayı taşıyan eskimiş ve iler tutar yeri kalmamış komprador burjuvazi saf dışı edildi. Em­peryalizm şapkasını yerli millî şirketler başlarına geçirdi­ler. Kapıdan kovulan yabancı sermaye: “Batıcı Demokrasi” ve “dış yardım” adı verilen Truva’nın Atıyla yurdumuza bacadan girdi. Bir de baktık, 1923 yılı Finans-Kapital şey­tanının alıp götürdüğü yabancı silâhlı güçleri, aynı şeytan satamayıp geri getirdi. Ve yüzlerce üs’te yuvalandıırdı.

O nedenlerle, kırk yıllık ara geçmeden: Birinci Kuvayimilliyecilikten sonra bir İkinci Kuvayimilliyecilik ge­rekti.

1919-29 yılları Birinci Millî Demokratik Devrim sos­yal bir kümeye: “komprador burjuvaziye” karşı gerçekleşti. Ancak, kompradorların yerine, Türkiye’de, genlikli ve ile­rici bir sanayi burjuvazisi geçemedi. “Eşsiz Örneksiz” Devletçiliğimiz sayesinde: tebdil gezen en kodaman eski kompradorlar, en kodaman, kadim Tefeci-Bezirgânlar ve en kodaman büyük toprak emlâk ağaları bankalar kubbesi altında harman edildi; hepsinden, son sistem “her mahal­lede bir milyoner” parolalı yerli millî FİNANS-KAPİTAL OLİGARŞİSİ yaratıldı.

1959-69 yılları İkinci Millî Demokratik Devrim, 27 Mayıs’ın ışığı altında çim çiğ aydınlandı. Burada, nükleer başlıklı Amerikan üslerine sırtlarını dayamış bulunan Finans-Kapital Oligarşisi, Mustafa Kemal’inEMPERYA­LİZMdediği BATI GERİCİLİĞİ‘dir. Burada köylerimizi inlete inlete sömürdükçe biti kanlanan tefeci hacıağalık Mustafa Kemal’in “Saltanat” dediği DOĞU GERİCİLİĞİ’dir. Her iki gericilik de, 48 yıl önce Kuvayi-milliyeci atalarımızın savaş açtıkları aynı iki başlı ejder­hanın bugünkü gelişimidir. İki kahredici, iki lanet olası büyük başbelâmızdır.

        Birinci Kuvayimilliyecilik: SİLÂHLI, askercil, sıcak savaştı. Bu savaşın bütün yokluklarına rağmen cephesi açıkça belirliydi. Stratejisi ve taktiği az çok genel kural­lara göre basitti. Hedefi ise olağanüstü kolay anlaşılırdı.

İkinci Kuvayimilliyecilikte, cephe ne denli baş döndü­rücü, strateji ve taktik ne denli karmakarışık, hedef ne denli güç anlaşılır olursa olsun, Birinci Kuvayimilliyeciliğin devrimci, kutsal Mustafa Kemal gelenekli CUMHURİ­YET BAYRAĞI başımızdadır.

 

HİKMET KIVILCIMLI

 (29 Ekim 1968)