Hukuk, kanun koruyucu Yargıtay, hukuku, yargı kararlarını tanımıyor…

Hukuk, kanun koruyucu Yargıtay, hukuku, yargı kararlarını tanımıyor

Halkın Kurtuluş Partisi mücadeleye devam ediyor:

Partimiz hukukçuları Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Siyasi Partiler Sicil Bürosu Savcısı Haluk Beşer ve Siyasi Partiler Bürosu Müdürü Fahrinaz Ünlü hakkında suç duyurusunda bulundu

Partimiz yasada aranan şartları gerçekleştirerek örgütlenmesini tamamlamış, biri yerel ikisi genel olmak üzere tüm Türkiye’de seçimlere katılmıştır.

Tüm bu süreç binbir hukuk mücadelesi ile geçmiştir, geçmeye de ne yazık ki devam etmektedir.

Bu zorluklardan biri de; 2010 yılında örgütlenmemiz devam ederken kurucuların örgütlenilen şehir ve ilçelerde ikamet etme şartı yasada olmamasına rağmen, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Siyasi Partiler Bürosunun teşkilat kuruluşlarımızı kabul etmemesi olmuştu. Buna karşı Ankara 7. İdare Mahkemesine 2011/168 Esas sayı numarası ile Partimiz hukukçuları tarafından dava açılmış, bu dava yasada olmayan şartın tarafımızdan beklenemeyeceği gerekçesiyle lehimize sonuçlanarak kesin biçimde karara bağlanmıştı.

Ancak 8 yıl sonra aynı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Siyasi Partiler Bürosu kesinleşmiş mahkeme kararını hiçe sayarak, gerekçedeki kelimeleri bile değiştirme ihtiyacı duymaksızın aynı gerekçeyi önümüze sunarak, devam eden il ilçe kuruluş bildirimlerimizi kabul etmeyerek parti kuruluşlarımızı sicile kaydetmemiştir.

Kesinleşmiş mahkeme kararını tanımayarak hukuka, kanuna, anayasaya aykırı işlemler yapan Yargıtay’ın bu son kararını da hukukçularımız idari yargı yoluna taşıdılar, 17 Ocak 2018’de.

Bu kez de hukukçularımız, yapmış oldukları hukuksuz işlemler, mahkemeler üzerinde kurmuş oldukları baskılarla Partimizin seçimlere girmesine engel olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Siyasi Partiler Sicil Bürosu Savcısı Haluk Beşer ve Siyasi Partiler Bürosu Müdürü Fahrinaz Ünlü hakkında; kesinleşmiş mahkeme kararına uymadıkları, siyasi hamaset duygularıyla hareket ederek görevi kötüye kullanmaları gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu.

Kurtuluş Partili Hukukçuların eylemli olarak bir basın açıklamasıyla gerçekleştirdikleri basın açıklaması metni ve suç duyurusu dilekçesi aşağıdadır:

***

Konuyla ilgili Basın Açıklaması:

Partimize karşı açıkça suç işleyen Siyasi Partilerden Sorumlu Yargıtay Cumhuriyet Savcısı ve Yazı İşleri Müdürü hakkında suç duyurusunda bulunuyoruz

AKP iktidarının hukuk bürosuna dönüşen Yargıtay Savcılığı Siyasi Partiler Bürosu, partimizin seçimlere girme yeterliliğini, yasada olmayan kurallar uydurarak yok etmektedir. 

2820 sayılı Siyasi partiler yasasında seçimlere katılmak için yeterli örgütlenme sayısı en az 42 il ve bu illerdeki ilçelerin 1/3’ü olmalıdır. HKP’nin bugün için örgütlendiği il sayısı 49 il ve bağlı ilçeleridir. Yine yasa, büyük genel kurulunu yapmış olma şartını aramaktadır. HKP bu gerekliliği de doğaldır ki yerine getirmektedir. Ancak 2820 sayılı yasada hiç olmayan bir kural getiren Yargıtay Savcılığı Siyasi Partiler Bürosu, tüm il ve ilçelerin de genel kurulunu yapmış olması kuralını uydurmuştur. Bu genel kurullarını tamamlamayan hiçbir partinin seçimlere katılmayacağı kuralı geliştiren ve kanun dışı davranan Yargıtay Savcılığı Siyasi Partiler Bürosunun, bu emri özel olarak partimiz için aldığı anlaşılmaktadır. Bu meseleyi gerek idari davalar, gerek Anayasa Mahkemesi, gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar götürdük.

Ancak bu hukuksuzluğa karşı örgütlenme çalışmalarımızı da hızla sürdürdük ve yeni il ve ilçelerde parti örgütleri kurmaya başladık.

Ancak partimize karşı siyasi bir husumet ve siyasi bir kararla hareket ettiği artık açık olan siyasi partilerden sorumlu Yargıtay Cumhuriyet savcısı ve yazı işleri müdürü, bu kez de, teşkilatlarınızda görev alanların o ilçede ikamet etmemesi sebebiyle teşkilat bilgileriniz siyasi partiler sicilinize kaydedilememiştir            gerekçesiyle yeni örgütlenmelerimizi yok saymıştır.

NE VAR Kİ, Yargıtay Savcılığı Siyasi Partiler Bürosu 2010 yılında da aynı yönde karar almıştı ve açtığımız dava sonucunda 2011 yılında Ankara İdare Mahkemesi bu hukuksuz uygulamayı iptal etmişti. Şöyle demişti Ankara İdare Mahkemesi:

Siyasi partilerin ilk kuruluşları sırasında görev alacakların seçimi veya atanması hususunda ilgili hukuki metinlerde bir düzenleme bulunmaması, aynı şekilde ilk teşkilat kuruluşu sırasında teşkilatların atama suretiyle belirlenmesi hususu ile bu şekilde belirlenen kişilerin ikamet ettikleri yer hususunda da herhangi bir hukuki düzenleme olmaksızın ‘kıyas yoluyla’ sınırlama getirilmesinin de hukuka aykırılık teşkil edecek olması karşısında davacı siyasi partinin teşkilatında atama suretiyle belirlenen kişilerin ‘teşkilatın bulunduğu yerde ikamet etme’ koşulunu sağlamadığı gerekçesiyle siyasi partiler siciline kaydedilmemesinde açıkça hukuka aykırılık bulunmaktadır.

Ankara İdare Mahkemesinin bu kararı kesinleşmiştir. Ve siyasi partilerden sorumlu Yargıtay Cumhuriyet savcısı ve yazı işleri müdürü, bu kararı bilmelerine rağmen, kendilerine “mahkeme kararı hilafına işlem yapıyorsunuz suç işliyorsunuz” demiş olmamıza rağmen, KASTEN BU SUÇU İŞLEMİŞLERDİR.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu “…yargı kararlarının hukuksal sonuçlarının etkisiz bırakılmasının amaçlandığı dosyada bulunan bilgi ve belgelerden anlaşıldığından… görev onayında imzası bulunan ..’un eylemine uyan TCK’nın 228. maddesi uyarınca lüzumu muhakemesine” şeklindeki kararı, partimize karşı mahkeme kararını geçersizleştirmek isteyen şbu şüpheliler hakkında da birebir uygulanmak zorundadır.

Çok daha yukarıdan bir emirle geldiği açık olan YSK kararının asıl sebebi seçim propaganda olanaklarıyla, Genel Başkanımızın TRT konuşmalarıyla, partimizin milyonlara ulaşması, aldığı 82 bin oy ve aslında daha fazla oranda insanın gönlünde taht kurmasıdır. Ulusla ve Uluslararasıo hukuk mücadelesi, etkili eylemleri, yurtseverliği ve AKP’nin tüm gericiliklerine karşı militan devrimci mücadele yürütmesidir.

Zalimden ve onun hukukundan başka türlüsünü beklemiyoruz. Tüm meşru yollarla mücadelemiz sürecek ve er-geç Emekçi Halklarımızı hak ettiği yere, İktidara taşıyacağız! 02.02.2018

Kurtuluş Partili Avukatlar

***

Şikâyet Dilekçesinin tam metni:

 

YARGITAY 1. BAŞKANLAR KURULU’NA

 

MÜŞTEKİ                : HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ GENEL BAŞKANLIĞI

                                     Karanfil Sok. Ful Apt. No:24/15 Kızılay/Ankara

 

VEKİLLERİ                        : Av. Orhan ÖZER-Av. Metin BAYYAR-Av. Ayhan ERKAN                                  Av. Ali Serdar ÇINGI-Av. Tacettin ÇOLAK-Av. Sait KIRAN –Av. Ferit CÖHCE-Av. Azime Ayça OKUR-Av. Halil AĞIRGÖL- Av. Pınar AKBİNA- Av. Doğan ERKAN,

                                   Kızılırmak Cad. No: 7/9 Kavaklıdere/ANKARA

 

ŞÜPHELİLER         : 1- Haluk BEŞER- Yargıtay Cumhuriyet Savcısı

  (Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Siyasi Partiler Bürosunda görevlidir)

  2- Fahrinaz ÜNLÜ

  (Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Siyasi Partiler Bürosunda müdür)

 

KONU                       : Mahkeme kararını kasten ve husumet duygularıyla yerine getirmeyen ve mahkeme kararı aleyhine işlem tesis eden şüpheliler hakkında SORUŞTURMA BAŞLATILARAK yargılama yapılması ve cezalandırılmaları talebidir.

 

SUÇ                           : 5237 s. Y. 257. Maddesi

 

AÇIKLAMALAR   :

I- SÜREÇ

 1- Davacı Müvekkil siyasi parti 15 Haziran 2005 yılında kurulmuştur. Sonrasında Türkiye genelinde örgütlenerek seçimlere girme yeterliliği kazanmış ve 81 İLDE SEÇİMLERE KATILMIŞTIR. Halen teşkilat örgütlenmeleri artarak sürmektedir.

Şüphelilerin keyfi ve hukuka aykırı işlemleriyle, Yüksek Seçim Kuruluna kurulu teşkilatlarımızı kurulmamış gibi gösteren (il-ilçe genel kurullarını yapmayan teşkilatlarımızı yok gösteren) bildirimleri yüzünden YSK seçimlere girme yeterliliği olan partiler arasında müvekkil partiyi saymadığından, müvekkilin seçimlere girme hakkı elinden alınmış durumdadır. Buna yönelik davalarımız, Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurularımız devam etmektedir. Ancak bu süreci şüphelilerle müteaddit kereler yüzyüze görüşmüş, toplantılar yapmış ve itirazlarımızı ileri sürmüş durumdayız.

 

2- Bu kere, şüpheliler, yukarıda geçen keyfi hukuksuzluklarının üstüne, yeni kurulan teşkilatları, MAHKEME KARARI HİLAFINA kütüğe kaydetmemektedirler. Önceki süreçle birlikte değerlendirdiğimizde burada açık bir kasıt ve ideolojik husumet içinde, müvekkil sol-sosyalist muhalif partiye karşı suç işlendiğini görmekteyiz. Şöyle ki:

 

  • 298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 14. Maddesi 11. bendi uyarınca müvekkil Parti

“Siyasi partilerin milletvekili genel ve ara seçimlerine ve belediye başkanlığı ile belediye meclisi, il genel meclisi üyelikleri genel ve ara seçimlerine katılabilmeleri için illerin en az yarısında, oy verme gününden en az altı ay evvel teşkilat kurmuş ve büyük kongrelerini yapmış olmaları veya Türkiye Büyük Millet Meclisinde gruplarının bulunması şarttır.

“Bir ilde teşkilatlanma, merkez ilçesi dahil o ilin ilçelerinin en az üçte birinde teşkilat kurmayı gerektirir. Bu esaslar dairesinde seçime katılabilecek siyasi partiler tespit ve seçimin başlangıç tarihinden on gün, seçimin yenilenmesi halinde yenileme kararının ilanından sonraki beş gün içinde ilan etmek.”

şartlarını gerçekleştirerek 30 Mart 2014 yerel seçimleri ile 7 Haziran 2015 ve 1 Kasım 2015 Genel Seçimlerine katılmıştır.

 

  • Müvekkil parti halen de örgütlenme çalışmalarını devam ettirmekte, örgütü bulunmayan il ve ilçelerde kuruluşlarını yapmaktayken 05.01.2018 tarihinde davalı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Siyasi Partiler Sicil Bürosunun SUÇA KONU 51047475/2018/2 sayılı yazısı davacı müvekkil siyasi partiye tebliğ edilmiştir (Ek-1 üst yazı, EK-2: üst yazıya ekli kaydedilmeyen teşkilatlar listesi).

“Kuruluş Evrakı” konulu ve 02.01.2018 tarihli yazıda, Erzincan İl, Erzincan Merkez İlçe Teşkilatı, Mardin Derik İlçe Teşkilatı, Mardin Mazıdağı İlçe Teşkilatı, Mardin İl Teşkilatı, Mardin Artuklu İlçe Teşkilatı, Mardin Kızıltepe İlçe Teşkilatı, Yozgat Saraykent İlçe Teşkilatı kuruluşları, teşkilatlarınızda görev alanların o ilçede ikamet etmemesi sebebiyle teşkilat bilgileriniz siyasi partiler sicilinize kaydedilememiştir denilmiştir.

Gerekçe olarak da “2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun özellikle 7., 10., 19., 20., 21., 31., 36. Maddeleri ve bütünü birlikte değerlendirildiğinde teşkilatlarda görev alanların o il ve ilçede ikamet etmesi gerekmektedir. Aykırı haller 2820 Sayılı Kanun’un ‘yerinde faaliyet gösterme’ ilke ve anlayışına uygun olmadan tek bir yerden teşkilatlanma yapılarak örgütlenme özgürlüğünün amacına aykırı bir durum ortaya çıkacaktır” açıklaması yapılmıştır.

GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇUNU OLUŞTURAN EYLEM TAM OLARAK BUDUR. Zira, Şüphelilerin temsil ettiği kurum (Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı Siyasi Partiler Bürosu) 24.12.2010 tarihinde de 933 ve 934 sayılı; 30.12.2010 tarih 954, 955 ve 956 sayılı; 06.01.2011 tarih, 5, 6 ve 7 sayılı idari işlemler tesis ederek iptalini istediğimiz idari işlem ile aynı gerekçeye dayanarak il-ilçe-belde örgütü teşkilatlarının bir kısmını kuruluş yerinde ikamet etmediğinden bahisle teşkilat kuruluş bildirimlerini sicile kaydetmemişti (Ek-3).

Bu idari işlemlerin iptali için Müvekkil davacı siyasi partiye vekaleten açtığımız İDARİ DAVA, Ankara 7. İdare Mahkemesinde 2011/168 Esas sayılı dosyasında görülmüş, 2011/957 Karar sayısı ile idari işlemin iptali ile lehe sonuçlanmış ve 06.10.2011 tarihinde temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir (Ek-4).

Karar gerekçesi aynen şu şekildedir:

                        “SİYASİ PARTİLERİN KURULMASI VE FAALİYETTE BULUNMASI ÖRGÜTLENME HÜRRİYETİ KAPSAMINDA BULUNMAKTADIR. BU BAĞLAMDA; SİYASİ PARTİLER MEVCUT HUKUKİ DÜZENLEMELER ÇERÇEVESİNDE FAALİYETTE BULUNMAKTADIRLAR. İDARİ YETKİ KULLANIMI SIRASINDA ÖZGÜRLÜKLERE GETİRİLEN SINIRLAMALARIN DAYANAĞINI ULUSLARARASI VE ULUSAL DÜZENLEMELERDEN ALMASININ YANINDA ÖZGÜRLÜKLERİN ÖZÜNE DOKUNULMAMASI GEREKLİ VE ZORUNLUDUR.

                        “BU AÇIKLAMALAR İLE HUKUKSAL DÜZENLEMELER IŞIĞINDA; SİYASİ PARTİLERİN İLK KURULUŞLARI SIRASINDA GÖREV ALACAKLARIN SEÇİMİ VEYA ATANMASI HUSUSUNDA İLGİLİ HUKUKİ METİNLERDE BİR DÜZENLEME BULUNMAMASI, AYNI ŞEKİLDE İLK TEŞKİLAT KURULUŞU SIRASINDA TEŞKİLATLARIN ATAMA SURETİYLE BELİRLENMESİ HUSUSU İLE BU ŞEKİLDE BELİRLENEN KİŞİLERİN İKAMET ETTİKLERİ YER HUSUSUNDA DA HERHANGİ BİR HUKUKİ DÜZENLEME OLMAKSIZIN ‘KIYAS YOLUYLA’ SINIRLAMA GETİRİLMESİNİN DE HUKUKA AYKIRILIK TEŞKİL EDECEK OLMASI KARŞISINDA DAVACI SİYASİ PARTİNİN TEŞKİLATINDA ATAMA SURETİYLE BELİRLENEN KİŞİLERİN ‘TEŞKİLATIN BULUNDUĞU YERDE İKAMET ETME’ KOŞULUNU SAĞLAMADIĞI GEREKÇESİYLE SİYASİ PARTİLER SİCİLİNE KAYDEDİLMEMESİNDE AÇIKÇA HUKUKA AYKIRILIK BULUNMAKTADIR.

                        “AÇIKLANAN NEDENLERLE; DAVA KONUSU İŞLEMİN İPTALİNE” (Ek-2 sayfa 2, paragraf 2, 3,4)

            Bu mahkeme kararına rağmen, aynı içerikte, yani mahkemenin AÇIKÇA HUKUKA AYKIRI hükmüne rağmen, aynı kurumu temsil eden şüpheliler, mahkemenin yasakladığı işi yeniden “teşkilatlarınızda görev alanların o ilçede ikamet etmemesi sebebiyle teşkilat bilgileriniz siyasi partiler sicilinize kaydedilememiştir.demek suretiyle yeniden yapmışlardır, bilerek ve isteyerek…

Kendileriyle telefonda sözel olarak da bu durum tartışılmasına, kesinleşmiş mahkeme kararının anlatılmasına ve hatırlatılmasına rağmen, müdür konumundaki şüpheli Fahrinaz ÜNLÜ, “mahkeme kararı bizim de elimizde var, ama karar yanlış, biz böyle uygun gördük, hangi yola başvurursanız başvurun” diyebilmiştir. Yine bu şüpheli, diğer şüpheli savcının imzaladığı evrak ile oluşan suç konusu karardaki inisiyatifini sorduğumuzda “ben yirmi beş yıllık memurum, elbette bu yönde kanaat kullandım” diyebilmiştir. Yani suça bilerek ve isteyerek iştirak etmiş ve diğer şüpheliye de bu yönde telkinde bulunmuştur. Belirtmek gerekir ki Amirin emrine uyulmuştur gibi bir bahaneyle konusu suç teşkil eden emirleri yerine getirenlerin sorumluluktan kurtulamayacakları Anayasa tarafından hükme bağlanmıştır. Belirtilen hususlarda dikkat edilmesi gereken nokta; görevlinin görevini yaparken kendisine de belli ölçüde yetki ve sorumluluk verilmiş olmasıdır (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 01.05.2000 tarih 2000/4061 E. ve 2000/4252 K.)

 

3- Danıştay 5. Daire, 1993/689-1995/3549 E-K (DKD, Sayı 91, s. 102)kesin hükmün bu özelliğini şöyle ifade etmiştir:

“BİR YARGI YERİNCE YASADA GÖSTERİLEN USULLERE GÖRE VERİLEN KARAR, İTİRAZ VE TEMYİZ YOLLARINDAN GEÇEREK VEYA İTİRAZ VE TEMYİZ SÜRELERİ SONA EREREK KESİNLEŞTİKTEN SONRA YARGILAMANIN İADESİ GİBİ BAZI İSTİSNALARIN DIŞINDA ARTIK DEĞİŞMEZ BİR NİTELİK KAZANIR, HİÇBİR MAKAM, MERCİ HATTA KARARI VERMİŞ OLAN YARGI YERİ DAHİ BAŞKA BİR KARARIYLA ONU DEĞİŞTİREMEZ. İŞTE YARGI KARARLARININ BU DEĞİŞMEZLİK KUVVET VE NİTELİĞİNE KESİN HÜKÜM (MUHKEM KAZİYE) DENİLMEKTEDİR. YİNE KESİN HÜKÜM HALİNİ ALAN BİR YARGI KARARININ SADECE HÜKÜM FIKRASI İTİBARİYLE DEĞİL AYNI ZAMANDA GEREKÇESİ İTİBARİYLE DE EN BAŞTA DAVANIN TARAFLARINI BAĞLADIĞI, BUNLARIN KESİN HÜKME BAĞLANAN BİR UYUŞMAZLIĞIN YENİDEN TARTIŞILMASINI HUKUKEN MÜMKÜN KILACAK BİR OLANAĞA SEBEP BULUNMADIKLARI VE YARGI YERİNİN DE KESİN HÜKÜMLE ÇÖZÜMLENEN UYUŞMAZLIK HAKKINDA YENİDEN KARAR VEREMEYECEĞİ AÇIKTIR.”

Kesin hükmü doğuran nedenler, kesin hükmün amacını da göstermektedir. Bu amaçları üç noktada toplayabiliriz:

  1. Mahkeme kararlarına saygılı olunması ve uyulması,
  2. Kesin hüküm ile uyuşmazlığın devamlı olarak sona ermesi,
  3. Birbirine zıt hükümlerin verilmesine engel olunması.

Görüldüğü gibi kesin hükmün gerçekleşmesinde hem kişilerin hem de devletin menfaati vardır. Kişiler emek, zaman ve para harcadıkları ve kendilerini huzursuz eden bir ihtilaftan bir an önce davanın sonuçlanmasıyla kurtulmak isterler. Devlet ise mahkemelerin sınırsız bir şekilde aynı uyuşmazlık ile tekrar tekrar meşgul edilmesini istemez. Kesin hükmün amacı iki şekilde gerçekleşmektedir: Birincisi, bir mahkeme hükmüne ancak bir dereceye kadar itiraz edilebilmesi, yani “şekli anlamda kesin hüküm”. İkincisi ise, davanın tarafları arasındaki hukuki ilişkinin gelecek için kesin olarak tespiti veya düzenlenmesi, yani “maddi anlamda kesin hüküm”.

Türk, Alman ve Avusturya hukukunda yargısal kararlarda devletin iştiraki ve yargıcın emri bulunduğu gerekçesiyle kesin hükmün kamu düzeninden olduğu kabul edilmiştir.

Danıştay ise, kesin hükmün kamu düzeniyle ilgili olmasını Danıştay 6. Daire, 26.06.2006 tarih ve 2004/3762-2006/3413 E-K sayılı kararında şöyle ifade etmiştir:

“… YUKARDA İŞARET EDİLDİĞİ ŞEKİLDE, KESİNLEŞMİŞ BULUNAN BİR MAHKEME KARARI ÜZERİNDE TASARRUFTA BULUNMAYA HİÇ BİR MAKAM VEYA KİŞİNİN YETKİSİ YOKTUR. AKSİ GÖRÜŞ, MUHKEM KAZİYE MÜESSESESİNİN ORTADAN KALKMASI VE HUKUKİ GÜVENLİĞİN YOK OLMASI SONUCUNU DOĞURUR. … BU MAHKEMELERİN VERMİŞ OLDUKLARI VE KESİN HÜKÜM (MUHKEM KAZİYE) HALİNİ ALMIŞ OLAN KARARLAR HEM KİŞİLER VE HEM DE DEVLET İÇİN HUKUKİ DURUMDA İSTİKRAR YARATIR VE TARAFLARA HUKUKİ GÜVENLİK SAĞLAR”.

İptal davaları objektiftir ve sonucunda verilen kararlar sadece somut uyuşmazlık için değil, benzer tüm uyuşmazlıklar için uygulanabilirler.

İdari yargı yeri, aynı konuya ilişkin yeni bir davada önceki davada verilmiş olan kesin hüküm ile bağlıdır.

            Yine Danıştay 5. Daire 1999/2310-2002/4242 E-K sayılı ilamında;

“KESİN HÜKÜM NİTELİĞİ KAZANAN YARGI KARARI YALNIZCA HÜKÜM FIKRASI İTİBARİYLE DEĞİL AYNI ZAMANDA GEREKÇESİ İTİBARİYLE DE BAĞLAYICIDIR.” der.

 

4- Kesinleşmiş mahkeme kararında da belirtildiği üzere, 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun hiçbir yerinde “atanan yöneticinin kuruluş yapılan yerde ikamet etmesi” şeklinde EMREDİCİ bir kural yoktur. Tersine, eğer kanunun ruhu yönünde yorum yapılacak olursa, kanunun atanan geçici yönetim kurulunun sonradan örgütlenme faaliyetine girerek üyeler bulması amacı vardır.

 

Halbuki Siyasi Partiler, örgütlenme özgürlüğünün en yüksek ifadesidir. Keza AİHM kararlarında bu husus ifade edilmiş, Siyasi Partilerin örgütlenme “ÖZGÜRLÜKLERİNİN KURAL, SINIRLAMANIN İSTİSNA” olduğu vurgulanmıştır. İç hukukumuzda da bağlayıcı olan AİHM kararlarına göre, SİYASİ PARTİ FAALİYET VE ÖRGÜTLENMELERİNDE KANUN İLE AÇIKÇA YASAKLANMAYAN HUSUSLARIN SERBEST OLDUĞU PRENSİBİ BENİMSENMİŞTİR.

           

5- Şüpheliler, yetki dışı bir işlem yaparak da suç işlemektedirler. Esasen, Yargıtay Başsavcılığı’nın, siyasi partinin başvurusunu sicile kaydetmemek gibi bir yetkisi de yoktur. Zira, 2820 s. K.’nun 102 ve 104. maddeleri uyarınca, Yargıtay Başsavcılığı’nın, YASANIN EMREDİCİ HUSUSLARINDA GÖRDÜĞÜ EKSİKLİKLERİ DAHİ ilgili partiye bildireceği, buna uyulmaması halinde ise Başsavcılık tarafından Anayasa Mahkemesi’ne başvurulacağı hükme bağlanmıştır. Bunun dışında yasada Yargıtay Başsavcılığı’na tescil etmeme yetkisi tanınmamıştır. Burada Başsavcılığın kullandığı bağlı yetkidir. Bunun dışına çıkılması mümkün değildir.

Nitekim Danıştay 10. Dairesi’nin 09.02.2009 tarih, 2006/4423 E. ve 2009/761 K. sayılı kararında da aynı görüş: “…2820 s. Siyasi Partiler Kanunu, konunun önemini dikkate alarak, siyasi parti sicilini tutma görevini Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na vermiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Yasa ile kendisine verilen idari görevi yerine getirirken, siyasi partilerin bildirimlerini esas alacağı; bu bildirimlerin gerçeğe uygunluğu konusunda RE’SEN ARAŞTIRMA VE İNCELEME YOLUNA GİTMEYECEĞİ; bildirimlerde saptayacağı çelişkilerin giderilmesini de siyasi partilerden isteyeceği açıktır.” şeklinde belirtilmiştir. Burada adı geçen sicil, devletin resmi arşivi niteliğindedir. Siyasi partiler hakkında en sağlıklı bilgi ve belgelerin takibi amacıyla öngörülmüştür. HERHANGİ BİR KURUCU, İCRAİ NİTELİĞİ YOKTUR.

Aynı yönde bir düzenleme 2820 S. YASADA DA YER ALMIŞTIR. Zira yasanın 8. maddesinin 2. fıkrasına göre

“SİYASİ PARTİLER,… BİLDİRİ VE BELGELERİN İÇİŞLERİ BAKANLIĞI’NA VERİLMESİYLE TÜZEL KİŞİLİK KAZANIR.”

Görüleceği üzere Partinin ilk kuruluşunda dahi bildirim tüzel kişilik kazanmak için yeterli görülmüştür. Bu durumda idare hukukunun bir diğer ilkesi olan EVLEVİYET İLKESİ akla gelmektedir: Genel merkez kuruluşu bildirimle gerçekleşti ise, il-ilçe-belde kuruluşları evleviyetle bildirimle gerçekleşir. Ancak eksik husus görülürse, sonradan tamamlanması talep edilmelidir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 2820 s. Yasanın 12.08.1999 tarih, 4445 s. Yasanın 25. maddesiyle kaldırılmış mülga 9. maddedeki “Cumhuriyet Başsavcılığı’nın partilerin kuruluşunu denetlemesi” düzenlemesinde dahi olmayan bir yetki kullanmaktadır. Daha önce, daha sınırlı biçimde varolan kuruluşun denetlenmesi yetkisi bile yasa koyucu tarafından kaldırılmışken, şüpheliler suça konu işlemleriyle yasal dayanağı olmayan yetkiyi ve aleyhe genişleterek uygulamak istemektedir. Bu durum, siyasi parti faaliyetinin kasten ve fiilen engellenmesidir.

 

Bu çerçevede, gerek tüzel kişi müvekkil açısından, gerekse de gerçek kişi kurucular açısından 2820 Sayılı Yasanın parti kuruluşuna ilişkin öngördüğü tüm koşulları taşıyan teşkilat kuruluşlarımız, yasadışı sebeplerle ve KESİNLEŞMİŞ MAHKEME KARARINA KASTEN UYULMAYARAK siyasi partiler siciline kaydedilmemiştir. Bu şüphelilerin AÇIKÇA İDEOLOJİK HUSUMETİNDEN ve müvekkil Partiye zarar verme saiklerinden KAYNAKLANMAKTADIR.

 

6- Anayasa Md.138/son: “…Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” Denilmiştir.

İYUK Md.28/1: “…Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararların icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. (…)” düzenlemesine havidir.

TCK Md. 257 ise: “(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (…)” buyurmaktadır.

 

Yargıtayca da “…Anayasa kuralları, buyurucu ve bağlayıcı Hukuk kurallarıdır. Mahkeme kararlarının geciktirilmeden yerine getirilmesi zorunludur. İnsan hak ve özgürlüklerini; sosyal adaleti, toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve güvence altına almayı amaçlamış demokratik bir Hukuk Devletinde, açıklanan Anayasa ve kanun kurallarına rağmen bir Mahkeme kararının yerine getirilmemesi düşünülemez. Aksi halde bu kanun kuralları kâğıt üzerinde kalmaya zorunlu, değersiz sözcükler olmaktan öteye gidemez. (…) Bir kamu görevlisinin mahkeme kararlarını uygulamama ve yukarıda açıklanan Kanuni kuralları bilmedikleri ileri sürülemez. Öyle ise; açık, kesin ve emredici Kanun kurallarına bilerek aykırı davranış da kişisel kusur kabul edilmek gerekir. (…) Görülüyor ki, mahkeme kararlarında, suçun oluşması için İdare Mahkemesi kararını yerine getirmeyen Kamu görevlisinin ayrıca garaz, kin, husumet ve benzeri duyguların etkisiyle hareket etmesi aranmamaktadır. Sadece kararın uygulanmaması suç teşkil ettiğine göre (…)” (YİBGK, 1978/7 E., 1979/2 K., 22.10.1979 T.) denilmiş, en genel hukuk kuralları bağlamıyla, yürütmenin durdurulması kararı da uygulanması zorunlu yargı kararlarından olduğu, yargı kararlarının yerine getirilmemesinin de suç olduğu kabul edilmiştir.

 

7- KAMU GÖREVLİSİNİN SORUMLULUĞU

 

İdare bir tüzel kişi olmasından dolayı, hukuk aleminde sonuç doğuracak işlem ve eylemleri kamu görevlileri eliyle yaparlar. Bir hukuk kurumu olan idarenin yargı kararlarını ve dolayısıyla hukuku çiğnemesi düşünülemez. Yargı kararını uygulamamak idarenin kararı uygulayabilecek konumdaki kamu görevlilerinin tutumuna bağlıdır.

Yargı kararını uygulamayan kamu görevlisinin hukuki sorumluluğunun yanında cezai sorumluluğu da söz konusudur. Zira, YCGK. 1978/303 sayılı kararında, yürütme organı ve idarenin mahkeme kararlarına uymak zorunda bulunmasına ilişkin Anayasa buyruğunu anılan organlara taktir hakkı tanımadan buyurmasını bir görev olarak yüklediğini bu görevin yerine getirilmemesinde ihmal gösterilmesi derece derece görevi savsaklamak ve görevi kötüye kullanmak suçlarını oluşturacağını hükme bağlamıştır.  Aynı şekilde yargı kararını uygulamayan kamu görevlisinin bu eyleminin görevi kötüye kullanma suçu oluşturduğunu Danıştay 2. Dairesi 1965/2884E ve 1966/1203K sayılı kararında kabul etmiştir.

Konuyla ilgili olarak Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2003/4-63E. ve 2003/37K. sayılı kararında; yargı kararlarını hiçe sayan bir tutum ile uygulanmaz hale getirecek şekilde suç teşkil eden bir emri yerine getiren kamu görevlisinin bu keyfi hareketi ile, ilgili kişinin haklarını ihlal ederek onun zarara uğramasına sebep olduğunu kabul etmiş ve bu eylemi dolayısıyla Türk Ceza Kanunu’nun (765 sayılı) 228. maddesi uyarınca cezalandırılmasının uygun olacağına karar vermiştir.

…yargı kararlarının hukuksal sonuçlarının etkisiz bırakılmasının amaçlandığı dosyada bulunan bilgi ve belgelerden anlaşıldığından… görev onayında imzası bulunan ..’un eylemine uyan TCK’nın 228. maddesi uyarınca lüzumu muhakemesine, yargılamasının Asliye Ceza Mahkemesinde yapılmasına….” [Danıştay 2. Dairesi 12.11.2002 tarih 2002/790E. ve 2002/3784K.(29)]

Yargı kararını uygulamama eylemine uyan suç, yeni Türk Ceza Yasası’nın ise 257. maddesinde düzenlenmiştir.

Tüm bu sebeplerle, şüphelilerin, müvekkil parti aleyhine hasmane duygularla ve kasten uygulamadıkları mahkeme kararı sebebiyle yargılanarak cezalandırılmaları gereklidir.
            Özel hukuktan doğan haklarımız ile tam yargı-tazminat davası haklarımızı saklı tutarak, işbu şikayetimizi sunmakta ve şüpheliler hakkında soruşturma başlatılarak cezalandırılmalarının sağlanmasını talep ederiz.

 

SONUÇ VE İSTEM                        : Yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle; şüpheliler hakkında cezai soruşturma başlatılarak eylemlerine uyan “Görevi Kötüye Kullanma” suçundan cezalandırılmalarının sağlanmasını, tüm tazminat haklarımızın saklı tutulmasını bilvekale arz ve talep ederiz.

Halkın Kurtuluş Partisi Genel Merkezi
Vekilleri

Av. Metin BAYYAR, Av. Fettah Ayhan ERKAN, Av. Ali Serdar ÇINGI, Av. Tacettin ÇOLAK, Av. Sait KIRAN, Av. Azime Ayça OKUR, Av. Halil AĞIRGÖL, Av. Pınar AKBİNA, Av. Doğan ERKAN