Tarihler 29 Mayıs 1453’ü gösterdiğinde, iki taraf çarpışıyordu. Biri İlkel Sosyalist Toplum geleneklerini henüz kaybetmemiş, henüz derebeyileşmemiş olan Osmanlı Devleti’ydi. Diğeri, çoktan sınıflı topluma geçmiş ve sınıflı toplumun bezirgân ilişkileri batağına saplanmış, halkına zulüm uygulayan Bizans Medeniyeti’ydi. Ve Bizans, Antika Tarihin zembereğinin işlemesini, bir Barbar aşısını bekliyordu, bu çürümüş-kastlaşmış, insan düşmanı ve kamu malı hırsızlığına dayanan Tefeci-Bezirgân düzeninden kurtulmak için.
İşte yaşamından bizar olmuş Bizans halkına nefes aldıran, Tarihin gelişimi önünde moloz yığını gibi duran Bizans Medeniyeti’ne Barbar aşısı Osmanlı’lardan geldi. İlkel Sosyalist Toplum geleneğinden gelen Fatih Sultan Mehmet, her türlü zorluğu aştı, fethedilemez denen İstanbul’u yani Bizans’ın başkenti Konstantinopolis’i fethetti.
Bu Fetih bugün AKP’giller’in bir Hristiyanlık-Müslümanlık savaşı gibi gösterdiği bir savaş değildir. Türkiye Devrimi’nin Önderi Hikmet Kıvılcımlı Usta “Fetih ve Medeniyet” adlı eserinde, “Tarih Tezi”nin ışığında somut bir tarihsel bir olayı; İstanbul’un Fethi’ni kaleme almıştır. Eserinde belirttiği gibi, “İstanbul’un Fethi’ni sırf bir Müslümanlık ve Hıristiyanlık savaşına bağlamak, en az beş yüz yıl evvelki kafa ile düşünmek olur. İstanbul’un Fethi; bir dinin öteki dine karşı zaferi değil, ilerlemenin gerilemeye karşı zaferidir.” (Hikmet kıvılcımlı, Fetih ve Medeniyet, Derleniş Yayınları, s. 15)
İşte bu yüzden İstanbul’un Fethi bir büyük Tarihsel Devrim’dir. Bu Tarihsel Devrim Avrupa’nın ikinci ve en köklü Rönesansı, Modern Avrupa Tarihinin ve Batı Medeniyetinin gelişme başlangıcı oldu.
Fethedenler Müslüman olmasına rağmen, burada yaşayan çoğunluğu Hıristiyan ve Musevilerden oluşan halk, gönüllüce İstanbul’un kapılarını Osmanlı’ya açmıştır. “Bütün tarihsel değişmelerde bu böyledir, İstanbul’un Fethi’nde de yalnız başına teknik unsur, yetici bir kuvvet olamamıştı. Bütün mesele o tarihsel savaşta, iki taraftan hangisinin insan gönüllerini kazandığına gelip dayanıyordu. İnsan meselesinde Bizans yaya kalmıştı. İnsanı Türkler cezbediyordu.” (age, s. 20-21)
Osmanlı da Fetihten sonra Müslüman olmayanları köleleştirmemiş, herkesi inancında ve yaşayışında serbest bırakmıştır. Halka karşı hiçbir yıkım, zulüm, kıyım uygulamamıştır. Musevi ve Hıristiyan halk da Osmanlı’yı benimsemiştir. Çünkü Bizans halkı kendilerini topraklarından eden asalak Bizans derebeylerinin vergilerinden, zulmünden ve yoksulluktan bıkmıştı. Bizar olmuştu, perişan durumdaydı. “İmparatorlar, ahalinin vergisini arttırmaya başladılar. Kilise ile bazı imtiyazlı sınıflar vergiden muaf oldukları için bütün yük köylü ile esnafa yükletildi. Derebeyileşmenin yarattığı çelişkiler, yalnız alt tabakaları ezmekle kalmaz. Üst imtiyazlı zümrelerin dahi tepişmelerine yol açar. Derebeyilerle merkezî Kral arasında çarpışmalar alır yürür.” (age s. 24 – “La Civilisation Byzantin”eserlerinden özet s. 410)
İşte Bizans Halkı Fetih öncesi böyle bir durumdaydı…
Peki, Osmanlı’da durum neydi?
“(…) fetih zamanının bir Rum tarihçisi tarafından kaleme alınan Kritovulos’un “Tarih-i Sultan Mehmet Han Sani” adlı kitabıdır. Bu kitaba göre, Fatih, Bizans’a hücum etmeden evvel iki tedbir aldı:
l– Osmanlılıkta derebeyileşme istidatlarını [eğilimlerini] yok etti:
“Ahalinin şikâyeti vâki olan vülât [valiler] ve hükkâmı [hakimleri] azletti.
“Bugün bile “şikayet”in ne yaman iş olduğu göz önüne getirilsin. Bizans çağında, Osmanlı’nın ahaliden bizzat Padişah eliyle şikâyet toplayabilmesi; ve sonra, doğrudan doğruya halkın şikâyeti üzerine Beyleri ve Kadıları azletmesi ibret alınacak örneklerdendir.
“II– Toprak düzenindeki aksaklıkları giderdi:
“Zaten derebeyi unsurların temizlenmesi demek, toprak üzerindeki Dirlik Düzeninin saf Osmanlı şekline indirgenmesi demekti.” (age, s. 41-42)
Fetih öncesi Osmanlı Halkının durumu da böyledir…
Devam eder Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı, “Fetih ve Medeniyet” isimli anıt eserinde:
“(…) Ezilen Bizans Halkı, Dini ayrı Osmanlı Türklerinde adalet ve insanî kudret sezmiştir. Bizans rejiminin baskısı, halk için dâfia [itici] rolü oynamış; Osmanlılığın getirdiği yeni düzen, bunalan halkı cazibe kuvveti gibi çekmiştir.
“Ve bir gün, en kritik anda, Bizanslı insan, şehir surlarının o aşılmaz kapılarından birini, görünmez elleriyle, ansızın, Kostantin’in arkasından Türklere açıvermiştir.” (age, s. 21-22)
İşte bu şekilde kendi yurdunda derebeyileşme eğilimlerini yok eden ve Toprak düzenindeki (Dirlik Düzenindeki) aksaklıkları gideren Osmanlı, Bizans’taki adaletsiz toprak ilişkileri yerine Dirlik Düzeni’ni kurdu.
Dini ayrı Hıristiyan halka, Dirlik Düzeninin eşitlikçi ve adaletçi toprak düzenini ve ucuz devleti sunması Osmanlılığın en büyük cazibesi oldu.
İşte bundandır, fethedilen topraklarda yaşayan halkların Osmanlı’ya kapılarını açması, gönüllüce Osmanlı’yı kabul etmesi ve benimsemesi.
Antika Tarihte, İnsanlık Tarihi’nin önünü tıkayan çürümüş Medeniyetleri kaldırmak için Barbar akınlarıyla yapılan Tarihsel Devrimler adetti. Bugün Modern toplumda, sosyal devrimler çağında yaşıyoruz, İnsanlığın ilerlemesinin önünü tıkayan engelleri, emperyalizmi ve gericiliği ortadan kaldırmak için artık Sosyal Devrimler yapmak gerekiyor.
Nasıl ki çürümüş Bizans, İlkel Sosyalist Toplum geleneklerini sürdürmekte olan Osmanlı tarafından Tarih sahnesinden silinmişse, bugün de İnsanlığa büyük acılar çektiren, milyonlarca masum insanı eşitsiz ve haksız savaşlarda katleden, yerlerinden-yurtlarından eden, açlığa ve sefalete mahkûm eden ABD-AB Emperyalistleri ve onların yerli işbirlikçileri (Finans Kapital+Tefeci Bezirgânlık) da aynı sonla karşılaşacaktır.
Bunu yapacaklar da Fatih, Che, Kıvılcımlı’nın devamcısı olan Modern Sosyalistler olacaktır.
29 Mayıs 2021
HKP İstanbul İl Örgütü