“Bin Kalıplılar”da kalıp değişir, ihanet değişmez! (5)

15 Temmuz Ganimet Savaşı Tayyipgiller’in zaferiyle sonuçlanınca, sağlı sollu bütün çıkarcılar Tayyipçi geçinmek sevdasına yakalandılar. Daha doğrusu parsa kapma ve kelle kurtarma yarışına giriştiler. Tez şuydu: 15 Temmuz Amerikancı gerici “darbe”si Tayyip’e karşı yapıldı. Tâ 17-25 Aralık 2013’ten bu yana hatta 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Fetocu savcılar tarafından ifadeye çağırılmasından bu yana yani Tayyip’e karşı FETÖ’nin ilk hamlesinden bu yana FETÖ’yle gerçek mücadeleyi yapan tek kişi Tayyip’tir. Bundan sonra da bizi FETÖ belasından kurtaracak kişi Tayyip’tir. Bu tezi “Ergenekon Davası” mağduru, Genelkurmay Başkanlığı yapmış yani kurmay bir asker olan İlker Başbuğ’a kadar savundu bu kesim. Yani Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak üzere CIA tarafından örgütlenmiş FETÖ’den Türkiye’yi, yine CIA tarafından Laik Cumhuriyet’i yıkmak üzere örgütlenmiş ve 15 Temmuz’u; “Allah’ın bir lütfu”, diye kutsamış Ortaçağcı Tayyip kurtaracaktı bu güruha göre.

Ve bu güruhtan insanlar, Tayyipgiller’in borazanı haline gelmiş olan yandaş, yalaka havuz medyasının televizyonlarında, gazetelerinde vazgeçilmez aktörler olarak istihdam edildiler. Sağ kesimden gelen yalakalar bakımından olağanüstü bir durum yoktu. Onlar görevlerine devam ediyorlardı. Tek bir şart vardı onlar için: Geçmişte FETÖ’ye ne kadar övgü düzmüşlerse şimdi onu çok aşan dozda küfür edeceklerdi. Bu konuda sağ kesimden gelenlerin şampiyonu kimdir ölçmek mümkün değil…

Ama çok inandırıcı olabilmek için “sol” görünen kesimden insanlar da bu kervana katılmalıydı. Bu hem Tayyipgiller’in inandırıcılığını arttıracak hem de Tayyipgiller’in Antiemperyalist, Antiamerikan görünmelerini sağlayacak böylece halk nazarında Tayyip’in kredisini yükseltecekti. Bu yalakalıkta, ikbal, mevki ve siyasi, maddi kazançta yarışan yarışana… İsim belirtmek değer vermek olur.

Fakat bir kişi var ki, isim verilmese yeni nesillerin onu tanıması içyüzünü görmesi gölgelenebilir. Bu kişi, “sol” görünüp hep CIA hizmetinde bulunmuş, bu görevini hiçbir zaman aksatmamış, her yeni dönemde yeni bir kalıba girerek hizmette kusur etmemiş; tâ 1970’te Hikmet Kıvılcımlı’nın “CIA Sosyalisti” diyerek kulağından tutup teşhir ettiği, Doğu Perinçek’tir. Yani “sol” görünümlü yalakaların, hainlerin açık ara şampiyonu, yandaş medyanın ekranlarında ve gazetelerinde her gün arzı endam eden Doğu Perinçek’tir. Ortaçağcı Tayyipgiller’in en büyük destekçisi unvanının tartışmasız sahibidir.

Biz onun nasıl kalıptan kalıba girdiğini gözler önüne seren, Nurullah Ankut (Efe)’nin kaleme aldığı 26 makalesini yayımlamıştık. Bu makaleleri, “Bin Kalıplılar” adıyla büyük boy 617 sayfadan oluşan bir kitapta da derlemiştik. (Nurullah Ankut, Bin Kalıplılar, Derleniş Yayınları, Mayıs 2015)

Fakat onun “bin kalıba” sığamayacağını da şöyle belirtmiştik:

“(…) Tabiî son kalıbı dedikse şimdilik kaydını da koymak gerekir. Bundan sonra hangi kalıplara gireceğini kadim dostu Yalçın Küçük bile (kesinlikle değişeceğine emin olmakla birlikte) bilememektedir. Bilemediğini zaten yazıp çizmektedir. Yani biz de adımız gibi eminiz ki Allah ömür verirse Doğu Perinçek’in bu son kalıbı, sondur ama, en son kalıbı değildir…

“Onun görevi, antiemperyalist uyanışı her dönemde evirip çevirerek yine emperyalizmin kanalları içine akıtıp buharlaştırarak yok etmektir.

“Buna izin verilemezdi.

“Kitap okununca görülecektir:

“İzin verilmemiştir…” (Bin Kalıplılar, Önsöz, s. 21)

Doğu Perinçek’in bu yeni girdiği-gireceği kalıpların anlaşılması; gerçek yüzünün iyice görülmesi, genç kuşaklarca da bilinip tanınması için ve hak ettiği hainlik rütbesinin bizzat halklarımız tarafından ve bir kez daha alnının ortasına çakılması için (hukukçu üslubu ile söylersek); bu makaleleri bir kez daha Türkiye Halklarının önüne koymak kaçınılmaz bir görev olmuştur.

***

Bir yandan Denizler’in katilleriyle “Milli Merkez” kurma saçmalamalarıyla uğraşacaksın bir yandan da

“Arkadaşım Deniz Gezmiş” diyerek Çıfıtlaşacaksın

İkili oynamak D. Perinçek ve PDA tayfası için vazgeçilmez siyasi mezhep olmuştur

Bazı TGB’li gençler, tabiî iyi niyetli olarak, arkadaşlarımıza yakınıyorlar: “Yahu, tamam da insan değişemez mi? Bu eleştirileri yayımlamanın şimdi zamanı mı?”

Evet, insan değişebilir. Ama bu herkese mahsus değil. Bunlar Türkiye Halkına ve devrimcilerine karşı o denli büyük suçlar işlediler ki, onların hesabını vermeden, yaptıklarından dolayı içtenlikte özür ve af dilemeden devrimci sayılamazlar. Devrimci olamazlar da.

Tabiî özür ve af dilemek için öncelikle onları yani işlenen ihanete karmış suçları, hiç eğip bükmeden, oldukları gibi kabul etmeleri gerekir.

Evet, biz Hikmet Kıvılcımlı’ya tümüyle haksız suçlamalarda, karalamalarda bulunduk. Aslında Kıvılcımlı tamamen haklıydı.

Biz Sovyetler Birliği’ne ve Sosyalist Kamp’a ve dünyanın her yerindeki devrimci, yurtsever, antiemperyalist, demokratik hareketlere karşı düşmanlık güttük.

Biz, Türkiye Devrimcilerine karşı da düşmanlık güttük. Üstelik, bu düşmanlığı o denli hayâsızca bir noktaya taşıdık ki, 12 Eylül öncesinde yayın organımız Aydınlık’ta “Bilinmeyen Sol” başlığı altında Kontrgerilla’nın-Gladio’nun resmi ve sivil (MHP’li) faşist güçlerine karşı nefis savunması yapan ve her gün beşer, onar, yirmişer şehit veren devrimcileri ihbar ettik polise. Bir bir, isim isim, adres adres devrimcilerin karıştığı silahlı çatışmaların krokileri de dahil olmak üzere yayımladık gazetemizde. Hem de tam kırk gün…

Bu ihbarlarımız sayesinde polis, yüzlerce devrimciyi yakaladı, işkencelerden geçirdi. Ağır cezalara mahkûm ettirdi.

Hanefi Avcı“Haliçte Yaşayan Simonlar” adlı ünlü kitabında; devrimci güçleri, poliste çözülen devrimcilerin ifadelerinden ve Aydınlık’ın bu yayınlarından öğrendiklerini yazar.

Biz, Amerika’yı savunduk, NATO’yu savunduk, AB’yi savunduk ve 12 Eylül Faşist Darbesini savunduk, demelidirler.

12 Eylül Faşizmi, 17 yaşındaki Erdal Eren’i ve daha pek çok devrimciyi asarken, İlhan Erdost’u Mamak Zindanında, cehenneminde demek gerekir daha doğrusu, işkenceyle, abisinin gözü önünde öldürürken ve tabiî daha pek çok devrimciyi öldürürken, yüz binleri işkenceden geçirirken, biz hiç utanıp arlanmadan, hayâsızca yapılmış bir ihanetle bu Faşist Diktatörlüğü savunduk. Ona övgüler düzdük. İfadelerimizde, askeri mahkemelere verdiğimiz dilekçelerde…

Biz, 12 Mart ve 12 Eylül Faşist Darbelerini pratikte yöneten (onun geri plandaki projecisi CIA’dır, Pentagon’dur) Kontrgerilla’yı-Gladio’yu açıkça ve resmen savunduk. (Doğu Perinçek’in savcılık ifadesinde bu netçe görülür.)

Biz, çeyrek yüzyıl boyunca Burjuva Ermeni tezlerini, hem Taşnak’ların tezlerini, hem ABD Emperyalistlerinin bu konuya ilişkin tezlerini savunduk.

Biz, yine çeyrek yüzyıl boyunca Türk Ordusu’na, Mustafa Kemal’e, İttihat ve Terakki hareketine düşmanlık politikası güttük.

Biz, Kıbrıs konusunda Rum tezlerini, AB-D Emperyalistlerinin tezlerini açıktan savunduk. Hatta bu konuda D. Perinçek“Kıbrıs Meselesi” adlı bir kitap yazdı. Burada Türkiye’yi, bağımsız bir ülkeyi işgal etmekle ve Faşist Denktaş’la işbirliği etmekle suçladı.

Biz, dönemin Refah Partisi İl Başkanı Tayyip Erdoğan, Genel Başkanı Ahmet Tekdal, Murat Belge ve Abdurrahman Dilipak’la birlikte İstanbul Beyazıt Meydanı’nda Türban Eylemlerine katıldık. “Türbana Özgürlük” adına hazırlanan ziyaretçi defterine şu satırları yazıp imzaladık: “Düşünce ve inancın özgür olduğu, gönül rahatlığı içinde yaşayabileceğimiz bir Türkiye özlemiyle” (Cumhuriyet Gazetesi, 16 Mayıs 1987), dedik.

Ayrıca, alttaki gazete haberinde de görüleceği gibi, aynı gün şu rezalete de imza attık:

“Soldan Destek

“Kapatılan TİKP Genel Başkanı Doğu Perinçek, Yeni Gündem Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Murat Belge, Milli Gazete dış politika yazarlarından Abdurrahman Dilipak ve Barış Derneği Davası avukatlarından Atilla Coşkun, ortak bir dilekçe ile YÖK’e başvurup, başörtüsü yasağının kaldırılmasını istediler. Dilekçede, inanç ve fikir suçu gibi suçlar icat etmenin insanlık suçu olduğu ileri sürüldü.” (Milliyet Gazetesi, 16 Mayıs 1987)

Bir CIA Operasyonu olan “Ergenekon Davası” adlı saldırı başladığında, antiemperyalist güçleri tasfiyeyi hedef aldığında biz parti olarak dedik ki, “Bu adamlarla bizim ne yakınlığımız olabilir ki, biz geçmişte bunlarla mücadele ettik.” (Zeki Sarıhan, İP’ten istifa mektubu) Kastettiğimiz o operasyonun kurbanlarıydı.

Sonra baktık ki, bu işte siyasi rant var; hemen atladık davaya. Mağdurların ateşli savunucularından olduk. “Bunların hepsi suçsuzdur” (agy) noktasına geldik.

Yani bizim siyasi ömrümüzün en az yarısı böyle bir uçtan bir uca sıçramakla, zikzak çizmekle geçti. Kalıptan kalıba girmekle geçti.

Şimdi tüm bunlardan pişmanlık duyuyoruz samimiyetle. Halk ve devrimci güçlerden af diliyoruz.

Böyle der ve buna uygun davranırlarsa biz bunların geçmişiyle asla uğraşmayız. Hiç girmeyiz o konuya.

Yani bizim derdimiz, insanların özel hayatları değil, siyasi geçmişleridir. Siyasi kariyerleridir.

Şudur meselemiz: Herkes ne yapmışsa açıkça, dürüstçe, mertçe ortaya koyacak. Yaptıklarını, gelmişini geçmişini… Yani neyse öyle görünecek. Kandırmacaya başvurdu mu orada insanlık da kalmaz, devrimcilik de…

Kaldı ki, D. Perinçek ve PDA Avanesi için mesele sırf geçmiş de değildir. Bugünleri de çok farklı değil ki geçmişlerinden:

Tahliye olur olmaz D. Perinçek, anında Tayyip’e yanaştı. Gladio’nun ABD ve Tayyipgiller ayağını unuttu (korkusundan tabiî), unutmadı da unutur gibi yaptı aslında. Gladio’yu sadece F-Tipi’ne indirgedi. Tayyipgiller’i de F-Tipi’yle mücadele eden kahramanlara, namuslu, meşru hükümete dönüştürdü.

1 Mayıs’ta Taksim’den kaçmakla kalmadı; Taksim için kavga veren Devrimci Güçleri, yine meşrebine uygun olarak; “Turuncu Kuvvetler” diye niteledi. Kendisi de Tayyip’in gösterdiği alanlardan biri olan Kadıköy Meydanı’na CIA yapımı Türk-İş’in yanına yanaştı. Bu hainane davranışından dolayı Tayyip Erdoğan’dan aferinini aldı. Tayyip, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyen devrimcilere demagojik bir üslupla saldırırken, kendisinin 1 Mayıs kutlamaları için gösterdiği Kadıköy Alanı’ndaki Türk-İş’i, Diyarbakır Alanı’ndaki Memur-Sen’i, Kayseri’deki Hak-İş’i örnek göstererek övücü bir ifade kullanıyor. Tabiî Türk-İş’e yapılan övgüden onun kuyruğundaki İP de doğal olarak payına düşeni almış oluyor.

Amerikalı Conilerin başına çuval geçiren TGB’li gençlerin eyleminden dolayı panikledi D. Perinçek. Hemen ABD Emperyalistlerine şartlı şurtlu dostluk eli uzattı.

İşkenceci polisler karşısında diz çöken, Tayyip’ten korkarak safına yanaşan kişi, tüm bunların efendisi, büyük patron ABD Emperyalistlerinden korkmaz mı? Ödü patlar hem de…

Perinçek yine ikili oynuyor

Bu adam, geçen Cumartesi yine öfkelendirdi bizi. Deniz’in annesi Mukaddes Ana’nın cenazesine kendi adıyla çelenk göndermiş.

Hatırlanacağı gibi, “Arkadaşım Deniz Gezmiş” diye bir kitap da yazdı.

Sinirlenmemizin sebebi şudur:

Bu adam ve ekibi bilindiği gibi birkaç yıldır Denizler’in en önde gelen yerli sivil katili Süleyman Demirel ve onun AP’sinin döküntüleriyle; Cindoruk ve benzerleriyle, Türkeş ve Özal döküntüleriyle yani MHP ve ANAP döküntüleriyle “Milli Merkez” kurma sevdasındadır.

Bu anlayışta olduğu için geçen yıl ölen S. Demirel’in eşi Nazmiye Demirel’in de cenazesine tâ İslamköy’e çelenk göndermişti Doğu Perinçek.

Hem Denizler’in katilleriyle dost olacaksın, onlarla “Milli Merkez”ler, “Milli Parti”ler kurmaya çabalayacaksın; hem onların eşlerinin cenazesine çelenk göndereceksin, o yüzlerce hatta binlerce devrimcinin kanına girmiş Amerikancı hain, ölüsü kokmuş uşak döküntüleriyle sürekli düşüp kalkacaksın, onları öveceksin, hem de “Arkadaşım Deniz Gezmiş” diyeceksin, Mukaddes Ana’nın cenazesine çelenk göndereceksin. Bu ne be!..

İnsan namussuzluğunda bile namuslu olur yahu. Amerikan uşağı olur, hain olur, satılmış olur, katil olur ama neyse öyle görünür. Ama kalkıp bu aynı kişi ya da kişiler bir de solcu, devrimci görünmeye çabaladılar mı insan öfkeden deliye dönüyor. Midesi bulanıyor. Aynı soydan olduğu için utanıyor. Böyleleri namussuzluklarında da namussuzdurlar.

Bu sefilce davranışı Kemal Kılıçdaroğlu da sergilemişti, hatırlanacağı gibi. Üstelik o, İslamköy’e çelenk göndermekle kalmamış, kendisi de kalkıp gitmişti oraya. Nazmiye Demirel’in defin töreninde bulunmak için.

Ve aynı Kılıçdaroğlu geçen Cumartesi günü Selimiye Camii’ne, Mukaddes Ana’nın cenazesine de çelenk göndermişti. Yani o da ikili oynayanlardan. O da fırıldak, düzenbaz. Amerika’nın ona verdiği muhalefet rolünü oynuyor. Bu role CHP’yi eritme de dahildir.

İP, Denizler’in, Mahirler’in katilleriyle işbirliği sevdasında

Konumuza dönersek; İP ve PDA yönetiminin bu düzenbazlığını, bu ikiyüzlülüğünü, bu ikili oynamasını geçenlerde yaptığımız kongre konuşmamızda eleştirmiştik. Oradan aktaralım:

“Perinçek’lerin Denizler’e yönelik tavrı:

“Geçmişte ve günümüzde

“Burada çağrışım oldu; İP Başkanı Doğu Perinçek, “Arkadaşım Deniz Gezmiş” diye bir kitap yazdı. Bir de şu var ki, D. Perinçek’in kendisi gibi her kalıba girmeye uygun babası Mehmet Sadık Perinçek, Demirel’in AP’sinden milletvekilidir o dönem.

“M. Sadık Perinçek, 27 Mayıs Politik Devrimi sonrasında kapatılan Demokrat Parti’nin yerini doldurmak, onun siyasi mirasına konmak amacıyla kurulan Ekrem Alican’ın liderliğindeki Yeni Türkiye Partisi’nden milletvekili seçilir. Fakat Ekrem Alican’ın Amerikancılığı ve satılmışlığı yeterli bulunmaz ki, Amerika, Türkiye’de kendine sadakatle ve kusursuz biçimde hizmet edecek Demirel’e ve Adalet Partisi’ne el verir; onu öne çıkarır. Bu nedenle bu parti geriler. M. Sadık Perinçek bu durumu koklayıp algılamakta gecikmez. Hemen Demirel’in AP’sine zıplar. 1969’da da AP’den Erzincan milletvekili seçilir. Yani Denizler’in idamının tartışıldığı Meclistedir, M. Sadık Perinçek. Bu tartışmalarda birkaç kez oylama yapılmıştır. M. Sadık Perinçek bu oylamaların tamamında oy kullanmayanlar arasındadır. Demek istediğimiz, D. Perinçek bugün “Arkadaşım” diye insan kandırmaya devam ettiği Denizler’in idamında babasına ret oyu bile verdirememiştir. Ha, burada şöyle bir soru akla gelebilir: Bir insan babasının ya da diğer aile bireylerinin yaptıklarından sorumlu tutulabilir mi? Kuşkusuz tutulamaz. Ama o zaman da babanız ya da her kimse o, onu sahiplenmezsiniz. Onu övmezsiniz. Onunla övünmezsiniz. Onun adını çocuğunuza koymazsınız.

“Doğu Perinçek’se her fırsatta babasına sahip çıkar. Onu olumlu bulur. Demokrat bulur. Babasının iki adını da iki oğluna paylaştırarak koyar (büyük oğluna Mehmet Perinçek, küçük oğluna Sadık Can Perinçek) der.

“İzleyenler tanık olmuştur; Ulusal Kanal’da sık sık tekrarlanır. D. Perinçek’in Silivri Savunması. O der ki, “Ben Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı Vekili M. Sadık Perinçek’in oğluyum.” Böylece babasıyla övündükten sonra Silivri Savcılarını da eleştirir. Yani bir anlamda kıyaslar onları babasıyla.

“Oysa yukarıda söylediğimiz gibi babası, Denizler’in idam görüşmelerinde ancak arazi olarak durumu idare etmeye çalışmıştır. Oysa o gerçekten namuslu bir hukukçu olsa zaten Demirel’in AP’sinde bulunmazdı ya, hadi şaşıp girmiş olsun, idam görüşmelerinde ne yapması gerekirdi? Hukukun, hukukçuluğun ve insanlığın ahlâkına uygun davranması gerekirdi.

“Ha şunları demesini beklemiyoruz: Kürsüye çıkıp bu gençler Mustafa Kemal’in gerçek devamcılarıdır. Yiğit, yurtsever insanlardır. Haklı olarak Amerikan Emperyalizmine karşı çıkmışlardır. Biz de onların yaşında olsaydık belki aynı cesareti gösterebilirdik.

“Ama bir hukukçu olarak, hem de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı Yardımcısı olacak denli kıdeme, deneyime, bilgi ve birikime sahip bir hukukçu olarak en azından şunları demeliydi: Bu gençler, birkaç öfkeli eylem mi yapmışlardır; banka soymak, ABD üssünde görevli üç Amerikan askerini kaçırmak gibi… Bunların da Ceza Yasasındaki karşılığı 10-15 seneyi geçmez. En fazla böyle bir ceza verilebilir bu gençlere. Gençler hakkında idam istemekse düpedüz cinayettir, katilliktir. İnsanlıktan çıkmaktır, demesi gerekirdi. Oysa yaptığı malum… Demek ki babasının da Silivri savcılarından çok bir farkı yoktur.

“Gerçek hukukçu kim? Hukukun, hukukçuluğun, insanlığın etiğine uygun davranan, ona sahip çıkan kim?

“Remzi Şirin ve Refik Karaağ…

“Hem de aynı zamanda asker kişiliklerine rağmen. Bir faşist diktatörlüğün askeri adli müşavirliğinin emrinde çalışan bir askeri mahkemenin başkanı ve üyesi olmalarına rağmen…

“Neyse geçelim…

“Doğu Perinçek ve İP Avanesi, bilindiği gibi, şu anda uzun siyasi ömrünü Demirel’in amigosu olarak geçirmiş Hüsamettin Cindoruk’un başkanlığında, eski AP, DYP, ANAP döküntüleri ve bazı MHP’lilerle “Millî Anayasa Forumları” düzenlemektedir. Yani Denizler’in, Mahirler’in ve daha binlerce masum devrimcinin kanına elleri bulanmış bu katiller sürüsüyle, bu AB-D uşaklarıyla, bu 12 Mart ve 12 Eylül Faşizmi yardakçılarıyla bir araya geliyor ve siyasi ikbal arıyor. Yazık!.. Bizim midemiz bulanıyor, bu durumlardan, bu görüntülerden. TGB eski Başkanının da yüzüne söylediğimiz gibi, bunlarla bir araya gelmek, Denizler’in katilleriyle bir araya gelmektir. Bunu yapanların da devrimci siyasi namusla ve insanlıkla ilgileri kalmamış demektir bizce.

“Onları dün iktidarlara getiren AB-D Emperyalistleriydi. Kullanıldılar, hizmetlerini kusursuz yerine getirdiler, kullanım süreleri doldu, şimdi hurdaya çıkarıldılar. İktidarları boyunca AB-D’yi savundular ve ona hizmet ettiler. Şimdi hurdalığa düşünce, söylemde AB-D karşıtı oldular. İktidardayken efendilerinin emirlerini tekrarlıyorlardı. Şimdiyse güya muhalifi oynuyorlar. Eğer AB-D bunları bugün iktidara taşısa yeniden eski söylemlerine ve yaptıklarına dönerler. Bunlar budur. Bunlar sefalettir…” (Nurullah Ankut, Heba Edilen Devrim Yüklü Yıllar, Derleniş Yayınları, s. 96-99)

Bu işi bitmiş alçakları İP bir araya getirecek de, bunlarla Milli Merkez kuracak da bunlarla iktidar olacak. Ne zırva, ne saçma hayaller bunlar… Yazık. Gençleri de bunlara inandırmaya çalışıyorlar. Oysa böyle döküntülerin bininden bir adam olmaz. ABD Emperyalistleri bile artık bir işe yaramazlar diye fırlatıp atmış çöplüğe bunları. Ya da süpürmüş deliğe.

Şimdi onları oradan çıkarıp o eli kanlı halk düşmanlarıyla iş tutmaya çalışıyor İP Avanesi. Acıklı mı diyelim, hazin mi diyelim yoksa başka bir şey mi diyelim bilemiyoruz.

Demirel ve Perinçek’i birleştiren ortak ruhiyatları…

Bugünlerde Demirel, Cindoruk ve benzeri döküntülerle dostluk ve Milli Merkez kurma peşinde olan Doğu Perinçek ve PDA Avanesi 1974’te ortaklaşa kaleme aldıkları “TİİKP Davası-Savunma” adlı kitaplarında bakın neler savunuyorlarmış, neler yazıyorlarmış. Bayarlar, Menderes’ler, Demirel’ler, DP, AP ve hatta bugün 1 Mayıs’ta koşarak arkasında yer aldığı Türk-İş hakkında:

“(…) Hâkim sınıfların Amerikan Emperyalizmine en sadık kesimlerinin partisi DP iktidara geldi.

“DP’nin iktidara gelmesi ne bir halk devrimi, ne de küçükburjuva iktidarının son bulduğu bir karşıdevrimdir. İktidarın bir işbirlikçi klikten, diğerine geçmesidir.” (TİİKP Davası-Savunma, Aydınlık Yayınları, Birinci Baskı: Eylül 1974, s. 216)

“Amerikan emperyalizmi DP’nin iktidara gelmesiyle hâkimiyetini hızla geliştirdi.” (s. 217)

“DP iktidarı, toprak ağalarını daha da zenginleştirmek ve Amerikan emperyalizminin istediği şekilde Türkiye’yi bir tarım ülkesi olarak tutmak için, tarım ürünlerine yüksek fiyat politikası uyguladı.” (s. 217)

   “İşbirlikçi DP iktidarı, milli kurtuluş mücadelesi veren Kore halkına karşı Türkiye emekçilerini Amerikan emperyalistlerinin emrinde savaşa sürdü.” (s. 221)

“1952’de işbirlikçi DP iktidarı Türkiye’yi Amerikan emperyalizminin saldırgan savaş örgütü NATO’ya soktu.” (s. 221)

“Faşist DP iktidarı, işçileri örgütsüz bırakarak, işçi sınıfını ezmeye ve istediği şartlarda sömürmeye çalıştı.” (s. 223)

“Faşist DP iktidarı, Kürt halkı üzerindeki ırkçı milli baskıyı devam ettirdi.” (s. 224)

“Mao Zedung yoldaş, Güneydoğu Asya’daki faşist diktatörler gibi Bayar-Menderes faşistlerinin sonu Nuri Saitlerin, Sigman Rilerin (Sygman Rhee), Dremlerin aynı oldu. Geride halkların onlara duyduğu derin nefret kaldı. Bugün, bağımsızlık ve hürriyetlerine tutkun halklar onları lanetle anıyorlar.” (s. 226)

“AP iktidarı halkımızın mücadelesini toplum polisi, jandarma ve komando zulmü ile bastırmaya çalıştı.” (s. 237)

“15-16 Haziran mücadelesi, AP’nin ve diğer hâkim sınıf partileriyle Türk-İş’in gerici ve halk düşmanı yüzlerini bir kere daha açığa çıkardı. 15-16 Haziran’dan sonra gericiler her zaman yaptıkları gibi işçi sınıfına karşı karalama kampanyasına giriştiler. Demirel, Feyzioğlu, Türkeş, Bozbeyli gibi halk düşmanları, bütün patron teşkilatları, gerici dernekler ve Türk İş sendikacıları, ağız birliği halinde bu kampanyanın başını çektiler.” (s. 254-255)

“AP iktidarı ve faşist generaller devrimci güçleri dağıtmak ve bastırmak için özellikle işçi sınıfına ve gençliğe karşı şiddetli saldırılara giriştiler.” (s. 260)

“1965’lerden itibaren AP iktidarı, halkın mücadelesine karşı baskı tedbirlerini adım adım yoğunlaştırarak, faşist diktatörlük ortamını hazırladı.” (s. 265)

“Faşist çete, seçimlerden sonra AP-CHP koalisyonu kurulmasını sağlamaya çalıştı. Böylece, CHP’yi sımsıkı avuçlarının içine almayı düşündüler. Fakat halk AP’den o kadar nefret ediyordu ki, CHP bu partiyle koalisyona gitmedi.” (s. 309)

Ne diyordu Perinçek’in bugünkü sadık dostu Demirel? En çok hangi sözüyle ünlenmişti?

“Dün dündür, bugün bugündür.”

Ne dersiniz? Doğu Perinçek ve PDA tayfası da aynı teraneyi tekrarlamıyor mu sizce de?

Tekrarlıyor, tekrarlıyor. Belki de onları birleşmeye bu denli heveskâr kılan, bu deyişin kapsamı içindeki ortak ruhiyatlarıdır.

Biz “Bin Kalıplılar” deyince, bunların etrafında fır dönen tarikat erbabı olmaya heveslenmiş bazı zavallılar bize kızıyor. E, işte bakın bu konuda da kaç kalıba girip çıkmışlar, kaç kalıp değiştirmişler.

Dünle uğraşmayı bırakalım bugüne gelelim diyenlere…

Bunların bugün de semtlerine yaklaştığınız anda ağır bir çürümüşlük ve leş kokusu içinizi kaldırmaya, sizi kusturmaya yeter de artar.

Bunlar hep ikili oynamışlardır ve hâlâ da öyle oynamaktadırlar. Ne tarafa dönerlerse dönsünler, bir yüzleri hep AB-D Emperyalistlerinden yana, düzenden yana, Parababalarından yanadır.

Görünüşte nasıl oynarlarsa oynasınlar arka yüzleri hep budur.

İhanet, döneklik, ikili oynama, ikiyüzlü davranma, fırıldaklık, madrabazlık, düzenbazlık bir inme gibi sarmış bunların bedenlerini. Netsek neylesek faydasız…

Daha önce de söyledik ya; aslında bunların ömürlerini içinde debelenerek harcadıkları bu durumlardan dolayı onlara kızmak mı gerekir yoksa acımak mı, doğrusu kestirmek zor. İşte biz de bazen, nihayetinde insan soyundan geldikleri için, hallerine bakıp acıyoruz bunlara, bazen de gayri ihtiyari kızıyoruz, geçen Cumartesi günü Mukaddes Ana’nın cenazesinde çelenklerini gördüğümüz andaki gibi…

24 Kasım 2014