Türkiye’nin trajedisi: FETÖ’nün pervaneleri bunlar

Türkiye’de aydın sefaleti…

Sosyal Bilimler alanında ve toplumsal, siyasal konularda Türkiye tam bir çöl görüntüsü sunar. Kendilerini kallavi aydın diye pazarlayanların, üniversitelerin “Prof” ünvanlı akademisyenlerinin bir teki olsun bu konularda gerçekleri görücü, olayları sebep-sonuç ilişkileriyle birlikte, nasılsa öylece görüp kavrayıcı, çözümleyici, sistematik bir fikir ortaya koyamaz.

Tabiî olayı neyse öylece, olduğu gibi kavrayamadıkları için de olaya ilişkin öne sürdükleri sebeplerin tümü yakıştırmadır. Böyle olunca da oradan tabiî ki bir çözüme ulaşamazlar, yol gösterici bir düşünce ortaya koyamazlar.

Bunların saatler süren konuşmalarının, yüzlerce sayfadan oluşan kitaplarının tamamı, halkımızın deyişiyle “çene suyu çorbası”ndan başka hiçbir anlam ve değer taşımaz…

İşte Önderimiz Hikmet Kıvılcımlı, bu sebepten der ki, Sosyal Bilimler söz konusu olduğunda: “Ey bilim, senin adına ne cinayetler işleniyor…”

Bu sözde aydınların tamamı Marksizm-Leninizmi eşekçe küçümsedikleri için, 6 bin yıldan bu yana yani Sümer’den bu yana; toplumların, durumları ve çıkarları birbirine zıt (üstelik de bu zıtlık giderilemez bir çelişki oluşturur yani antagonist bir çelişki oluşturur) sınıflardan oluştuğunu görmezler, anlayamazlar, kavrayamazlar.

Siyaset denen şeyin aslında sadece ve sadece; “Sınıflar arasında savaş olduğunu”“Ekonominin yoğunlaşmış bir ifadesi olduğunu” da asla göremezler, anlayamazlar, kavrayamazlar.

Sosyal sınıflardan bağımsız ya da sınıflarüstü bir siyasetin, bir ekonomi anlayışının, bir sanatın, bir kültürün, felsefenin olabileceğini varsayanlar için Lenin aynen şu tespiti yapar:

Böylelerini Avustralya kangurusu ya da onun gibi bir canlının yanında panayırlarda sergilemek gerekir.”

Hal böyle olunca, bu sağlı sollu aydın güruhunun tamamı ne Tayyipgiller’i anlayabilir ne Pensilvanyalı İmam’ın tarikatını oluşturan meczuplar topluluğunu ne de Türkiye’deki her biri de bir din derebeyliği oluşturmuş bulunan Ortaçağcı, karanlık, insanlıktan ve vicdandan yoksun şeyhleri, mollaları, meleleri ve onların tarikatlarını….

Bunların hepsinin birer Ortaçağ Kurumu olduğunu, Ortaçağ’ın Ümmetçilik Konağının özlemi içinde yaşadıklarını; kafaca ve ruhça o konakta bulundukları için de Modern Burjuva Toplumunu olsun bir türlü görüp kavrayamadıklarını; dolayısıyla vatana ve ulusa dair hiçbir değer taşımadıklarını göremezler, anlayamazlar ve tabiî bilemezler.

O tarikat yuvalarını, o insanlık düşmanı karanlık odakların şeyhlerini hep sınıflardan kopuk bir kişi olarak görürler. Yapıp ettiklerini de kişi eğilimleri olarak değerlendirirler. Tabiî dolayısıyla da bu kişi ve hareketleri hiçbir biçimde görememiş, anlayamamış ve değerlendirememiş olurlar gerçeklikte.

Ve bu Ortaçağcı parti, tarikat ve benzeri kuruluşların varlıklarını koruyabilmek, sürdürebilmek, güçlenerek iktidar olabilmek için hiç tereddüt etmeden uluslararası emperyalizmin kolları altına sığınabileceklerini ve onların sadık hizmetkârlığına, piyonluğuna, taşeronluğuna soyunabileceklerini öngöremezler.

Lenin’in “Emperyalizm” teorisini bilmedikleri için de emperyalistlerin, kapitalizmce bizim gibi geri bir ülkeye girdikleri zaman oraları sömürgeleştirmek, doğal kaynaklarını ve pazarlarını ele geçirmek, insanlarının alınterini yok pahasına elde etmek, yarattıkları değeri gasp etmek için o ülkede bulunan en gerici sınıf, zümre ve tabakalarla işbirliğine gireceklerini öngöremezler, anlayamazlar, bilemezler.

Özetçesi; nerede Ortaçağcı din devleti oluşturmak için yanıp tutuşan bir siyasi parti, bir tarikat, bir cemaat, herhangi bir vakıf, dernek ya da kuruluş varsa; o muhakkak ki uluslararası emperyalizmle ilişkiye geçmiştir, onun hizmetkârlığına soyunmuştur, onun ajanlığına başlamıştır. Dolayısıyla da o ülkenin alınteriyle geçim sağlayan işçilerine, emekçilerine, esnaf ve aydınlarına düşmandır artık bu Ortaçağcı, adı başka başka olan yapılanmalar.

1996 yılında çekilmiş şu fotoğraftaki zevata bakın bir:

Bu zevat, “Hoşgörü 1995 Ödülleri” adıyla 1996’da düzenlenen, onursal başkanlığını Fethullah Gülen’in yaptığı tören dolayısıyla bir araya gelmiş. Ve fotoğraftaki görüntüyü oluşturmuş. Orada konuşmalar da yapıyor bazıları. Tabiî bu konuşmalarda dolaylı biçimde Feto ve tarikatı övülmüş oluyor.

Hoşgörünün sembolü oluyor bu tarikat…

İblis ne kadar hoşgörülüyse, Feto’nun da o kadar bir hoşgörüye sahip olduğu, Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, Odatv vb. adlarla anılan, her biri de bir CIA Operasyonundan başka bir şey olmayan saldırılarda ve en son 15 Temmuz 2016’daki Tayyipgiller’le giriştikleri Ganimet Paylaşım Savaşı’nda açık olarak görüldü herhalde. En azından Hz. Muhammed’in deyişiyle, “Akıl sahipleri” tarafından…

İzleyin yukarıdaki görüntünün yer aldığı videoyu bir. Ya da tapesini okuyun.

***

Videonun Tapesi:

Fethullah Gülen: Hoşgörü, bizim yamaçlarımızın gülü, çiçeğidir. Onu gerçek derinlikleriyle, buutlarıyla başka yerde aramak beyhudedir zannediyorum.

Sunucu: Mikrofonlara yansıyan duygular, yıllar önce yitirdik sandıkları kardeşleriyle beklenmedik bir anda karşılaşan insanların hislerini andırmaktadır.

Orhan Gencebay: Gelin birlik olalım yarın çok geç olmadan. Gelin birlik olalım, vazgeçin öç almadan. Nefreti yok edelim, gel sen de katıl bize. İntikam eşkiyası sevgiyle gelir dize.

Abdullah Gül: Efendim hoşgörü ve beraberinde tolerans, başkalarına saygı; bunlar hep aynı anlamda ve beraber olan terimlerdir. Bunlara en iyi örnek kendi tarihimizde vardır.

Fatih Terim: Tüm alemin, özellikle ülkemizin bu kelimenin manasına sadık kalacağına inanarak hepinize saygılar sunuyorum.

Barış Manço: Bu saçlar, bu bıyıklar, Türk Halkının engin hoşgörüsüyle beyazlandı. Hepinize saygılar ve sevgiler sunuyorum.

Toktamış Ateş: Bu farklılıklar içinde bir arada yaşamak istiyorsak bunun yollarını aramak zorundayız. Ve işte bunun yollarını aramak da ancak diyalogdan geçer. Konuşmamın başında söylediğim gibi karşılıklı saygıdan, sevgiden geçer. Hani eğer bunları yok sayar, sadece kendi düşüncemizi yaşanacak bir ortamın belirleyicisi olarak seçersek, zannediyorum ki çok ciddi sıkıntılar çekeriz, hep beraber.

Fethullah Gülen: Hoşgörü, bizim yamaçlarımızın gülü, çiçeğidir ve dünyaya onu siz duyuracaksınız. Bu ortamı Allah lütfetmiştir, hazırlanmıştır. Ve Türk toplumu senelerden beri buna… (https://www.dailymotion.com/video/x7e97bd)

***

Zevatı oluşturan, bilim ve bilinç yoksulu kişilerin bazılarının adlarını da okuyalım isterseniz:

“Yıl: 1996 Yer: Çırağan Sarayı

“Onursal başkanlığını Fethullah Gülen’in yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı “Hoşgörü 1995 Ödülleri” töreni.

“Törende kimler yok ki… Siyaset ve sanat dünyasından tanıdık bir çok sima… Namık Kemal Zeybek, İsmail Kahraman, Abdullah Gül, Abdulkadir Aksu, Muhsin Yazıcıoğlu, Fethullah Gülen, Ertuğrul Günay, R. Tayyip Erdoğan, Melih Gökçek, Orhan Gencebay, Barış Manço, Hülya Koçyiğit, Müjdat Gezen, Mustafa Keser, Ahu Tuğba, Neslihan Yargıcı, Esin Avşar, Mustafa Topaloğlu, Aysel Gürel, Fatih Terim, Rıza Çalımbay, Emir Turam, Şadan Kalkavan, Rıdvan Dilmen, Nail Güreli, Fehmi Koru, Ali Bayramoğlu, Cengiz Çandar, Taha Akyol, Hasan Cemal, Zekeriya Kahraman, Murat Birsel ve daha birçok ünlü isim Çırağan Sarayı’nda buluşmuştu.”(https://www.ensonhaber.com/mujdat-gezen-fethullah-gulenden-odul-almis-2012-05-03.html)

İşte görüyorsunuz…

Atatürkçü, ilerici, demokrat ve hatta solcu bilinen Müjdat Gezen gibi, Nail Güreli gibi, Toktamış Ateş gibi zavallılar da var bu karede. Sağın her kesiminden insan zaten bol miktarda var… Onların en azından bir bölümünün, biz bugün dahi, FETÖ’cülükte kararlı olduklarını tahmin ediyoruz, her ne kadar itiraf edemeseler de…

Tabiî yine böyle organizasyonların pek çoğunda olduğu gibi Tayyip, Abdullah Gül ve AKP’giller avanesi de bulunmaktadır. Biz hep diyoruz ya; FETÖ’nün Türkiye’deki en önde gelen siyasi ayağı, müttefiki, ortağı Tayyipgiller’in AKP’sidir, diye. İşte bu görüntüde de aynı gerçekle bir kez daha karşılaşmış oluyoruz.

Son günlerde sosyal medyada bir video daha çok görüntülenip, konuşulup, tartışılmaktadır. Burada da bir kitap fuarında kitaplarını imzalamak üzere bulunan ve kendini kallavi Tarihçi-Aydın olarak pazarlayan İlber Ortaylı“Cerrahi Tarikatı” denilen bir Ortaçağ yuvalanmasının şeyhlerinden olan Ömer Tuğrul İnançer adlı saldırgan, çirkef, laiklik, Kuvayimilliye ve Mustafa Kemal düşmanı, Laik Cumhuriyet düşmanı, kadın düşmanı bir karanlık ruhun sahibi, Ortaçağcı insan sefaletinin elini öperken görüntüleniyor. Ortaylı, bu şeyhin eşinin elini de öpüyor.

Öyle ki, şeyhi görür görmez, bir su aygırını andıran koca gövdesinden beklenmedik bir çeviklikle ayağa fırlıyor ve eğilerek elini öpüyor şeyhinin, aşağıda görüldüğü gibi…

Bu Ömer Tuğrul İnançer denen Ortaçağcı kara ruhun da iserseniz kendini anlatan bir videosunu izleyelim:

İşte bu sefaletin eline sarılıp öpüyor, İ. Ortaylı Hafız…

Bu İlber Ortaylı, Pensilvanya Hacılarındandır da aynı zamanda, hatırlanacağı gibi. O anların videosu yayımlanmadı varsa da. O bakımdan bilemiyoruz ama muhtemeldir ki Pensilvanyalı İmam’ın elini de aynı tarzda öpmüştür…

Bu İlber Ortaylı, tükürdüğünü de yalayan cinstendir, hatırlanacağı gibi yine. Cumhuriyet Gazetesi’nden Ceren Çıplak’a 2016 Ağustosunda verdiği bir röportajında “Türkiye’yi cahiller yönetiyor”, diye bir laf etmişti. Bir hafta sonra duramadı bu sözünün arkasında, “Ben böyle bir şey söylemedim” dedi çıktı, Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinde:

“Tarihçi Prof. Dr İlber Ortaylı Cumhuriyet gazetesinde geçtiğimiz pazar Ceren Çıplak imzalı “Türkiye’yi cahiller yönetiyor” başlığı ile çıkan röportajını Hürriyet gazetesindeki köşesinde yalanladı. “Türkiye’yi cahiller yönetiyor” ifadesini kullanmadığını söyleyen Ortaylı’nın ses kayıtlarında bu sözleri bizzat söylediği duyuluyor.

“Ayrıca muhabirimiz Ceren Çıplak Ortaylı’nın isteği üzerine daha sert ifadeleri söyleşiye taşımamıştır.”(http://www.cumhuriyet.com.tr/video/video/595285/ilber_Ortayli_bir_hafta_sonra_yalanladi_ama_iste_kendi_sesiyle__Turkiye_yi_cahiller_yonetiyor.html)

Öyle görünüyor ki, röportajda inandığı düşüncesini ortaya koyuyor, Ortaylı. Fakat Tayyipgiller’den zılgıtı yiyince, tehlikeli sularda yüzdüğünü görüyor ve hemen kendisini karaya atıyor. Yani sözünü yalayıp yutuyor, hem de ahlâken nasıl bir sefalet içinde bulunduğunu sergileyerek…

Ben böyle bir beyanda bulunmadım, diyor. Dolayısıyla da gazeteci Ceren Çıplak’ı suçlamış oluyor.

Türkiye’deki bilim ve bilinç durumu gibi, burjuva-küçükburjuva aydınlarımızdaki namus durumu da ya da seviyesi de işte budur, arkadaşlar…

Bunlar sistematik de düşünemezler. Röportajının ses alma cihazına kaydedildiğini ve söylediği sözü inkârdan gelip gazeteciyi suçladığı anda, o sözün ses cihazından sosyal medyada yayına sokuluvereceğini düşünemiyor, hesap edemiyor.

Tarihçiliği de böyledir Ortaylı’nın. Tek tek olaylara, konulara ilişkin yığınla bilgiye sahiptir. Bu tür bilgilere biz “Birikim Bilgisi” diyoruz.

Fakat o bilgileri işleyip sistematik bir yapıya ulaşarak, sözde uzmanı olduğu Osmanlı’nın geçmişi yani kuruluşu, yaşama süreci ve yıkılışı hakkında gerçek anlamda sebep-sonuç ilişkilerine dayanan bir sonuç ortaya koyamamıştır.

Osmanlı’yı kimler, hangi sosyal sınıf yapısına sahip insanlar nasıl kurdular, kimlerle savaşarak kurdular? Osmanlı 600 yıl varlığını nasıl sürdürebildi? Ve neden 20’nci Yüzyıl’ın ilk çeyreğinde hızla çöküp Tarih olduğuna dair soruların cevaplarını bulamazsınız İlber Ortaylı’da. Bu soruların ve işaret ettiği olayların gerçek sebeplerini kesinlikle bulamazsınız İlber Ortaylı ve benzerlerinde. Hep yakıştırma, dolayısıyla da gerçek dışı sebepler öne sürerler böylesi Tarihçiler.

Dedik ya yukarıda, yazımızın başında; Türkiye Sosyal Bilimler alanında bir çöl görünümü arz eder, diye. Burjuva-küçükburjuva aydınlarımız aslında yarım ya da çeyrek aydın bile değildir, diye.

Bunlar hem bilim, bilinç, kavrayış, anlayış yoksunudurlar, hem de entelektüel namus ve insancıl ahlâk…

Hani “Şark Aydını” diyoruz ya; işte o kapsama girer bunların tamamı.

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

26 Temmuz 2019

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı