Peki, bunları yiyen var mı, denecek. Yazık ki var. Önce de söylediğimiz gibi, Kadıköy Nazım Kültür ve oradaki “Güneşin Sofrası” var olduğu sürece de olacak. Öyle görünüyor…
O güzel, tarihi mekan, yeşillikler içindeki serin bahçesi ve faturası kalın da olsa, giriş kattaki meyhanesi, oralarda zaman öldürüp ipini sürüyen bir sürü entel dantelin ilgisini çekecektir, kuşkusuz.
Onlar da “iyi ya, bak hem hoş vakit geçiriyoruz buralarda, hem de icabında en keskininden solcu diye de satıyoruz kendimizi.”, diyerekten takılacaklardır oralara. Kafalarına uyan, uyarına gelirse eğer, ılıman eylemlere de katılacaklardır. Son ikidir 1 Mayıs’larda Bakırköy-Pazar Çukuru’nda sözde 1 Mayıs kutlamaları gibi…
Bu Hafızlar, hiç utanıp sıkılmadan, meyhane işletmeciliğini komünistlik diye satma düzenbazlığında bulunabilmişlerdir. Böyleleri hâlâ ciddiye alınıp muhatap alınmalı mıdırlar? denebilir.
Alınmamalıdırlar aslında. Neylersiniz ki komünist değerler, özellikle Sosyalist Kamp’ın yıkılışından bu yana öylesine aşındırıldı, soysuzlaştırıldı ki, yeni kuşaklar bunların böylesine ahlâksızlaşmalarını görmeyebilirler. O sebepten, hiç değilse bunların, genç kuşakları kandırmalarına ve daha devrimciliklerinin ilk adımında bozmalarına izin vermemek için, muhatap almalıyız ve teşhir etmeliyiz bunları.
Ayrıca da bunlar, meşrepleri olduğu üzre, bize de sinsice saldırmaya yeltenmekten geri durmamaktadırlar.
İşte bu 19 Mayıs’ta da, bir bildiri yayımlayıp bize de sözde eleştiri yöneltmekten geri kalmadılar.
Bakalım:
“Emperyalist işgal ordularına karşı mücadelenin sembolü 19 Mayıs’ı, emeğin iktidarı için verdiğimiz mücadelenin mevzilerinden selamlarken, ikinci kurtuluş savaşı hayalleri görmüyoruz. Kapitalizm koşullarında artık hiçbir sınıf milli değildir. Önümüzdeki görev, ülkemizi kapitalist düzenden ve emperyalizmin hakimiyetinden kurtaracak olan işçi sınıfının kurtuluş mücadelesini zafere ulaştırmaktır.” (http://haber.sol.org.tr/toplum/tkpden-19-mayis-aciklamasi-artik-bu-ulkenin-kurtulusu-emegin-kurtulusu-olacaktir-196839)
Ne diyor, Hafızlar yukarıda?
“İkinci Kurtuluş Savaşı hayalleri görmüyoruz.”
Niye görmüyorsunuz, Hafızlar?
İhtiyaç mı yok, İkinci Kurtuluş Savaşı’na?
Çifte Hafızlarımız, biz İkinci Kurtuluş Savaşçılarını da, yani Kıvılcımlı Usta’yı, Denizler’i, Mahirler’i ve bizi, “hayal görmek”le suçlamış oluyor.
Ne dediğini bilmezliğin âlâsı…
Ülkemiz emperyalizmin işgali altında değil mi?
Buna karşı bir Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı vermek zorunda değil miyiz, biz devrimciler?
Tam bunu da demiyor Hafızlar. “Ülkemizi kapitalist düzenden ve emperyalizmin hakimiyetinden kurtaracak olan işçi sınıfı mücadelesini zafere ulaştırmaktır önümüzdeki görev”, diyorlar. Demek ki emperyalizmin hakimiyeti altındayız. Üstelik de, bununla yetinmiyor emperyalistler, yani ABD ve AB haydut devletleri; BOP Haritası’na göre ülkemizi de üç parçaya bölmek istiyorlar.
Demek ki Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndaki günlerden farklı günlerde değiliz. Ha, tek bir fark var: O zaman askeriyle, silahıyla, topuyla, tüfeğiyle, açıktan işgal altına almıştı ülkemizi, Batılı Emperyalistler, Amerika’da içinde olmak üzere. Yani sömürgeleştirmişti.
Şimdi ne yapmış?
Açık işgalden vazgeçmiş sadece. Sebebi de basit: Açık işgal mazlum halklarda sert tepkiye ve ani uyanışa sebep oluyor. Antiemperyalist silahlı bir kurtuluş savaşının hemen başlamasına sebep oluyor. O yüzden, sinsice yürütüyor artık işgalini.
Antika ve Modern Gerici Sınıflardan işbirlikçi hainler devşiriyor, onları örgütleyip, partileştirip iktidarlara taşıyor, böylece de siyasi açıdan istediği gibi yönetir hale geliyor, mazlum ülkeleri. Yani siyaseten emri altına alıyor.
Ekonomilerini de kendi emperyalist tekellerinin tümüyle hakimiyet alanları içine sokuyor. Böylece de, o ülkelerin bağımsızlıklarını bütünüyle ortadan kaldırıyor.
Tabiî ekonomik ve siyasi bağımlılık; kültürde, sanatta, felsefede, dinde, edebiyatta, müzikte, sinamada bağımlılığı da beraberinde getiriyor. Estetik anlayışlar ve zevkler bile artık emperyalist metropollerin belirleyiciliğine tabi kılınıyor. Bu da, artık insanlarımızın kafa yapılarını, düşünce sistemlerini, emperyalistlerin belirlemesine yol açıyor.
Batılı Emperyalist haydutlar, artık hukukun da, demokrasinin de, özgürlüğün de havarileri sayılır hale geliyor. Yani, Amerikanofilleştiriliyor, özellikle aydınlarımız olmak üzere insanlarımız.
Dolayısıyla da, ülkemiz yarısömürge; insanlarımız da halinden memnun, dünyanın ve toplumun gerçeklerini görmekten aciz zavallılar durumuna düşürülüyor.
Ayrıca da, yarısömürge, emperyalistler için daha ekonomik oluyor. Yani, kendi askerini bu iş için beslemesine, giydirmesine gerek kalmıyor.
Kıvılcımlı Usta, sömürge ve yarısömürge farkının özelliklerini çok öğretici biçimde anlatır.
“Açık sömürgede yerli ve yabancı bellidir. Dost ve düşman bellidir. Efendi ve kul bellidir. Sömürgenin maddesi emperyalizmin tırnağı altındadır. Yarı sömürgede ise ne dost bellidir ne düşman… Hepsi birbirine karışmıştır. Yarı sömürgenin ruhu karmakarışıktır. Memleketin üzerine bir leş abanmıştır. Zavallı millet, o leşi hortlak yapan ruhu ayırt edemez. “Açık sömürgede kimi vuracağını herkes bilir. Yarı sömürgede ise milletin elini kolunu bağlayan canavar, yerli kıyafetindedir. Herkes, kiminle, nasıl dövüşeceğini şaşırır… Millet birbirine düşer. Açık sömürgede satılık insanlar yüzük taşı gibi meydandadır. Yarı sömürgede en alçak hıyanetler milletin kendisinden geliyormuş gibi görünür. Bugün Emperyalistlerin açık sömürgeden kurtulmaya çalışmaları bundandır. Yarı sömürge hem masrafsız hem külfetsizdir… Ne uğraşacaksın aç, yoksul yığınlarla?: Başlarına kendilerinden bir sürü uşak geçirirsin; hem yersin, hem yedirirsin… Sana düşman olacaklarına, birbirlerine girsinler… “Hür ve bağımsızsın” dedin mi, kimse yan bakamaz. Ara sıra atacağın sadaka ile bütün dünyanın dilencilerinden alkış toplarsın. Sömürge idaresi, sömürge donanması, sömürge savaşı taşınır yük mü?.. Koyver son meteliklerine kadar harcasınlar. Boğazlarına değin borca batsınlar ve kendi paracıklarıyla silahlansınlar… O zaman gör, seni senden çok savunacaklardır. Hem yalnız canlarıyla başlarıyla değil, dinleriyle, imanlarıyla, vicdanlarıyla, namuslarıyla, bilinçleriyle…
“Birkaç eldivenli konuşan centilmen diplomat, üç beş diplomalı profesör casus, beş on tane de bütçesini, planını, silahlı kuvvetini kotaracak yüksek uzman gönderdin mi, bütün bir memleket senin için gönüllü çalışır. Artık soy soyabildiğin kadar… Kendi elceğizleriyle kuşaklarını sıkıp, dişlerinden tırnaklarından artırarak sana borç ödemeyi namus borcu bilirler… Bir kürdan parası tutmayan “üs” kurmak bile boş emek… Şu enayileri bir gidip görelim, onlar yaşamasını bilmez, güzel iklimlerinde biraz eğlenelim, resmen çaktırmadan içlerini casuslayalım; diye göndereceğin “turist”lerin bahşişi onlara yeter de artar bile… Anavatanında bir alayın diş kirası ile, yarı sömürgede emrine tümenler, ordular kurban edilecektir. Nene gerek belâlı açık sömürge…” (Hikmet Kıvılcımlı, Hürriyetimiz ve Birinci Emperyalist Evren Savaşı Faciamız, Derleniş Yayınları, s. 14-15)
Şu anki durumumuzu ne kadar veciz bir biçimde anlatıyor, Kıvılcımlı Usta, değil mi?
Yine Kıvılcımlı Usta, Birinci Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın, kazanımlarının bir bir yok edilerek nasıl zaman içinde tersine çevrildiğini ve bugün yeniden bir Kurtuluş Savaşı vermek mecburiyetinde oluşumuzu “Cumhuriyet Bayramı Nedir?” adlı makalesinde aynı vecizlikte özetler:
***
“Cumhuriyet Bayramı Nedir?
“Bunu, bize en iyi özetleyen kişi, Cumhuriyet’in ölümsüz kurucusudur.
“Mustafa Kemal, Türkiye’nin yüzyıllardan beri iki büyük kahredici gücü, iki büyük lanetleme gücü ezdiğini haykırdığı gün, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gönderine ilk Cumhuriyet bayrağını çekmişti.
“Bu iki kahredici, lanetleme, baş belası güç neydi?
“Mustafa Kemal’e göre; birisi Emperyalizm, öteki Saltanat’tı.
“(…)
“1919–29 arası, Türkiye’de modern Batı gericiliğinin şapkası olan emperyalizm, silâhlı kuvvet biçimiyle önce kapıdan kovuldu. O şapkayı taşıyan eskimiş ve iler tutar yeri kalmamış komprador burjuvazi saf dışı edildi. Emperyalizm şapkasını yerli millî şirketler başlarına geçirdiler. Kapıdan kovulan yabancı sermaye: “Batıcı Demokrasi” ve “dış yardım” adı verilen Truva’nın Atıyla yurdumuza bacadan girdi. Bir de baktık, 1923 yılı Finans-Kapital şeytanının alıp götürdüğü yabancı silâhlı güçleri, aynı şeytan satamayıp geri getirdi. Ve yüzlerce üs’te yuvalandırdı.
“O nedenlerle, kırk yıllık ara geçmeden: Birinci Kuvayimilliyecilikten sonra bir İkinci Kuvayimilliyecilik gerekti.
“1919–29 yılları Birinci Millî Demokratik Devrim sosyal bir kümeye: “komprador burjuvaziye” karşı gerçekleşti. Ancak, kompradorların yerine, Türkiye’de, genlikli ve ilerici bir sanayi burjuvazisi geçemedi. “Eşsiz Örneksiz” Devletçiliğimiz sayesinde: tebdil gezen en kodaman eski kompradorlar, en kodaman, kadim Tefeci-Bezirgânlar ve en kodaman büyük toprak emlâk ağaları bankalar kubbesi altında harman edildi; hepsinden, son sistem “her mahallede bir milyoner” parolalı yerli millî FİNANS-KAPİTAL OLİGARŞİSİ yaratıldı.
“1959–69 yılları İkinci Millî Demokratik Devrim, 27 Mayıs’ın ışığı altında çim çiğ aydınlandı. Burada, nükleer başlıklı Amerikan üslerine sırtlarını dayamış bulunan Finans-Kapital Oligarşisi, Mustafa Kemal’in ”EMPERYALİZM” dediği BATI GERİCİLİĞİ’dir. Burada köylerimizi inlete inlete sömürdükçe biti kanlanan tefeci hacıağalık Mustafa Kemal’in “Saltanat” dediği DOĞU GERİCİLİĞİ’dir. Her iki gericilik de, 48 yıl önce Kuvayimilliyeci atalarımızın savaş açtıkları aynı iki başlı ejderhanın bugünkü gelişimidir. İki kahredici, iki lanet olası büyük başbelâmızdır.
“Birinci Kuvayimilliyecilik: SİLÂHLI, askercil, sıcak savaştı. Bu savaşın bütün yokluklarına rağmen cephesi açıkça belirliydi. Stratejisi ve taktiği az çok genel kurallara göre basitti. Hedefi ise olağanüstü kolay anlaşılırdı.
“İkinci Kuvayimilliyecilikte, cephe ne denli baş döndürücü, strateji ve taktik ne denli karmakarışık, hedef ne denli güç anlaşılır olursa olsun, Birinci Kuvayimilliyeciliğin devrimci, kutsal Mustafa Kemal gelenekli CUMHURİYET BAYRAĞI başımızdadır.” (http://kurtuluspartisi.org/cumhuriyet-bayrami-nedir/)
***
Demek ki, emperyalizmi 1919’da başlattığımız Kurtuluş Savaşı’mızın zaferiyle ülkemizden kovmuşuz. Onun yerli işbirlikçisi olan “Saltanat”ı da kovmuşuz. Ama bugün, yeniden emperyalizmin ve onun yeni, hain işbirlikçilerinin pençesi altına düşmüşüz. Yapılması gereken, Kıvılcımlı Usta’nın deyişiyle; bir İkinci Kuvayimilliyecilik’tir.
Olay bu kadar açık, net ve kesindir…
Zırvalamaya devam ediyor, Yeni Sahte TKP’nin Hafızları:
“Kapitalizm koşullarında artık hiçbir sınıf milli değildir.”
Hafızlar, İşçi Sınıfı Bilimiyle alakadar olmadıkları için, bu bilimden bihaber oldukları için, rahmetli Mihri Belli’nin terimleştirdiği “milli-gayrimilli sınıflar” saçmalamasını gevelemeye devam ediyorlar. Kapitalist sınıfı bütünüyle millet dışına atıvermiş oluyorlar. Böylece de, daha ortaöğretim sosyoloji kitaplarında öğretilen millet kavramının bile ne olduğunu bilmediklerini ortaya sermiş oluyorlar.
Önderimiz Kıvılcımlı, Mihri Belli’yi bu saçmalamasından dolayı şöyle eleştirmişti:
“Büyük bir celâdetle, “Emperyalizm” gibi “İşbirlikçilerini” de bir çırpıda Millet dışı ediveriyorlar. Neredeyse Türkiye’de bulunan herhangi bir sosyal sınıf veya zümre, “Millî” olmak için MDD’cilerden izin alacaktır, gibi durum yaratıyorlar. Eğer MDD’ciler o insanları “İşbirlikçiler” arasına sokarlarsa, talihlerine küssünler: artık “Gayrımillî”dirler.
“Böyle bir “Sosyal Sınıf ilişkileri” düpedüz ortaya konuldu mu, insan, elinde olmayarak, ünlü Osmanlı fıkrasındaki sözü dilinin ucundan atamıyor:
“-Söyle Tatar ağası! Biliyorum, yalan, ama, hoşuma gidiyor, söyle!”
“Zira Marksizmin Alfabesini olsun netçe sökebilenler şurasını objektif olarak iyice bilirler ki, bir Toplum yapısında hiçbir sosyal sınıf veya zümre, birkaç celâdetli [yiğit-kahraman] Devrimcinin, İktidara gelmeden yakıştırması ve icazeti ile ne “Millî” olur, ne “Gayrımillî”…
“Tekrarın yeri burasıdır. Millet, Kapitalist ekonominin yaratığıdır. Millet denince: Modern bir Toplumda hem bütün zümreleriyle Kapitalistler sınıfını, hem de Halk (İşçi, Küçükburjuva: Köylü-Esnaf-Aydın ve ilh…) yığınlarını, hem de Toprak Ağalarını ve Beylerini toptan içine almış bir Sosyal yapı göz önüne gelir. Ne üst-egemen, ne alt-güdülen sosyal sınıf, zümre, tabakalardan hiçbirisi, beğenmediği ötekisini lafla “Millet dışı” edemez, Millet bir sosyal gerçekliktir. Kişi buyrultusu ile ne kurulur, ne dağılır. Bilimcil Sosyalizm bunu böyle öğretir.” (Hikmet Kıvılcımlı, Oportünizm Nedir, Halk Savaşının Planları, Devrim Zorlaması-Demokratik Zortlama, Derleniş Yayınları, s. 460)
Mihri Belli, sadece egemen sınıfları “gayrimilli” ilan ediyordu, hiç değilse. Bizim Hafızlarsa, tüm sınıfları “gayrimilli” ilan edip, geçip gidiyorlar.
İnsan şaşırıyor, değil mi? Yahu milletler mi ortadan kalktı? Ne oldu da bütün sınıflar gayrimilli oldu, diye sormadan edemiyor.
Oysa ne diyor Lenin Usta?
Milletler, proletaryanın zaferi dünya çapında gerçekleştikten sonra bile varlığını yıllarca devam ettirecektir.
Demek ki, hiçbir sınıf ve zümreyi millet dışı ilan edemeyiz.
Ayrıca, Yeni Sahte TKP’nin Hafızları, kapitalist sınıfı yekpare bir blok sayıyorlar. Kapitalizmin böylesi bir konağının 20’nci yüzyılla birlikte ortadan kalktığını bilmiyorlar. Yani, emperyalizmin ne olduğunu bilmiyorlar. Sınıf yapısını bilmiyorlar.
Ne diyor Lenin?
“Emperyalizmin en kısa tanımını yapmamız istenseydi; ona Tekelci Kapitalizm derdik.”
Demek ki, emperyalistler, kapitalist sınıfın tamamı değil, onun çok küçük bir zümresidir. Yani azınlığıdır. “Finans Kapitalistler” denen tekelci kesimidir.
Bunlar bugün, Türkiye’de TUSİAD, MUSİAD, TİSK ve TOBB’un yönetim kademesinde yer almaktadırlar. Kapitalist sınıfın ezici çoğunluğu ise, bunların dışında, bilimsel deyişle “Vahşi” ya da “Yaban” burjuvazi diye adlandırabileceğimiz kapitalistler şeklindedir.
Uluslararası Emperyalizmle işbirlilğine, ortaklığa giren, yerli Finans-Kapitalistler zümresidir. Yaban ya da Vahşi burjuvalar şeklinde adlandırılan geniş burjuva yapılarsa, emperyalizmden ve yerli işbirlikçilerinden zarar gören kesimler içinde yer alırlar. Çünkü Finans-Kapitalistler, sadece alınteriyle geçim sağlayan, ezilen ve sömürülen kitleleri değil, bu orta burjuvaları da ezerler, sömürürler.
Dolayısıyla da, bu burjuva kesimin de emperyalizmle çelişkisi vardır.
Yine Kıvılcımlı Usta’ya başvuralım, isterseniz. Usta’nın “Finans Kapital Nedir?” başlıklı kısa makalesini aktarıverelim:
***
SOSYALİST çıktı çıkalı “Finans-Kapital” sözü en sık geçen bir frenkçedir. Türkçesi malî sermaye diye çevrilse, daha anlaşılır olamaz. Kapital, bildiğimiz sermayedir. Finans: Maliye, büyük şirket ve bankalar işidir. Ancak, tarih içinde sermayenin geçirdiği değişiklikler gözönüne getirilmedikçe, Finans – Kapital sözünün anlamı ve önemi kavranamaz.
Medeniyetten önce, insan Toplumu SOSYALİST idi. O ilkel sosyalizmde, ne sınıf, ne sermayeci vardı. Herşey toplumun ortak malıydı. Medeniyet özel sermaye ile doğdu. Onun için, bugün hâlâ özel sermaye vurgun yapmazsa medeniyet ölür, sananlarımız çoktur. Oysa medeniyet gibi, sermaye de ezeli, değişmez şey değildir.
İlk özel sermayeci tip Sümerlerde “TAMKARA” adını alanlardan bunlar toplum varından aşırdıkları değerle Antika Sermaye diyeceğimiz gücü edindiler. Batıda, kapitalizm doğmadan önceye dek dünyayı allak bullak eden antika sermayeye önsermaye (PREKAPİTAL) denir. Önsermaye iki başlıdır:
a) Tefeci sermaye: Para alışverişi yapıp fâiz alır.
b) Bezirgân sermaye: Mal alışverişi yapıp kâr eder.
Marks’ın “İkiz kardeş” dediği Tefeci – Bezirgân sermayenin, modern sermayeye zıt olan yani: Üretime karışmaması ile özetlenir. Antika toplumda üretimi ya hür küçük üretmenler (esnaf, köylü) yapar, yahut büyük toprak beylerinin geniş çiftliklerinde köleler yapar. Esnaf ve köylünün küçük üretiminden, yahut efendi ve beylerin büyük üretimden çıkardıkları malları pazara çıkarıp kâr sağlayan bezirgân sermayedir. Küçük üretmenleri (esnaf-köylüleri) ve beyefendileri ağır şartlarla haraca bağlayıp fâiz sağlayan tefeci sermayedir. Bu sıfatla, Tefeci-Bezirgân sermaye, üretim ve toplum düşmanı olarak dinlerce lânetlenmiştir.
Batı kapitalizmi o antika önsermayeyi kazıyıp atarak modern sermayeyi üstün getirdi. Modern sermayenin antika sermayeden baş farkı: Doğrudan doğruyaüretimle uğraşmasıdır. Kapitalizmde üretim temelini eline geçiren sermaye, tarihsel gelişimi yüzünden birbirine zıt iki basamak gösterdi:
a) Serbest Rekabetçi Sermaye: 19’uncu yüzyıla değin özel sermaye girişkin ve yaratıcı kişi olan modern kapitalistler elinde işledi. Muazzam Batı medeniyetini kurdu. Kendi “mezar kazıcısı” olacak muazzam İşçi sınıfı ordularını yetiştirdi. İnsanlık, kapitalizmin serbest (Hürriyet) çağına çok şey borçludur.
b) Tekelci Finans-Kapital: 19’uncu yüzyıl ortalarından beri temellerini atıp 20’inci yüzyıla girer girmez kayıtsız insanoğlunun herşeyine egemen olan sermayedir. Serbest rekabet çağında egemenlik bütün olarak SERMAYECİ (Kapitalist) SINIFININ elinde idi. Finans – Kapital çağında, kapitalist sınıfının dahi çoğunluğu aşağı safa itilir. Gerek (sanayici, tüccar, banker) KAPİTALİST’lerin, gerek (Büyük emlâk sahibi toprak beyi, ağa mütegallibe, eşraf) RANTİYE’lerin (İRAT yiyicilerinin) içinden en kalınları, en soyguncu, vurguncuları. birkaç büyük ŞİRKET – BANKA kubbesi altında buluşup kaynaşırlar. Sanayii, ziraati, alışverişi, siyaseti, bilimi, felsefeyi, ahlâkı; dini, her şeyi TEKELCİ – SERMAYE’lerinin zokası altına sokarlar. İşte buna FİNANS- KAPİTAL denir. (Hikmet Kıvılcımlı, Finans-Kapital Nedir?, Sosyalist Gazetesi, 12 Nisan 1967)
***
Uluslararası emperyalizmin sınıf temelini oluşturan, işte bu yapıdır. Ülkemizde de, uluslararası emperyalizmle ortaklığa girerek onun yerli işbirilikçisi, acentası işlevi yapan yerli Finans-Kapitalistlerdir.
Demek ki, burjuva sınıfının sadece 500 ya da 1000’ini oluşturur, bu Finans-Kapitalistler Zümresi. Onun dışında, tekel dışı kalmış geniş kesimi ise, hem yabancı emperyalistlerden, hem de onların Türkiye’deki ortağı Finans-Kapitalistler Zümresinden ayrıdır. Ve onlarla çelişkisi vardır. Onlardan zarar görmektedir.
Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye kesimi de, Finans-Kapitlaistlerin yardakçılığını taraftarlığını yapmaktadır. Çünkü onlar da, Finans-Kapital ürünlerinin taşra il ve ilçelerimizde, kasabalarımızda pazarlamasını yapmaktadırlar. Yani onlar da Finans-Kapital’in kullandığı acentalar konumundadır. Bunların sayısı da, birkaç bin civarındadır.
Bu sömürgen, gerici sınıflar ve onların emrindeki her türden uşaklar, koruyucular, hizmetkârlar toplamı, nüfusumuzun ancak binde birini oluşturur. Yani 80 milyonluk Türkiye’de bin kişi civarındadır, bunların sayısı. Bunların dışında kalan kesimse, halkımızı oluşturur. Dolayısıyla da, Demokratik Halk Devrimi sürecinde, bilimin ışığında sistemli bir uyandırma, bilinçlendirme ve örgütlendirme gerçekleştirilebilirse, bu halk yığınlarımızın doğrudan ya da dolaylı olarak Devrimden yana tutum alması sağlanabilir. Biz İşçi Sınıfı Devrimcileri de bunun metot ve biçimlerini bulmalı, yaratmalıyız.
İşte, başta İşçi Sınıfımız gelmek üzere, köylü yığınlarımız, esnaflarımız, aydınlarımız ve tekel dışı kalmış burjuvalarla birlikte, antiemperyalist, antifeodal ve antişovenist bir Halk Devrimi yapmak görev ve sorumluluğundayız, Gerçek Devrimciler olarak, İşçi Sınıfı Devrimcileri olarak, Marksist-Leninistler olarak.
Demek ki, uluslararası emperyalistlere, onların yerli işbirlikçisi, ortağı hainler güruhuna karşı, onların sömürü, vurgun, katliam ve zulüm düzenlerine karşı bir İkinci Kurtuluş Savaşı vermek zorundayız.
Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mıza Anadolu Burjuvazisi önderlik etmişti. Bu sebeple de, çağı geçmiş 20’nci yüzyıl burjuvazisi olduğu için, devrime çabucak sırtını döndü ve gericileşti. Süreç içinde de, bu Kurtuluş Savaşı’mızın bütün kazanımları bir bir yitip gitti.
Birinci Kurtuluş Savaşı’mızda düşman, Mustafa Kemal’in deyişiyle, tüm Batı alemi ve Saltanat’tı. İstanbul Hükümetleriydi.
İkinci Kurtuluş Savaşı’nda ise düşman, yine uluslararası emperyalistler ve onların emrindeki Finans-Kapitalistler zümresi, Antika Tefeci-Bezigân Sermaye Sınıfı ve bunların siyasi temsilcilerinden oluşan, başta Kaçak Saraylı Reis’in AKP’giller’i gelmek üzere Meclisteki Amerikancı Dörtlü Çete’dir. Bunların her türden uşakları, yardakçıları, destekçileri, savunucuları, özetçe; takım taklavatlarıdır. Bunların da toplam sayısı, yukarıda da söz ettiğimiz gibi, 8 bin kişiciktir.
Bunun dışındaki 80 milyonu oluşturan Türkiye Halkı, uluslararası emperyalizmden ve bunların türkiye’deki ortaklarından, işbirlikçilerinden zarar görmektedir, zulüm görmektedir.
İşte geniş kitlelerin tepkilerini, taleplerini iyi kavrayıp, anlayıp, değerlendirip örgütlemek ve nihayet ordulaştırmakla görevliyiz biz. Bu görevimizi iyice bilince çıkarmamız gerekir.
Demek ki, bir İkinci Kurtuluş Savaşı, kaçınılmazdır. Bu savaşa da sınıf olarak İşçi Sınıfımız önderlik edecektir. Onun bilimi ışığında yürütülecektir bu savaş. Ve de İşçi Sınıfı Devrimcileri ve onun partisi bu savaşın genelkurmayı olacaktır.
Yeni Sahte TKP’nin Kadıköy Nazım Kültür’de, “Güneşin Sofrası”nda iplerini sürüyüp ömür çürüten zavallı soytarı Hafızları, yukarıda da belirttiğimiz gibi, İşçi Sınıfı Bilimini zerrece anlayamadıkları için, hemen her konuda saçmalayıp durmaktadırlar.
Ne diyorlar, yukarıda aktarılan cümlelerinde bir de?
“Emeğin iktidarı için verdiğimiz mücadele…”
Hafızlar; yaşınız da biraz geç oldu ama, hani ne der ünlü özdeyişimiz?
“Öğrenmenin yaşı yoktur.”
“Emeğin iktidarı” olmaz. Halkın iktidarı olur, ki Demokratik Halk Devrimi’mizin zaferi sonunda kurulacak olan iktidardır bu, Proletaryanın iktidarı olur. O da, devrimimizin ikinci basamağına, yani Sosyalist basamağa geçildikten sonra kurulacak olan iktidardır.
Emek, maddeleşmiş değer demektir. Değerin iktidarı söz konusu olmaz…
Artıdeğer de, Marksistlerin bildiği gibi, karşılığı ödenmemiş olan emektir. Karşılığı burjuvazi tarafından ödenmeden el konulan emek demektir. İşçi Sınıfımızın yarattığı emeğin-değerin bir bölümünün karşılığı ödenmeden burjuvazi tarafından el konulan kısmına verilen addır. Sömürüsünü bu yolla yapar, burjuvazi esas olarak. Neyse, geçelim…
Sözümüzü, yine Kıvılcımlı Usta’nın altın değerindeki şu cümleleriyle bitirelim:
“İnsanlığın önünde iki rahmetten biri var: ya bilesiye, tüm bilinçli, kıyasıya, öldüresiye ve ölesiye Milli Kurtuluş Savaşı göze alınır yahut sürünesiye, sömürülesiye, çürüyesiye, geberesiye, kullaşılır, köleleşilir. Ya Kurtuluş Savaşı ya da en soysuzca köleleşmenin mezar taşı.”
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
20 Mayıs 2017
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı