Ulusal ve uluslararası basından takip ettiğimiz üzere, ÖSO sözde komutanları, haklarında suç duyurusunda bulunduğumuz şüphelilerin kendilerine silah ve mühimmat desteği sağladıklarını açıklamışlardır.
Bu bir savaş suçudur. Suriye, Birleşmiş Milletlere üye bir egemen devlettir. ÖSO ve diğer şeriatçı gruplar terörist gruplardır. Gerek Anayasa, gerek Türk Ceza Kanunu, gerek Birleşmiş Milletler Şartı, gerekse 24 Ekim 1970 tarihinde toplanan 1883’üncü BM Genel Kurulu’nda kabul edilen “BM Antlaşması Doğrultusunda Devletler Arasında Dostça İlişkiler ve İşbirliğine İlişkin Uluslararası Hukuk İlkeleri Konusunda Bildirgenin suç kabul ettiği eylemlere karşı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunduk. Suriye halkının yanında, savaş suçlularının karşısındayız. Bu Ortaçağcı terörist gruplara destek verenler ergeç yargılanacaklardır. 14 Eylül 2018
Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Merkezi
SUÇ DUYURUSU
ANKARA CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA
SUÇ DUYURUSUNDA
BULUNAN……………….:Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı
Karanfil Sokak No:24/15 Kızılay/ANKARA
V E K İ L L E R İ……….:Av. Metin Bayyar, Av. Ayhan ERKAN, Av. Ali Serdar ÇINGI, Av. Tacettin ÇOLAK, Av. Sait KIRAN, Av. Ayça ALPEL, Av. Halil AĞIRGÖL, Av. Pınar AKBİNA, Av. Doğan ERKAN
Ortak adres: Kızılırmak cad. 7/9 Kavaklıdere /ANKARA
Ş Ü P H E L İ L E R….…..: 1- Recep Tayyip Erdoğan
2- Hulusi Akar
3- Mevlüt Çavuloğlu
4- Suça karışan diğer şüpheliler
S U Ç………………………:Anayasa’nın “Türkiye Büyük Millet Meclisinin Görev ve
Yetkileri”ni düzenleyen 87. Maddesi ile “Savaş Hali ve Silahlı Kuvvet Kullanılmasına İzin Verme”yi düzenleyen 92. Maddesine ve Uluslararası Hukuka açıkça aykırı olarak, meclis kararı olmadan ülkemizin komşu Suriye Devleti ile neredeyse savaş haline getirilmesine sebep olacak şekilde5237 Sayılı TCK’nun 304. maddesinde öngörülen “Devlete karşı savaşa tahrik” ve 306.maddesinde düzenlenen Yabancı devlet aleyhine hasmane hareket”suçları.
ŞİKAYETLERİMİZ……..:
Halen Suriye egemen devletinin İdlib’de terörist örgütlere karşı sürdürdüğü operasyona dair Reuters’e konuşan, illegal bir terör örgütü olan ÖSO’nun sözde komutanı birkaç gün önce üst düzey Türk yetkililerle görüştüğünü aktararak, “Uzun sürecek bir muharebe için Türk ordusunun tam destek vereceği taahhüdünde bulundular” dedi (https://odatv.com/birileri-turkiyeyi-rusyayla-savasa-itiyor-12091855.html).
Komutan, Tahran’da İran, Rusya ve Türkiye’nin katılımıyla düzenlenen zirveden sonra Türkiye’nin İdlib ve çevresindeki muhaliflere gönderdiği ASKERİ YARDIMI DA ARTIRDIĞINI ifade etti. (https://tr.sputniknews.com/ortadogu/201809121035169108-turkiye-tahran-zirvesinden-sonra-idlibe-daha-fazla-askeri-yardim-gondermeye-basladi/)
Komutan, “Bu silah ikmali ve mühimmat, yıpratma harbinde, muharebenin sürmesini, tedarikimizin tükenmemesini sağlayacak” diye konuştu.(https://www.abcgazetesi.com/dunya/idlibdeki-oso-komutani-turkiye-silah-yardimini-artirdi/haber-104113)
Bir başka ÖSO komutanı da “Yeni cephanelik nakliyatı yapılıyor, cephanelikten daha fazlasına ihtiyaçları yok. Türkler, savaşın sürmesi durumunda yeterli mühimmata sahip olduklarından emin olmak istiyor” dedi.(https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-45499277
- ŞÜPHELİLERİN FİİLLERİ NEDENİYLE ÜLKEMİZ SURİYE VE DİĞER KOMŞU DEVLETLER RUSYA VE İRAN’LA SAVAŞ HALİNE GETİRİLMİŞTİR.
Suriye, Birlemiş Milletlerin tanıdığı, egemen bir devlettir.Şüpheliler, tamamen AB-D Emperyalistlerinin Ortadoğu’daki çıkarları için komşu Suriye’ye karşı, besleme şeriatçı terör örgütleri eliyle başlatılan savaşa ülkemizi de dahil eder duruma getirmişlerdir. Emperyalistlerin, Suriye’yi bitirme planlarının başarıya ulaşması halinde bu savaşın tüm Ortadoğu’ya yayılması kaçınılmazdır. Böylece Suriye’ye karşı hasmane bir politika izleyen şüpheliler yüzünden ülkemizin diğer komşularımız İran ve Rusya başta olmak üzere savaşın içine sokulacağı görmek isteyen gözleri için gün gibi açıktır. Batı Basınından bazı yazarlar ve bazı tarafsız/objektif Bilim İnsanları da ülkemizin Suriye ile savaş halinde olduğunu yazmaktadırlar. Maalesef ülkemizin yazılı ve görsel medyasının büyük bir bölümü ise bu durumu görmezden gelmekte, savaş çığırtkanlığı korosuna katılmaktadır.
Şüphelilerin suç fiillerinden bazılarını özetlersek;
- Komşu devlet Suriye’yimemleketimize karşı savaş açması veya hasmane tutum sergilemesi sonucunu doğuracak, egemen devlet Suriye’ye karşı silahlı ayaklanma içerisinde oldukları su götürmez bir gerçek olan ve ABD emperyalizmi tarafından yönetilen ÖSO üyelerine silah ve mühimmat yardımının ötesinde; silah ve mühimmatın doğrudan sağlanması.
- Suriye’de savaş halinin devamı durumunda, ‘tam destek’ olarak adlandırılan ve anayasa tarafından kendilerine tanınan yetkinin ötesinde, komşu devletimiz Suriye’ye karşı silahlı ayaklanma içerinde olan ÖSO terör örgütü üyelerine, TSK’nın bu savaşa dahil olacağı taahhüdünü vermek.
Bu eylemlerin hukuki nitelendirmesine kapsamlı olarak girmek gerekirse:
- ŞÜPHELİLERİN FİİLLERİ ULUSAL VE ULUSLARARASI HUKUKA AÇIKÇA AYKIRIDIR. SAVAŞ SUÇU KAPSAMINDADIR.
Bu tür faaliyetlerin Devletler Hukuku’na göre suç olduğu sabittir.-Kaldı ki Tahran’da yapılan üçlü zirvede Ülkenin cumhurbaşkanlığı sıfatı ile temsiliyetine haiz olan Recep Tayyip Erdoğan’a; Rusya devlet başkanı Putin tarafından sorulan ‘İŞID’in temsilcisi misiniz?’ sorusu ülkemizin uluslararası alanda savaş suçu işleyen devlet konumuna düştüğünü ispatlar niteliktedir.
Yine bu fiiller, Birleşmiş Milletler Şartı’nın “Amaç ve İlkeler” Bölümünün 2/1. Maddesinde düzenlenen: “Örgüt, tüm üyelerinin egemen eşitliği ilkesi üzerine kurulmuştur.” ilkesi gereğince “egemen eşit” BM üyesi Suriye’ye karşı savaş ilanından başka bir şey değildir.
Oysa aynı BM Şartı’nın 2/4. Maddesinde:“Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletler ‘in Amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar” denilmektedir. Fakat yukarıda anılan fiililer doğrudan BM üyesi Suriye’ye karşı kuvvet kullanma tehdidiyle beraber, kuvvet kullanılması hazırlığıdır.
Yine bu eylemlerin; 24 Ekim 1970 tarihinde toplanan 1883. BM Genel Kurulu’nda kabul edilen “BM Antlaşması Doğrultusunda Devletler Arasında Dostça İlişkiler ve İşbirliğine İlişkin Uluslararası Hukuk İlkeleri Konusunda Bildirge” Ekinde belirtilen;
“Her devlet uluslararası ilişkilerinde herhangi bir Devletin ülke bütünlüğü ya da siyasi bağımsızlığına karşı güç kullanma tehdidinde bulunma ya da güç kullanmaktan ya da Birleşmiş Milletler’in amaçlarıyla ters düşen herhangi bir biçimde davranmaktan kaçınmak yükümlülüğündedir. Böyle bir güç tehdidi ya da güç kullanımı uluslararası hukukun ve Birleşmiş Milletler Antlaşmasının ihlali anlamına gelir ve hiçbir zaman uluslararası sorunların çözümünde bir araç olarak kullanılmamalıdır.
“Saldırıdan kaynaklanan bir savaş, uluslararası hukuka göre sorumluluğu olan, barışa karşı işlenmiş bir suçtur.
“Birleşmiş Milletler’in amaç ve ilkeleri uyarınca Devletlerin, saldırıdan kaynaklanan savaş lehinde propaganda yapmaktan kaçınma yükümlülüğü vardır.
“Her Devletin, başka bir Devletin var olan uluslararası sınırlarını ihlal etmek amacı ile ya da toprak anlaşmazlıkları ve Devletlerin sınırları ile ilgili sorunlar dahil olmak üzere uluslararası anlaşmazlıkların çözümünde araç olarak güç tehdidi ya da güç kullanımından kaçınma yükümlülüğü vardır.
“Her Devletin, kendisinin taraf olduğu ya da başka bir şekilde saygılı olmak durumunda olduğu uluslararası bir antlaşma ile oluşturulmuş ya da bu antlaşma gereğince ortaya çıkmış ateşkes sınırları gibi uluslararası sınır tayinlerini ihlal etmek amacı ile güç tehdidi ya da güç kullanmaktan kaçınma yükümlülüğü vardır. Yukarıda belirtilenlerin hiçbiri, kendi özel rejimleri altındaki bu gibi sınırların mevcut durum ve etkileri açısından tarafların konumlarına zarar verecek ya da geçici niteliklerini etkileyecek şekilde yorumlanamaz.
“Devletlerin güç kullanımını içeren misilleme hareketlerinden kaçınma konusunda bir yükümlülükleri vardır.
“Her Devlet, eşit haklar ve kendi geleceğini tayin etme ilkelerinin işlenmesi sırasında sözü edilen halkları, kendi geleceklerini tayin etme, özgürlük ve bağımsızlık haklarından yoksun bırakan herhangi bir zora dayalı eylemden kaçınma yükümlülüğüne sahiptir.
“Her Devletin, başka bir Devletin toprağına saldırı amacını taşıyan, ücretli askerler de dahil olmak üzere, düzensiz güçler ya da silahlı grupları örgütlemek veya örgütlenmelerini teşvik etmekten kaçınma yükümlülüğü vardır.
“Her Devlet, bir başka Devletin içindeki sivil mücadele hareketleri ya da terörist hareketleri örgütlemek, kışkırtmak, bunlara yardımda bulunmak ya da bunların içinde yer almaktan ya da bu tür hareketlerin yürütülmesine yönelik olarak kendi toprakları içinde yürütülen örgütlü etkinliklere rıza göstermekten, bu paragrafta sözü edilen hareketler güç tehdidi ya da güç kullanımı içerdiği zaman, kaçınmakla yükümlüdür.
“Bir Devletin toprağı, Antlaşmanın hükümlerine aykırı bir biçimde güç kullanılmasından kaynaklanan askeri işgalin hedefi olmamalıdır. Bir Devletin toprağı, güç tehdidi ya da güç kullanılması sonucunda, bir başka devletin ele geçirme hedefi olmamalıdır. Güç tehdidi ya da güç kullanılması sonucunda sağlanan hiçbir toprak kazanımı yasal olarak kabul edilmeyecektir.” şeklindeki ilkelere aykırı olduğu açıktır. Hemen her gün bir yeni örneği ile karşılaştığımız uygulamalarla, egemen bir devletin (Suriye’nin) toprağına saldırı amacı taşıyan güçlerin silahlandırılması açıkça bir uluslararası savaş suçudur.
Bir başka anlatımla, 48yıl önceki BM toplantısında kabul edilen bu ilkelerin bütün üye ülkeleri bağlayıcı hükümleri ortadayken, ne ülkemizde şüphelilerin temsil ettiği yürütme organının ne de başını AB-D Emperyalizminin çektiği Uluslararası Emperyalistlerin kendilerini bu taahhütlerle bağlı hissetmemesi, siyasi karar ve eylemlerinin ULUSAL VE ULUSLARARASI SAVAŞ HUKUKUNDAN AZADE OLACAĞI ANLAMINA GELEMEZ.
- ŞÜHPELİLER, ULUSAL HUKUKU DA HİÇE SAYMAKTALAR, ANAYASA VE TÜRK CEZA KANUNA AYKIRI TASARRUFLARDA BULUNMAKTADIRLAR.
Bilindiği gibi Anayasa’nın “TBMM’nin Görev ve Yetkileri”ni düzenleyen 87. Maddesinde; “Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek; Bakanlar Kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek; bütçe ve kesin hesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilânına karar vermek; milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, (…)” hükmüyle ÜLKENİN BAŞKA BİR ÜLKEYE KARŞI SAVAŞ İLANINA KARAR VERME YETKİSİ TBMM’NE BIRAKILMIŞTIR.
“Savaş Hali İlanı ve Silahlı Kuvvet Kullanılmasına İzin Verme”yi düzenleyen 92. Maddede de; “Milletlerarası hukukun meşrû saydığı hallerde savaş hali ilânına ve Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası andlaşmaların veya milletlerarası nezaket kurallarının gerektirdiği haller dışında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir.” denilmektedir.
Oysa şüpheliler, yıllardır devam eden Suriye sorununda ne TBMM’ne ne de halka gerekli bilgiyi vermiştir. Dahası bilgi vermek bir yana, açıktan yetki gaspında bulunarak Anayasa ile TBMM’nin görevleri arasında bulunan alanlara müdahale ederek, ülkeyi savaşın içine sürüklemişlerdir.
Yine basın yayın aracılığı ile yaptıkları açıklamaların tamamında, Suriye devletine karşı düşmanca bir dil kullanarak, terörist örgütleri “özgürlük savaşçısı” diyerek eğitip silahlandırarak sınırlarımızdan Suriye topraklarını salmaları 5237 Sayılı TCK’nun 304 ve 306. Maddelerinde öngörülen; “Savaşa Tahrik” ve “Komşu Devlete Karşı Hasmane Hareket” suçlarını oluşturmaktadır.
Bilindiği gibi; 5237 Sayılı TCK’nun “Devlete karşı savaşa tahrik” suçunu düzenleyen304. maddesinde; “Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı savaş açması veya hasmane hareketlerde bulunması için yabancı devlet yetkililerini tahrik eden veya bu amaca yönelik olarak yabancı devlet yetkilileri ile işbirliği yapan kişi, on yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Tahrik fiilinin basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.” hükmü yer almaktadır. Şüpheliler, suç fiillerinin tamamını basın yayın yolu ile işledikleri sabit olduğundan cezanın ağırlaştırılmış hadden tayin edilmesi gerekmektedir.
Aynı yasanın 306. Maddesinde ise; “Türkiye Devletini savaş tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak şekilde, yetkisiz olarak, yabancı bir devlete karşı asker toplayan veya hasmane hareketlerde bulunan kimseye beş yıldan on iki yıla kadar hapis cezası verilir” denilmektedir. Dolayısıyla şüpheliler hakkında TCK’nun bu maddelerini ihlalden de dava açılması gerekmektedir.
Şüpheliler bu eylemlerini bir “ANAYASAYI İHLAL” eylemi kapsamı içerisinde mefruz cebire dayanarak gerçekleştirdiklerinden, Türk Ceza Kanunu’nun 309. Maddesinde düzenlenen Anayasayı İhlal suçundan soruşturulmaları gerekir.
V- Görüldüğü gibi ülkemiz AB-D Emperyalistleri ve yerli işbirlikçileri tarafından Suriye’yle ve bu ülkeyi destekleyen Rusya, Çin ve İran’la savaş haline getirilmiştir. Amaçları ülkemizi Emperyalizmin Ortadoğu’daki “kasap satırı” yapmaktır. Aslında bu savaş Emperyalist Batı ile Mazlum Doğu Bloku arasındaki bir savaştır. Tek bir ülke ile sınırlı kalması mümkün değildir.
Oysa Emperyalistler ve Yerli İşbirlikçileri tarafından kışkırtılmadığı sürece hiçbir halkın başkasıyla herhangi bir sorunu olamaz. Halklar kardeştir.
Sonuç olarak;Şüphelilerin yukarıda belirtilen suçlarının sabit olduğu çok açıktır. Bağımsız, objektif ve hukukun üstünlüğüne uygun bir soruşturma yürütüldüğünde, şüphelilerin fiillerinin, altına imza koyduğumuz Birleşmiş Milletler Şartı, Cenevre Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelerin, Anayasa’nın 87 ve 92. maddeleriyle, TCK’nun 304. ve 306. maddelerinin ihlali olduğu kesindir. Bu suçlarından dolayı dokunulmazlık zırhına sığınamazlar, sığınamamalıdırlar. Görevleri, bu suçlardan yargılanmalarına engel değildir.
Keza Ceza Muhakemesi Kanununa, şüphelilerin iktidarda oldukları dönemde yaptıkları 2014 değişikliği ile eklenen Ceza Muhakemesi Kanununun 161. Maddesi 8 nolu bendine göre “Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır.” Bu nedenle de şüpheliler hakkında doğrudan soruşturma yürütülmelidir.
Ülkemizin bağımsızlığına, hukukun üstünlüğüne, komşu ülkelerle barış içinde bir arada yaşama gerekliliğine inanan savcı ve yargıçların hala bitmediğine inanmak istiyoruz. Bu nedenle suç duyurumuzu Türkiye ve Dünya Halklarına karşı bir sorumluluk olarak görüyor ve tarihe bir not düşmek için Sayın Makamınıza veriyoruz.
SONUÇ ve İSTEM………:Yukarıda açıklanan nedenlerle;
Şüpheliler hakkında soruşturma başlatılarak anılan maddelerden yargılanmaları ve cezalandırılmaları için kamu davası açılmasını, görev yönünden yüce divanın yargılama alanına giren suçlar açısından dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesini vekâleten dileriz. 14/09/2018
Suç Duyurusunda Bulunan Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı
Vekilleri
Avukat Metin BAYYAR Avukat Sait KIRAN
Avukat Doğan ERKAN