Büyük Halk Ayaklanmamız Gezi Direnişi, 7’inci Yılında Mücadelemizde Sürüyor!

Kimi “mesele birkaç ağaç” dedi, kimi “hükümete darbe girişimi” dedi.

Aslında meselenin kökü derinlerdeydi.  Yıllardır süren Ortaçağcı gerici AKP iktidarına karşı Halkın isyanıydı Gezi Direnişi.

Öyle bir Direnişti ki; 27 Mayıs – 1 Haziran arasındaki birkaç gün içinde Taksim Gezi Parkı’nda AKP’giller’in; 31 Mart gerici isyanının karargâhı olan Topçu Kışlası’nın yeniden inşası için adım atma girişimlerine karşı başlayan mücadele, bir anda tüm ülkeyi sardı.

Milyonlar ayaklandı, milyonlar günlerce gaz bombası, biber gazı, basınçlı, kimyasallı su, plastik mermi demeden; ölümlere, yaralanmalara, gözaltılara aldırmadan direndi, mücadele etti.

Gezi eylemleri sürecinde iktidara karşı mücadele ederken katledilen, gencecik 8 insanımız Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Medeni Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz, Hasan Ferit Gedik, Ahmet Atakan ve Berkin Elvan (daha 14 yaşında bir çocuktu) Gezi Direnişi Şehitleri olarak tarihe geçtiler. Bu 8 şehidimiz, doğrudan polis tarafından veya AKP’giller’in anlayışına sahip katiller tarafından katledilen insanlarımızdır. Ancak ismini sayamadığımız nice insanımız, polisin sıktığı biber gazı nedeni ile kalp krizi geçirerek, hastalanarak öldüler. Binlerce insanımız yaralandı, çok sayıda insanımız gaz kapsülleri nedeni ile gözlerini kaybettiler.

Peki çoğunluğu 80 sonrası apolitik kuşak olarak nitelendirilen gençlerden oluşan bu direnişçileri canlarını hiçe sayarak meydanlara döken neydi?

Hani Halk Şairi Hasan Hüseyin Korkmazgil diyor ya:

“Elbet bir bildiği var bu çocukların

Kolay değil öyle genç ölmek

Yeşil bir yaprak gibi yüreği

Koparıp ateşe atmak

Pek öyle kolay değil…”

Evet bir bildiği vardı bu çocukların:

Bugünlerde yine Salda Gölü’nde, Yassıada’da yaptıkları gibi, Kanal İstanbul Projesi ile planladıkları gibi İstanbul’u ve doğa harikası şehirlerimizi talan edip her yanını beton yığınına çevirmişlerdi ve çevirmeye devam ediyorlardı.

Tek yaptıkları doğa düşmanlığı değildi elbette. Aynı zamanda vatan ve halk düşmanlığı yapıyorlardı.

Her şeyi satıyorlardı, Onlar için her şey satılıktı. Kuvayimilliye yadigârı bütün kamu mallarını 1 yıllık kârları bedeline satmışlardı, hatta sata sata bitirememişlerdi.

Halk açlık sınırında yaşarken “asgari ücret yüksek” diyor, işçiyi taşerona mahkûm ediyor, sendikaları, meslek odalarını işlevsizleştiriyor; bugünlerde Meslek Odalarını yandaş yapmak için çıkarmak istedikleri yasa tasarılarının amaçladığı gibi kendilerinden yapamadıkları kurum ve kuruluşlarla türlü yollarla uğraşıyorlardı.

Daha o yıl ki 1 Mayıs’ta “inşaat var” bahanesi ile İşçi Sınıfının Taksim’e çıkmasına şiddet kullanarak engel olmuşlar, sonucta yüzlerce yaralı ve gözaltı olmuştu. Tabiî ondan önceki yıllarda yüz binlerin Taksim’e akarak 1 Mayıs kutlaması gözlerini korkutmuştu.

Halkın 19 Mayıs ve Cumhuriyet Bayramını kutlamaması için engeller çıkartıyorlardı. Cumhuriyetimizin kurucuları Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’ye “İki ayyaş” diyorlar, insanların özel yaşamlarına müdahale ediyorlardı.

Üniversiteleri bilim yuvaları olmaktan çıkarmaya çalışıyor, değiştirip durdukları sistemlerle lise ve üniversite sınavlarına hazırlanan gençlerimizin psikolojilerini bozuyor, sınav sorularının çalınmasına göz yumup, atama sözü verdikleri öğretmenleri görmezden geliyorlardı.

Bugünlerde meraları paralı hale getirdikleri gibi o günlerde hayvancılığı ve tarımı yok edip tepki gösteren köylüye “ananı da al git, gözünüzü toprak doyursun” diyorlardı.

İşte bildikleri bunlardı bu çocukların…

Başka bildikleri de vardı elbette:

Bu genç fidanlarımız ve halklarımız, AB-D Emperyalistlerinin Suriye’deki emperyalist politikalarını, bizim yerli uşaklarının da düne kadar canciğer oldukları Esad ve Suriye halkına emperyalistlerin bir emri ile yaptıkları saldırıları gördüler elbette. Sınırlarımızı mahkeme kapısına çevirerek “öfkeli gençler” olarak niteledikleri Ortaçağcı gerici güruhun mahsum sivillere yaptıkları vahşeti gördüler.

Reyhanlı ve Uludere katliamlarının hesabının sorulmadığını gördüler.

AKP’giller’in, Amerikan-CIA-Yezid İslamı’nı savunduklarını, AB-D Emperyalistlerinin Yeni Sevr politikalarını hayata geçirmek ve Ortaçağcı gerici ideolojilerini hâkim kılmak için ülkenin bütün ulusal değerlerini yok etmek istediklerini, Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’nın bütün kazanımlarını ve Önderi Mustafa Kemal’in izini tozunu yok etmek istediklerini gördüler.

Bu gidişe dur diyen, karşı çıkan yurtsever askerleri, gazetecileri, aydınları kendi hukuk bürolarına dönüştürdükleri yargı yoluyla uydurma davalarla Silivri zindanlarına tıktıklarını gördüler.

Ve devleti dini dogmalara göre yönetmek istediklerini gördüler. Bunun için en çok da kadını öne sürdüklerini gördüler.

İşte tüm bu nedenlerle ayaklandı halk. Tamamen barışçıl, polisin orantısız güç kullanmasına orantısız bir zekâ kullanarak, esprili bir dille direniyordu insanlarımız. Gençliğimizin Jöntürk Geleneği bir kez daha ortaya çıkmıştı. Kolay değildi o geleneği yıkmak.

Direnişin başından itibaren Genel Başkan’ımız ve tüm Başkanlık Kurulu üyelerimiz ile birlikte Taksim’de en önde mücadele ettik. Çadırımızı kurararak nöbetimizi tuttuk. 1 Haziran günü polis çekilip parka girildiğinde herkes zafer coşkusu içindeydi…

Hemen dostluğun, kardeşliğin, paylaşmanın, eşitliğin yani özlemini duyduğumuz bütün değerlerin hayata geçirildiği büyük bir komün kurduk. Özlemini duyduğumuz Komün günlerinin bir provasıydı o günler.

Ancak ne yazık ki AKP’giller’in güvenlik güçleri 15 Haziran günü vahşice müdahale ederek Park’ı boşalttılar. Daha sonra günlerce eylemlerimiz devam etti fakat halk örgütsüzdü, İşçi Sınıfımız örgütsüzdü. Kendiliğinden başlayan direniş yavaş yavaş sönümlendi.

AB-D Emperyalizmi ve yerli uşakları AKP’giller çok korkmuşlardı o günlerde. Gezi Parkı’na dokunamadılar. Ancak sonradan vurgunlarına, talanlarına, doğa katliamlarına devam ettiler, ediyorlar. Ülkemizi AB-D Emperyalistleri ile birlikte sömürmeye, BOP Planını hayata geçirmeye devam ediyorlar.

Tüm dünyanın ve ülkemizin Koronavirüs Salgını ile mücadele ettiği şu günlerde uyguladıkları politikaların cezasını yine emekçi halkımız çekiyor. Bu süreçte milyonlarca insanımız işsizlik cehennemine atıldı. Milyonlarca insanımız karantina altında aç kaldı. Ekonomik olarak batışa doğru giden emperyalistler ve ülkemizdeki yerli uşakları; yaşlılar, hastalar ölsün, nasıl olsa bize sömürecek insan kalır düşüncesiyle “sürü bağışıklığı”na geçmeye başladılar.

Salgın süreci Kapitalizmin, Ortaçağcı gericiliğin bilim düşmanlığını, insanlık düşmanlığını bir kez daha ortaya çıkarttı. Kapitalist sağlık politikalarının halk düşmanı yönünü teşhir ederken Sosyalist Küba’nın sağlık sisteminin insancıllığını bir kez daha gün yüzüne çıkarttı. Bu süreci sağlıklı atlatabilen dünya emekçi halklarını bu sefer de ciddi bir ekonomik kriz bekliyor. Bizleri de bu düzene karşı amansız bir mücadele bekliyor.

Halkın Kurtuluş Partisi olarak Gezi Direnişi’mizi 7’inci yıldönümününde selamlarken, insanı sürü hayvanı yerine koyan bu düzenin elbet son bulacağına olan inancımızla mücadelemize devam ediyoruz. Elbet bu düzene son vereceğiz. Ama bu sefer tüm sömürgenleri tamamen defedeceğiz ülkemizden ve doğaya, insana, hayvanlara, tüm evrene gerçek değerini veren düzenimizi, Sosyalizmi kuracağız. 31 Mayıs 2020

Yaşasın Gezi Direnişimiz!
Bu Daha Başlangıç Mücadeleye Devam!
Halkız Haklıyız Yeneceğiz!

Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Merkezi