Daha önce de defaetle yazıp söylediğimiz gibi, 1950 öncesi Cumhuriyet dönemi, Ortaçağcı İrtica ile sadece yüzeysel mücadele etti. Onun sınıf temeli olan Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfını asla tasfiyeye girişmedi.
Sümerler’den bu yana Ortadoğu’da binlerce yıl egemen sınıf olarak iktidarını sürdürüp bugünlere kadar sosyal varlığını koruyan bu asalak, üretim dışı, sömürücü, insan düşmanı sınıf; Ortaçağcı İrticayı durup dinlenmeksizin üretir. Çünkü o, egemen sınıf olduğu Ortaçağ’ın Ümmetçilik günlerinin özlemi içindedir hep. Ortaçağ’da, bildiğimiz gibi, modern anlamda millete rastlanmaz. Millet, Kapitalizmin ürünüdür. Her ne kadar Arapça bir kavram olan millet eskiden beri kullanılır olsa da; onun anlamı Ümmet karşılığıdır. Ancak Modern Çağ’la birlikte anlam değiştirmiş ve ulus anlamına da gelir olmuştur.
Ortaçağ’da Tefeci-Bezirgân Sermayenin ideolojisi de Muaviye-Yezid İslamı olmuştur. Gerçek Kur’an’ın ve Hz. Muhammed’in lanetlediği bir anlayıştır bu. Nitekim, bu anlayışın temsilcileri, Hz. Muhammed’in Ehlibeyti’ni, yani soyunu kazıyıp yok etmek için Kerbela Faciası benzeri katliamlarda bulunmaktan asla geri durmamışlardır.
1950 öncesi, daha da doğrusu 1946 öncesi iktidarı elinde bulunduran güçler, bu sınıfın yüzeydeki dallarını budaklarını kırpıp onu baskı altında tutmakla yetinmişler, kökünden kazımaya ise hiç girişememişlerdir.
1946 sonrası Türkiye, Amerikan yörüngesine girince de o emperyalist haydutun isteği doğrultusunda bu asalak, Antika sınıfın önündeki bent tümüyle kaldırılmış, birer aydınlanma ışığı olan Köy Enstitüleri kapatılmış, İmam Hatiplerin, Tarikatların, Kur’an Kurslarının pervasızca örgütlenmesine ve halkı afyonlamasına izin verilir olmuştur. Tabiî sayıları da çığ gibi artmıştır, İmam Hatiplerin, Kur’an Kurslarının, tarikat yuvalarının ve örgütlenmelerinin.
O yıllardan sonra işbaşına gelen bütün hükümetler, hep Ortaçağcı İrtica ile, onun temsilcisi olan din derebeylikleriyle iç içe olmayı, iktidarlarını korumanın güvencesi ya da önemli birer aracı saymışlardır.
Bayar’lar, Menderes’ler, Demirel’ler, Çiller’ler, Özal’lar, Erbakan’lar, tarikat şeyhleriyle kucaklaşırken, onların ellerini öperken kaydedilen görüntülerini yaymayı hiç ihmal etmemişlerdir. Başka türlü ifadelendirirsek; din tacirliği yapmak-din sömürüsü yapmak-din alıp satmak, bunların tümü için vazgeçilmez siyasi eylemlerden sayılmıştır.
Bu tarikat yuvalarıyla, bu yılan yuvalarıyla siyasilerin bu içli dışlılığı aslında hep birer menfaat evliliğiydi. Hani bu Amerikan işbirlikçilerinin kullanmayı sevdikleri bir terim vardır ya; “Kazan-Kazan” diye, işte oydu her iki taraf için de durum. Bu işbirliği sayesinde Ortaçağcılık günbegün gelişip Türkiye sathına yayılıyor, insanlarımızı Yezid Dininin afyonuyla zehirleyip uyuşturuyor, modern hayattan, dünyadan koparıp Ortaçağ’ın karanlıklarına sürükleyip götürüyordu. Siyasiler de bu meczuplaştırılmış, zavallı, aç, yoksul, cahil kitlelerin, her gün, her yıl, her seçim döneminde artan oylarını alıp iktidarda kalabiliyorlar, orada vurgunlarını, ABD’ye hizmetlerini engelsizce yapabiliyorlardı.
İşte bu ihanet işbirliğinin, bu ahlâksızlık üzerine inşa edilen menfaat evliliğinin en açık göstergelerinden biri de, 1993’te Sivas-Madımak Katliamı sonrasında ortaya çıktı.
Her türden insani değerden yoksun, ahlâktan, erdemden, vicdandan yoksun, meczuplaştırılmış ve canavarlaştırılmış, daha doğrusu insanlıktan çıkarılmış Ortaçağcı güruh, Madımak Oteli’nde bir etkinlik için bulunan masum, aydın, yurtsever, temiz kalpli, laik insanlarımıza saldırıyor; onları yakarak katlediyor, 8 buçuk saat boyunca otelin etrafında azgın vahşi hayvan naraları atarak şeriat çığlıkları atıyor, “Kafirlere ölüm” sloganları atıyor; devletse en tepesinden en alt kurumuna kadar sadece izlemekle yetiniyordu bu katliamı, bu canavarlığı.
O günlerde de yazdığımız gibi, bu şımartılmış, canavarlaştırılmış gericiler güruhunu aslında bir manga asker dağıtmaya yeter de artardı bile. Ya da dirayetli bir komiserin komutasındaki bir semt karakolununun kadrosunu oluşturan polis birliği…
Devlet, ordusundan polisine, Cumhurbaşkanından Başbakanına, İçişlerinden Valisine, Kaymakamına varıcaya kadar böyle bir önlemde bulunmayı, müdahalede bulunmayı düşünmedi ve yapmadı. Dedik ya yukarıda; seyretti sadece. Çünkü bunların hepsi de, yanan kurbanlardan yana değildiler. Yakan İrticacı canavarlardan yanaydılar.
Bunların içinde namuslu olan, sadece günün Başbakan Yardımcısı olan Erdal İnönü’ydü. Namuslu olmak, içtenlikli olmak; halktan yana siyasetçi olmanın muhakkak ki en önde gelen birkaç şartından biridir. Ama tek başına bu özellik, insanı iyi bir halkçı siyasetçi yapmaz. Öyle olmaya yetmez. Erdal İnönü de, temiz kalpli olmakla birlikte, inisiyatifli, özgüvenli, atak, cesur, bilimli, bilinçli biri değildi. Bu yönüyle de o, sadece bir korkuluktu, bir zavallıydı. Bu olaydaki tutumu da, onun bu kişilik yapısının bir tezahürü, ortaya konuluşudur.
Katliam akşamı, şu alçakların, şu ABD hizmetkârlarının, şu halk düşmanlarının açıklamalarına bir bakın. Olaya ilişkin değerlendirmelerine bir bakın. Nasıl içiniz kalkacak, mideniz bulanacak, insanlığınızdan utanacaksınız, bir görün:
Tansu Çiller:
“Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir.”
Süleyman Demirel:
“Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş. Olayları çok yakından izledim. Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlar. Ortada halkla, halkın çatışması yoktur. Halkla güvenlik güçlerinin çatışması yoktur. Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır.”
Fehmi Koru:
“Komik hikâyelere imza atan yazar Aziz Nesin, bu defa izleri uzun yıllar kalacak bir trajedinin kahramanı oldu. Sivas’ta ilk elde 35 kişinin ölümü, çok sayıda kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan arbede, onun merkezinde bulunduğu yoğun tahriklerle meydana geldi.”
Mehmet Gazioğlu (Dönemin İçişleri Bakanı):
“Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir.”
İşte bu da, zavallı Erdal İnönü’nün açıklaması:
“Olaylara geç müdahale edilmesinde Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Çiller ve Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in de benim kadar sorumluluğu var.”
Gördüğümüz gibi, İnönü, Katliamdaki sorumluluğunu samimiyetle itiraf ediyor. Ama onun bu iyi niyeti Katliamı önleme yönünden hiçbir işe yaramamıştır.
Aslında atak, bilinçli, kararlı, cesur biri olsaydı anında Sivas’a gidip ya da Ankara’dan verdiği direktiflerle olayı, hiç kimsenin burnunun kanamasına izin verilmeden sonlandırabilirdi. İyi siyasetçi, iyi bir komutan da olmak zorundadır. Durum ne kadar karmaşık, şartlar ne denli olumsuz olursa olsun, olayı hızla görüp, bilincinin ışığında değerlendirip, doğru kararlara varmalı ve derhal uygulamaya geçmelidir. Ama dediğimiz gibi, İnönü’de bu dinamik karakterin zerresi yoktu.
Katliamcıların bir kısmı tespit edilip tutuklandı ve yargılandı. Fakat cezalandırılmadı. Çünkü Mahkeme öyle emir almıştı. Ve sonunda dava zaman aşımına uğratılarak düştü. Tutuklu canavarlar ve kaçak canavarlar serbest kaldı böylece, 2012 tarihinde.
İşte o günlerde, davanın böyle bir düzenbazlıkla ortadan kaldırılmasına ve canavarların serbest bırakılmasına ilişkin Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklama:
“Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun. Zaten onlar da söylüyorlar… Yıllar yılı içerde olan vatandaş, içlerinde kaçak olanlar vardı. Bilemiyorum tabii onlar da var…” (http://t24.com.tr/haber/basbakan-sivas-davasindaki-zaman-asimina-hayirli-olsun-dedi,199225)
Çok açık biçimde görüldüğü gibi, Tayyip de kurbanlardan yana değil. Canavarlardan yanadır. Seviniyor, davanın ortadan kaldırılmasına, cellatların serbest kalmasına. Ne içler acısı durum, değil mi arkadaşlar?..
İşte Türkiye’yi 1950’den bu yana bu Amerikan işbirlikçileri yönetti, bu acımasızlar yönetti, bu halk düşmanları yönetti, bu vatan millet düşmanları yönetti. Ve hâlâ da yönetmeye devam ediyor.
O cellatlardan biri de, hepimizin bildiği gibi, şu an Saadet Partisi Genel Başkanı olan Temel Karamollaoğlu’dur. Katliam günlerinin Molla Necmettin Erbakan’ın partisinden Sivas Belediye Başkanıdır. Katliam bitiminde itfaiye merdiveninden canavarlara şu hitapta bulunuyor:
“Gazanız mübarek olsun.”
Yani ne diyor?
Din uğruna kafirlerle yapmış olduğunuz savaşla ilahi bir hayır elde ettiniz. Kutlu olsun…
Ne yazık ki trajedi bununla bitmiyor, arkadaşlar.
Bu canavarın elinden Yeni CHP’nin TESEV’ci, Soros’çu Kemal’i de sırıtarak plaket almakta bir beis görmüyor.
Ve hatta bu katil, Kılıçdaroğlu’nun meşhur “Adalet Yürüyüşü”nün de destekçilerindendir, değil mi?
Bunlarla ilgili görüntüleri ve haberleri de görelim, isterseniz:
“CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Sivas katliamının yaşandığı dönemde Belediye Başkanı olan Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ile verdiği fotoğraf Alevi örgütlerinin tepkisini çekti. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Karamollaoğlu ile eski Başbakanlardan Necmettin Erbakan için düzenlenen anma programında bir araya gelmişti.
“Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Başkanı Tuncer Baş, Karamollaoğlu ile Kılıçdaroğlu’nun birlikte verdiği fotoğraf karesi için, “ciddi yaralayıcı bir fotoğraf karesi” yorumu yaptı. Alevi toplumunun tüm partiler içinde CHP’ye daha yakın olduğunu, seçmeninin büyük kısmını Alevilerin oluşturduğu bir partinin böyle bir programda yer almasının “reel siyaset”le açıklanamayacağını söyleyen Baş, “Aldatıldıklarını düşünmüyoruz. Bir tercih yapılmış görünüyor” yorumu yaptı.
“GAZALARI MÜBAREK OLSUN’
“Temel Karamollaoğlu’nun Sivas olayları sırasında yangın merdiveninden toplanan kalabalığa seslenirken “Gazanız mübarek olsun” dediğini anımsatan Tuncer Baş, “CHP’nin de Sayın Kılıçdaroğlu’nun da gazaları mübarek olsun” dedi.”
“Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı Gani Kaplan da, Türkiye’nin geleceğinin oylanacağı bir referandum öncesi verilen bu görüntüye tepki gösterdi. Bunun hem kurumlarını hem de şehit ailelerini üzdüğünü belirten Yıldız, “O görüntü doğru değil. Karamollaoğlu’nun elinde hâlâ Sivas şehitlerinin kanı var. Hâlâ temize çıkmış değil. Kesinlikle kabul edilebilir bir görüntü değil” dedi.” (http://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2017/02/27/karamollaoglunun-elinde-hala-sivasin-kani-var/)
Yeni CHP’nin Sorosdaroğlu Kemal’inin “Adalet Yürüyüşü” üzerine ise, şu kelamı ediyor, bu katil:
“Şiddete yönelik herhangi bir çağrıya vesile olmadığı sürece kınanacak bir adım olarak da değerlendirmiyoruz.
“(…)
“Sanki her konuda aynı politikaları benimsiyormuşuz intiba oluşturmaya çalışacaklardır. Hayır biz ne CHP’nin ne de AK Parti’nin değil sadece adaletin yanındayız. Hak ne diyorsa, hukuk ne diyorsa onu söyleriz.” (https://tr.sputniknews.com/columnists/201706211028983645-saadet-partisinden-adalet-yuruyusune-destek-kilicdaroglunun-demokratik-tercihi/)
Soralım şimdi bu katile ve onunla düşüp kalkan hain Sorosdaroğlu Kemal’e:
Peki, Sivas’ta canavarca yakılarak katledilen 35 canımızın “adalet”i ne olacak?
Ne diyor sizin “adalet”iniz onlara ilişkin?
Söyleyin bakalım!
Söyleyemezsiniz, değil mi?..
Kaçarsınız oradan. Bir hırsızın, hırsızlık yaptığı yerden hızla kaçışı gibi kaçarsınız oradan. Sizin adaletten anladığınız sadece koltuklarınızı güvenceye alabilmektir. Siz halkın, mazlumların, kurban canlarımızın adaletiyle zerrece ilgilenemezsiniz. Anlamazsınız da onların adaletinden zaten. Sizin bütün derdiniz, ABD uşaklığına devam edebilmek için altınızdaki koltuğun elden gitmemesidir. Onun uğraşı içindesiniz, onun yürüyüşünü yapıyorsunuz.
15 Temmuz 2016 sonrası ve 16 Nisan sonrası Tayyipgiller karşısında sergilediği teslimiyet ve diz çöküş, Sorosdaroğlu Kemal’in koltuğunun tehlikeye düşmesine yol açmıştı. Ölüsü kokmuş Amerikan uşağı Deniz Baykal ve yine Feto’nun savcılarıyla, yargıçlarıyla, Tayyipgiller’le, Ergenekoncu avcılığı yapan ve aşağılık CIA Operasyonunu baştan sona destekleyen Fikri Sağlar İbişi bile başkaldırmaya yeltenmişti, Sorosçu Kemal’e.
İşte bu içi boş, sözümona “Adalet yürüyüşü”yle, sallanan koltuğunu bir hayli pekiştirmiş ve güvenceye almış oldu Kılıçdaroğlu. Onun ve avanesinin derdi de zaten bundan ibaretti. Dolayısıyla da eylemleri son derece başarılı oldu, kendileri açısından. Neyse…
Demek ki arkadaşlar; 1950’den bu yana ABD Emperyalist Haydut Devletinin, onun casus örgütlerinin direktifleri doğrultusunda Ortaçağcı güçler adım adım yol aldılar, geliştiler, güçlendiler, cesaretlendirildiler, şımartıldılar ve kayıtsız şartsız iktidara taşındılar, 2002 3 Kasımı’nda. 15 yıldan bu yana da iktidarlarını ve ABD’ye sadakatle hizmetlerini sürdürmektedirler.
Olaya ilişkin şu yönü de ele alarak bitirelim, bu yazımızı. Murtaza Demir’in Odatv’de yayımlanan, konuya ilişkin yazısının şu satırlarına bakalım:
***
Erdoğan, Dersimlilerden özür diliyormuş! Dersimi bırak Dersimi, sen Sivas’a bak! Senin izin orada… Şu aşağıdaki listenin ne anlama geldiği gayet açık değil mi? Bu liste ortadayken ve sen, devletin bütün olanaklarını kullanarak, bu gerçeğin üstünü örterken, sana inananların aklına yanarım.
Şairin dediği gibi, bunca şeyden sonra özür mözür de istemiyorum hani, kalsın!
Aklından geçenlerin farkında olmamak için aptal olmak gerek… “Kürt Alevi-Türk Alevi” diyerek, Alevileri de bölseydin; böl tabiî; böl ki sırtımızdan inmeyesin! Enayiyiz ya; üç kuruşa satılırız ya… Bekle bakalım; cebine üç kuruş koyarak ekranlara saldığın kekliklerden başka, daha kaç kişiyi kandıracaksın?
Sağdan da soldan da saysan beş kişi olan ve nesline ihanet eden bu keklikler, öyle meşguller ki, Fethullah ve Erdoğan kredili tv’lerden fırsat bulup evlerine gidemiyorlarmış.
“Niye bu kadar kıymete bindik” diye kendilerine soruyorlardır elbet…
AKP’yle al takke ver külah eden, bu çok “zeki,” hem de “sosyalist” arkadaşlar, Sivas katliamının perde gerisinde duran, aşağıdaki listeyi-koalisyonu görürlerse, Osmanlı döneminden buyana Alevi-Bektaşilerin katline ferman verenlerin adresini görürler mi?.. Sanmam… Bu arkadaşları, Başbakanın, İskilipli Hocaya, Yavuz Selim’e, Ebu Suud’a, Bülent Arınç’ın Derviş Mehmet’e sahip çıkması da etkilemediğine göre, başka hiçbir şey etkilemez…
İşte o harita ve adreslerden biri…
SİVAS KATİLLERİNİ SAVUNAN VE SONRA AKP’Lİ OLAN AVUKATLAR:
1. Av. Ahmet Özer, Refah Partisi 1998 yılı Konya-Meram Bel. Bşk. V.
2. Av. Ali Aşlık, AKP İzmir eski İl Bşk.
3. Av. Ali Bulut, AKP Maraş Mv. TBMM Anayasa Kom. Üyesi;
4. Av. B. Ali Dönmez, N. Erbakan’ın kayıp trilyon davasının avukatı
5. Av. Bedrettin İskender, AKP Ümraniye Belediye Bşk. Adayı;
6. Av. Burhanettin Çoban, AKP Afyon Bel. Bşk. Adayı;
7. Av. Bülent Tüfekçi, AKP Malatya İl Bşk;
8. Av. Celal Mümtaz Akıncı- AKP oylarıyla Anayasa Mah. Üyesi;
9. Av. Ekrem Bedir, Sakarya AKP Hendek Bel. Mec. Üyesi;
10. Av. Eyüb Karagülle, İst. Saadet Partisi Eski İlçe Bşk.
11. Av. Faik Işık, Başbakan Erdoğan ve Süleyman Mercümek’in avukatı;
12. Av. Faruk Gökkuş, İst. AKP, Kâğıthane Bel. Bşk. Aday adayı;
13. Av. Ferruh Aslan, İst. Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın Müdürü;
14. Av. Fuat Sağıroğlu, Sultanbeyli Belediye Başkanı Yahya Karakaya ve N. Erbakan’ın “kayıp trilyon” davasının sanığı Süleyman Mercümek’in avukatı;
15. Av. Halil Ürün, RP Kayıp trilyon davası sanığı, AKP, 2008 Yılı Afyon Bel. Bşk. Adayı;
16. Av. Hasan Hüseyin Palan, AKP İst. İl Disiplin Kurulu Üyesi;
17. Av. Hayati Yazıcı- AKP Hükümetinde bakan;
18. Av. Haydar Kemal Kurt, AKP Isparta Mv;
19. Av. Hurşit Bıyık, AKP Trabzon İl Bşk. Yrd. Mv. Adayı;
20. Av. İbrahim Hakkı Aşkar, 22. Dönem AKP, Afyon Mv;
21. Av. İbrahim Kök, AKP Elazığ Mv. Aday Adayı;
22. Av. İsmail Aydos Ankara, Saadet Partisi GİK Üyesi;
23. Av. M. Ali Bulut, AKP Maraş Mv. TBMM Anayasa Kom. Üyesi;
24. Av. M. Nedim Taylan, AKP Adıyaman;
25. Av. Mehmet Akıncı, Refah Parti Pendik Belediye Başkan Yardımcısı;
26. Av. Mehmet Cihan, İst. SP Bağcılar Belediye Başkan Adayı;
27. Av. Mevlüt Uysal, AKP İstanbul Başakşehir Bel. Başkanı;
28. Av. Nevzat Er, AKP Eminönü Eski Bel. Bşk;
29. Av. Ramazan acar, Saadet Parti Malatya Merkez İlçe Bşk;
30. Av. Reşat Yazak – Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Üyesi;
31. Av. Suat Altınsoy, AKP Konya İl Bşk. Yrd.;
32. Av. Süleyman Boyalı, HAS Parti Konya, Meram İlçe Bşk.;
33. Av. Şevket Kazan – Eski RP Milletvekili, Adalet Bakanı;
34. Av. Tayfun Karali, İst. Büyükşehir Bel. Darülaceze Md.;
35. Av. Yakup Özbek, İst. HAS Parti Büyükşehir Mec. Üyesi;
36. Av. Zeyid Aslan, AKP Tokat Mv. Başbakan Erdoğan’ın eski avukatı;
SİVAS KATİLLERİNİ SAVUNAN VE DERNEK YÖNETİMİNDEKİ AVUKATLAR:
1. Av. Mehmet Cengiz, İst. Deniz Feneri Der. Gnl. Başkanı;
2. Av. M. Halit Çelik, İzmir MAZLUMDER Eski Genel Başkanı;
3. Av. Hamza Akbulut, İst. İlim Yayma Cemiyeti Gnl. Bşk.;
4. Av. Hüsnü Yazgan, İslami Hareket Örgütü Merkez heyeti Üyesi;
5. Av. Haluk Can, Sakarya, İlim ve Hikmet Kültür Vakfı Bşk. Başörtüsü sözcüsü;
6. Av. Cihan Baykara Denizli Sahte Peygamber Evrenesoğlu’nun Avukatı;
7. Av. Şeref Dursun, Sivas Umut Operasyonu sanığı;
8. Av. Şemsettin Petek, İst. Çağrı Grubu Bşk. Adayı;
9. Av. Nihat Osmanoğlu, İzmir, İst. Mazlumder Üyesi;
10. Av. Kamil Uğur Yaralı, İst. Hukukçular Derneği Bşk.;
11. Av. Kadir Hikmet Beyazıt, Mazlum-Der Kayseri Şube Bşk.;
12. Av. Emin Atalay, İst. İKRA Der. Bşk. İHH Avukatı;
13. Av. Avni Yazıcıoğlu, Muhsin Yazıcıoğlu’nun amcaoğlu;
14. Av. Yasin Şamlı, Hukukçular Der. Gnl. Sek. (Murtaza Demir, http://odatv.com/sivas-katliami-sonra-partilesen-islamci-orgut-koalisyonu-mu-0912111200.html)
***
Apaçık bir şekilde görülmektedir ki, AKP’giller Sivas’ta yakanlarla aynı toptan kesmedirler ve aynı kanlı oyunun aktörleridirler. 1950’den bu yana işbaşına gelen iktidarlar da bu kanlı ihanet yolunun taşlarını döşeyen Amerikan işbirlikçileridir.
Ve de, şu an Meclisteki Amerikancı Dörtlü Çete’nin; yani AKP’nin de, MHP’nin de, CHP’nin de, HDP’nin de yolu birdir, aynıdır. Bunların hepsi Amerika tarafından çizilen yolun sadık yolcularıdır.
Bunların her biri farklı söylemlere sahiptir, farklı roller oynar. Ama sonuçta oynadıkları kanlı ihanet oyununun senaristi de, yönetmeni de, yapımcısı da ABD’dir, CIA’dır, Pentagon’dur, Washington’dur.
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
5 Temmuz 2017
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı