CIA’nın Papaları

CIA’nın Papaları

1970’li yıllardan itibaren, tıpkı siyasi iktidarların olduğu gibi Papaların da nasıl gelip nasıl gideceğine bizzat CIA karar vermektedir.

1978’de göreve başlayan Papa I. Ioannes Paulus, ancak 33 gün Papalık yapabildi. Esrarengiz bir biçimde öldü…

Yerine, Tarihte ilk kez olmak üzere Polonya’dan II. Ioannes Paulus ya da II. Jean Paul adıyla bir Katolik din adamı Papa seçildi.

Enteresansdır; 2005’e kadar da, yani 27 yıl süresince o makamda kaldı.

Biz, bu değiş tokuş olur olmaz, bunun bir CIA Operasyonu olduğunu, Polonya’daki karşıdevrimi kışkırtmak için bu kişinin Papalık makamına oturtulduğunu yazdık. O zamanki aylık yayın organımız Devrimci Derleniş Dergisi, bizim bu tespitimizi somut bir belge olarak taşır. Nitekim yine CIA tarafından yönlendirilen Lech Valesa liderliğindeki Dayanışma Sendikası da Papa’yla hemen işbirliğine girdi. Daha doğrusu, bunları buluşturan, ortak harekete yönlendiren, her ikisinin de yapımcısı olan CIA idi.

Türkiye’de o yıllarda izlediğimiz kadarıyla hiç kimse böyle bir tespit yapmadı. Biz, devrimci teorimizin ışığında somut olayları değerlendirdiğimiz zaman, işin arka planını netçe görebildik ve gösterebildik.

Aradan on yıllar geçti. Polonya’daki karşıdevrim, ne yazık ki gerçekleşti. Sosyalist Kamp çürüdü ve çöktü. Lenin’in uyarı ve önerilerine sırtlarını döndükleri için, o önerileri hafife aldıkları için…

Nihayet, CIA Şeflerinden Robert Gates, Papa’yla bu karşıdevrim sürecinde nasıl işbirliği içinde çalıştıklarını ve II. Jean Paul’ün belirlenmesinde ve seçilmesinde Amerikan Derin Devletinin ve CIA’nın ideologlarından Zibigniew Brzezinski etkili oldular.

Yani Polonya’dan bir Papa seçilirse, halkın dini eğilimlerini okşayacak, antikomünist karşıdevrimin güçlenmesine ve başarıya ulaşmasına yol açacaktır, der Brzezinski.

İşte CIA’nın itirafnamesi:

***

Papa CIA’nın gizli silahıydı

CIA eski Başkanı Robert Gates ABD ile Vatikan arasında soğuk savaş döneminde kurulan gizli ittifakı ilk kez resmi olarak açıkladı. Gates, “Komünizme karşı Papa İkinci Jean Paul ile birlikte savaştık” dedi

Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı CIA ile Vatikan arasında Soğuk Savaş döneminde yapılan işbirliği ilk kez belgelendi. CIA’nın eski başkanı Robert Gates, Polonyalı İkinci Jean Paul’ün 1978’de Papalık tahtına oturması sonrasında Vatikan’la işbirliği yapıldığını itiraf etti. İtalya’da piyasaya çıkan ‘Tarihi Değiştiren Adam’ adlı kitapta yer alan açıklamalarında Gates, “istihbarat bilgilerimizi Vatikan’la paylaşıyorduk. Komünizm ile mücadelede ortak cephede savaşıyorduk” dedi.

Buna göre, Amerikan istihbaratının sahip olduğu gizli belgeler CIA’nın eski başkan yardımcısı tarafından Papa’ya bizzat iletiliyordu. Ronald Reagan’ın ABD Başkanı olduğu 1980’li yıllarda, Papalık tahtına bir Polonyalı’nın oturmasının Komünist Doğu Bloku üzerinde yaratacağı olası etkiler ABD tarafından tahmin edilmişti. Jean Paul’ün Haziran 1979’da arasında Polonya’ya yaptığı ziyarette casus filmlerini aratmayan sahneler yaşandı.

Tarihin en gizli ittifakı

Komünist Polonya hükümeti Papa’nın ziyaret programını halkın öğrenememesi için elinden geleni yapmıştı. Bu sayede Papa’nın konuşmasına katılımı düşük tutmak istiyordu. Ancak CIA ajanları bunun önüne geçmek için valiz büyüklüğündeki bir korsan yayın cihazını ülkeye soktu. Polonya televizyonu devre dışı bırakılarak Papa’nın güzergâhının ve seyahat detaylarının anlatıldığı bir yayın yapıldı. Doğu Avrupa ve SSCB’de Vatikan’ın etkisini artırarak komünizme karşı mücadelede Papa’ya tam destek veren ABD’nin kurduğu bu ittifak, Reagan yönetimine göre, “tarihin en büyük gizli ittifakıydı”.

Vatan, 24 Mart

*

Hatırlarsanız eğer, Papa 6.Paulus 1978’de öldü. Yerine, 26 Ağustos 1978’de teamüle uygun olarak yine bir İtalyan, 1.Johannus Paulus adını alacak olan Kardinal Albino Luciani seçildi.

Yeni papa, “güler yüzü, yumuşak karakteri ve (duvarcı ustası sosyalist bir babanın ve düşkünler yurdunda görevli bir annenin çocuğu olarak) ‘işçi sınıfına karşı şefkati ve ilgisi” ile tanınıyordu. (Yani komünizme savaş açmaya eğilimli biri değildi!)

Ancak yeni papa… Sadece 33 gün hüküm sürebildi.

28 Ekim sabahı, yardımcıları onu, yatağında ölü buldular.

Ölümünü internet ansiklopedisi Wikipedia’dan okuyalım:

Enigmatik ölüm

Bir enfarktüs’ten, daha doğrusu, muhtemelen bir üremi krizi neticesinde 28 Eylül 1978’de öldü. (Üremi = Ürenin idrarla çıkamayıp kanda birikmesi sonucu ortaya çıkan hastalık. TDK)

Yeni Papa’nın uzun süredir üremi tedavisi gördüğü, ancak Konklav’a katılmak üzere Venedik’ten ayrıldığından beri ilaçlarını alamadığı ve uykusunda üremi krizinden öldüğü, zaten sağlığının yerinde olmadığı anlatıldıktan sonra, şöyle devam ediyor madde:

Ancak, ölüm haberiyle birlikte söylentiler yayılmaya başladı. Mesela polemik kitabı ‘Tanrı Adına’da David Yallop, Papa’nın Kardinal Villot ve Monsenyör Paul Marcinkus tarafından zehirlendiğini iddia etti. Ölen Papa’nın evrakı arasında, Kardinal Villot’nun, yeni Papa’nın imzasını bekleyen azil kararı bulundu. Benzer bir iddia Baba 2 filminde de tekrarlandı.

Bu arada, Jean-Paul I’e otopsi de yapılmadı.

(Wikipedia, Jean-Paul 1 maddesinden)

*

Dikkat ettiyseniz, Vatan’ın yukarıdaki haberinde de bazı kelimelerin altını çizdim.

Soğuk Savaş günlerinde CIA başkanlığı yapmış bir süper-casusun her kelimesini seçip, tartıp kullanacağından şüphe yok.

Yukarıdaki haberde yer alan (orijinalini bulamadım maalesef) altını çizdiğim kelimelerin de ‘tesadüf’ olmadığı muhakkak.

“CIA’nın eski başkanı Robert Gates, Polonyalı İkinci Jean Paul’ün 1978’de Papalık tahtına oturması sonrasında Vatikan’la işbirliği yapıldığını itiraf etti.”

Yani Gates, CIA’nın Polonyalı Kardinal Karol Jozef Wojtyla ile Papa seçilmeden önce işbirliği YAPMADIĞINI söylemek istiyor, üstü kapalı bir şekilde.

“Papalık tahtına bir Polonyalı’nın oturmasının Komünist Doğu Bloku üzerinde yaratacağı olası etkiler ABD tarafından tahmin edilmişti” derken de, Gates pek masum değil: Gates, komünizme darbe indirmek için Polonyalı bir kardinalin Papa seçilmesinde CIA’NIN ROLÜ OLMADIĞI imasında bulunuyor.

Halbuki Wikipedia’nın hatırlattığı gibi, 1.Johannes Paulus’un ölümü şüphelidir. Niye otopsi yapılmadığının cevabı hâlâ yoktur. Asırlardır Papalar İtalyan kardinaller arasından seçilirken, neden bir Polonyalı’nın tercih edildiğini kimse bilmemektedir.

Komplo teorilerinden hazzetmesek (!) de, Kardinal Wojtyla’nın uzun süredir CIA ile işbirliği içinde olduğu, Amerikan derin devletinin komünizmin yumuşak karnı Polonya’yı “destabilize” etmek için eylemli papaya ‘uykusunda kalp krizi geçirterek’ yerine kendi adamını getirttiği… iddiaları çok cazip.

Amerikalılar bu ‘komplo’nun şimdilik ilk yarısını itiraf ettiler.

Bakalım gerisi ne zaman gelecek! (http://www.hurriyet.com.tr/papa-cia-nin-adami-miydi-4161682)

***

Gördüğümüz gibi, arkadaşlar, anlatım net…

Alçaklar komünizme karşı mücadele edebilmek için, dinden, Papalardan bile yardım alyırolar, onlarla hainane işbirliklerine giriyorlar.

Hep söyleriz ya, bu ABD Haydut Devleti, Che’nin deyişiyle “İnsan soyunun başdüşmanıdır.” Yapmayacağı alçaklık, namussuzluk, yapmayacağı katliam, cinayet yoktur.

İnsani hiçbir yön taşımaz, bu haydut devletin tepesinde bulunan alçaklar.

Bugüne gelirsek; Kaçak Saraylı Hafız’ın geçenlerde ziyaret ettiği Papa I. Francesco da bir CIA operasyonuyla Vatikan’a getirilmiş ve Papalık makamına oturtulmuştur.

Neden mi?

Şundan:

O tarihe kadar Latin Amerika’dan hiçbir Papa seçilmemiştir.

Peki, şimdi niye seçilmektedir?

Venezüela’da Hugo Chavez Yoldaş’ın başlattığı ve Nicolas Maduro Yoldaş’ın kararlılıkla ve cesaretle devam ettirdiği Bolivarcı Devrim’in önünü kesmek için. Aynı zamanda da Evo Morales Yoldaş’ın Bolivya’da aynı çizgide sürdürmekte olduğu devrimci hareketin önünü kesmek için.

Dikkat edersek; bu Papa söylemde yoksul kitlelerden yanaymış gibi görünür. Fakat azılı bir antikomünisttir. Yani vermek istediği mesaj; “Ya komünizme filan hiç gerek yok. Bakın İsa da zaten yoksullardan yana. Bu sebeple İncil’e sarılın, yeter. Kurtuluşun yolunu bulursunuz.”dur.

Tabiî aynı zamanda da Che’nin ve Fidel’in Küba Devrimi’ni baltalamak için seçilmiştir bu düzenbaz.

Dolayısıyla da Latin Amerika’daki ilerici, antiemperyalist, Bolivarcı ve sosyalist devrimlerin önünü kesmekle görevlendirilmiştir.

Fakat bir görev daha yapmaktadır bu alçak:

Bu konuda herhangi bir araştırması olmamasına rağmen Türkiye’yi ve Türkleri; Ermeni Soykırımı yapmakla suçlamaktadır. Görelim İblisçe sözlerini:

***

Katoliklerin ruhani lideri Papa Francesco, 1915 olaylarının 100. yıldönümü sebebiyle Vatikan’da düzenlediği ayinde, “20. yüzyılın ilk soykırımının Ermenilere yapıldığını” söyledi.

Papa, San Pietro Bazilikası’nda yapılan “Ermeni şehitliğinin 100. yılı için kutsal ayin” adlı törenin açılışında Ermeni cemaatine seslendi.

Papa “Son yüzyılda insanlık 3 büyük trajedi yaşamıştır. Bunların ilki, genel olarak 20. yüzyılın ilk soykırımı olarak görülen ve siz Ermeni halkına karşı yapılmış olandır. Piskoposlar, rahipler, dindarlar, kadınlar, erkekler, yaşlılar ve hatta savunmasız çocuklar ve hastalar bile öldürülmüştür” dedi.

Papa, “Bugün, acıdan parçalanmış ama umut dolu kalplerle, atalarınızın zulme maruz kaldığı bu trajik olayın, bu toplu ve delice kıyımın yüzüncü yıldönümünü anıyoruz” diye devam etti.

“Hatırlamak gereklidir, hatta zorunludur” diyen Papa Francesco, “çünkü kötülüğü saklamak ya da inkar etmek, bir yarayı tedavi etmeden kanamaya bırakmaya benzer” ifadelerini kullandı.

Papa, diğer büyük trajediler arasında ise Nazizm ve Stalinizm dönemlerinde işlenen suçları ve Ruanda, Kamboçya, Burundi ve Bosna’da yaşananları da saydı.

Papa Francesco, insanlığın geçmişteki hatalardan ders almadığını ve “masumların kanını dökmeyi bırakmayı başaramadığını” da söyledi ve günümüzde dünyanın “parça parça halde 3. dünya savaşını” yaşadığı yorumunu yaptı.

Papa, “Bugün de genel ve kolektif kayıtsızlıktan kaynaklanan bir tür soykırım yaşıyoruz” diyerek, insanların hala inançları ya da etnik kökenleri yüzünden “acımasızca öldürüldüğünü, kafalarının kesildiğini, çarmıha gerildikleri ve canlı canlı yakıldıklarını ya da evlerini terk etmek zorunda bırakıldıklarını” vurguladı.

Ermeni liderler de ayindeydi

Ayine, Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, Ermeni Apostolik Kilisesi Katolikosu 2. Karekin, Kilikya Katolikosu 1. Aram ve Dünya Ermeni Katolikleri Patriği 19. Nerses Bedros’un da aralarında bulunduğu üst düzey temsilciler ve Ermeni cemaati katıldı.

  1. Karekin de ayinin ardından bir konuşma yaparak, “Ermeni soykırımının evrensel olarak tanınması ve kınanmasının, daha güvenli ve adil bir dünya yaratılmasına katkıda bulunacağına inanıyoruz. Bu yüzden Ermeni soykırımının 100. yıldönümünde dünyayı, insanların acılarına ve günümüzdeki şehitlere karşı kayıtsız kalmamaya, insanlığa karşı suçları önlemek için daha fazla çaba sarf etmeye çağırıyoruz” dedi.

Vatikan: Sürpriz olmadı1915’in 100. yıldönümünde birçok ülkede organize edilen anma törenleri hem Ermenistan hem de Türkiye tarafından yakından takip ediliyor. Türkiye tarafı, Papa’nın bugünkü ayinde “soykırım” sözcüğünü kullanmaması için diplomatik yollardan çaba gösteriyordu.

Vatikan basın sözcüsü yardımcısı Peder Ciro Benedettini, Türk tarafının taleplerine rağmen Papa’nın “soykırım” sözcüğünü kullanmasının sürpriz olup olmadığı şeklindeki sorumuza cevap verirken, Papa’nın konuşma metninin önceden hazırlanmış olduğunu vurguladı.

Eski Papa 2. Jean Paul de, Eylül 2001’de Ermeni Apostolik Kilisesi Katolikosu 2. Karekin ile birlikte imzaladığı ortak deklarasyonda, “20. yüzyılda, büyük şiddet olayları iz bırakmıştır. Yüzyılın başındaki Ermeni soykırımı, ardından gelen dehşet verici olaylara öncülük etmiştir” demişti.

Papa Francesco da, Buenos Aires Başpiskoposu olarak görev yaptığı dönemde, 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelemişti. Papalık görevine gelmesinin ardından da Haziran 2013’te Vatikan’da Ermeni cemaati temsilcilerini kabulü sırasında yaptığı bir konuşmada, “20. yüzyılın ilk soykırımı, Ermenilere yapılmış olandır” demişti. (http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/04/150412_papa_ermeni)

***

Gördüğümüz gibi, alçak sözde din adamı, devşiricisi ve kullanıcısı ABD’nin, CIA’nın buyruklarını sadakatle yerine getiriyor.

Namussuz adam ADB Haydut Devleti’nin soykırıma uğrattığı on milyonlarca Amerikan Yerlisinden hiç söz etmiyor.

ABD Haydudunun 1945’te Hiroşima ve Nagazaki’de kullandığı atom bombalarıyla yarım milyon insanı katlettiğinden söz etmiyor.

ABD ve AB Haydutlarının 1990’dan bu yana Ortadoğu’yu ölüm tarlalarına çevirerek on milyon masum Müslümanın hayatını yok ettiklerinden hiç söz etmiyor.

CIA’nın misyonerleri bunlar… Din adamı maskesi altında…

CIA Papaları kullanır. Siyasileri kullanır. Sözde yazarçizerleri kullanır. Böylece emperyalistler planlarını dünya çapında hayata geçirmeye çalışır.

Bugün hâlâ pek çok masum gencin elinde gördüğümüz, George Orwell’ın “Hayvan Çiftliği” ve “1984” adlı romanları da tamamıyla bu kapsam içine girer.

Görelim:

***

Müfredatı tartışıyoruz…

Son yıllarda dikkatimi bir İngiliz yazarın iki eseri çekiyor.

Yazar dünyaca ünlü George Orwell (1903-1950).

Kitapları “Hayvan Çiftliği” ve “1984”…

Lise öğrencilerinin elinde bu iki romanı görüyorum.

– “Mezun olmadan önce mutlaka okunması gereken kitaplar” deniyor!

Sadece okullar değil…

Medyada istisnasız “tavsiye edilen kitaplar” listesine bakın bu iki kitabı mutlaka görürsünüz.

– “Aklınızı başınızdan alacak 20 kitap…”

– “Hayatınızı değiştirecek 10 kitap…”

Neler neler…

Nedir bu kitapları bu kadar özel kılan?

Oysa Orwell, “Hayvan Çiftliği” kitabını bastırmak için çok mücadele verdi. Üstelik hastaydı; kanlı öksürük nöbetleri geçiriyordu.

Yayınevleri tarafından reddedilmek moralini bozuyordu; çünkü “isimsiz” bir yazar değildi, ünlüydü. O halde…

Yayınevleri “Hayvan Çiftliği” romanına neden tepkiliydi?

Orwell sosyalist idi. Öyle ki, faşist Franco’ya karşı savaşmak için İspanya İç Savaşı’na katıldı. (Yolculuk parası için ailesinin gümüşlerini sattı!)

Franco’ya karşı savaşan Cumhuriyetçiler (Stalinciler, Troçkistler, anarşistler vd) bölünmüştü. Orwell, Troçki yanlısı POUM (Birleşik Marksist İşçi Partisi) örgütüne katıldı. 20 Mayıs 1937’de boynundan vuruldu. İyileşti. Bu kez Stalin yanlısı İspanya Komünist Partisi’nin geniş tutuklama operasyonunda yakalandı sınır dışı edildi.

Ardından…

  1. Dünya Savaşı başladı. Orwell, Nazilere karşı savaşmak için can atıyordu. İngiliz İç Güvenlik Kuvvetleri’ne katıldı. Aynı zamanda -Stalin nefretiyle- “Hayvan Çiftliği” romanını yazmaya başladı…

“SAĞCI YAZARLARLA OLMAZ”

“Hayvan Çiftliği”…

Her ne kadar İngiltere’de geçiyor gibi anlatılsa da gerçek mekan Sovyetler Birliği idi.

Kitap, Bolşevik Devrimi ve sonrasını hayvanlar üzerinden anlatıyordu. Örneğin…

Koca Reis (domuz): Hayvanlara mutluluk ve barış dolu dünya vaat eden, sömürgeci insanların çiftlikten kovulmasını isteyen Marks veya Lenin idi.

Snowball (domuz): Hayvanlara okumayı öğreten, aç insanlar için değirmen yapılması taraftarı Troçki idi.

Napolyon (domuz): Köpekleri eğitip polis gücü haline getirip, Snowball’u çiftlikten kovarak, insandan daha otoriter yönetim kuran Stalin idi.

Kitapta “Hayvanizm” olarak anılan “Marksizm- Leninizm” idi!

Peki… Orwell’in romanı yayınevleri tarafından neden reddedildi?

  1. Dünya Savaşı’ndan “kahraman lider” olarak Stalin çıktı! “Hitler’i/Nazileri yenen lider” olarak popülerliği zirvedeydi.

Yayınevleri, okuyucu tepkisinden çekiniyordu.

Stalin rüzgarından çekinen birileri daha vardı: Amerikan İstihbarat Servisi!

Dünyada anti-faşizm dalgası büyüyordu. Bunun lideri tartışmasız Stalin idi. Ve solcu aydınlar eserleriyle dünyayı etkiliyordu.

CIA, ideolojik ve kültürel olarak karşı konulmazsa Sovyetler Birliği’nin dünyaya hakim olup komünizmi gerçekleştireceğini rapor ediyordu. Ne yapılmalıydı?

Geçmişte sol’a karşı kullanılan sağcı yazarlarla başarı sağlayamayacaklarını anladılar. Stalin karşıtı -CIA tabiriyle- “demokratik solculara” el attılar:

Arthur Koestler gibi…

Andre Malraux gibi…

Bertrand Russel gibi…

Ve George Orwell gibi…

Evet… II. Dünya Savaşı bitmişti. Ama. Soğuk Savaş başlamıştı. Bunun en çetin alanlarından biri, -bombanın tüfeğin patlamadığı- kültürel cepheydi!

Peki…

Basacak yayınevi bulunamayan “Hayvan Çiftliği” ne oldu da “büyük edebiyat şaheseri” oluverdi?

AKP’NİN GÜCÜ YETMİYOR

Adı, Fredric John Warburg (1898-1981)…

Kitap yayıncılığına Sallybrass’ta 1922’de başladı. 1931’de ortaklarıyla “Secker& Warburg” yayıncılık firmasını kurdu.

Batmak üzereydi; George Orwell’in “Hayvan Çiftliği” romanı hayatını değiştirdi.

Roman, 17 Ağustos 1945 tarihinde Warburg tarafından basılsa da asıl ününe 1950’lerde kavuştu. Çünkü…

Warburg, “Batı kültürünü teşvik etmek ve Doğu’nun komünist kültürü karşısında savunmak için” CIA tarafından kurulan Kültürel Özgürlükler Topluluğu (SCF) komitesinin üyesi oldu. Yayınevini “demokratik solculara” kapısını ardına kadar açtı. Keza…

Parasını CIA’nın verdiği “Encounter” adlı kültür dergisini İngiltere’de çıkardı. (CIA; Almanya’da “Monat”, Fransa’da “Preuves” İtalya’da “Tempo”, Avusturya’da “Forum”, Türkiye’de “Forum” vb. kültürel yayın organlarına -vakıflar aracılığıyla- finans desteği verdi. )

CIA bu programı gizlilik içinde yürüttü. Kültürel Özgürlük Kongresi’nin 35 ülkede bürosu vardı. (Türkiye’de kimlerdi acaba?)

Orwell’ın eserleri artık “CIA şemsiyesi” altındaydı. “Hayvan Çiftliği” ardından Sovyetler Birliği’ne ağır eleştiriler getiren “1984” adlı romanı yazdı. Romanlarına övgüde sınır tanınmadı! Kitapları film oldu…

Aynı yıllar…

ABD, “yardım” kisvesi altında Türkiye’nin iktisadi ve kültürel yapısını kökten değiştirdi.

Sadece margarin gelmedi.

Sadece naylon çorap gelmedi…

“Hayvan Çiftliği” Türkiye’de 1954 yılında o zamanki adı Maarif Vekâleti tarafından Halide Edip Adıvar’ın çevirisiyle bastırıldı.

Bugün…

Halen çocukların elinde -pek de ebedi değeri olmayan- “Hayvan Çiftliği” ve “1984” kitapları düşmüyor!

Oysa…

Frances Stonor Saunders’ın “Kültürel Soğuk Savaş” adlı araştırması okutulmalıdır! (Soner Yalçın, https://odatv.com/ciaya-gucu-yetmeyenler-mufredattan-ataturku-cikariyor-2209171200.html)

***

Öğrencilik yıllarımızı anımsadık. Rahmetli Hocamız Prof. Nermi Uygur, Karl Raymond Popper’ın “Açık Toplum ve Düşmanları” adlı iki ciltlik kitabından söz etti ve okumamızı önerdi.

Beyazıt’taki Sahaflar Çarşısı’na gidip hemen aldık. Ders kitabı ebadında, kalın, iki cilt kitap… fakat fiyatları oldukça ucuz. Hatırladığıma göre ikisine 15 lira gibi bir para vermiştik.

Alıp okumaya başladık. Bir de ne görelim?..

Adam antikomünizmi meslek edinmiş sanki. “Açık Toplum” dediği, CIA’nın dünyayı bin ülkeli parçalara ayırma planının farklı düzlemde bir anlatımıydı.

Tabiî Hocamıza gelip söyleme gereği duymadık, bizden neden böyle bir kitap okumamızı istediğini. Ama mal ortadaydı, işlevi ise Sovyetler Birliği ve Sosyalist Kamp’ı ortadan kaldırmayı amaçlayan bir hedef güdüyordu.

Biz o zamandan anlamıştık, bunun da siyasal bilimadamı kisvesi altında CIA misyonerliği ettiğini. Kitabın fiyatının ucuzluğu ise, besbelli ki fonlanmış olmasından kaynaklanıyordu.

Yine aradan on yıllar geçti, bu şahsın ve kitabının da CIA’nın dolar milyarderlerinden olan George Soros’la sıkı işbirliği halinde çalışmış olduğunu öğrenmiş olduk. Demek ki bu alçakların hiçbiri vakıf hayrına çalışmıyor. Hepsi ihanetlerinin ve insanlık düşmanlıklarının karşılığı olarak küplerini doldurmaya çabalıyor. Görelim:

***

George Soros’un Açık Darbe Vakfı -3-

George Soros’un vakıfları ve mali hokkabazlıkları; SSCB ve Doğu Bloku’nda sosyalizmden geriye kalanın da çöküşünden kısmen sorumlu. Yani aslında Soros, politik komplolarda spekülatörlükten daha başarılı. İşte bu başarı öyküsünden kısa kesitler…

Hür Avrupa saldırısı 1994’te, felsefi ustası Karl Popper ile bir görüşmesinin ardından, şirketlerine Orta ve Doğu Avrupa iletişim sektörüne yatırım yapılması emrini verdi. Çek Cumhuriyeti’nin Federal Radyo Televizyon İdaresi’ni ele geçirdi, Radyo Hür Avrupa’nın (RFE) arşivlerini fonladı. Bu arşivleri Prag’a taşıdı ve bakımları için 15 milyon dolar harcadı. CIA’nın yarattığı RFE/Radyo Hürriyet’i bugün bir Soros vakfı ile ABD yönetimi el ele yönetiyor. Radyo; Kafkasya ve Asya’ya dek uzandı. Yugoslavya’nın yok edilmesinden bu yana Balkanlar’da faal olan Uluslararası Kriz Grubu’nu (ICG) o yarattı. CIA’nın örtülü bir kolu olan Barış Enstitüsü ile açıktan işbirliği yapıyor. Bir sonraki adımı Polonya’ydı. CIA tarafından yönetilen Dayanışma sendikasına yardımcı oldu. Aynı yıl Çin ve SSCB’ye daldı. CIA’nın bütün bu ülkelerde operasyonlar yürütüyor olması, tesadüf değildi. CIA’nın da, Açık Toplum Vakfı’nın da tek hedefi, sosyalizmden geriye kalanları da tamamen yok etmekti. CIA, Ulusal Demokrasi Vakfı, AFL-CIO sendikası, USAID ve benzeri Amerikan resmi kurumları, bu ülkelerde antikomünistleri destekledi ve örgütledi. Aynı adamlar, Soros ile de bağlantılıydı. Açık Toplum Vakfı; antikomünist Çekler, Sırplar, Romenler, Macarlar, Hırvatlar, Boşnaklar, Kosovalılarla konferanslar düzenledi. Giderek artan etkisi nedeniyle, Amerikan istihbaratının adamı olduğuna dair söylentiler almış yürümüştü. 1987’de Çin hükümeti, Soros’un kurduğu Çin’de Reform ve Açılma Vakfı’nın CIA bağlantılı olduğu hükmüne vardı.

Ücretsiz ders kitapları 1990’dan itibaren, Rus eğitim sistemini hedef aldı. Bütün Rusya’ya ücretsiz ders kitapları dağıttı ve bütün bir nesli, “Açık Toplum” propagandasına boğdu. Daha sonra Soros’a bağlı vakıflar; Rus mali sistemini, yabancı yatırımlar sürecini özelleştirme programlarını ele geçirmeye çalışmakla suçlandı. Soros’un yasama organlarının işine burnunu sokması, sert tepki topladı. Ruslar da, onun CIA bağlantılarından şüphelenmeye başladılar. ABD’deki egemen çevrelerin “potansiyel rakip” olmasından korktukları Rusya’yı denetim altına almanın en iyi yolu; Rus medyasını, eğitim sistemini, araştırma merkezlerini ve bilimini kontrol etmekti elbette. Soros, önce, “lise ve üniversite düzeyinde sosyal bilimler ve ekonomi eğitiminin dönüştürülmesi” amacıyla 250 milyon dolar harcadı. Ardından 100 milyon dolar daha paraya kıyıp, Uluslararası Bilim Vakfı’nı kurdu.

50 bin bilim adamına para Bu arada Rus istihbaratı FSK, Soros vakıflarını “espiyonaj” ile suçlamaya başlamıştı. FSK; Soros’un bağlantılarını gözler önüne serdi. Soros’un; aralarında Ford ve Heritage vakıfları, Harvard, Duke ve Columbia üniversiteleri, Pentagon ve ABD istihbarat kuruluşlarının da bulunduğu karmaşık bir ağdan finansman aldğını bildiriyorlardı. FSK raporlarında; Soros’un tam 50 bin Rus bilim adamına para dağıttığı ve böylelikle binlerce bilimsel buluşun denetimini, devlet ve ticaret sırlarını ele geçirdiği vurgulanmaktaydı. 1995’te, ABD Dışişleri’nde çalışan Fred Cuny, Çeçenya’ya gitti. Seyahatin amacı sözde “insani yardım”dı; ama bu adam, daha önce ABD’nin karıştırdığı pek çok “çatışma bölgesi”nde bulunmuştu. Cuny, Çeçenya’da kayboldu ve kendisinden bir daha haber alınamadı. Fred Cuny, aynı zamanda bir Soros vakfı adına çalışmaktaydı. Ruslar onu CIA ajanı olmak ve Çeçenleri isyana teşvik etmeye çalışmakla suçladı. Açık Toplum Vakfı gibi birçok Soros finansmanlı örgüt, Çeçenya’da faaliyete devam ediyor.

Açıksözlü bir Sorosçu Soros’un bütün bu faaliyetleri, 1983’te geliştirilen ve Ulusal Demokrasi Vakfı kurucusu Allen Weinstein tarafından ifade edilen mimariye tıpatıp uyuyor. Weinstein, “Bugün yaptığımız şeylerin pek çoğunu, 25 yıl önce CIA gizli yapıyordu” demekteydi. Batı ülkelerinde pek çok “solcu aydın” maaşını “açık fikirli” Soros’tan alıyor olabilir, ama bunlar, Doğu Avrupa’daki “Sorosçular”ın sicilini görmezden gelmeyi tercih ediyorlar. Örneğin; Hırvatistan’da bir ATE mensubu olan Bogdan Denitç, Hırvatistan’daki Sırpların etnik temizlikten geçirilmesini savunuyordu. NATO’nun Bosna ve Yugoslavya’yı bombalamasını da destekledi. Bir yandan da, ABD’deki liberal/sol bir grup olan Amerika Demokratik Sosyalistleri’nin kurucularından, Sosyalist Akademisyenler Konferansı’nın yöneticilerindendi. Bu konumunu kullanarak, ABD’deki sol çevrelerin NATO işgal operasyonlarına olumlu bakmalarını sağladı.

Beyaz Rusya ‘yemedi’ Soros ile bağlantılı bir başka isim, Michael Kozak. Bu kişi; Nikaragua, Panama ve Haiti’de Amerikancı iktidarları işbaşına getirmek, Küba’daki hükümeti devirmek gibi alanlarda çalıştı. Nikaragua’daki faaliyetlerin ardından, ABD’nin Beyaz Rusya Büyükelçisi oldu. Soros’un desteklediği “İnternet Erişim ve Eğitim Programı”nda (IATP) çalıştı. Bu programın amacı, “Beyaz Rusya için geleceğin liderlerini yetiştirmek” idi. IATP; Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan’da da yürütülmekteydi ve ABD Dışişleri’nin açık desteğiyle faaliyet gösteriyordu. Neyse ki Beyaz Rusya hükümeti; Kozak’ı sınır dışı etti ve Soros vakfının faaliyetlerini yasakladı. Çünkü bu ekibin; Beyaz Rusya muhalefetine on milyonlarca dolar akıttığı ortaya çıkarılmıştı. Kozak; muhalifleri bir çatı altında birleştiriyor, gazeteler ve internet siteleri kuruyor, kamuoyu anketlerini yönetiyor, Yugoslavya’daki Otpor’a benzer bir öğrenci hareketine danışmanlık yapıyordu. Otpor liderleri bizzat Beyaz Rusya’ya getirildi ve muhalefete eğitim verdiler. Otpor, Yugoslav darbesi sırasında Soros’tan da mali destek almıştı. Bu arada, Slobodan Miloseviç’in yargılandığı Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nde bir dönem başyargıçlık yapan Louise Arbour’un, halen Soros’a bağlı Uluslararası Kriz Grubu’nun (ICG) yönetim kurulunda olduğunu hatırlatalım. Açık Toplum ekibinin bölgedeki yeni hedefinin, Makedonya’nın parçalanması olduğu tahmin ediliyor. Ancak 11 Eylül saldırısının ardından, bu hedef geri plana düştü. Savaş suçluları… Yeri gelmişken, ICG’den bahsedelim. 1986’da kurulan bu örgütün başında, çok etkili şahsiyetler bulunuyor: Zbigniew Brzezinski, ABD eski dışişleri bakan yardımcısı, bir zamanlar Amerika’nın Ankara Büyükelçisi Morton Abromowitz, bugünkü ABD başkan adaylarından, emekli NATO Avrupa Kuvvetler Komutanı Wesley Clark ve eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Richard Allen. Soros, “ticaret” yaptığı ülkelerde “hayır işi” yapmadığını, yani iki işi birbirine karıştırmadığını öne sürer. Ama “hayır” bağlantılarını paraya çevirmekte usta olduğunu pek çok kez göstermiştir. Bundan üç yıl önce, ICC’nin bir “araştırması”nı kullandı, BM Kosova Yönetimi şefi Bernard Kouchner’den destek aldı ve Balkanlar’daki en kârlı madencilik tesisini ele geçirmeye girişti. Kouchner, Eylül 2000’de, Kosova’daki Trepca madenlerinin sebep olduğu kirliliğin, çevredeki kurşun düzeyini artırmakta olduğunu öne sürdü. Aynı adam, 1999’da NATO Yugoslavya’ya seyreltilmiş uranyum yağdırırken sevinçle alkışlamaktaydı! Sonunda Kouchner’in istediği oldu ve Trepca madenleri, kapatıldı. Ardından Soros; altın, gümüş, kurşun, çinko ve kadmiyum yataklarının denetimini ele geçirmek için 150 milyon dolar yatırım yaptı. Demokratik Soros! Bu başdöndüren ilişkiler ağının ardından, “açık toplum” zırvalarının ne anlama geldiğini en iyi yine Soros’un kendisi ifade ediyor. Hatırlanacaktır, Türkiye için “Sizin en iyi ihraç malınız ordunuzdur” demişti. ABD’ye kafa tutan Brezilya için de şu sözleri sarfetmişti: “Eski Roma’da, sadece Roma vatandaşları oy kullanırdı. Küresel kapitalizmde de, sadece Amerikalılar oy kullanır. Brezilyalılar değil!”

ATE’NİN YÖNETİCİLERİ Açık Toplum Enstitüsü (ATE) adını alan kurumun yöneticilerine baktığımızda, ilginç isimlerle karşılaşıyoruz. İletişim Direktörü Paul Goble, RFE’de siyasi yorumcuydu. Herbert Okun; Henry Kissinger’a istihbarat danışmanlığı yapıyordu. Kati Marton, ABD’nin eski Yugoslavya özel temsilcisi Richard Holbrooke’un eşi. Marton aynı zamanda, Soros’un fonladığı B-92 radyo istasyonu lehinde lobi yapmıştı. Venezüella darbesinde de adı geçen Ulusal Demokrasi Vakfı’nın bir projesi olan bu radyo, Yugoslavya darbesinde önemli rol oynadı. Açık Toplum Enstitüsü kurulduğunda, başına liberal ideolog Aryeh Neier getirilmişti. Neier, antikomünist eğilimli insan hakları kuruluşu Helsinki Watch’ın başındaydı. 1993’te Vakfı, adını Açık Toplum Enstitüsü yaptı. Helsinki Watch ise, artık İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) olmuştu. Soros, HRW’nin danışma kurulunda. Aynı zamanda HRW Amerika ve Doğu Avrupa-Orta Asya Komiteleri üyesi. Açık Toplum Enstitüsü de, HRW’ye mali destekte bulunan kurumlardan biri.

BUSH’U KURTARMIŞTI ABD Başkanı Bush’un yönettiği bir petrol araştırma şirketi batmak üzereyken, Bush’u kurtaran, bugün amansız bir Bush düşmanı kesilen Soros oldu. Harken Enerji’nin sahibi olan Soros, şirketin çöküşünden hemen önce, hızla düşmekte olan hisseleri piyasadan topladı. Bush, bu işten 1 milyon dolar kazandı. Soros’a, neden böyle aptalca bir iş yaptığını sorduklarında yanıtı, “Ben siyasi nüfuz satın aldım” oluyordu. George Soros, kötü ünlü Carlyle Grubu’nun da bir ortağı. 1987’de, dünyanın en büyük özel şirket hissesi firması olarak kurulan Carlyle’ın yönetimi altında 12 milyar dolardan fazla para bulunuyor. Şirket yöneticileri arasında CIA şeflerinden Frank Callucci ve Baba George Bush’a kadar pek çok “tanıdık” isim bulmak mümkün. Carlyle, gelirinin büyük bir bölümünü silah satışından elde ediyor. (https://www.evrensel.net/haber/147173/cia-dan-etkili)

***

ABD Haydudu ve onun casus örgütü CIA işte böyle çalışır. Hayatın her alanına el atar. Her şeyi ve herkesi emri altına almak, yönlendirmek, kullanmak ister, kendi emperyalist çıkarları için.

Daha önce de söz etmiştik; CIA, Sovyetler ve Sosyalist Kamp’ın varlığında başta Encounter gelmek üzere 20 adet sol içerikli dergi çıkarıyor. Böylece de sırf sağ siyaseti, sağ kültürü yönlendirmekle kalmıyor. Kendilerini sol, sosyalist ya da devrimci olarak adlandıran hareketleri ve kişileri de yörüngesine çekmek, kullanmak istiyor.

Hatırlayacaktır, izleyen arkadaşlarımız:

ABD Dışişleri yetkilileri, yani CIA, bizdeki Sevrci Soytarı Sahte Sol’u 2007’de “Demokrasi Güçleri” ve “Umut Kaynağı” olarak ilan etmişti.

O günden bugüne bunların yapıp ettiklerini izleyince de gerçekten bunların Gerçek Sol’a değil, İşçi Sınıfımızdan ve ezilen yoksul kitlelerden yana değil, ABD Haydudundan yana oldukları ayan beyan ortaya çıkmış olmaktadır artık.

Çağrışımlarla bütün bunları yazmış olduk.

Konunun esası neydi?

Kaçak Saraylı Tayyip’in Türkiye ve Türk düşmanı, ABD ajanı Papa’yı makamında ziyaret etmesi…

Tayyip, bu ziyaretinde Papa’nın bu tutumundan dolayı hiçbir rahatsızlık belirtmedi, gördüğümüz gibi. Tersine, memnundu gezisinden ve Papa’yla muhabbetinden. Çünkü Papa gibi onun da devşiricisi ve iktidarın tepesine sivriltilip oturtuluşu, ABD Emperyalist Haydudu ve onun casus örgütü eliyle olmuştur.

Yani bunlar “Turhallı bir hallidir.”

Bunlardan vatanımıza, milletimize, halkımıza zerre miktarda da olsa fayda gelmez. Sadece zarar gelir, kötülük gelir.

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

8 Şubat 2018

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı