HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ’NDEN
TAYYİPGİLLER HAKKINDA SUÇ DUYURUSU
Başta Abdullah GÜL, Tayyip ERDOĞAN, Ahmet DAVUTOĞLU başta gelmek üzere, Tayyipgiller ve bir kısım milletvekili, kardeş-dost Suriye Halkı ve yönetimine karşı “yabancı ülkeyi savaşa kışkırtma” suçu işlediklerinden, HKP tarafından suç duyurusu ve basın açıklaması gerçekleştirildi.
27 Temmuz 2012 günü Ankara Adliyesi önünde toplanan Kurtuluş Partililer adına basın açıklamasını HKP Genel Başkan Yardımcısı Av. Metin BAYYAR gerçekleştirdi. Metin BAYYAR yoldaş konuşmasında
“AB-D Emperyalistlerinin emirleri doğrultusunda, topraklarımızda kurulu kamplarda CIA ve MOSSAD ajanları tarafından eğitilen katillere, sınırdan Suriye’ye geçerek acımasız katliamlar yaptırmaktadırlar. Bu katillerin gizlice Suriye’ye geçerek sayısız katliam yaptıklarını, şehirleri yakıp, yıktıklarını, üzerine de emperyalistlerce dağıtılmış silahlarla fotoğraf çektirdiklerini görmekte, gazetecilerin bizzat bu katillerle yaptıkları röportajlardan kendi ağızlarından öğrenmekteyiz. Oysa yürütme organının başındaki yukarıda adı geçen şüpheliler, bırakalım bunlara engel olmayı, ABD, AB ve NATO’dan altıkları emirler doğrultusunda yaptıkları tüm açıklamalarla bu çapulcu katil sürüsünü kışkırtmaktalar ve komşu Suriye Devletine karşı saldırıları boyutlandırmaktadırlar” diyerek bu eylemleri şu şekilde nitelendirdi:
“Şüphelilerin bu eylemleri, TCK’nun 304. Maddesinde düzenlenen “Yabancı devleti Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı savaş açması için tahrik” ve “Bu amaca yönelik yabancı devlet yetkilileriyle (AB-D ile) işbirliği yapmak” suçlarını oluşturduğu gibi, yine TCK’nun 306. Maddesinde düzenlenen “Yabancı Devlete Aleyhine Asker Toplama” suçunun kapsamına girmektedir. Aynı eylemler içtima halinde, eylemlere zımnen destek olanlar, göz yumanlar açısından (özellikle diğer bakan ve milletvekilleri açısından) TCK’nun 279. maddesi ile düzenlenen “Kamu Görevlisinin Suçu Bildirmemesi” suçunu, 281/2 maddesinde düzenlenen “Kamu Görevlisinin Suç Delillerini Gizlemesi” suçunu ve en lehe yorumda 283. maddede düzenlenen “Suçluyu Kayırma” suçunu oluşturmaktadır”
Açıklama sırasında sık sık “Gün Gelecek, Devran Dönecek, Tayyipgiller Halka Hesap Verecek”, “Katil ABD Ortadoğu’dan Defol”, “Yaşasın Halkların Kardeşliği” gibi sloganlar atıldı.
Açıklamanın ardından partili hukukçularımız Av. Metin BAYYAR ve Av. Doğan ERKAN yoldaşlar, hazırlanan suç duyurusu dilekçesini sunmak üzere adliye girerek görevli savcılığa müracaatlarını ulaştırdılar.
Tayyipgiller’in ve ağababaları olan AB-D Emperyalistlerinin doğrudan ya da dolaylı olarak iştirak ettikleri tüm suçlardan bir gün mutlaka yargılanacakları ve cezalandırılacaklarına olan inancımızla biz de tekrar ediyoruz:27.07.2012
Gün Gelecek, Devran Dönecek, ABD Halklara Hesap Verecek!
Ankara’dan Kurtuluş Partililer
Yapılan Suç Duyurusu Dilekçesini Aynen Yayınlıyoruz:
ANKARA CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA
SUÇ DUYURUSUNDA
BULUNAN ……………….: Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı
Karanfil Sokak No:24/15 Kızılay/ANKARA
V E K İ L L E R İ ……….: Av. Metin Bayyar, Av.Tacettin Çolak,Av.Doğan Erkan
Necatibey Cad. Sezenler Sokak. No: 4/15
Sıhhıye/ANKARA
Ş Ü P H E L İ L E R ….…..: 1- Abdullah Gül (Cumhurbaşkanı)
2- Recep Tayyip Erdoğan (T C Başbakanı)
3- Ahmet Davutoğlu (Dışişleri Bakanı)
4- Bakanlar Kurulu Üyeleri ve suça iştirak ettikleri
tespit edilecek milletvekilleri
S U Ç ………………………: 5237 Sayılı TCK’nun m. 302 ile m. 308 arasında düzenlenen “Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar” başlığı altındaki suçlar.
ŞİKAYETLERİMİZ ……..: Bilindiği gibi, ABD ve AB Emperyalistlerinin Büyük Ortadoğu Projesi ya da Genişletilmiş Ortadoğu Projesi kapsamında devam ettirdikleri son saldırılardan bir tanesi de Suriye’de yaşanmaktadır. Amaç; dünyanın 1000 parçalı eyalet devletçiklere ayrılması stratejisinin bir gereği olarak Suriye’de rejimin değiştirilmesi ve bu ülkenin de minik devletçikler halinde parçalara ayrılmasıdır.
AB-D Emperyalistleri bu amaçlarına ulaşmak için yaklaşık 1,5 yıldan bu yana (Mart 2011’den beri) Suriye’deki mezhep çatışmalarını, etnik kimlikleri ve komşu ülkelerin emperyal amaçlarını kullanmaktan çekinmemektedirler.
Uluslararası Emperyalistler, Suriye’ye karşı başlattıkları bu yeni Haçlı Seferi’nde artık ellerini ateşe sokmamakta, bunun yerine maşa kullanmaktalar. Zira Irak’ta, Afganistan’da boylarının ölçüsünü aldılar. Libya’nın petrollerini ise güçleri oranında paylaştılar, fakat Suriye’de işlerin öyle kolay gitmeyeceğini gördükleri için, taşeronlarla, tetikçilerle bu saldırıyı götürmekteler.
Ülkemizin Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı ve diğer Bakanlıklar gibi yürütme organlarını işgal eden şüpheliler, komşu Suriye Devleti’ne karşı sürekli saldırgan ve tahrik edici bir üslup kullanarak, ülkemizi AB-D Emperyalistlerinin pis çıkarları uğruna hızla savaşa sürüklemektedirler. Yıllardır barış içinde dostça yaşamış Suriye ve Türkiye Halklarını birbirine düşman etmek için uğraş vermektedirler.
Şüphelilerin her biri ayrı bir suç kapsamında olan eylemlerine bazı örnekler verirsek:
Daha bir buçuk yıl öncesine kadar Suriye ile ortak bakanlar kurulu toplantısı yaptıkları; şüphelilerden T. Erdoğan’ın ağzından; “biz Esad’la kardeşiz hatta kardeşten daha yakınız”diye açıklamalar yapıldığı ve ailecek ortak tatillere çıkıldığı halde, bir anda aynı Suriye Liderine karşı “diktatör, eli kanlı katil, zaten babası da katliamcıydı, eninde sonunda yıkılacak” gibi ve hatta daha ağır sözlerle saldırmaya başlamıştır. Böylece ABD ve AB Emperyalistlerinden daha fazla savaş kışkırtıcılığı yapmaktadır.
Yine AB-D Emperyalistlerinin emirleri doğrultusunda şüpheliler, topraklarımızda kurulu kamplarda CIA ve MOSSAD ajanları tarafından eğitilen katillere, sınırdan Suriye’ye geçerek acımasız katliamlar yaptırmaktadırlar. Bu katillerin gizlice Suriye’ye geçerek sayısız katliam yaptıklarını, şehirleri yakıp yıktıklarını, üzerine de emperyalistlerce dağıtılmış silahlarla fotoğraf çektirdiklerini görmekte, gazetecilerin bizzat bu katillerle yaptıkları röportajlardan kendi ağızlarından öğrenmekteyiz. Oysa yürütme organının başındaki şüpheliler, bırakalım bunlara engel olmayı, ABD, AB ve NATO’dan aldıkları emirler doğrultusunda yaptıkları tüm açıklamalarla bu çapulcu katil sürüsünü kışkırtmaktalar ve komşu Suriye Devletine karşı saldırıları boyutlandırmaktadırlar.
Geçtiğimiz günlerde Suriye’nin Hula kentinde asker üniformalı 800 civarında bir saldırgan tarafından bir katliam yapılmıştır. Bu katliamı Suriyeli askerlerin yaptığı tüm dünyaya duyurulmuş ve BM Genel Sekreteri dahil Suriye devletini kınama açıklamaları yapılmıştı. Oysa bu katliamla eş zamanlı olarak, ülkemizde barındırılan, korunan, silahlandırılıp eğitilen ve bir kısmı başka ülkelerden getirilen (içlerinde El Kaide militanlarının da olduğu) hainlerin kaldığı iki bölgeden biri olan Kilis’teki kampta; aralarında bir kavga çıktı Polis araya girip kavgayı yatıştırdı. Bu arada da bir genel sayım yaptı. Resmi kayıtlara göre kampta 12.500 “sığınmacı” olması gerekirken, sayım sonucunda 11.500 kişinin var olduğu tespit edildi. Yani 1000 kişi kampta yoktu, o anda. Hula’daki katliamı da 800 silahlı saldırganın yaptığı iddia edilmektedir. Tüm namuslu askeri ve siyasi stratejistler, katliamı bu kamptan giden o 1000 kişinin yaptığında hemfikirdir. Kaldı ki, olaylara ilişkin internete düşen video görüntüleri de bu görüşü doğrulamaktadır. Katliamcıların hepsi için birer askeri üniforma bulunmuştur. Fakat postal bulunamamıştır. Önemli bir bölümünün ayağında sivil ayakkabılar vardır. Herhalde bu kadar ayrıntılı düşünmeye gerek görmemişler. Üzerlerinde üniformalar uydurulduğundan, bunların asker olduğunu herkese inandırırız, demişler. Bu açık savaş hilesine kimsenin inanması beklenemez. Ancak emperyalistler, ülkemiz topraklarını kullanarak gerçekleştirdikleri bu olayda da, dünya kamuoyunu kandırmak için, yok yere 109 masum insanı acımasızca katlettirmişlerdir. Bu tür saldırıların ülkemiz topraklarında organize edilip ve bizzat topraklarımızdan hareket ederek komşu ülkenin şehirlerinin kan gölüne çevrilmesi ve dolayısıyla ülkemizin de olası bir Suriye saldırısında ilk vurulacak hedef haline getirilmesi de şüpheliler tarafından işlenen suçun başka bir boyutudur.
Şüphelilerin bu eylemleri, TCK’nun 304. Maddesinde düzenlenen “Yabancı devleti Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı savaş açması için tahrik” ve “Bu amaca yönelik yabancı devlet yetkilileriyle (AB-D ile) işbirliği yapmak” suçlarını oluşturduğu gibi, yine TCK’nun 306. Maddesinde düzenlenen “Yabancı Devlete Aleyhine Asker Toplama” suçunun kapsamına girmektedir. Aynı eylemler içtima halinde, eylemlere zımnen destek olanlar, göz yumanlar açısından (özellikle diğer bakan ve milletvekilleri açısından) TCK’nin 279. maddesi ile düzenlenen “Kamu Görevlisinin Suçu Bildirmemesi” suçunu, 281/2 maddesinde düzenlenen “Kamu Görevlisinin Suç Delillerini Gizlemesi” suçunu ve en lehe yorumda 283. Maddede düzenlenen “Suçluyu Kayırma” suçunu oluşturmaktadır.
Ayrıca şüpheliler, Suriye hava güvenliğini test etmek için gizlice Suriye’ye gönderdikleri savaş uçağımızın düşürülmesiyle gencecik pilotlarımızın katledilmesine de neden oldular. Pilotlarımızın naaşları ve uçağın parçaları bulununca acı gerçek iyice ortaya çıkmıştır ki, uçağımız füze ile düşürülmediği gibi, “pilotlarımızda da kurşun izi vb. yaralara rastlanılmamıştır.” Pilotlarımıza yapılan otopsiden sonra Milli Savunma Bakanı tarafından ancak bu kadar açıklama yapılmasına ve olayın gerçek boyutu halkımızla paylaşılmamasına rağmen, komşu Suriye’ye karşı başlatacakları savaşa halkı ikna etmek için şüpheliler, bu uçak düşürülmesi olayında yarattıkları dezenformasyonla açıkça Dünya ve Türkiye kamuoyunu yanıltmışlar ve suç işlemişlerdir.
18 Temmuz 2012 günü öğlen saatlerinde, CIA ve MOSSAD tarafından Şam’da bulunan ulusal güvenlik binasına düzenlenen bombalı saldırıda, Suriye Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkan Yardımcısı ile birlikte üst düzeyde dört kişi katledildi.
Bu kanlı saldırının gerçekleştirildiği saatlerde Gabon Cumhurbaşkanı ile birlikte bir basın toplantısı düzenleyen şüphelilerden Abdullah Gül; “Daha önce de söyledik, Suriye’yi bu günlerde görmek istemezdik ama maalesef Suriye o günlere gelmiştir. Gördüğüm kadarıyla bundan sonra ne yapılsa çok geçtir ve yapılan her şey de çok azdır. Bunu söylemekten gerçekten çok büyük üzüntü duyuyorum ama işler bu noktaya gelmeden bunları söylediğimiz için bugün bunları söylüyorum. Artık meşruiyeti tamamen kaybolmuş bir yönetim var. Kendi halkını bu kadar bombaladıktan ve bu kadar ölümlerden sonra çok süratli bir şekilde yapılacak şey halkın iradesinin açık bir şekilde ortaya konacağı yeni yönetimdir.” diye açıklama yapmıştır.
Bu açıklamalar, açıkça, kanlı katillere arka çıkan beyanlardır. Başka bir ifade ile bu sözler; “biz size dememiş miydik, bu saldırılar size müstahak” anlamına da gelmekte olup, Suriye Devletine tehditler savurmaktır.
Şüpheli A. Gül’ün katliamdan hemen sonra ağzından çıkan bu sözlerin, şüphelinin sahibi işgal ettiği makam itibariyle, komşu Suriye Devleti’ne karşı “hasmane hareket” ve “savaşa tahrik” içerdiği çok açıktır.
Bilindiği gibi;
5237 Sayılı TCK’nun “Devlete karşı savaşa tahrik” suçunu düzenleyen304. maddesinde; “Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı savaş açması veya hasmane hareketlerde bulunması için yabancı devlet yetkililerini tahrik eden veya bu amaca yönelik olarak yabancı devlet yetkilileri ile işbirliği yapan kişi, on yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Tahrik fiilinin basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.” hükmü yer almaktadır.
Dolayısıyla şüpheli A. Gül’ün yukarıdaki sözleri basın yayın yolu ile işlediği sabit olduğundan cezanın ağırlaştırılmış hadden tayin edilmesi gerekmektedir.
Aynı yasanın “Komşu devlete karşı hasmane hareket” başlıklı 306. Maddesinde ise; “Türkiye Devletini savaş tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak şekilde, yetkisiz olarak, yabancı bir devlete karşı asker toplayan veya hasmane hareketlerde bulunan kimseye beş yıldan on iki yıla kadar hapis cezası verilir” denilmektedir.
Yukarıdan beri anlatılan ve sadece birkaç örneği verilen bu eylemleri ile tüm şüphelilerin VATANA İHANET suçu ile birlikte, komşu Suriye devletine karşı hasmane hareket ve savaşa tahrik suçlarını işledikleri ve işlemeye devam ettikleri sabittir. Bunlar taşıdıkları sıfatlara göre bakan olanlar Yüce Divan’da, bakanlık sıfatı olmayan milletvekilleri ise yeni Terörle Mücadele yasası uyarınca Bölge Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılanarak cezalandırılmaları gerekir.
Şüphelilerden Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’ın Suriye sorununda böylesine pervasız ve kraldan çok kralcı bir tavır almalarının ana nedeninin CIA tarafından önlerine konan dosyalardan dolayı kendi çıkarlarını korumak amaçlı olduğu günlük basında sıkça yer almaktadır.
Örneğin;
* 24 Mayıs 2003 tarihli Vatan Gazetesi’nde şüpheli A. Gül’ün zamanın ABD Dışişleri Bakanı Powell ile 2 Nisan 2003 günkü görüşmelerinde “2 sayfa 9 maddelik bir gizli” anlaşma yaptıkları yazmaktadır.
* 2010 yılı sonlarına doğru yayımlanan Wikileaks belgelerinde, dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Eric Edelman tarafından geçilen, şüpheli Tayyip Erdoğan’ın İsviçre Bankalarında 8 ayrı hesabının olduğu bilgisinin yayınlanmasından sonra; 03/12/2010 tarihinde müvekkil Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı adına tarafımızdan Başsavcılığınıza suç duyurusunda bulunulmuştu. Anılan suç duyurumuz 2010/3633 Soruşturma Nolu dosyada işlem görmektedir.
Bu Wikileaks belgelerinde; ülkemizdeki siyasi iktidarın çeşitli yolsuzluklarından örnekler verilmiş ve “bu yolsuzluklar nedeniyle istifa eden bir bakandan” da söz edilmişti. Wikileaks tarafından yayınlanan bu bilgiden sonra, ilk dönem AKP Hükümetlerinde ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcılığı görevini yürüten Abdüllatif Şener; belgelerde adı geçen bakanın kendisi olduğunu doğrulayarak “İktidar zenginlerinin varlıkları yasallaştığı ve servetleri açığa çıktığı zaman TÜSİAD üyeleri onların yanında orta sınıfa dönecektir. Bu servetler ortaya çıkmadı. Orada burada saklanan var. Başka ülkelerde yatırımlar var.”diye gazetelere açıklama yapmıştı. (14 Aralık 2010 tarihli Vatan Gazetesi’nde Güngör Mengi’nin köşe yazısında bu bilgiler mevcuttur.)
Abdullatif Şener’in daha başka iddialarının da bulunduğu bu belgelerle birlikte yine tarafımızca Sayın Savcılığınıza 21/12/2010 tarihinde “Soruşturma Genişletilmesi” talepli bir başvuruda daha bulunulmuştu.
* Şüphelilerin bu yolsuzluklarıyla ilgili CIA ve MOSSAD’ın elindeki dosyaların zaman zaman kendilerini hatırlatıldığı ve bu pis ilişkilerinin deşifre edilmemesi uğruna emperyalistlere teslim olduklarına dair kamuoyuna yeni bilgiler gelmektedir. Bunlardan bir tanesi de 25 Temmuz 2012 tarihli Aydınlık Gazetesi’nde Sabahattin Önkibar’ın “Kendini Kurtarmak İçin Türkiye’yi Böldürüyor” başlıklı yazısıdır. Yazıyı aynen aktarıyoruz:
“Dün bir dostum aradı ve sordu:
“- Yahu bu Tayyip çıldırdı mı?
“- Niye?
“- Niyesi var mı, göz göre göre ülkeyi bölünmeye götürüyor. Kuzey Irak’tan sonra bir de Kuzey Suriye çıktı basımıza. Bu Kürt işi Türkiye’yi böler… Erdoğan görmüyor mu bunu?
“- Elbette görüyor ama mecbur!
“- Nasıl mecbur!
“- 19701i yıllardan yani gençliğinden beri MSP hareketi ile siyasette olan Tayyip Erdoğan bu halka adeta gökten inen Mesih ya da kurtarıcı diye lanse edilip iktidar yapılmadı mı? İşte simdi tahsilât zamanı. Erdoğan’dan bedel ödemesi isteniyor ki maalesef bu bedel ülke bütünlüğüdür.
“- Bunu biraz açar mısın?
“- AKP’yi ABD kurdurmadı mı? Keza Tayyip Erdoğan daha Başbakan ve mebus bile olmadan Batı başkentlerinde ve Beyaz Saray’da eller üstünde ağırlanmadı mı? Ağırlandı ve on yıldır baş tacı edildi ise bunun bir anlamı ve karşılığı yok mu? Tayyip Erdoğan ılımlı İslam ve BOP bağlamında seçilen bir figür ya da rol model!
“- Evet…
“- Soğuk savaş süreci sonrasında Emperyalizm, üreten ve gelecek yüzyıla ipotek koyan Uzak Asya’ya karsı enerji havzalarını kuşatarak önlem almak ve yol kesmek istiyor. İşte Tayyip Erdoğan bu projede bir figür… Aslında ABD ilk hamlesini Özal ile yapmıştı lakin TSK oyuna gelmemiş ve merhum Necip Torumtay ile o oyunu bozmuştu.
“- Peki bugün?
“- Bugün iktidara taşınan AKP ile beraber yapılan malum operasyonlarla TSK artık ehlileştirildi yani teslim alındı. Dolayısıyla proje realize safhasında. Adına BOP denen projede, bölgemizdeki Şii hattına karsı Sünni bir hat oluşumuna ilaveten Müslüman bir İsrail’in yani Büyük Kürdistan’ın inşası da var ve Tayyip Erdoğan bu iki projenin en önemli duvarcı ustası!
“- Ne yani Tayyip Erdoğan bu bölünme fikrini baştan benimsemiş miydi?
“- Bu tür şeyler ambalajla olur. CIA tıpkı Özal’a dediği gibi Erdoğan’a da, “Kürtler yüzyıllardır olduğu gibi bundan sonra da sizin uhdenizde olsun ama bunun için milli ve üniter devlet yapınızı tasfiye edip federasyona geçmeniz gerekiyor” dedi. ABD ya da CIA siyasal İslam geleneğinden gelen Özal ve Erdoğan gibilerin, ümmetçi saplantılarının yani Atatürk’ün kurduğu milli devlete olan karşıtlıklarının farkında. Tabii hadisenin Osmanlı’yı yeniden ihya etme saplantılarının ötesinde, özel boyutları da var.
“- Ne gibi?
“- Küresel Emperyalizm bu gibi büyük projelerde kontr-garanti metodu izler ve havucun yanı sıra sopayı da gösterir. Zerre tereddütüm yok bugün Türkiye’yi yönetenler bazı özel dosyaları bağlamında rehin alınmışlardır ve kendilerini kurtarmak adına emperyalizme uşaklık yapıyorlar ama yaptıkları ihaneti kendilerince güya kutlu şekillerde ambalajlıyorlar. Daha önce de yazdım, önceki CIA Başkanı LeonPanetta’nın 5 günlük sır Ankara ziyareti önemli. Çok eminim ki o ziyarette tehdit ve şantaj dosyaları birilerinin önüne kondu!.. Buna bir de sıcak para kıskacında olan Türk ekonomisini de eklemek gerekiyor. Erdoğan’ı sarsacak ve belki de yıkacak en temel olgu ekonomik buhrandır ki Tayyip Erdoğan bunu bildiğinden sıcak paranın efendisi olan Washington’un bir dediğini iki etmiyor.
“- Peki ya muhalefet, halk ve kamuoyu?
“- Türkiye’de bugün halk dediğin zümre inançla afyonlanmış ve Ergenekon gibi tertiplerle susturulup sindirilmiş bir sürü…
“CHP ile MHP zaten işbirlikçi yani majestelerinin muhalefeti konumunda… Kamuoyunu oluşturan araçların tamamına yakını da fethedildi… Buna paralel olarak Tayyip Erdoğan siyaset mühendislikleri ve iktidar gücü ile yeni milli bir muhalif yapının oluşumunu engelliyor. Görüyorsunuz AKP’den kaçacak oyların gidebileceği adresleri Numan Kurtulmuş olayı misali bir bir kapattırıyor… Kısacası Türkiye’de iç dinamikler maalesef hadım edilmiş durumda.!
“- Kısa vadede beklentin?
“- Esad gider ve Suriye bölünürse Türkiye’yi bütün tutmak mümkün olmaz. Keza Kürdistan macunu artık tüpten çıkmıştır ve geri dönüşü imkânsız görünüyor… Benim tek ümidim Rusya-Çin-İran blokunun Küresel Emperyalizme direnmesi ve BOP’a dikilmesidir. Onlar da pes ederse bizim açımızdan yüz yıl sonra Sevr hayata geçer.” (Aydınlık, 25 Temmuz 2012)
Görüldüğü gibi, şüpheli T. Erdoğan’ın bizzat CIA şefi ile yaptığı görüşmeden sonra Suriye’deki gelişmeler farklı mecralara sürüklenmiştir.
Yukarıda da belirtildiği gibi, şüpheli A. Gül’ün zamanın ABD Dışişleri Bakanı ColinPowell ile “2 sayfa 9 maddelik bir gizli” anlaşma imzalaması, Wikileaks belgelerinde, dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Eric Edelman tarafından geçilen bilgiye göre, diğer şüpheli Tayyip Erdoğan’ın İsviçre Bankalarında 8 ayrı hesabının olması, yine S. Önkibar’ın yazdığına göre; CIA Başkanı’nın yaptığı görüşmede şüphelilerin önüne konulduğu iddia edilen dosyalar neler olduğu araştırılmaya ve soruşturulmaya muhtaçtır. Yoksa yıllardan beri dost olduğumuz bir ülke ile bir hiç uğruna savaşın eşiğine getirilmemizin hiçbir nedeni yoktur. Bugün için yürütme organını eline geçirmiş olan bu şüphelilerin akçalı ve karanlık işlerinden dolayı koskoca bir ülkenin savaşa sürüklenmesinin hesabı mutlaka sorulmalıdır.
Kaldı ki, AB-D Emperyalistlerinin yukarıda belirtilen amaçları doğrultusunda Suriye’nin parçalanması kotarıldıktan sonra sıra İran’a gelecek ve ardından da aynı hain plan ülkemizde de uygulamaya konulacaktır. Bu planın Yeni Sevr’in uygulama konulması ve sonuçta ülkemizin en az üç parçaya bölünmesi olduğu çok açıktır. Bu bölünmede de diğer tüm ülkelerde olduğu gibi halkların birbirine boğazlatılması ve milyonlarca masum insanın kanına girilmesi kaçınılmazdır. Geliyorum diyen bu katliamdan halkımızı sakındırmak bir yana, ateşin ve kan gölünün içine çekmek için can atan şüphelilerin yargılanmaları ve cezalandırılmaları gerekmektedir.
Bilindiği gibi Ergenekon, KCK vb. davalarda bazı milletvekilleri özel yetkili mahkemelerce, Anayasa’nın 14. Maddesine atıf yapılarak tutuklu olarak yargılanmaktadırlar. Bu milletvekillerinin suçlu olduklarına inanmadığımızı vicdanen ve peşinen belirtelim. Yine bu yargılamaların hukuki olmadığı, dahası hukukun katledildiğine ilişkin mesleki ve vicdani kanaatimizi de ifade edelim. Ancak; Anayasa’nın 14. Maddesi yollamasıyla, özellikle savaş suçu işleyen şüpheliler bakımından bu kişiler hakkında aynı usulle soruşturma ve kovuşturma yürütülmesi (Ergenekon ve Balyoz davalarında olduğu gibi) mümkündür. Keza Anayasa’nın 14. Maddesinde şöyle denmektedir:
“Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
“Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.”
Şüphelilerin ülkemizi savaşa sürükleyen eylemlerinin sonucunun ülkemizi Yeni Sevr’e götürüyor olması, Irak’ın Kuzeyi ve son olarak Suriye’nin Kuzeyinde olduğu gibi Kürt Halkına hiçbir olumluluk getirmeyecek, tersine çifte sömürü getirecek, ikinci bir İsrail olacaktır. Suriye’nin Kuzeyindeki bölünmenin Amerikancı bir bölünmeye yol açacak olması, yukarıdaki gazete yazısından yaptığımız alıntı doğrultusunda şüphelilerin ise bu bölünme sonucunu bilmelerine rağmen eylemlerine devam etmeleri, tam da Anayasa’nın 14. maddesi bağlamında değerlendirilmeli, buradan hareketle şüphelilerin kötüye kullandıkları sıfatları gözetilmeksizin, dokunulmazlık zırhının arkasına sığınmalarına engel olunarak yargılamaları yapılmalıdır.
Peki, iktidardakiler böyle de muhalefettekiler ne yapmakta?
Ana muhalefetiyle, yavru muhalefetiyle AB-D Emperyalizmi karşısında “onu alma beni al” yalvar yakarışı içindedirler.
Yine bir CIA-MOSSAD operasyonu ile Anamuhalefet partisinin başına getirilen Lideri, birçok konuda olduğu gibi, Suriye konusunda da şüphelilerin AB-D Emperyalistlerinin emir ve kışkırtmalarıyla ülkemizi savaşın eşiğine getirmelerine seyirci kalmakta hatta destek olmaktadır. Bu kişinin Ulusal Bağımsızlık, Laiklik, Yurtseverlik, Halkseverlik gibi hiçbir hassasiyeti olmadığı gibi, özellikle uçağımızın düşürülmesinden sonra da yukarıda şüphelilerin yukarıda belirtilen yalanlarını kabul ettiğini açıklayarak anılan suça ortak olmuştur.
MHP Liderinin ise, kendisini desteklemesi için şüphelilerden T. Erdoğan’a elçiler gönderdiğini, Kongredeki rakiplerini etkisiz kılmak için polis ve yargı operasyonları istediğini gazeteciler yazıp çizmektedir. Böylece de anılan şüphelilerin vatana ihanet kapsamındaki ya da yukarıda belirtilen CIA Başkanı’nın önlerine koyduğu kişisel tüm suçlarına sessiz kalmakta ve ortak olmaktadır. Bunun karşılığında şüphelilerle birlikte Torba Yasaya ekledikleri Ek Madde ile yandaşlarına af çıkartmaktadırlar.
Oysa muhalefetin görevi, iktidarın uygulamalarını denetlemek, sorgulamak ve yapılan yanlışlar hakkında toplumu bilgilendirmektir. Esasında, iktidar koltuklarını işgal eden şüphelilerin böylesine pervasız ve ülke ve halk aleyhine politikaları uygulamaya koymalarının bir nedeni de böylesi bir muhalefetin varlığıdır. Çünkü bu politikalara itiraz edebilecek, direnç gösterebilecek Ordu, Üniversiteler, Basın vb. kurumlar Ergenekon-Balyoz Operasyonları ile saf dışı bırakıldılar. Yolun temizlenmesi gerekiyordu, bunda da başarı oldular. Muhalefet de S. Önkibar’ın yazısında belirttiği gibi; “işbirlikçi yani majestelerinin muhalefeti konumunda…” olunca halk düşmanlarına gün doğmakta, meydanı boş bulmaktadırlar.
Dolayısıyla bu muhalefet partilerinin bu yöneticileri de en azından bu suçları bildirmeyerek, teşhir etmeyerek, hatta zaman zaman yanlarında yer alan açıklamalar yaparak suça iştirak etmekte, en hafif yorumla, yukarıda bildirdiğimiz “Kamu Görevlisinin Suçu Bildirmemesi” (TCK 279) ve “Suçluyu Kayırma” (TCK 283) suçunu işlemektedirler.
Öte yandan şüphelilerden T. Erdoğan, büyük bir emperyalist proje olan BOP’un Eşbaşkanı olduğunu defalarca tekrarlamaktadır. BOP ise, Emperyalistlerce yayınlanan haritalardan da görüleceği üzere yüzyıl önce Osmanlı’ya kabul ettirdikleri ancak Mustafa Kemal Önderliğinde verilen Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızla yırtılıp çöpe atılan Sevr’in ılımlandırılmış halidir. Bir başka anlatımla BOP projesinin uygulanması halinde ülkemizin de en az üç parçaya bölüneceği kaçınılmazdır.
Bağımsız, objektif ve hukukun üstünlüğüne uygun bir soruşturma yürütüldüğünde şüphelilerin yukarıda sadece bir kısmı belirtilen suçlarının yanında daha pek çok suçları da ortaya çıkacaktır. Bunların bir kısmının da akçalı suçlar olduğu kesindir. Şüphelilerin tamamı sahip oldukları dokunulmazlık zırhlarıyla işledikleri bu suçlardan yargılanmadıkları gibi, her geçen gün suç fiillerinin boyutunu artırmaktadırlar. İşledikleri bu suçlar aynı zamanda Anayasada düzenlenen VATANA İHANET SUÇU kapsamının içine girmektedir. Bu suçtan dolayı da dokunulmazlık zırhına sığınamazlar, sığınamamalıdırlar.
Sonuç olarak; ülkemizin bağımsızlığına, hukukun üstünlüğüne, komşu ülkelerle barış içinde bir arada yaşama gerekliliğine inanan savcı ve yargıçların hala bitmediğine inanmak istiyoruz. Bu nedenle suç duyurumuzu Türkiye ve Dünya Halklarına karşı bir sorumluluk olarak görüyor ve tarihe bir not düşmek için Sayın Makamınıza veriyoruz.
SONUÇ ve İSTEM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
Şüpheliler hakkında soruşturma başlatılarak görev yönünden bir kısım şüpheliler açısından dosyanın Yargıtay C. Başsavcılığı’na Yüce Divan’da dava açılması istemli olarak gönderilerek, diğer şüpheliler bakımında ise görevli Bölge Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açılarak anılan maddelerden yargılanmaları ve cezalandırılmaları için kamu davası açılmasını vekâleten dileriz. 27/07/2012
Suç Duyurusunda Bulunan
Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı
V e k i l l e r i
Av. Metin BAYYAR Av. Tacettin ÇOLAK Av. Doğan ERKAN