“Bin Kalıplılar”da kalıp değişir, ihanet değişmez! (6)

15 Temmuz Ganimet Savaşı Tayyipgiller’in zaferiyle sonuçlanınca, sağlı sollu bütün çıkarcılar Tayyipçi geçinmek sevdasına yakalandılar. Daha doğrusu parsa kapma ve kelle kurtarma yarışına giriştiler. Tez şuydu: 15 Temmuz Amerikancı gerici “darbe”si Tayyip’e karşı yapıldı. Tâ 17-25 Aralık 2013’ten bu yana hatta 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Fetocu savcılar tarafından ifadeye çağırılmasından bu yana yani Tayyip’e karşı FETÖ’nin ilk hamlesinden bu yana FETÖ’yle gerçek mücadeleyi yapan tek kişi Tayyip’tir. Bundan sonra da bizi FETÖ belasından kurtaracak kişi Tayyip’tir. Bu tezi “Ergenekon Davası” mağduru, Genelkurmay Başkanlığı yapmış yani kurmay bir asker olan İlker Başbuğ’a kadar savundu bu kesim. Yani Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak üzere CIA tarafından örgütlenmiş FETÖ’den Türkiye’yi, yine CIA tarafından Laik Cumhuriyet’i yıkmak üzere örgütlenmiş ve 15 Temmuz’u; “Allah’ın bir lütfu”, diye kutsamış Ortaçağcı Tayyip kurtaracaktı bu güruha göre.

Ve bu güruhtan insanlar, Tayyipgiller’in borazanı haline gelmiş olan yandaş, yalaka havuz medyasının televizyonlarında, gazetelerinde vazgeçilmez aktörler olarak istihdam edildiler. Sağ kesimden gelen yalakalar bakımından olağanüstü bir durum yoktu. Onlar görevlerine devam ediyorlardı. Tek bir şart vardı onlar için: Geçmişte FETÖ’ye ne kadar övgü düzmüşlerse şimdi onu çok aşan dozda küfür edeceklerdi. Bu konuda sağ kesimden gelenlerin şampiyonu kimdir ölçmek mümkün değil…

Ama çok inandırıcı olabilmek için “sol” görünen kesimden insanlar da bu kervana katılmalıydı. Bu hem Tayyipgiller’in inandırıcılığını arttıracak hem de Tayyipgiller’in Antiemperyalist, Antiamerikan görünmelerini sağlayacak böylece halk nazarında Tayyip’in kredisini yükseltecekti. Bu yalakalıkta, ikbal, mevki ve siyasi, maddi kazançta yarışan yarışana… İsim belirtmek değer vermek olur.

Fakat bir kişi var ki, isim verilmese yeni nesillerin onu tanıması içyüzünü görmesi gölgelenebilir. Bu kişi, “sol” görünüp hep CIA hizmetinde bulunmuş, bu görevini hiçbir zaman aksatmamış, her yeni dönemde yeni bir kalıba girerek hizmette kusur etmemiş; tâ 1970’te Hikmet Kıvılcımlı’nın “CIA Sosyalisti” diyerek kulağından tutup teşhir ettiği, Doğu Perinçek’tir. Yani “sol” görünümlü yalakaların, hainlerin açık ara şampiyonu, yandaş medyanın ekranlarında ve gazetelerinde her gün arzı endam eden Doğu Perinçek’tir. Ortaçağcı Tayyipgiller’in en büyük destekçisi unvanının tartışmasız sahibidir.

Biz onun nasıl kalıptan kalıba girdiğini gözler önüne seren, Nurullah Ankut (Efe)’nin kaleme aldığı 26 makalesini yayımlamıştık. Bu makaleleri, “Bin Kalıplılar” adıyla büyük boy 617 sayfadan oluşan bir kitapta da derlemiştik. (Nurullah Ankut, Bin Kalıplılar, Derleniş Yayınları, Mayıs 2015)

Fakat onun “bin kalıba” sığamayacağını da şöyle belirtmiştik:

“(…) Tabiî son kalıbı dedikse şimdilik kaydını da koymak gerekir. Bundan sonra hangi kalıplara gireceğini kadim dostu Yalçın Küçük bile (kesinlikle değişeceğine emin olmakla birlikte) bilememektedir. Bilemediğini zaten yazıp çizmektedir. Yani biz de adımız gibi eminiz ki Allah ömür verirse Doğu Perinçek’in bu son kalıbı, sondur ama, en son kalıbı değildir…

“Onun görevi, antiemperyalist uyanışı her dönemde evirip çevirerek yine emperyalizmin kanalları içine akıtıp buharlaştırarak yok etmektir.

“Buna izin verilemezdi.

“Kitap okununca görülecektir:

“İzin verilmemiştir…” (Bin Kalıplılar, Önsöz, s. 21)

Doğu Perinçek’in bu yeni girdiği-gireceği kalıpların anlaşılması; gerçek yüzünün iyice görülmesi, genç kuşaklarca da bilinip tanınması için ve hak ettiği hainlik rütbesinin bizzat halklarımız tarafından ve bir kez daha alnının ortasına çakılması için (hukukçu üslubu ile söylersek); bu makaleleri bir kez daha Türkiye Halklarının önüne koymak kaçınılmaz bir görev olmuştur.

***

Doğu Perinçek ve PDA Avanesi’nin

Gladio-Süper NATO-Kontrgerilla Yandaşlığı, Dostluğu

Yine genç yoldaşlarım nakletti: İP’e yönelttiğimiz bu son eleştiriler üzerine bazı kandırılmış, saf, zavallı İP’liler bizi Gladio’dan talimat almakla suçluyorlarmış.

Doğu Perinçek ve ekibi de bilindiği gibi sık sık Gladio’dan söz eder ve ona karşıymış gibi bir pozisyonda konumlandırır kendilerini.

İşte onların girip çıktığı sayısız kalıptan birkaçı daha. Biz sanki durup dururken bunlara “Bin Kalıplılar” dedik. Sanki bunlara iftira ettik ya da hakaret ettik böyle demekle.

İnsan onların böyle ikiyüzlülüklerini görünce gerçekten midesi bulanıyor. “Bu ne ya!”, diyor. İnsan, siyasi mücadele ettiği hasmının da zerre miktarda olsun namusa, mertliğe sahip olmasını istiyor. Ama nerede…

Sözü fazla uzatmadan doğrudan konuya girelim. Gladio’nun da, Süper NATO’nun da, Kontrgerilla’nın da açıktan, net, kesin ve resmi kayıtlara geçmiş savunucusu bu tayfadır. Doğu Perinçek’tir, PDA Avanesi’dir. Hemen belki de “nasıl, nerede, ne münasebet”, denilecek. Gösterelim:

Doğu Perinçek ve PDA Şürekâsından bir kısmı 12 Eylül Faşist Diktatörlüğü sonrasında aldıkları bir parti kararıyla Amerikancı, faşist generallere “Paul Henze”nin “our boys”una yani Türkçesiyle Paul Henze’nin “bizim oğlanlar” dediği satılmış, hain, faşist generallere, kan içicilere şükranlarını sunmak için kendiliklerinden, günümüzün moda deyişiyle, “tıpış tıpış” giderek teslim olmuşlardı. İşte o teslimiyet sonrasında Doğu Perinçek’in savcı karşısında söylediği cümleler.

Partimizin İkinci Olağan Genel Kurulu sonrasında yaptığımız değerlendirme konuşmasında bu konuya ilişkin şunları söylemiştik:

İP, 12 Eylül Faşizmini ve Özel Harp Dairesini aktifçe savunmuş bir harekettir

“Sait Yoldaş; İP’e karşı tavrımızın arkadaşlarca net olarak bilinmesinde yarar var, dedi.

“İP bildiğimiz gibi, hep söylediğimiz gibi, CIA Sosyalizmi diye adlandırdığımız bir hareket. 1970’ten beri, arkadaşlar. Usta’mıza karşı ilk saldırıyı başlatan bir hareket. Haksız, namussuzca saldırıyı başlatan bir hareket… İşte Kaypakkaya o zaman bu hareketin içindeydi. Siyasi kanıtları olmadığı için yani Usta’mıza karşı herhangi bir haklı siyasi eleştiri yöneltmelerine imkân bulunmadığı için Usta’mıza yani o zaman kendi takvim yaşı kadar cezaevinde, zindanda yatmış bir insana, kendi babasının yaşından daha uzun süre siyasi kıdeme sahip bir insana hiç acımadan, düşünmeden, insafsızca…

“Ayhan Yoldaş: Mesnetsizce, dayanaksızca…

“Nurullah Ankut Yoldaş: Evet. Hayâsızca diyelim, “Deccal” diye saldırıyordu, arkadaşlar. Tetikçi olarak kullanıyordu Kaypakkaya’yı, Doğu Perinçek. Deccal… Yani kötülük simgesi… Dinlerde ahir zamanda ortaya çıkacağına, insanları yalan ve düzenlerle kandırıp toplumda fitne fesat çıkaracağına inanılan kişi. Tabiî sonradan bu hareket Sosyalist Sovyetler’e karşı, yıkılıncaya kadar mücadele etti. 1991’e kadar saldırdı, mücadele etti. NATO’yu savundu. 12 Eylül Faşist Diktatörlüğünü savundu. Faşist saldırılara karşı, Kontrgerilla’nın örgütlediği saldırılara karşı nefis savunması yapan devrimci gençleri ihbar etti. Onların isimlerini, adreslerini krokilerle tek tek çizerek Parababalarına, CIA’ya, MİT’e ihbarda bulundu. Böyle bir hareketti. Yani Usta’mızın tespiti son derece haklı, yerindeydi; ondan sonra hayatın akışı da bunu gösterdi.

“12 Eylül Faşizminin hemen sonrasında Doğu Perinçek, o günlerde “ara güç” diye adlandırarak savundukları 12 Eylül polis ve savcılarına açıkça Özel Harp Dairesini yani Gladio’yu-Süper NATOyu desteklediklerini beyan eder. Görelim:

“Özellikle şunu belirtelim: Partimiz “Özel Harbi” dış tehdide karşı son derece gerekli gördüğünü defalarca belirtmiştir. Biz bunun önemini çok derinden kavramış bir partiyiz. Bu nedenle Özel Harp Dairesinin yasal kuruluş amacına ve yasal gördüğümüz bu anlamdaki faaliyetlerine karşı çıkmadık, hatta bunları gerekli gördük.” (Türkiye İşçi Köylü Partisi İddianame ve Sorgu, s. 132-133, Sahibi: Av. Hüseyin Gökçearslan, Derleyen: Selim Arıkdal, Av. Hüseyin Gökçearslan’ın Önsöz’ünün yazım tarihi: 31.08.1981)

“CIA’yla kaynaşık Özel Harp Dairesi Halka ve Devrimcilere karşı sayısız katliam gerçekleştirmiştir

“Özel Harp Dairesinin “dış tehdide karşı” değil, tam tersine ülke içindeki komünist, sosyalist, demokrat, antiemperyalist, yurtsever, namuslu güçlere karşı savaşmak üzere kurulmuş bir NATO örgütlenmesi olduğunu; antikomünist bir cinayet, katliam ve provokasyonlar, provokatörler örgütü olduğunu her namuslu aydın bilir, söyler ve yazar.

“Türkiye’nin 1952’de NATO’ya girişinden 6 ay sonra kurulan “Seferberlik Tetkik Kurulu”nun 1965’te ad değiştirerek “Özel Harp Dairesi” adını aldığını, 1990’da da yeniden ad değişikliğine gittiğini ve “Özel Kuvvetler Komutanlığı” olduğunu yine bu namuslu aydınlar bilir, yazar.

“Ve ayrıca da bu katliam örgütünün uluslararası planda “Süper NATO”, “Gladio” olarak bilinen ve tüm NATO ülkelerinde birer şubesi bulunan CIA yönetimindeki örgütlenmenin Türkiye’deki ayağı ya da şubesi olduğu da bilinir, söylenir, yazılır.

“Bu ABD ya da CIA kuruluşu olan örgütün 25 yıl boyunca maddi giderlerini ABD karşılamıştır. Hatta barınmasını bile ABD, CIA sağlamıştır. Merkezi de JUSMAT’ın (Joint US Military Mission for Aid to Turkey-Türkiye’ye Yardım için Ortak ABD Askeri Kurulu’nun) Ankara Bahçelievler’de bulunan karargâhının içindedir. Düşünebiliyor musunuz yani CIA görevlisi ABD askerleriyle iç içedir, Türkiye’nin Özel Harpçileri ve onların Dairesi. Etle tırnak gibi kaynaşıktırlar. Bu alçak, insanlık düşmanı örgüt, 1 Mayıs 1977, Çorum, Maraş ve benzeri onlarca katliamı planlayıp uygulamış ve binlerce namuslu, yiğit, yurtsever genç devrimcinin canına kıymıştır.

“İşte nitekim 30 Mart 1972’de Kızıldere’de Mahirler’i, Cihanlar’ı özetçe On Yiğit Devrimci Yoldaş’ımızı canavarca katleden de bu örgüttür.

“Cihan’ın Ablası Nuran Alptekin Kepenek kardeşimizin “Oy Cihan, Bizum Cihan” adlı, Cihan’a, Mahirler’e ve Denizler’e bir ağıt niteliğindeki, aynı zamanda da bir belgesel güvenilirliğindeki kitabından şu satırları okuyalım:

‘İngilizleri kaçırma planı, ince ince hazırlanacaktır. Kaçıracakları İngilizler tanıdık bir avukatın bürosunun üstünde oturmaktadırlar. Bir yandan da Ünye ve Fatsa’da arandıkları haberleri gelmektedir. Araştırma işlerini, aranmayan arkadaşlarına yaptırarak kaçırma işine son şeklini verirler. Aranmaları işlerini oldukça güçleştiriyordu. Onları sadece polisin ve askerin aradıklarını sanıyorlar. Oysaki onları arayanlar asıl olarak Özel Harp Dairesi’ne bağlı çelik yelekli vurucu timlerdir. Kenan Evren, yıllar sonra bu gerçeği açıklayacaktır. “Kızıldere operasyonunu Özel Harp Dairesi gerçekleştirmiştir.” Çünkü düşman, yani bir avuç yurtsever, akıllı, bir o kadar da insan gençler, çok çok tehlikelidir. Yani silah kullanmayı zorunlu olmadıkça asla düşünmeyen, gerçekte silaha karşı, on genç vardır karşılarında.’ (Nuran Alptekin Kepenek, age, s. 154)

“Doğu Perinçek ve TİKP, NATO’yu savununca onun bir alt kuruluşu olan “Süper NATO”yu da savunacaktır tabiî. Onlar için zor olmaz böyle aşağılık işler. İşin enteresanı bu adam ve avanesi her ihanetine, her düzenbazlığına bir kılıf bulup hâlâ Tarih bilincinden yoksun, saf insanlarımızı kandırabilmektedir, onlara kendini ihanet ettiği davanın mağdur kahramanı olarak satabilmektedir…

“İşte bu adam ve avanesi ne yazık ki şu anda da Türkiye’de sol maske altında siyaset yapabilmektedir. İnsanın böyleleriyle karşılaşınca midesi bulanır, dili kilitlenir. Hiçbir söze kadir olamaz insan. Hani denir ya “sözün bittiği yer” diye; işte öyle bir yerdir bunların mevcudiyeti ve durumları.

“Ne diyeceksin? Yine NEYLERSİN deyip geçelim…” (Heba Edilen Devrim Yüklü Yıllar, Nurullah Ankut, Derleniş Yayınları, s. 36-39)

Evet, yoldaşlar. Aslında mesele bu kadar açık, kesin ve net. Gayrı söylenecek hiçbir söz yok aslında.

Fakat karşınızdaki İP olunca işte insan yeniden aynı meselelere girmek zorunda kalıyor. Çünkü karşınızdaki o kalıptan çıkıp başka bir kalıba girer ve kendini Gladio karşıtıymış gibi satmaya kalkar.

Burada şöyle bir sahtekârlığa başvurma olasılıkları vardır: Gladio ayrı şey, Kontrgerilla ayrı şey, Özel Harp Dairesi ayrı şey, demeye kalkabilir bunlar.

Biz 12 Eylül öncesinde de Aydınlık Gazetesi’nde Kontrgerilla karşıtı yayınlar yaptık, diyebilirler. Evet, birkaç böyle başlık atıp boş laf ettiler. Fakat onların “Kontrgerilla” dedikleri şey adı var kendisi yok yani ismi var cismi yok, ne idüğü belirsiz, anlaşılmaz, sadece kafa karıştırmaya ve kendi ihanetlerini, NATO’culuklarını, Gladio’culuklarını gizlemeye yönelik demagojik bir tutum almaktan ibaretti.

Onların böyle bir yola sapabilmelerini önlemek ya da saparlarsa onun bir kandırmaca, bir düzenbazlık olduğunu göstermek için şimdi bir kanıt daha sunalım.

Can Dündar’ın belgeselinden

Özel Harp Dairesi-Kontrgerilla-Gladio-Süper NATO

Can Dündar NTV’deki Canlı Gaste programında Seferberlik Tetkik Kurulunun kuruluş öyküsünü gündeme getirdi. Can Dündar, bu birimin tarihi geçmişine değinirken 1992 yılında bu birimle ilgili hazırladığı belgeseli de yeniden yayımladı. Şimdi bazı internet sitelerinde de videosu var olan o programı yazılı metin haline getirerek aktaralım:

“Can Dündar: Şimdi “Canlı Gaste” içinde kısa bir belgesel yayınlayacağız. Tuhaf ama bugün tartışmakta olduğumuz konular bundan 17 yıl önce de Türkiye’nin gündemindeydi. 1992 yılında Avrupa, devlet içinde gladio denilen bir gizli örgütlenmeyi ortaya çıkarmaya başlamıştı. NATO bünyesinde kurulan bu örgütlenmenin Türkiye’de de bir kolu olduğu, o kolun adının da Kontrgerilla olduğu söyleniyordu o günlerde. Bu söylentiler üzerine o dönem çalıştığım 32. Gün programında konuyu gündeme almıştık ve Kontrgerilla üzerine kapsamlı bir dosya hazırlamıştık. Bu dosya içinde halen tartışmalara konu olan Özel Harp Dairesinde de çekimler yapmıştık. Bugün bütün Türkiye’nin gözlerinin çevrildiği o binanın önünde anons yapmamın üzerinden 17 yıl geçti. Avrupa’nın bütün ülkelerinde bu örgütlenme o süre içinde açığa çıkarıldı. Ancak Türkiye’de soruları cevaplamadan konunun kapanacağını sandı. Öyle olmadı. İşte yıllar sonra aynı sorular yine aynı binanın içinde cevaplarını arıyor. Korkarım cevaplanmadıkça da sorulmaya devam edecekler. Şimdi 17 yıl öncesine gidiyoruz o dönem yayınlandıktan sonra soruşturma konusu olan, zamanla doğrulanan Kontrgerilla dosyasını izliyoruz:

“Burası başkentin tam bakanlıklar yakınlarında, kimsenin fark etmediği bir eğitim üssü. Eğitilenler özel olarak seçilmiş subay ve astsubaylar. Komutanlarının tabiriyle Türk Ramboları, her türlü silahı kullanabilen, hem paraşütçü, hem dalgıç, hem komando olarak yetiştirilen bir seçme birlik. Türkiye’nin en seçme birliği. Adı: “Özel Kuvvetler Komutanlığı” ya da eski adıyla “Özel Harp Dairesi.” Son yıllarda pek çok olayda Özel Harp Dairesinin adı gündeme geldi. Pek çok olayda Özel Harp Dairesi suçlandı. Hatta burası için Gladio’nun Türkiye şubesi olduğu, Kontrgerillanın tâ kendisi olduğu söylendi. Oysa buradakilere sorarsanız; burası sıradan bir askeri birlik ama son derece önemli görevleri olan bir askeri birlik.

“Komutanlık askeri ve sivil olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Askeri bölümde subay ve astsubaylar bulunuyor. 3 buçuk yıllık bir eğitimden geçirilen bu özel timler 10 saniye içinde bir evi basıp 5 maketi alnından vurabilecek kadar iyi yetiştiriliyorlar. Ama asıl görevleri savaş halinde önceden saptanmış sivilleri örgütleyip silahlandırmak ve düşmanı içerden vurmak.

“Sivil bölüme gelince: Burada askeri deyimle; “vatansever gönüllüler” görev yapıyor. “Nüve” adı verilen bu siviller halk arasından milliyetçiliğine güvenilen kişilerden gizlice seçiliyor ve düzenli olarak eğitiliyorlar, birbirlerini tanımıyorlar ama bir savaş anında hepsi ne yapacağını biliyor. Özel Tim yardımıyla önceden toprağa gömülen silahları alıp direnişe geçmek. Genelkurmay Başkanlığına bağlı olarak çalışan bu seçme birlik halen Güneydoğu’da PKK’ya karşı kullanılıyor. Bugüne dek hangi olaylarda nasıl kullanıldığıysa tam olarak bilinmiyor. Bilinen tek şey son 20 yılda bu birliğin üstüne bir Kontrgerilla gölgesinin düştüğü. Kuşkular özellikle sır gibi saklanan sivil vatanseverlerden kaynaklanıyor. Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Kemal Yılmaz birliğin bazı karanlık olaylarda kullanıldığı iddiasını kesinlikle yalanlıyor.

“Kemal Yılmaz: Hiçbir personelimizi yasal olmayan görevleri icra etme yönünde motive etmedik, etmiyoruz bundan sonra da etmeyiz. Özel Kuvvetler Komutanlığının Türkiye Cumhuriyeti Devleti halkına karşı hiçbir hareketi olmamıştır.

“Can Dündar: Bu sözlere rağmen kamuoyunda kuşkular dağılmış değil. Çünkü görünen şimdilik sadece aysbergin ucu. Aysbergin su altında kalan bölümünün nasıl dehşet verici olduğu ise Avrupa’da tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı.

“Kontrgerilla adlı yarı resmi gizli örgüt önceki yıl NATO ülkelerinde birbiri ardına, peşi sıra ortaya çıkarıldı. Örgüt üyeleri tüm Avrupa’da aynı eğitimden geçiriliyor, aynı yöntemleri kullanıyorlardı. Türkiye’ye de kolları uzanan bu örgütün Avrupa’daki adı Gladio’ydu. Gladio, NATO içindeki gizli bir özel harp birimiydi. 2’nci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikalılar CIA desteğiyle NATO ülkelerinde son derece gizli özel birimler kurmuşlardı. Amaç, soğuk savaşta muhtemel bir Sovyet işgaline karşı hazırlanmaktı. Artık büyük meydan savaşları bitmiş iç savaşlar ve gerilla mücadeleleri başlamıştı. Ona uygun bir karşı örgütlenme gerekiyordu. Gerillaya karşı Kontrgerilla kuruldu. NATO bünyesinde oluşturulan birimler halktan sivilleri örgütleyecekler ve bu siviller de işgal halinde düşmanı içeriden vuracaklardı. Örgütte kesin bir gizlilik esastı. O kadar ki başbakanlar bile böyle bir kuruluştan haberdar edilmediler. İtalyanlar 1990 kışında örgütü açığa çıkarınca Avrupa’yı ayağa kaldırdılar. Örgütün Belçika’daki NATO karargâhından yönetildiğini saptayıp önce Belçikalıları uyardılar. Belçika’daki Gladio Araştırma Komisyonu Başkanı Rojelmon, Brüksel’de Ahmet Sever’e daha sonra neler olduğunu şöyle anlattı.

“Rojelmon: Örgütün varlığını İtalyan savunma bakanından öğrendik. Başbakanımızın bile kendi ülkemizde böyle bir örgüt olduğundan haberi yoktu. Hemen mecliste bir araştırma komisyonu oluşturduk. Tamamen olmasa da örgütün içyüzünü gözler önüne serdik.

“Can Dündar: Belgeler ortaya döküldükçe hayretler bir kat daha arttı. Kontrgerilla komünizme karşı kurulduğu için en çok solun güçlü olduğu Akdeniz ülkelerinde örgütlenmişti. Üstelik sola karşı mücadele eden neo-faşist örgütlerle işbirliği yapmıştı. 40 yıl boyunca iç savaş taktikleriyle pek çok operasyon düzenlenmiş ve en küçük bir ipucu bile bırakılmamıştı. Kimi zaman sabotajlar düzenlenip solcuların üzerine atılmış, kimi zaman da sırf halkın devlete bağlılığını arttırmak amacıyla kargaşa ortamları yaratılmıştı. Belgeler incelendiğinde Türkiye’de herkesin beynini kemiren soru da cevabını buldu. Evet, örgütün Türkiye’de de bir kolu vardı ve adı da Kontrgerilla idi.

“Rojelmon: Türkiye’yi özellikle incelemedim. Ancak NATO tarafından yönetilen gizli bir servisin varlığını keşfettim. Belçikalı generaller bu servisin varlığını hükümetten, parlamentodan saklamışlardı. Türk meslektaşlarının da aynı şeyi yaptığına bahse girerim.

“Can Dündar: Türkiye Kontrgerilla sözcüğünü ilk kez 12 Mart sonrasında duydu. 1972-1973 yıllarında İstanbul Ziverbey Köşkü’nde yapılan işkenceli sorgulamalarda görevliler kendilerinin Kontrgerillaya bağlı olduklarını söylüyorlardı. O günlerde gözleri bağlı olarak sorgulanan bazı sanıklar daha sonra mahkemede bu Kontrgerilladan söz ettiler. Bu ismi ilk telaffuz eden de “Bomba Davası” sanığı Kurmay Yarbay Talat Turhan oldu.

“Talat Turhan: 1973 yılında idam talebiyle “Bomba Davası” denilen bir davada yargılanırken 12 Haziran 1973 günü bir dilekçe verdim. Dilekçenin muhatabı başbakanlıktı. Yani Naim Talu’ydu. Bilgi için de Genelkurmaya ve Kara Kuvvetleri Kumandanlığına gönderdim. Dedim ki; bir yeraltı örgütü sağ bir cunta halinde devlet mukadderatına el koymuştur, kendilerine Kontrgerilla deniyor haklarında bir meclis araştırması yapın dedim.

“Can Dündar: Talat Turan daha sonra CIA’nın Türkiye’de Kontrgerilla adı altında cinayetler düzenlediği iddiasıyla parlamentoyu göreve çağırdı ama kulak asan olmadı. Oysa o günlerde havada gerçekten provokasyon kokusu vardı. 12 Mart’tan üç ay önce kimliği belirlenemeyen 6 sabotajcı Kültür Sarayı’nı yakmış ve darbenin zeminini hazırlamıştı. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamından iki ay önce birkaç gizli el Marmara Yolcu Gemisi’ni yakmıştı. İdamlardan hemen bir ay sonra da Eminönü Araba Vapuru sadece Deniz Kuvvetlerinde kullanılan bir bombayla batırılmıştı. Ülke hiç alışmadığı türden olaylarla karşı karşıyaydı. CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit daha o günlerde Kontrgerillayı etkisiz hale getirmekten söz ediyordu. Bu vaatle iktidara geldi. Ancak henüz Kontrgerillanın ne olduğunu bile bilmiyordu. Şüphelendiği şey çok kısa zamanda hiç beklemediği bir şekilde karşısına çıktı.

“Bülent Ecevit: Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan kısa bir süre önce Genelkurmay başkanından, rahmetli Semih Sancar’dan bana bir istek ulaştı. Örtülü ödenekten para isteniyordu. Örtülü ödenekte o sırada çok az para vardı ve ben mecbur olmadığım halde bunların harcama biçimini belgelere bağlatırdım. Onun için sorma gereğini duydum. Çünkü büyükçe bir meblağ isteniyordu. Niçin isteniyor, diye sordum. Özel Harp Dairesi için dediler. Oysa ben o zamana kadar Başbakanlığım sırasında olsun, Çalışma Bakanlığım sırasında olsun böyle bir kuruluştan haberdar olmamıştım. Bütçeye baktırdım bütçede Özel Harp Dairesi diye bir kuruluşun adı geçmiyor. Onun için bu kuruluş hakkında bilgi istedim. Bana ve rahmetli Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık’a Başbakanlık konutunda bir öz sunuş, brifing düzenlendi ve orada anlatılanlardan ikimiz de, Sayın rahmetli Işık da. ben de dehşete kapıldık.

“Can Dündar: Askerler bu brifingde Ecevit’e özel timlerden, vatansever gönüllülerden ve ülkenin her yanında toprağa gömülü silahlardan söz ettiler. Ecevit bunları dinledikçe irkildi.

“Bülent Ecevit: Şimdiye kadar parasını nereden sağlıyordu, diye sordum. Amerikalılar gizli bir ödenekten veriyorlardı, dendi. Tabiî o zaman büsbütün kuşkularım arttı. Peki, nerede bu kuruluş nerede çalışıyor, dedim. Amerikan Askeri Yardım Binasının bir kanadında çalışıyor, dendi. Faili bir türlü ortaya çıkmayan bazı esrarengiz olaylar oluyordu Türkiye’de. Tabiî kafamda bunlarla Özel Harp Dairesinin sivil uzantısı arasında bağlantı kuruldu.

“Can Dündar: İşte tam bu aşamada Kıbrıs Barış Harekâtı patladı. Özel Harp Dairesi yıllardır Kıbrıs’ta Türk Mukavemet Teşkilatı’nı örgütlüyordu. Ecevit olayın üstüne gidemeden iktidarı kaybetti.

“Bülent Ecevit: Cumhuriyet Halk Partisi iktidara geldikten sonra bir daha katiller hükümetçe korunmayacak.

“Can Dündar: Karaoğlan Türkiye’de yeniden umut olduğunda yıl 1977’ydi. Cephe Hükümetlerinin baskısı altında Ecevit ve Türk Solu hızla iktidara yürüyordu. İşte kanlı 1 Mayıs tam bu aşamada yaşandı. Taksim Meydanı’nda toplanan yarım milyon insanın üstüne kim oldukları bilinmeyen kişilerce kurşun sıkıldı. 34 kişi öldü 126 kişi yaralandı.

“Talat Turhan: O zamanki İntercontinental Oteli denilen şimdi The Marmara adlı otelin bir odasında karanlık güçlerin elemanları; artık orası siz ne derseniz deyin, kim derseniz deyin karanlık güçlerin elemanları film çekmişlerdir. Bu film genelde benim kanıma göre, ki bunu yazdım da, suçluları saptamak için yapılmamıştır. Bu filmi orada provokasyon görevi verilen kışkırtıcı ajanların bu görevi ne ölçüde yapıp yapmadıklarını saptamak için yapmışlardır. Çünkü ajanları orada saptadıktan sonra bir başka eylemde, daha büyük işlerde kullanılmak söz konusudur.

“Bülent Ecevit: Çok esrarengiz bir olaydı. Ben bu Özel Harp Dairesinin sivil uzantısının o olaylarda provokatör rolü oynamış olabileceğini düşündüm bir olasılık olarak. Tabiî önümde belge yoktu.

“Can Dündar: Aslında Ecevit’in elinde bazı belgeler vardı. Kontrgerillanın talimnamelerini bulmuştu. Bu belgelerde örgütün köylere kadar nasıl yayılacağı şemalarla anlatılıyordu. Kontrgerilla gereğinde terör yaratmaktan, kundakçılığa kadar pek çok eylemler düzenleyecek, ancak bunları yaparken yasal statüye sahip olmayacaktı. Bunun üzerine Ecevit kanlı 1 Mayıs’tan tam bir hafta sonra İzmir’deki bir mitingde ilk kez kamuoyuna bir ipucu verdi: “Devlet içinde ama devletin denetimi dışındaki” bir örgütten söz etti. Kontrgerilla artık dillerde idi. Ama Ecevit bu açıklamasının cevabını çok kısa bir süre sonra aldı. İzmir mitinginden tam 20 gün sonra izini sürdüğü örgütün hedefi oldu.

“Bülent Ecevit: Bir patlama sesi duyduk ve bize yardımcı olan arkadaşımız Mehmet İsvan’ın yaralandığını gördük. Doktorlar o zamana kadar Türkiye’de adı sanı duyulmamış bir füze buldular Mehmet İsvan’ın bacağında. Fakat bu da inkâr edilmek istendi. Bunu kullanacak silah Türkiye’de yoktur dendi. Sonra bulunduğu anlaşıldı ve gizlice havaalanında görevli polislerden birine verildiği. Yıllarca üstüne yürüdüğüm halde bu olay örtbas edildi.

“Can Dündar: Ecevit’in kıl payı kurtulduğu bu suikastta kullanılan silah İzmir Emniyetine aitti ve Amerikan menşeliydi. Tetiği çeken de bir polis memuruydu. Yargılandı ve tedbirsizlikten 3 ay hapis yattı. Ülke sayısız faili meçhul cinayet ve nice karanlık suikast ve kanlı bir iç savaşla hızla 12 Eylül’e doğru yürüyordu. Provokasyon olduğundan kuşkulanılan Çorum ve Maraş olaylarında yüzlerce insan öldü. Namlular Abdi İpekçi gibi masum ama onurlu hedeflere döndü. İpekçi’nin katili ülkücü Mehmet Ali Ağca tutuklu olduğu İstanbul’un en büyük askeri garnizonundan rahatça kaçırıldı. Aynı günlerde Aydınlık Gazetesi Kontrgerillanın MHP’yle işbirliği içinde çalıştığını gösteren bir dizi belge yayınlıyordu. Bu işbirliğinin bir başka tanığıysa başbakan Ecevit oldu.

“Bülent Ecevit: Benim için verilen bir yemekte bir generalin Özel Harp Dairesinde vaktiyle çalışmış olduğunu anladım. Onun üzerine bu konuyla ilgili, bilgili kim varsa bir şeyler öğrenmeye çalışıyordum. Kuşkularımı belirttim o dairenin sivil uzantısı hakkında kuşkularımı. Bana güvence verdi general; hayır, hiç merak etmeyin bu katiyen sakıncalı biçimde kullanılmaz, diye. Ben de dedim ki, varsayalım burada falan partinin ilçe başkanı bu örgütün ömür boyu görevli vatanseverlerinden biri olamaz mı, dedim. General; evet öyledir ama çok iyi bir kimsedir, dedi.

“Can Dündar: Ecevit’in sözünü ettiği parti MHP idi. Ve Sarıkamış’ta partinin ilçe başkanı Özel Harp Dairesinin sivil görevlileri arasındaydı. Yıllar sonra Alparslan Türkeş kendisinin Özel Harp Dairesinde görev alıp almadığı sorusuna; “Yorum yapamam.”, diye yanıt verecekti. Ancak merakla beklenen yanıt Amerika’dan geldi. Eski CIA başkanı William Colby Türkiye’de de Gladio benzeri bir örgüt bulunduğunu açıkladı. Ve CIA Türkiye’nin komünistlerin eline düşmemesi için bazı antikomünist kuruluşları desteklemiş olabilir, dedi.

“Bülent Ecevit: Sayın Evren, Genelkurmay Başkanlığına atanır atanmaz ona da bu konudaki bütün bilgilerimi aktardım. Mutlaka bu örgütü bir demokratik hukuk devletine yaraşır bir çerçeve içine almak gerektiğini belirttim ve bunu kendisine bir görev olarak verdim. O da bunu yapacağı sözünü bana verdi. Daha sonraki görüşmelerimizde de hep sordum ne yapıyorsunuz, diye. O da bana her seferinde; hiç merak etme bu konuyu hallettik, hallediyoruz, diye güvence veriyordu. Fakat bu öylesine gizli bir örgüt ki gerçekten önlem alındı mı alınmadı mı onu saptamak bile zor.

“Can Dündar: Kenan Evren yıllar sonra emekli olduğunda verdiği bir demecinde; ben izin vermedim. Ama haberim olmadan Özel Harp Dairesi belki bazı olaylarda yer almıştır, diyecekti. 1977’de hedef Ecevit’ti. 1988’de namlular Turgut Özal’a döndü. Herkes tetiği çeken ülkücü Kartal Demirağ’ın arkasındaki örgütü ararken, Demirağ eğitimini nerede yaptığını 32. Gün’e şöyle açıklamıştı.

“Kartal Demirağ: Türkiye’nin belirli yerlerinde kampları var ama onlar iyi değildi. Emekli ordu mensupları eğitiyorlardı gençleri. Adam eğitim görmüş, kendisi komando zaten, bizim gençleri eğitiyor.

“Can Dündar: Suikast olayını soruşturan müfettişlerse Kartal Demirağ’ın memleketi olan Dazkırı’da sol hareketleri önlemek için 1974-1977 arasında bir Kontrgerilla örgütü kurulduğunu ortaya çıkardılar. Demirağ’ın da bu örgütün yetişmiş bir elemanı olduğu saptandı. Ancak tam bu aşamada aldıkları bir tehditle soruşturmayı bıraktılar. Kontrgerilla bir kez daha günışığından kurtulup yeraltının karanlık dünyasına daldı.

“Türkiye’de bazı şeyler devlet tarafından söylenmez, itiraf edilmez asla. Söylemekte hiçbir sakınca da yoktur. Yani devletler hata yaparlar pekâlâ itiraf da etmeliler ama biliyorsunuz Türkiye hiç hata yapmaz.

“Can Dündar: Şimdi gözler o hiç hata yapmayan devletin üzerinde. Yüzlerce iddia yanıtlanmayı bekliyor. Ya İtalya’daki gibi cesur bir savcı veya Belçika’daki gibi güvenilir bir meclis bulunur. 40 yıllık bir örtü Türkiye’de de kaldırılacak ve ülkenin siyasal tarihi yeniden yazılacak.” (Can Dündar, Adı Geçen TV Programı. Bu program görüntülü olarak şu linklerden izlenebilir: http://goo.gl/Hm0iKg )

Doğu Perinçek ve PDA Avanesi halk düşmanı bir  cinayet örgütü olan Gladio’yu ve NATO’yu savunur

Gördüğümüz gibi, bu dört lanet kavram da yani Süper NATO da, Gladio da, Kontrgerilla da, Özel Harp Dairesi de bir ve aynı şeydir. CIA yönetimindeki Kontrgerilla’dır. Tüm NATO ülkelerinde var olan ya da başka türlü dersek; NATO tarafından kurdurulan karanlık, kanlı, hain, alçak, puşt cinayet örgütüdür, katliam örgütüdür. Ve bu örgüt sadece Türkiye’de 12 Eylül Faşist Diktatörlüğüne gerekçe oluşturacak uygun zemini hazırlamak için 5000 insanımızın canına kıymıştır. Ülkemizi kan deryasına çevirmiş, gencecik insanlarımızı, hayatının baharında kara toprağa düşürmüş; anaların, babaların, eşlerin yüreklerini dağlamıştır.

Doğu Perinçek ve PDA Avanesi sadece Gladio’yu savunmakla kalmazlar; onun ağababası, üst örgütü NATO’yu da savunurlar açıktan. Görelim onu da:

NATO’yu Sovyet Tehdidine Karşı Önemli Bir Etken Olarak Değerlendirdik

“TİKP, yurdumuzun savunulması konusunda o kadar ciddi ve sorumlu bir tutum almıştır ki, NATO’nun geçmiş dönemdeki niteliğinden doğan yargıların dahi üzerinde düşünerek, Sovyetler Birliği’ne teslimiyet yönünde bir NATO’dan ayrılışa karşı çıkmış, NATO’nun Moskova tehdidi karşısında yarattığı ağırlığı tespit etmiş, Sovyetler Birliği’nin yayılmasını gemleyen her güce önem vermiştir. Bütün bunları gözlerden saklamaya çalışmak, hatta tersyüz etmek hukuki bir tutum değildir. TİKP Başkanlık Kurulu’nun NATO Bakanlar Konseyi toplantısı ile ilgili 25 Haziran 1980 günlü bildirisi, yoruma yer bırakmayacak kadar açıktır:

“‘NATO, değişen dünya durumu nedeniyle bugün Sovyet tehdidine karşı bir savunma örgütü niteliği kazanmıştır. (…)

“‘Türkiye İşçi Köylü Partisi NATO’dan Sovyetler Birliği’ne teslimiyet yönünde ayrılışa karşıdır. Bugün Türkiye’nin NATO’dan ayrılması için kampanya yürütenler, ülkemizin bağımsızlığına hizmet etmiyorlar. (…)

“‘Türkiye topraklarındaki bütün askeri üsler ve silahlar kendi Genelkurmayımızın emrinde olmalıdır.

“‘Bugün Türkiye’nin en can alıcı sorunu, milli savunmayı güçlendirmek ve saldırgana karşı direnmeye hazır olmaktır.’” (Türkiye Gerçeği, sayı 18, Ağustos 1980, s. 2) (Türkiye İşçi Köylü Partisi İddianame ve Sorgu, Yayımlayan: Av. Hüseyin Gökçearslan, s. 130)

Doğu Perinçek, bu ifadeyi 29 Ağustos 1981’de veriyor. İfadenin altındaki tarih bu…

Görüyor musunuz söylenenleri? Sovyetler Birliği Türkiye’yi işgal edecekmiş, NATO bu tehdide karşı bir savunma örgütüymüş, o yüzden orada kalınmalıymış. İşte bu sebeple de hem faşist diktatörlük, hem Kontrgerilla desteklenmeliymiş.

Bütün bu trajik zırvalar bugün hâlâ kendini sol diye satan bir sözde partinin başkanının ağzından dökülmektedir.

Tamamıyla ABD Emperyalistlerinin, CIA’nın, NATO’nun, Pentagon’un, Washington’un tezleridir, yukarıda söylenenler. O günlerin liselerde okutulan Milli Güvenlik Bilgisi derslerinde, ders kitaplarında da NATO böyle savunulurdu; Sovyetler Türkiye’nin düşmanıdır diye böyle gösterilirdi.

Demek ki CIA’nın ağzıyla konuşmaktadır Doğu Perinçek. İşte bu sebepten biz onlara “CIA Sosyalisti” diyoruz. CIA’nın tezlerini sol maske altında savundunuz mu, yaptığınız şeye CIA Sosyalizmi denir. O, gerçek Sosyalizmin, İşçi Sınıfı Sosyalizminin 180 derece karşıtıdır, zıddıdır ve de düşmanıdır.

Zaten aynı sorgulamada Doğu Perinçek o günlerdeki Milli Güvenlik derslerini de bu içerikte olduğu için savunduklarını söylemektedir, faşist diktatörlüğün askeri mahkemesine. Şöyle demektedir:

“Milli Güvenlik Derslerini Destekleyen Tek Parti TİKP Olmuştur

“TİKP, kuzeyden gelen tehdide karşı orduyu güçlendirme siyasetini bir mücadele konusu haline getirmiştir. Partimizi Moskova yanlılarının “silah değil kreş” sloganının ne anlama geldiğini ortaya koymuş, bu görüşe karşı Türkiye’nin silahlanmasını ve ordunun her yönden modernleşmesini savunmuştur.” (agy, s. 128)

Perinçek, işte bir kez daha görülmektedir ki tam CIA’nın, Pentagon’un, NATO’nun ağzıyla ötmektedir.

PDA 12 Eylül öncesinde ABD-CIA hizmetinde politika yapmıştır

Şimdi hem bunu kanıtlayalım, hem de o günlerde biz Gerçek Devrimcilerin nasıl devrimci bir hat üzerinde durduğumuzu, ki bugün de aynı hattayız, göstermek bakımından tarihi bir belge niteliği kazanmış olan, 12 Eylül’den 2 ay önce “Türk Ordusu’na Açık Mektup” olarak kaleme aldığımız metinden bir pasaj aktaralım:

“Burada Atatürk’ün hangi devletleri emperyalist olarak gördüğünü belirtmekte de yarar var. Bunu yine kendisinden dinleyelim:

“Yüksek kurulumuzca bilinmektedir ki, bizim hepimizin ve Bakanlar Kurulumuzun izlediği tek ilke, kendi maksadımızı, hayatımızı, şerefimizi, kendi kuvvet ve varlığımızla kurtarmak ve sağlamaktır. Fakat varlığımıza sataşan (tasallut eden) bütün Batı Dünyası, Amerika da içinde olduğu halde, tabiatıyla, büyük bir kuvvet teşkil ediyor.” (8 Temmuz 1920, Söylev ve Demeçler 1, s. 83)

“Gördüğümüz gibi Atatürk, “emperyalistler” derken Amerika’sı, Fransa’sı, Almanya’sı, İtalya’sı, Belçika’sı, Hollanda’sıyla bütün gerçek emperyalist Devletleri kastetmektedir.

“Oysa bugün, dün varlığımıza kasteden bu emperyalist devletler “bizim dostumuzdur”(!) “ekonomimizi düzlüğe çıkarmaya çalışan” kurtarıcılarımızdır(!)

“Peki Emperyalist kimdir? Kurtuluş Savaşımızda bize en büyük yardım ve desteği yapmış olan Sovyetler Birliği’dir(!) Parababalarının deyişiyle “Rusya”dır(!)

“Bakın, “Genelkurmay Başkanlığınca kurulan bir komisyona hazırlatılmış” ve Milli Eğitim Basımevi’nce basılıp liselerde okutulan “Milli Güvenlik Bilgisi” kitabı bu konuda ne der?

“Emperyalizm.

“Başka Milletlerin hürriyet ve istikbaline, maddi ve manevi servetlerine tecavüzü, saldırmayı gerekli görmeye, onları kendi idareleri altına almayı meşru saymaya emperyalizm denir. Bu hem insanlık, hem de bu ruh eğilimini gösteren millet için zararlıdır. Bunun en açık örneğini, Sovyet Rusya’nın siyasetinde görülen gizli eğitimde, diğer milletleri siyasi bakımdan yok ederek, kendi milletlerini dünyaya hâkim kılmak demek olan Sovyetizm’i uygulamak istemesinde görmekteyiz. II. Dünya Savaşında Rusya’nın, Baltık, Doğu ve Orta Avrupa ülkelerini haritadan silmesi, bunun en açık örneklerini göstermektedir(Bunu yazan kurul, Ortaokul Coğrafya dersinden bile sınava çekilse, sınıfta çakar kalır. Çünkü söz konusu milletlerin tümü haritada var olduğu gibi, bizim ders kitaplarında da vardır. Üstelik o ülkelerin hepsiyle Türkiye’nin diplomatik ilişkileri de vardır. Bütün bunlara rağmen o milletleri yok saymak, çok zavallıca yapılmış bir demagojiden başka bir şey değildir. Biz kabul etsek de etmesek de o ülkeler haritada vardır ve hepsi de Türkiye’den çok daha gelişkin ve bağımsızdır. – Devrimci Derleniş) Bugün artık açıktan açığa emperyalizmi benimseyen tek ülke Sovyet Rusya’dır.” (agy, s. 267)” (Türk Ordusu’na Açık Mektup, 1 Temmuz 1980, Derleniş Yayınları, s. 76-79)

Evet, işte bir kez daha onların Bin Kalıplarından biri ve nasıl CIA Sosyalizmi yapmış oldukları gözler önüne serilmiştir.

Biz bu Açık Mektup’u CIA’nın Türkiye’yi adım adım faşist bir diktatörlüğün bataklığına götürmekte olduğunu gördüğümüz için Türk Ordusu’nu uyarmak amacıyla kaleme aldık ve o günlerde (1 Temmuz 1980’de) çıkarmakta olduğumuz Devrimci Derleniş Dergisi’nin son sayısını bütünüyle bu metne ayırdık. Zaten o tarihten sonra da Askeri Sıkıyönetim Dergimizi kapattı. Bu “Açık Mektup”, posta yoluyla Türkiye’deki tüm askeri birimlere gönderildi. İstendi ki birkaç ay sonra gerçekleştirilecek olan faşist diktatörlük ve onun emrindeki askerler ne yaptıklarını, kimlere hizmet etmekte olduklarını görsünler, anlasınlar. Masum insanların canına kıymakla, zulüm etmekle Türkiye’nin hiçbir şey kazanmayacağını, tam tersine bir bataklığa sürükleneceğini kavrasınlar. ABD Emperyalistlerinin Türkiye’nin dostu değil, gerçek düşmanları olduğunu bilince çıkarsınlar. Türkiye Halkının yok yere canına kıymaktan sakınsınlar…

Devrimci teorimiz ve devrimci diyalektik mantığımız bize geleceği önceden gösteriyordu. Ve o görüşe uygun devrimci tutumumuzu, yolumuzu belirliyorduk, kavgamızı o doğrultuda sürdürüyorduk.

Doğu Perinçek ve PDA Avanesi ise tamamen ABD Emperyalistlerinin ve CIA’nın hizmetinde Türkiye Halkına ihanet yarışındaydı.

Bunların işledikleri suçlar, ettikleri ihanetler saymakla bitmez. Ve insan şaşırır: Bunca ihaneti, bunca yalanı, bunca düzeni nasıl bir ömre sığdırdılar diye.

Sözü fazla uzatmayalım, sevgili şairimiz Yusuf Hayaloğlu’nun tam da bunların ruhiyatlarını, iğrenç içyüzlerini anlatan şu dizeleriyle noktalayalım isterseniz bu yazımızı da:

İhanetin ve ihbarların arkadan dolaşan bıçağı

Ve ey ödeşmelerin, yüzleşmelerin, erkekçe vuruşmaların kaçağı

Beni harcadın ulan!

Beni sattın

Utanmıyor musun

Tabiî bunların sattığı, ihanet ettiği, gammazladığı 1, 3, 5 kişi değil, tüm Türkiye Halkıydı ve vatandı…

Bu namussuzluklarının, bu ispiyonculuklarının, bu ihanetlerinin, bu satılmışlıklarının üzerini örtebileceklerini ve yaptıklarını unutturabileceklerini sanıyorlar. Yanılıyorlar. Hem de fena halde…

2 Aralık 2014