İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan, bir oğlu şehit, bir oğlu da FETÖ’cü terörist olan Osman Aksoy’la bir görüşme yapmış geçenlerde, makamında. Bu görüşmeyle ilgili olarak da, Hürriyet’e konuşmuş. “Böyle bir baba karşısında içim acıdı, yüreğim burkuldu”, demiş.
Konuya ilişkin, Hürriyet’te çıkan haber şöyle:
***
Bir oğlu şehit biri müebbetlik
Osman Aksoy’un oğlu Teğmen Hasan Hüseyin Aksoy, 2012 Haziran’da Akdeniz’de keşif uçuşu yaparken Suriye’nin düşürdüğü savaş uçağında şehit oldu. Ağabeyi yüzbaşı Fatih Aksoy ise 15 Temmuz darbe girişimine katıldığı gerekçesiyle tutuklandı.
Yozgatlı Osman Aksoy ve ailesi 1980’li yılların başında İstanbul’a taşındı. Çocukları Fatih, Sultan ve Hasan Hüseyin İstanbul’da dünyaya geldi. Fatih Aksoy, Hava Harp Okulu’ndan mezun oldu. ‘Kurmay yüzbaşı’ rütbesine kadar yükseldi. Kardeşi Hasan Hüseyin Aksoy da 2009’da Hava Harp Okulu’nu bitirdi. 2010’da 2. Ana Jet Üs Komutanlığı’nda teğmen olarak göreve başladı.
Teğmen Hasan Hüseyin Aksoy, 22 Haziran 2012’de hava pilot Yüzbaşı Gökhan Ertan ile birlikte Akdeniz’de keşif uçuşu yapmak için Malatya’daki 7. Ana Jet Üs Komutanlığı’ndan havalandı. Saatler 11.58’i gösterdiğinde iki Türk pilotunun yönetimindeki RF-4E Phantom tipi savaş uçağı ile irtibat kesildi. Gece, uçağın Suriye tarafından düşürüldüğü açıklandı. Şehit pilotlara ancak 12 gün sonra ulaşıldı. Malatya’da 7.Ana Jet Üs Komutanlığı’nda ve ardından da İstanbul Ataköy 5. Kısım Camisi’nde şehitler için tören düzenlendi. Devlet zirvesinin toplandığı cenaze töreninde dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan da vardı. Kurmay Yüzbaşı olan ağabey Fatih Aksoy’un da katıldığı törende baba Aksoy oğlunu “Her zaman ayakta duracağız vatanımız için. Allah’ın izniyle ayaktayız, kötü niyetlilere fırsat koymayacağız” sözleriyle uğurladı.
TRT BASKININA KATILMIŞ
16 Temmuz 2016 sabahı, darbe girişimine katılan FETÖ’cü subaylar derdest edildi. Darbe girişiminin İstanbul ayağını organize ettiği belirtilenlerden biri de o dönem İstanbul’da Hava Harp Okulu Komutanlığı’nda bölük komutanı olan hava pilot Kurmay Yüzbaşı Fatih Aksoy’du. Aksoy, 15 Temmuz 2016’da Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın Yalova’daki kampındaydı. İddiaya göre, emrindeki 11 Hava Harp Okulu öğrencisi ile helikopterle Vodafone Park Stadı’na iniş yaptı. Digitürk ve TRT binalarının basılmasında rol aldı. Daha sonra tutuklandı. İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davada geçen hafta savcı, Aksoy’la birlikte 93 sanık için ağırlaştırılmış müebbet cezası istedi.
GAZİLER GÜNÜ BULUŞMASI
Baba Osman Aksoy, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan ile iki kez karşı karşıya geldi. İlk tanışma 19 Eylül 2016’da Gaziler Günü dolayısı ile İstanbul Valiliği tarafından düzenlenen yemekte oldu. Şehit ve gazi aileleri yemeğe davetliydi. Her devlet görevlisi hazırlanan masalarda şehit ve gazi yakınlarına ev sahipliği yapıyordu. Baba Osman Aksoy da Başsavcı İrfan Fidan ile aynı masadaydı. Masada, 15 Temmuz darbe girişimi sırasında oğlu Prof. Dr. İlhan Varank şehit düşen Ali Haydar Varank da vardı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanı Mustafa Varank’ın da babası olan Ali Haydar Varank, şehit ailesi olarak masadaydı. Başsavcı İrfan Fidan, masasındaki tüm şehit ve gazi yakınları ile tek tek ilgilendi, bir ihtiyaçları olduğunda yanına gelmelerini istedi.
Baba Aksoy, 19 Eylül 2016’da şehit aileleri için verilen yemekte tanıştığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan’ı geçen hafta makamında ziyaret etti. Başsavcı Fidan ile ilk karşılaşmasında şehit babası olarak tanışan Osman Aksoy bu kez darbeci bir subayın babası durumundaydı. Osman Aksoy, yaşadığı duyguları gözyaşlarıyla İrfan Fidan ile paylaştı. Başsavcı Fidan, görüşmede yaşadığı duyguları Hürriyet’e şöyle anlattı:
BAŞSAVCI: BÜYÜK TRAVMA
“Anadolu insanının evlatlarını ellerinden kopartıp Türkiye düşmanlarının hizmetine sokan bu örgütle mücadelenin önemini, hayatiyetini, yaptığımız görevin sorumluluğunu, ağırlığını bir kez daha hissettim. Bir babanın yaşadığı üzüntüye ve acıya tanıklık ettim. Yaşadıklarına çok üzüldüm. Büyük bir travma, büyük bir dram vardı. Bir babanın çaresizliği, FETÖ’nün evladını elinden koparıp aldığı bir babanın çaresizliği vardı karşımda. İçim burkuldu, içim acıdı.” (http://www.hurriyet.com.tr/bir-oglu-sehit-biri-muebbetlik-40702676)
***
Biz de diyoruz ki İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan’a:
Savcı Bey!
Bırakın bu duygusallık gösterileriyle sureti haktan görünmeyi de, eğer “ben hukukçuyum”, diyorsanız; yasanın emrettiği şekilde görevinizi yapın…
Aslında sizlerin resen soruşturma başlatıp, iddianameler hazırlamanız gerekir bu konularda ama, hadi diyelim ki akıl edemediniz. Bakın, biz suç duyurusunda bulunalım size.
FETÖ, vatan millet düşmanı, CIA emrinde çalışan bir hain örgüt, değil mi?
Herhalde bu konuda, şu günlerde herkes hemfikirdir. Ya da en azından öyle oynar.
Peki, bu hain, aşağılık örgüte en büyük desteği veren, en büyük yardım ve yataklıkta bulunan örgüt kimdir?
Yani onunla 10 küsur yıl suç ortaklığı eden örgüt kimdir?
Aklınıza geldi, değil mi?
Kaçak Saraylı Reis ve onun AKP’giller’i…
Bakın, AKP kurucularından ve AKP Programı yazarlarından, AKP’nin Ekonomiden Sorumlu Devlet eski Bakanı, Ekonomi Profesörü Abdüllatif Şener ne diyor bu konuda:
“AKP’de benim dışımda herkes FETÖ’cüydü.”
Kaçak Saraylı ne demişti?
“Cemaatçi kardeşlerimiz bugüne kadar bizden ne istediler de vermedik?”
FETÖ’ye destek ve onunla edilen işbirlikçilik, bundan daha açık nasıl bir ifadeyle ortaya konulabilir?
Devleti, illegal bir terör örgütüyle paylaşmış, Tayyip ve avanesi.
Bu itiraf, Tayyip’in ve şürekâsının, Anayasanın ve kanunların tümünü ihlal ettiğini ve suç işlediğini çok net bir biçimde ortaya koymaz mı?
Kanuna bağlı bir devlet yöneticisi, bir göreve getireceği bürokrat için öncelikle neye bakar?
Liyakata, değil mi?
Yani o görevi layıkıyla yerine getirip getiremeyeceğine… Ölçüt bu olur.
Tayyip ne diyor?
“Cemaatçi kardeşlerimiz bugüne kadar bizden ne istediler de vermedik?”
Zaten 15 Temmuz Araştırması için Mecliste kurulan komisyona CHP Heyetinin sunduğu rapor, Tayyip’in bu ifadesinin bütünüyle hayata geçirilmiş bulunduğunu kesince ortaya koymaktadır.
2010 Anayasa Referandumu sonrası, FETÖ, Yüksek Yargıyı ele geçirmiş ve bu aracı kullanarak da tüm yargı mekanizmasını kendi emir ve hizmetine sokabilmiştir.
FETÖ’yle Tayyipgiller’in birlikte yürüttükleri, aslında bir CIA operasyonu olan “Ergenekon”, “Balyoz” vb. davalar aracılığıyla, Ordudaki namuslu, Mustafa Kemalci, Yurtsever ve laik subaylar tasfiye edilmiş, bunlardan boşalan yerlere FETÖ’cü subaylar yerleştirilmiştir.
Ve bu kumpas operasyonlarıyla Ordunun komuta kesiminde önemli bir ağırlık oluşturan FETÖ, 15 Temmuz’da eski kankası ve suç ortağı Tayyipgiller’e karşı bir Ganimet Paylaşım Savaşı başlatabilmiştir.
Polis Teşkilatı, Milli Eğitim ve diğer Bakanlıklar, yine Tayyipgiller iktidarı döneminde, dizginlerinden boşalan FETÖ’cülerin istilası altına girmiştir.
Özetçe; FETÖ’nün bir numaralı yardım ve yatakçısı ve işbirlikçisi, Tayyipgiller iktidarıdır.
Cumhuriyet Savcılarının FETÖ hakkında nasıl soruşturmalar yürüyütorlarsa, başta Kaçak Saraylı gelmek üzere Tayyipgiller’in tüm yönetici kadroları hakkında da aynı düzeyde soruşturma ve kovuşturma yürütmeleri gerekmektedir.
15 Temmuz Ganimet Paylaşım Savaşı sonrasında ne dedi, Tayyipgiller?
“Biz, 17-25 Aralık 2013’ü milat kabul ediyoruz. Bu tarihten önce FETÖ’yle iş tutanlar hakkında herhangi bir adli işlem yapılmayacaktır. Fakat bu tarihten sonra hâlâ FETÖ’yle iş yürütenler, suçlarının cezasını çekeceklerdir…”
Böyle bir hukuk var mı dünyada ya?
Suçların zamanaşımı, kanunlarla belirlenmez mi?
Her suçlu ve güçlü kendi kafasına göre işlenmiş suçlara dair böyle milat koyabilir mi?
Böyle bir dünya var mı, Savcı Bey?
Var, diyeceksiniz, değil mi?
Var, işte bu bizim dünyamız, diyeceksiniz, değil mi?
Biz kanunun değil, güçlünün emirlerini yerine getiriyoruz, diyeceksiniz, değil mi?
Görevinizi yapmıyorsunuz, Savcı Bey…
Suç işliyorsunuz…
Yapmakla mükellef olduğunuz bir görevi yapmamak, net bir biçimde suç işlemektir. Bilirsiniz siz bu işleri. O bakımdan, biz duyuruda bulunuyoruz:
FETÖ’yle birlikte, onun paraleli olan ve aynı oranda suça batmış bulunan Tayyipgiller hakkında da kanuni işlem yapmaya hemen başlamalısınız.
Gelelim, ikinci büyük suçlarına Tayyipgiller’in:
Aynı Abdüllatif Şener diyor ki; “Erdoğan ve ailesinin aşırıp zimmetine geçirdiği kamu malı miktarı, 100 ila 120 milyar dolar arasındadır. Bu miktar hiçbir şekilde 80 milyar dolardan aşağı düşmez. Tayyip Erdoğan hakkımda şikâyetçi olsun, ben bu vurgunların somut belgelerini bir bir ortaya koyayım.”
Buyrun, Savcı Bey…
Sıradan bir kişi değil, bu iddiaları ortaya koyan adam. AKP’nin yıllarca yöneticiliğini yapmış, Bakanlığını yapmış, kuruculuğunu yapmış, programını yazmış bir ekonomi profesörü.
Neden bunu ihbar kabul edip soruşturma başlatmıyorsunuz? Abdüllatif Şener’i huzurunuza davet edip, elindeki belgeleri ortaya koymasını istemiyorsunuz?
Bu, apaçık bir şekilde görevden kaçmak değil midir?
Dolayısıyla da suç işlemiş olmak?
Yetsin artık Savcı Bey, başlatın soruşturmayı.
Zaten, 17-25 Aralık ses kayıtlarını ve tapelerini dinleyip izleyen her namuslu aydın, Tayyip ve ailesinin yaptığı kamu malı hırsızlığını kesince görür ve bundan adı gibi emin olur.
İzlemediyseniz buyrun, size linkini verelim, bir izleyin, ya da dinleyin:
https://www.youtube.com/watch?v=8PWoP1BmLlA
Bu devasa boyuttaki, Cumhuriyet Tarihinin en büyük yolsuzluğu ve hırsızlığı konusunda da, ne acıdır ki, bugüne dek herhangi bir kovuşturma yapılıp sonuçlandırılamamıştır. Gerçek bir savcının, eğer “ben gerçek hukukçuyum” iddiasında ise, bu işe an geçirmeksizin başlaması gerekir.
Var mısınız, Savcı Bey?
Gelelim, Tayyipgiller’in işlemiş bulunduğu üçüncü devasa suça:
Ege’deki 18 Adamızı, ki bazıları İstanbul Büyükada’nın birkaç misli büyüklüğündedir, Yunanistan’a göz göre göre peşkeş çekmiş olmalarıdır.
Bakın, dönemin Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri Emekli Kurmay Albay Ümit Yalım, bu peşkeşi nasıl anlatıyor:
“Ben, adalarımızın işgalini ilk kez 31 Aralık 2008’de öğrenmiştim. Yunan Kara Kuvvetleri Komutanı ile Genelkurmay Başkanı Aydın’a bağlı Bulamaç Adası’na gitti. Hava Kuvvetleri, ‘hava sahası ihlali’’ verdi. ‘Bunların hava sahamızda ne işi var?’ diye araştırınca olay ortaya çıktı. Bu olaydan sonra 6 Ocak 2009’da Yunan Cumhurbaşkanı Papulyas Aydın’ın Eşek Adası’na gitti.
“Bunun üzerine Dışişleri Bakanlığı’ndaki diplomatları Genelkurmay’a davet ettik, müşterek bir toplantı yaptık. Bu toplantıda Genelkurmay yetkilileri adaların boşaltılmasını talep etti. Hükümet kanadı ise bu konuda ayak sürüdü. Verilen arada önemli bir isim ‘bu adaların AKP hükümetinin bilgisi dahilinde işgal edildiğini’ itiraf etti. Bugün işgal edilen ada sayısı 18’e ulaştı.”
“İşgal edilen adalardan biri Nergiscik. Ümit Yalım’ın annesinin adı da Nergis. Anne, “Oğlum Nergiscik Adası’na ne zaman gideceğiz” deyince Ümit Yalım, “Merak etme, Yunanlıları çıkaracağız, bayrağımızı mutlaka bir gün çekeceğiz. Seni de adını taşıyan adaya götüreceğim” diye söz veriyor. Bakalım, Nergis Hanım o günleri görebilecek mi?” (http://www.yenicaggazetesi.com.tr/isgal-edilen-turk-adalarina-yaklasmayin-talimati-163225h.htm)
Hadi bakalım, Savcı Bey…
Göz göre göre Vatan Toprağını başka bir devletin hâkimiyetine devretmek, vatana ihanet suçunu oluşturmaz mı? Ve bu suçun cezası ağırlaştırılmış müebbet değil midir?
Bu işgal 2004 yılında başlamış. Bugüne dek, Tayyipgiller bu konuda neden ölüm sessizliğine bürünmüşlerdir?
Bu, suçluluklarının dolaylı yoldan ikrarı değil midir?
Bakın, işgalci Yunan Çakallar birkaç aya bir, işgal ve ilhak etmiş oldukları adalarımıza Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar ve Genelkurmay Başkanları düzeyinde gelerek provokatif gösterilerde ve meydan okumalarda bulunmaktadırlar.
Üstelik hava sahamızı da ihlal etmektedirler, bu vesileyle. Bu adalarımız etrafında avlanan bir balıkçımızı, ateş ederek öldürmüşlerdir. Bazı balıkçılarımızı da, tutuklayıp, götürüp cezaevlerine tıkmışlardır.
Bu işgaller karşısında tepki göstermek isteyen Sahil Güvenlik Personeli askerlerimize, yukarıdan “Müdahalet etmeyin!”, emirleri gelmektedir her seferinde.
Bu emirleri verenler de vatan hainliği suçu işlemiş değil midir?
Savcı Bey, Tayyipgiller tepeden tırnağa suça batmış bir harekettir, bir örgüttür. Suçları saymakla bitmeyecek kadar çoktur. Biz burada üç büyük suçlarından söz ettik.
Hadi bir soruşturma başlatın bunlar hakkında…
Gelelim FETÖ meselesine:
O konuda tabiî ki en önde gelen suç ortağı Tayyipgiller’dir.
Fakat, sizler de suçlusunuz, Savcı Bey!
Feto hakkında 2013’e kadar harekete geçmediniz. Feto hakkında, “Devleti ele geçirmek isteyen bir terör örgütüdür”, diyerek soruşturma başlatıp iddianame düzenleyen DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel bir kaset operasyonuna kurban gitti. Açmış olduğu FETÖ davasından da Tayyipgiller tarafından akamete uğratıldı. Kanunlarda değişiklik yoluna gidilerek, Feto’nun beraat ettirilmesi sağlanmış oldu.
Kaldı ki, Feto 1999’da medyaya düşen videokasetlerinde, cemaatine, “devletin içine”, kendi deyimiyle “kılcal damarlarına kadar” sızarak, sinsice, adım adım ilerleyerek, güçlenerek egemen olma emrini verdiği hemen herkesçe görülüp öğrenildi. “Devlette hâkimiyetinizi sağlayacaksınız ve uygun zamanı bekleyeceksiniz. Ve en elverişli anda da huruç edip ele geçireceksiniz.”, buyruğunu verdiği görüldü.
Bu, tek başına, bu örgütün ne olduğunun bilinmesine yeterli, somut kanıt oluşturmaz mı?
Üstelik de 2004 MGK Toplantısında FETÖ’nün devleti ele geçirmeyi amaçlayan bir terör örgütü olduğu netçe tanımlanmıştır. Ve buna karşı gerekli önlemlerin alınması da, tavsiye mahiyetinde bile olsa, ortaya konmuştur. Bu MGK kararının altında, Başbakan sıfatıyla Tayyip Erdoğan’ın da, Dışişleri Bakanı sıfatıyla Abdullah Gül’ün de, Genelkurmay Başkanı sıfatıyla Hilmi Özkök’ün de ve diğer Kuvvet Komutanlarının da imzaları bulunmaktadır.
Bu karar kimler tarafından ortadan kaldırılmış ve uygulanması engellenmiştir?
Tabiî ki Tayyipgiller tarafından…
Böylece de, FETÖ’nün Orduyu da, Yargıyı da, Polisi de, Milli Eğitimi de ve diğer devlet kurumlarını da, gittikçe artan bir oranda ele geçirmesinin önü sonuna kadar açılmıştır.
İşte burada, Tayyipgiller baş suçlu olmakla birlikte, makam odalarının duvarlarında “Cumhuriyet Savcısı” yazan savcılar da suçludur, bu terör örgütünün eylemleri karşısında kayıtsız kalmakla…
Laik Cumhuriyet’e karşı işlenen bu iki Cumhuriyet düşmanı örgütü, ne yazık ki, Cumhuriyet’i korumakla görevli savcılar görmezlikten, bilmezlikten gelmişlerdir. Dolayısıyla da, Cumhuriyet’i korumamışlardır, görevlerini yerine getirmemişlerdir.
Gelelim, şehit ve terörist babası Osman Aksoy’un acıklı hallerine, mağduriyetine:
Burada açıkça belirtelim ki, şehit oğul konusunda yine baş suçlu Tayyipgiller iktidarıdır.
Türkiye dostu Beşşar Esad ve BAAS liderliğindeki Suriye’ye karşı, işbirlikçiliğini ettiği efendisi ABD tarafından verilen bir buyruk üzerine savaş açan AKP’giller iktidarı, bu uçağımızın düşürülmesine sebep olmuştur.
“FETÖ’cü terörist oğul” meselesine gelirsek; burada da suçlular muhteliftir. Tabiî en önde gelen suçlu, 1950 sonrası tüm İslam ülkeleriyle birlikte Türkiye’yi de “Yeşil Kuşak Projesi” kapsamı içine alarak bu Ortaçağcı, laiklik ve Cumhuriyet düşmanı karanlık güçlerin yetiştirilmesinde başı çeken ABD Emperyalist Haydut Devletidir. Solun ve Sosyalizmin önünü kesmek için, Ortaçağcı, dinci örgütlere her yönden destek veren ABD, bugünkü El Kaide, El Nusra, IŞİD gibi örgütlerle birlikte Türkiye’de de FETÖ’nün vb. herbiri birer yılan yuvası olan tarikat ve cemaatlerin pıtrak gibi ülke sathını sarmasında en önemli rolü oynamıştır. Tayyipgiller de “Yeşil Kuşak Projesi”nin ürünüdürler.
1950 sonrasının Menderes-Bayar İktidarından başlamak üzere, işbaşına gelen hemen bütün hükümetleri; Demirel’ler, Özal’lar, Çiller’ler, Erbakan’lar, Ecevit’ler ve Tayyipgiller, FETÖ’ye hep destek olmuşlardır, ona övgüler düzmüşlerdir.
FETÖ’cülerin çıkarmış bulunduğu “Barış Köprüleri-Dünyaya Açılan Türk Okulları” adlı kitapta, bu hükümetlerin ve liderlerinin FETÖ’ye ne gibi övgüler düzdükleri, orijinal metinleriyle yer almaktadır.
İşte bu sebeplerden dolayı, bunlar da suç ortakları arasındadır…
Ve hatta, Baba Osman Aksoy da suçlular arasındadır bizce. Oğlunu gerektiği şekilde yetiştiremediği için… Oğluna Laik Cumhuriyet değerlerini, Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın ve onun liderinin değerlerini ve kültürünü anlatıp öğretemediği için…
İnsan, sosyal hayvandır. Dolayısıyla da, toplum yaratığıdır. Bu sebeple de, insanların tıpkı dilleri gibi, dinleri de mezhepleri de, içinde doğup büyüdükleri toplumdan gelir. Ünlü düşünürün dediği gibi, “İhtiyaçlarımızın ve zevklerimizin kaynağı toplumdur.”
Laik Cumhuriyet’e bağlı, yurtsever, anitemperyalist, Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının hakkını teslim eden ailelerin ya da ebeveynlerin çocukları neden FETÖ’cü olmuyor, ya da başka tarikatlara bulaşmıyor?
Çünkü bu çocuklara, gelişim dönemlerindeki kritik eşikte Laik Cumhuriyet değerleri yükleniyor. Ama, Ortaçağcı din tüccarlarının kurbanı olmuş aileler, çocuklarına Laik Cumhuriyet ve Mustafa Kemal düşmanlığını aşılıyorlar. Binbir yalan ve demagojiyle, çocukları Cumhuriyet Tarihine ve Önderlerine düşman hale getiriliyor. Böylece de, kolaylıkla FETÖ’nün ya da bilmem ne örgütünün, tarikatının ağına düşüyor, avı oluyor. Kurbanı oluyor bir anlamda… Dolayısıyla da, sadece FETÖ’nün avı olmuş insanlara kızıp onları cezalandırmakla, diğer suçluları temize çıkaramayız. Bugün yapılan budur. Ve bu iş, büyük bir adaletsizlik, hukuksuzluk, kanunsuzluk, hakkaniyetsizliktir aslında.
Sözü uzatmayalım; şu dönemde, şu kara günlerde, gerçek anlamda hukukçu olmak kolay değildir, Savcı Bey!
Yürek ister, özsaygısı ister, ister de ister…
Gerçek anlamda hukukçuyum ben ve Cumhuriyet Savcısıyım mı diyorsunuz?
Buyrun göreve…
Hem bu görevlerden kaçıp hem de “ben hukukçuyum” demek olmuyor. Olmaz…
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
9 Ocak 2018
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı