Amerikancıların aile içi kavgasıdır bu!

amerikanci-kardesler_hkpAmerikancıların aile içi kavgasıdır bu!

Hani FETÖ’yle Tayyip’in kavgası gibi. Pensilvanyalı İmam’ın cemaatiyle Kaçak Saraylı İmam’ın cemaatinin (AKP’giller’in) kavgası gibi. Evet, aynen öyledir.

Can Dündar adlı ABD işbirlikçisi solucanın Almanya’dan göndermiş olduğu, Cumhuriyet’in kendisiyle aynı kategorideki Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu’ya hitaben kaleme aldığı bir mektubu yayımlandı dün. Bakın orada neler diyor, Amerikancı gusano:

“Ben, gazetenin “Dışişleri gönüllüsü” oldum bu arada…

“Türkiye’de basına nasıl saldırdıklarını dünyaya haykırıyorum. Sizi, tutuklanan yazarları, gazetecileri, kapanan gazeteleri, televizyonları, radyoları, teslim alınan patronları, işsiz bırakılan meslektaşlarımızı anlatıyorum.

“Dünya görüyor Murat!

“Hem zulmü, hem direnişi görüyor.

“Her ülkede meslektaşlarımız sizi soruyor, sizi yazıyor.

“Sadece onlar değil, destekleriyle ya da sessizlikleriyle bu zulümde pay sahibi olan Batı hükümetleri de bu despotizmi daha iyi görmeye, ses vermeye başladı.

“Alman Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’la görüştüm pazartesi… Kendisi de bir baskı rejiminden geliyor; zulmü tanıyor. “Arkadaşlarınıza özel selamlarımı iletin” dedi; üstümde kalmasın.

“Alman Dergi Yayıncıları Birliği’nin ödül töreninde, Paris Belediyesi’nin tarihi meclis salonunda ayakta alkışlandı mücadelemiz…

“Alman Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’le, Fransız AB Bakanı Harlem Desir’le, Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz’la, Paris ve Strasbourg belediye başkanlarıyla görüştüm son üç gün içinde… Sizi anlattım.” (http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/629091/Murat_Sabuncu_ya_acik_mektup.html)

Netçe görüldüğü gibi, Can Dündar AB Emperyalistlerinin en önde gelen hemen bütün yetkilileri, temsilcileri tarafından alkışlarla karşılanıyor, demokrasi kahramanı olarak görülüyor. Üstelik de sadece kendisi değil, buradaki kendisiyle aynı yolun yolcusu olan ekibi de böyle görülüyormuş. Yani, bu vatandaşlar AB Emperyalistlerinin temsilcileriyle kaynaşmış durumdalar.

ABD ve AB Emperyalistleri, çok iyi biliyoruz ki, namuslarını kirletmedikleri, tacize uğratmadıkları ya da bu tür amaçlarına müsait bulmadıkları insanlar için bırakalım desteklemeyi, görüşmeyi; parmaklarını bile asla oynatmazlar. Bu emperyalist haydutlar birilerini övüyor, onlara arka çıkıyorsa, bilin ki o kişileri ya devşirmişlerdir ya da devşirmeyi düşünmektedirler. Devşirmeye elverişli bulmaktadırlar.

Ne yapacaklardır devşirince?

Kendi emperyalist aşağılık amaçları için kullanacaklardır. Uydulaştırıp piyonlaştıracaklardır.

Yukarıda alıntıladığımız bölümde, şöyle diyerek bütün iğrenç, karşıdevrimci, namussuzca olan içyüzünü sergileyiveriyor:

“Alman Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’la görüştüm pazartesi… Kendisi de bir baskı rejiminden geliyor; zulmü tanıyor. “Arkadaşlarınıza özel selamlarımı iletin” dedi; üstümde kalmasın.”

Kendisinin de övgüye boğduğu ya da övgüyle mukabelede bulunduğu bu Joachim Gauck, bakalım bir kimmiş?

Nasıl bir baskı rejiminden geliyormuş ve ne gibi bir zulüm görmüş de “zulmü tanıyor” olmuş?

Google’dan aratalım:

“Joachim Gauck (d. 24 Ocak 1940, Rostock), Alman politikacı, Protestan papaz ve Doğu Almanya’da eski anti-komünist insan hakları savunucusudur. 19 Şubat 2012 tarihinde, hükümet partileri olan CDU, CSU, FDP, SPD ve Birlik 90/Yeşiller tarafından 2012 seçimlerinde Almanya Cumhurbaşkanı adayı olarak kabul edilmiştir. 18 Mart 2012 tarihi itibariyle Almanya Cumhurbaşkanı seçilmiştir.” (https://tr.wikipedia.org/wiki/Joachim_Gauck)

Açıkça görüldüğü gibi, arkadaşlar, solucanın “baskı rejimi”, “zulüm” düzeni olarak gördüğü rejim-düzen neymiş?

Demokratik Almanya’nın komünist düzeniymiş.

Bu sefalet, işte komünizm düşmanlığıyla kafayı bozmuş bir Protestan Papazı, bir CIA görevlisini bile “demokrat” diye kakalamaya çalışıyor, Cumhuriyet okurlarına.

Bilindiği gibi, Almanya’nın yıllardan bu yana Başbakanı da buna benzer bir dönek olan Angela Merkel’dir. Rastlantısal değildir bu durum.

Önder’imiz Kıvılcımlı der ki:

“Finans-Kapital, dönek kullanmayı sever.”

Çünkü dönek, Parababaları için en güvenilir hizmetkârdır artık. Hani hep diyoruz ya; “Hain iflah olmaz” diye, işte ondan bu dönekler el üstünde tutulur emperyalistler, Finans-Kapitalistler dünyasında.

Bu Can Dündar adlı sefalet zaten on yıllardan bu yana, Sovyetler’e ve Marksizm-Leninizm’e düşmanlık güder. Eskiden bu düşmanlığı sinsice, kalleşçe yapardı. Bu kadar açık oynamazdı. Fakat görülmektedir ki, AB Emperyalistlerinin kucağında cesaret bulmuş. Aslında, cesaret konusunda bir tavşandan bir milim bile önde olmadığını, 6 ay kadar önce yaşadığı tırışkadan silahlı saldırı olayında açıkça herkes gördü. Fare gibi kaçıp saklanacağı delik arıyordu.

Oysa aynı anda eşi ne yapıyordu?

Saldırgan şerefsizin elini tutuyordu. Orada herkes gördü ki, eşi olan cesur kadın, bundan bambaşka bir kategoridedir. Bu fare, eşinin taşıdığı yüreğin milyarda birine bile sahip değildir.

Sosyalist Almanya’ya bu namussuzca saldırısı da açıkça göstermektedir ki, bu ABD işbirlikçisi, MİT’çi babası tarafından kendine uygun bir evlat olarak yetiştirilmiştir.

Bugün her namuslu aydın görmekte ve takdir etmektedir ki, Sovyetler Birliği ve Sosyalist Kamp ülkeleri, bütün bürokratik yapılarına rağmen (ki zaten bu zaaflarından dolayı yıkılmışlardır) dünyanın sigortasıydılar, dünya halklarının koruyucusuydular. Onların varlığında, ABD ve AB Emperyalist haydutları Vietnam Savaşı sonrasında dünya halklarına 1990 sonrasında olduğu gibi vahşi, kanlı saldırılarda bulunamıyorlardı. Vietnam Halkından yedikleri tokat da o yiğit, namuslu komünist halk karşısında uğradıkları hezimet de, onlarda çok önemli bir korku oluşturmuştu.

Fakat, Sosyalist Kamp’ın çöküşü sonrasında, bu insanlığın başbelası, alçak emperyalistler yeniden dünyamızı, bölgemizi ve ülkemizi kana ve ateşe boğmaya başladılar. 10 milyon civarında masum Müslüman Halkın kanını döktüler. Yüz binlerce masum Afrikalı siyah insanın kanına girdiler. Bu katliamlarını hâlâ da olanca hızıyla sürdürmektedirler. Kendi emperyalist, haydutça planları gereği, Yugoslavya’yı, Irak’ı, Suriye’yi; halkları birbirine karşı kışkırtıp kanlı boğazlaşmaların içine iterek parça parça böldüler. Libya’yı enkaza çevirip Devlet Başkanını katlettiler. Şimdi de aynı kanlı oyunu, ülkemizde oynamaktadırlar.

Fakat, Can Dündar ve avanesi için bunların hiçbir önemi yoktur. Onlar için insanlığın mutlu olabileceği biricik düzen olan Sosyalizm, “baskı rejimi”dir, “zulüm düzeni”dir. Demokrasinin temsilcisiyse, “Batı” denen ABD ve AB Emperyalist devletler güruhudur. Böylece de, Can Dündar türü sefaletler, emperyalist işbirlikçisi ve uşağı olduklarını netçe ortaya koymuş olmaktadırlar.

Bu ekibin karşıdevrimci içyüzünü Cumhuriyet’ten onca yıllık emeğine rağmen bu ekip tarafından uzaklaştırılan namuslu gazeteci Serdar Kızık’tan dinleyelim isterseniz bir de:

“CUMHURİYET’TE NELER OLDU –OLUYOR?

“Cumhuriyet gazetesi tartışmaları, yeniden alevlendi.

“İki yıl önceki vakıf yönetimi seçimleriyle ilgili gelişmeler, gözleri yeniden gazeteye çevirdi.

“Durumu özetleyeyim…

“Eski vakıf Başkanı Alev Coşkun ve Mustafa Balbay’ın seçimlere ilişkin itirazları ortaya çıktı.

“Vakıflar Genel Müdürü seçimlerin usulüne uygun olmadığını açıkladı. ( http://odatv.com/cumhuriyet-yonetimi-degisiyor-mu-0110161200.html )

“Bunun ardından gazete yönetimi, imzasız bir başyazıyla, Coşkun ve Balbay’ı “ siyasi iktidarla aynı amaçta ve yolda birleşmek ve kumpas kurmakla” suçladı. ( http://www.medyatava.com/haber/cumhuriyet-gazetesinden-cumhuriyet-vakfiyla-ilgili-iddialara-yanit_140829 )

“Balbay bu suçlamayı, “ Cumhuriyeti sata sata bitiriyorlar” diyerek iki yanıtla yalanladı. ( http://mustafabalbay.com/mustafa-ali-balbay/1_205/mustafa-balbaydan-kamuoyuna-aciklama ) Alev Coşkun da şu yanıtı verdi. ( http://www.medyatava.com/haber/alev-coskundan-cumhuriyet-gazetesine-jet-yanit-onlar-dogmamisken_140830 )

“CUMHURİYET’TE NELER OLDU?

“Gelelim asıl soruya, Cumhuriyette ne oldu, neler oluyor?

“Gazetenin tarihinin yaklaşık üçte birine tanıklık edip, 31 yıl emek vererek, yönetim kurullarında görev almadan, 23 yıl İzmir temsilcisi olarak çalıştığım ve 2016 yılbaşında bir kumpasla atıldığım ya da ayrıldığım gazetemle ilgili söyleyeceklerim hep oldu, bundan sonra da olacaktır kuşkusuz.

“Asıl konu, gazetenin varlığı ve kurucu ilkeleri doğrultusunda işlevini sürdürmesidir…

“Atatürk’ün ismini verdiği, cumhuriyet devrimi ve ilkelerini korumakla yükümlü gazete, acaba bugün hangi çizgide?

“Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün ardından başlayan, yıllarca sağcı ve gerici iktidarlarla süren ve AKP’yle doruğa tırmanan karşı devrim sürecinde, Türkiye cumhuriyetinin bütün kurum ve kuruluşları erozyona uğratıldı, dönüştürüldü, genleriyle oynandı.

“Cumhuriyet gazetesinde de benzer süreçler yaşandı.

“Geçmişte karşı devrimin gazeteyi ele geçirmeye yönelik 2 operasyonu, Cumhuriyetin gerçek sahipleri okurlar tarafından engellendi…

“Lafı uzatmadan gediğine koyayım. Bugünkü cumhuriyet, kuruluş çizgisinden uzağa düşmüştür. Yeni bir bunalımla daha yüz yüzedir.

“Yönetim buna “değişim” diyor ama dönüşümdür, mutasyona uğratılmaktır.

“Cumhuriyetin bütün kurumlarında yaşanan bu dönüşümün mimarları, “siyasal İslamcılar, ayrılıkçı etnikçiler ve neoliberal 2. cumhuriyetçi, yetmez ama evetçilerdir.”

“Hepsinin ortak paydası, cumhuriyet ve Mustafa Kemal karşıtlığı, emperyalizme bağımlı olmalarıdır. Küresel güçlerin Türkiye’deki plan ve projelerini yürütme konusunda söz ve eylem birliği içindedir.

“Siyasal İslam’dan demokrasi bekleyen, cemaat ve tarikatları sivil toplum örgütü sayan neoliberal tayfa, bugünkü baskıcı, otoriter düzenin kurucusu ve mimarıdır.

“Hâlâ cemaatin darbe girişiminin dinci bir kalkışma olduğunu, siyasal İslam boyutunu, ardındaki ABD ve küresel güçlerin varlığını söyleyemiyorlar.

“KUŞATMA…

“Gazete yönetimi, içinde bulunduğumuz karanlık günlerin sorumlusu olan cumhuriyet karşıtlarını, 2. cumhuriyetçileri, yetmez ama evet tayfasını gazeteye getirmiş, köşe yazarı olarak okura sunmuştur.

“Bu, açılım ve tiraj gerekçeleriyle gazeteye ve okura kurulan kumpastır. Küreselleşme özentisi sağ bir darbedir.

“Bu her devrin, her düzenin adamları, omurgasız neoliberal ekip, demokrasi ayağına yıllarca AKP ve FETÖ cemaatini desteklemiştir.

“AB’ci ve Amerikancı bu takım “ülkenin bağırsakları temizleniyor” diye, “ askeri vesayet çöküyor” diye kumpas davalarını desteklemiş, masumları ve yakınlarını acılara boğmuş, yıllarca televizyon ve gazete köşelerinde, hukuksuzluğa karşı çıkan solcuları bile “faşist” diye nitelendirecek kadar büyük bir aymazlık sergilemiştir. Özellikle 12 Eylül referandumuyla cemaatin yargı, askeriye, emniyet, bakanlıklar ve benzeri kurumlarda örgütlenmesinin zeminini yaratmış, AKP iktidarının kolaylaştırıcısı olmuşlardır.

“Gazete yönetimi cumhuriyet düşmanlarını cumhuriyete taşırken, son aşamada HDP güzellemeleri yapanları, da yazı işlerine monte etmiştir.

“Yönetim bu operasyonları yaparken gazete içine ve kamuoyuna sürdüğü gerekçe, “tiraj düşüklüğü ve buna bağlı olarak ekonomik durumdur.”

“Her ikisi de yalandır…

“Başka bir gerekçe ise kamuoyuna yapılan bir açıklamada görüldüğü gibi “bir kurum ve yapı değişimden kaçamaz, kaçmamalıdır. Her siyasi ve sosyal organizma gibi gazeteler de değişmek, yenilenmek zorunda” yalanıdır.

“Evet, değişim esastır ama dönüşüm ve başkalaşma, mutantlaşmanın anlamı nedir?

“MAYMUNCUKLAR DEVREDE…

“Bugün Cumhuriyet yönetimi, imzasız baş yazıyla, Balbay’ı kumpas kurmakla, AKP ortaklığıyla suçluyor.

“Ayıptır, utanç vericidir…

“Yaşamının 5 yılını AKP ve FETÖ ortaklığında, yetmez ama evetçilerin olağanüstü desteğiyle Silivri zindanlarında, hücrede geçiren bir yazarı böyle suçlamak nereye sığar?

“Siz nihayetinde böyle suçlamalarda bulunacaksınız, yıllardır AKP ve cemaate destek verenleri, sol düşmanlarını değişim adına, aslında “dönüşüm” için maymuncuk gibi kullanarak gazetenin kapısından buyur edeceksiniz.

“Bu ne yaman çelişkidir!

“İlhan Selçuk, Ergenekon çuvalına sokulurken, o yaşta sabaha karşı yatağından alınıp, sorguya götürülerken “darbeciler hesap veriyor” diye yazanları destekleyenlerin ne işi vardı Cumhuriyette?

“Bu açmazı, hiçbir şekilde açıklayamazsınız.

“(…)

“Kumpas davalarında “darbecilerrrr” diye haykıranları, Silivri’deki masumlar için uzun tutukluluk sürelerinde “durun bakalım, hukuk var, yargılamanın sonunu bekleyelim” diye kalem oynatan zihniyeti görmeyecek miyiz, unutacak mıyız?

“Bu ekip ve onların gazete dışındaki ortakları, üst akıl tartışmalarında, darbeye destek veren ABD unsurlarını inceden inceye aklamakla tutumlarını sürdürüyor hâlâ.

“Hatta aralarında, utanmadan 15 Temmuz girişimini FETÖ’cülerin yanında ordudaki Kemalist subaylara yamamaya çalışan gergedan derililer de var.

“Soros zihniyetidir nihayetinde, küresel sistemin çarkındadırlar.

“Özgürlükçü” söylemlerinden ötürü bazıları bu tayfayı solcu diye algılasa da “sol ve sosyalizm” düşmanıdırlar.

“Neoliberal tayfa tarihsel olarak sağcıdır, gericidir. “Liberal sol” kavramı da uyduruktur.

“Bu kesimden bazıları şimdi pişmandır, bazıları “aldatıldık ” demekle operasyon sonrası narkoz etkisinde kandırıldıklarını itiraf etmektedir. Ancak yemezler…” (http://medyadev.net/index.php/politics/item/1022-cumhuriyet-te-neler-oldu-oluyor)

Hepimizin bildiği gibi, Pensilvanyalı İmam’ın savcıları, yargıçları, polisleriyle birlikte Kaçak Saraylı Reis’in AKP’gilleri, “Ergenekon Davası” adlı bir CIA Operasyonu yürüttüler Türkiye’de, 2007’den 2013 yılına kadar. El eleydiler bu süreçte. Kaçak Saraylı Reis; “Ben bu davanın savcısıyım.”, diye övünüyordu kürsülerde, ekranlarda. Pensilvanyalı’nın Zekeriyası’nın altına zırhlı Mercedes verip “Kahraman” ilan ediyordu. Amaçları Türk Ordusu’nun Birinci Kuvayimilliye ve Mustafa Kemal Gelenekli yurtsever, bağımsızlıkçı, laik unsurlarını tasfiye etmek, ezmek, sindirmek, terörize etmekti. Tabiî yine namuslu ve Mustafa Kemalci bilim insanlarına, gazetecilere ve aydınlara da aynı zalimane saldırıyı yönelttiler.

İşte tam da bu süreçte Can Dündar, şöyle diyerek, açıktan destek veriyordu bu CIA Operasyonuna. Aynı zamanda da Pensilvanyalı İmam’la Kaçak Saraylı Tayyip’e:

“Dün süngü zoruyla Başbakan’ı eve yollayanlar, bugün polis zoruyla evden toplanıyor.

 “Dün “Adalet, insan hakları” diye haykırdığımızda üstümüze tank sürenler, şimdi adalet ve insan hakkı istiyor.

 “Dün düzmece andıçlarla demokratları yok etmeye çalışanlar, bugün düzmece kanıtlarla yargılandığından yakınıyor.

 “Adaletsizliğe, zulme karşı her zaman, herkesin yanındayız.

 “Ama dün burnundan kıl aldırmayan mağrurların bugün mağdur rolü oynamasına cevabımız aynı:

“Başka kapıya!” (Can Dündar, Milliyet Gazetesi 14 Nisan 2012)

Evet, böyledir bu sefaletler.

“Ergenekon Operasyonu”yla, daha doğrusu bu CIA operasyonuyla, ordunun laik ve Mustafa Kemalci geleneğe sahip kesiminin direnci ve özgüveni kırılmıştı, sarsılmıştı. Ve bu kesim, tümüne yakın diyebileceğimiz oranda tasfiyeye uğramıştı. İşte bu tasfiyeyle Ortaçağcılığa ve Yeni Sevr’e giden yolun üzerindeki direnç noktaları ortadan kaldırılmış ve yol temizliği yapılmıştı. İşte o yoldan yürüyerek AKP’giller bu günlere geldi.

Can Dündar, 28 Şubat Hareketine de karşı çıkar, bildiğimiz gibi. Oysa o hareket ve onun sonucunda alınan kararlar, eğer kâğıt üzerinde kalmayıp da hayata geçirilmiş olsaydı; ne Pensilvanyalı İmam’ın tarikatı, başta ordu, yargı, polis ve eğitim olmak üzere devletin hemen tüm kurumlarına yerleşip oraları yarı yarıya ele geçirebilirdi; ne de AKP’giller Faşist Din Devleti kurma yolunda pervasızca ilerleyebilirdi.

Şimdi, görelim bir, ne diyormuş bu 28 Şubat kararları:

“Millî Güvenlik Kurulu’nun 28 Şubat 1997 tarih ve 406 Sayılı Kararına Ek-A (rejim aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı alınması gereken tedbirler)

“1- Anayasamızda cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan ve yine anayasanın 4’üncü maddesi ile teminat altına alınan laiklik ilkesi büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmalı, bunun korunması için mevcut yasalar hiçbir ayrım gözetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır.

“2- Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği Milli Eğitim Bakanlığı’na devri sağlanmalıdır.

“3- Genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle cumhuriyet, Atatürk, vatan ve millet sevgisi, Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihrakların etkisinden korunması bakımından:

“a- 8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı.

“b- Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak, devam edebileceği Kur’an kurslarının Milli Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

“4- Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılaplarına sadık, aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü, milli eğitim kuruluşlarımız, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun özüne uygun ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır.

“5- Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dini tesisler belli çevrelere mesaj vermek amacıyla gündemde tutularak siyasi istismar konusu yapılmamalı, bu tesislere ihtiyaç varsa, bunlar Diyanet İşleri Başkanlığınca incelenerek mahalli yönetimler ve ilgili makamlar arasında koordine edilerek gerçekleştirilmelidir.

“6- Mevcudiyetleri 677 sayılı yasa ile men edilmiş tarikatların ve bu kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmeli, toplumun demokratik, siyasi ve sosyal hukuk düzeninin zedelenmesi önlenmelidir.

“7- İrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askeri Şura kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK) ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek TSK’yi dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır.

“8- İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasadışı örgütlerle irtibatları nedeniyle TSK’dan ilişkileri kesilen personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna imkan verilmemelidir.

“9- TSK’ya aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için mevcut mevzuat çerçevesinde alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite ve diğer eğitim kurumları ile bürokrasinin her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da uygulanmalıdır.

“10- Bu maddenin tam metnini Turkiye’nin uluslararası ilişkilerini ilgilendirdiği için yayınlayamıyoruz.

“11- Aşırı dinci kesimin Türkiye’de mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle toplumda kutuplaşmalara neden olacak ve dolayısıyla milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açacak çok tehlikeli faaliyetler yasal ve idari yollarla mutlaka önlenmelidir.

“12- T.C. Anayasası, Siyasi Partiler Yasası, Türk Ceza Yasası ve bilhassa Belediyeler Yasası’na aykırı olarak sergilenen olayların sorumluları hakkında gerekli yasal ve idari işlemler kısa zamanda sonuçlandırılmalı ve bu tür olayların tekrarlanmaması için her kademede kesin önlemler alınmalıdır.

“13- Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve Türkiye’yi çağdışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani olunmalı, bu konudaki kanun ve Anayasa Mahkemesi kararları taviz verilmeden öncelikle ve özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında titizlikle uygulanmalıdır.

“14- Çeşitli nedenlerle verilen, kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat işlemleri polis ve jandarma bölgeleri esas alınarak yeniden düzenlenmeli, bu konuda kısıtlamalar getirilmeli, özellikle pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir.

“15- Kurban derilerinin, mali kaynak sağlamayı amaçlayan ve denetimden uzak rejim aleyhtari örgüt ve kuruluşlar tarafından toplanmasına mani olunmalı, kanunla verilmiş yetki dışında kurban derisi toplattırılmamalıdır.

“16- Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve buna neden olan sorumlular hakkında yasal işlemler ivedilikle sonuçlandırılmalı ve bu tür yasadışı uygulamaların ulaşabileceği vahim boyutlar dikkate alınarak, yasa ile öngörülmemiş bütün özel korumalar kaldırılmalıdır.

“17- Ülke sorunlarının çözümünü “Millet kavramı yerine ümmet kavramı” bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda yaklaşarak onları cesaretlendiren girişimler yasal ve idari yollardan önlenmelidir.

“18- Büyük Kurtarıcı Atatürk’e karşı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki 5816 sayılı kanunun istismar edilmesine fırsat verilmemelidir.” (https://tr.wikisource.org/wiki/28_%C5%9Eubat_Kararlar%C4%B1)

Açıkça görüldüğü gibi, arkadaşlar, bu kararların özü “Ortaçağcı gidişe dur diyelim”dir. Bu vahim gidişi durdurmak için acilen bu tedbirlerin uygulanması gerekir, denmektedir bu kararlarda.

Fakat ne yazık ki, Can Dündar gusanosunun dediği oldu sonrasında. Bu kararlar bir anlık saman alevi gibi yandı ve söndü. Hemen hiçbiri uygulanmadı. İşte o sebepten, Kaçak Saraylı Reis’in avanesi ve Pensilvanyalı İmam’ın tarikatı pervasızca at oynatageldi Türkiye’de. Ve Türkiye bugünkü kapkara günlere sürüklendi. Ortaçağ’ın karanlıklarına itildi. Ne ordu kaldı ülkede, ne yargı, ne eğitim, ne hukuk kaldı, ne adalet…

Gözü doymaz bir iktidar, trilyonlarca dolarlık kamu malını iç etti. Türkiye’yi bütünüyle, bırakalım hukuk devleti olmayı, kanun devleti olmaktan bile çıkardı. Bir suç örgütü, bir çetenin hukukunu hukuk diye yutturdu millete.

Ve tüm bunların ötesinde ülkemiz Yeni Sevr’in yani BOP cehenneminin kıyıcığına kadar getirilip dayandırıldı. Türkiye parçalanma sürecine sokuldu. ABD Emperyalistleri bu görevi vermişti, Kaçak Saraylı İmam’la Pensilvanyalı İmam’ın taifesine. Onlar da başarıyla oynadılar oyunlarını, rollerini. Ve yaptılar görevlerini. Sundular hizmetlerini efendilerine. Mustafa Kemal’in ve silah arkadaşlarının kurduğu Laik Cumhuriyet’i yerle bir edip enkaz yığınına döndürdüler.

İşte bu Can Dündar ve Yeni Cumhuriyetçiler, Sevr’ci Soytarı Sahte Sol ve Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi’nin temsilcisi PKK-HDP, ABD’nin “demokrasi güçleri”, “umut kaynağı” ilan ettiği sadık hizmetkârlarıdır. Bunların tamamı Birinci Kuvayimilliye’ye, Mustafa Kemal’e, silah arkadaşlarına ve Laik Cumhuriyet’e düşmandır. BOP’çudur bunlar. Başka bir ifadeyle, ABD’nin “Project Democracy” diye adlandırdığı, CIA’nın, Pentagon’un ve Washington’un emperyalist amaçlarını, taleplerini demokrasi maskesi altında gizlediği ihanet projesinin unsurları ve görevlileridir bunlar.

Tabiî Kaçak Saraylı İmam’la Pensilvanyalı İmam’ın parti ve tarikatı da hem ABD projesi, hem de ABD hizmetkârıdır. Yani, bunların tümü, bu vatanın, bu halkın kararlı düşmanları kapsamı içindedir. Tamamının yolları da, yönlendiricileri de, efendileri de aynıdır.

Bunlar, aralarında bazen “barış süreçleri” yürütürler, kanki olurlar, yandaş olurlar müttefik olurlar; bazen de kanlı bıçaklı düşman olurlar, kavgalara, savaşlara girişirler. Hepsi, senaryosunu da, yapımcılığını da, yöneticiliğini de CIA’nın, Pentagon’un, Washington’un yaptığı ihanet oyununun değişik aktörleridir.

Bunların kavgaları bizi yanıltmasın. Onlarınki aile içi bir kavgadır. Oyunun senaryosunun gerektirdiği bir kavgadır.

Biz Gerçek Devrimciler, yani insan soyunun başdüşmanı ABD ve AB Emperyalizminin kararlı karşıtları, laikliğin en kararlı ve güçlü savunucuları; bunların kavgasında taraf olmayacağız. Bunların birine karşı diğerinin yanında olmayacağız. Biz bunların tamamının aynı oyununun oyuncuları olduğunu açık ve kesince görüyoruz, biliyoruz. Bu sebeple de, bunların tamamına karşıyız.

Yine hatırlanacağı gibi, PKK ve HDP de sadık Amerikan hizmetkârlarıdır.

Hep söylediğimiz gibi, 1991 sonrası dümeni soldan sağa kırmış ve Amerika’yla organik ilişkiler içine girmiştir, PKK. Artık o tarihten bu yana, ABD ile kaynaşıktır, etle tırnak gibi.

Abdullah Öcalan yazmıştır, Gündem’de yıllar önce. Mealen şöyle:

“ABD, Ortadoğu’da etkili olmak ve işler yapmak istiyorsa, Kürtlerle işbirliğine girmek zorundadır.”, diye.

Girmişlerdir işbirliğine ve çalışmaktadırlar birlikte, BOP’u hayata geçirmek için.

Kandil’den röportajlar vermiştir Murat Karayılan:

“ABD bize düşmanlarımızın gözünden bakıyor. Bizi dostlarınız olarak görmenizi istiyoruz”, diyor.

“(…)

“Karayılan çok farklı bir havada. Newsweek’e, büyük bir şevkle demokrasiden, insan haklarından ve “Bush’un yeni Orta Doğu projesi”nden bahsediyor. Yedi bin savaşçısının, İslami köktencilik karşısında ABD için değerli bir müttefik olabileceğini söylüyor. Pek tabiî ki İran karşısında da. Karayılan’ın iki yıl önce kurulan kolu, Özgür Yaşam Partisi  (PJAK, pejak diye telaffuz ediliyor) de Azerbaycan’dan Irak’a uzanan İran sınırı boyunca 1500 gerillası olduğunu iddia ediyor. Irak’taki Amerikan güçleri bu gruptan uzak duruyor, en azından kamuoyu önünde. PJAK lideri Abdülrahman Hacı Ahmedi Almanya’da sürgün hayatı sürdüğü evinden telefonla verdiği mülakatta, “ABD ile düşmanımız ortak, ama o bize yardım elini uzatmıyor” diyor.” (Michael Hastings’in Murat Karayılan’la yaptığı ve 07 Ekim 2006 tarihinde Newsweek Dergisi’nde yayınlanan röportaj)

Yine PKK Avrupa Temsilcisi Zübeyir Aydar da aynı görüşü belirtir Newsweek muhabiriyle yaptığı bir röportajında:

“Amerika uzaklardan gelen dostumuzdur. ABD’nin Irak’ta ve Ortadoğu’da yaptıklarını doğru buluyoruz…”

Yine hatırlanacağı gibi, HDP yöneticileri de, belli aralıklarla ABD’ye gidip efendilerine sadakatlerini sunarlar, görüşmeler yaparlar ve onlardan direktifler alırlar. Bunu da gizlemezler hiç. Medya önünde açıklarlar. Mesela, bir keresinde ABD’ye giden, Demirtaş, Gülten Kışanak ve Ahmet Türk’ten oluşan BDP heyeti şu açıklamayı yapar, 2012’nin Mayısı’nda:

“(…) Suriye’de işin çok zor olduğunun farkındalar. Beklentiler muhalefetin biraz güçlenmesi yönünde. Kürt muhalefetinin dışlanmamasını ve sürece dahil edilmesini talep ettik. Katkı yapmak istediğimizi, rol üstlenebileceğimizi söyledik.” (http://www.radikal.com.tr/politika/abd_kurt_sorununu_cok_iyi_anlamis-1086804)

Zaten artık herkesin bildiği gibi, 1991’den bu yana, ABD ve PKK iç içedir. Kandil’in en önemli koruyucusudur ABD. Suriye’de de ABD’nin kara gücüdür, PYD-YPG. Yan yana savaşmaktadırlar, BOP’un Suriye ayağını hayata geçirmek için. Bazen de ABD bayrakları çekerler Rojova’ya. Taraftarlarına “Biji Serok Obama” sloganları attırırlar.

Özetçe, arkadaşlar; bu saydığımız Amerikancı güçlerin tamamı Ortadoğu Müslüman Halklarının, Türk ve Kürt Halkının, hatta mazlum dünya halklarının da düşmanları cephesindedirler. Çünkü bunlar, insan soyunun başdüşmanı ABD-AB Emperyalistlerinin hizmetine gönüllü olarak girmiş, ihanet hareketleridirler. İşte bütün bu sebeplerden, biz bunların tümüne karşıyız.

Biz, Türk ve Kürt Halkının her türlü sömürü ve zulümden, sosyal eşitsizliklerden, saldırılardan kesince kurtarılması için, aralarındaki meseleleri tam bir eşitlik ve kardeşlik hukukunun gerekleri çerçevesinde çözmeleri için mücadele ediyoruz. Tabiî, bölgemiz Ortadoğu Müslüman Halklarının ve tüm mazlum dünya halklarının da gerçek dostları saflarındayız biz.

En sonunda bizim dediğimiz gerçekleşecek. Halklar Kurtuluşa bizim izlediğimiz yoldan ulaşacak…

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

12 Kasım 2016

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı