Kaderin cilvesine bak, Tayyip…
2002’de yine bir YSK hilekârlığıyla gelmiştin iktidara,
Gidişinin başlangıcı da yine bir YSK düzenbazlığıyla oldu…
Çok enteresan, değil mi?..
YSK, yukarıdaki sözlerimizden de anlaşılacağı gibi, 2002’den bu yana Tayyipgiller’in hizmetindedir. Tabiî aynı zamanda da, ABD Emperyalist haydut devletinin…
Biliyorsunuz; Tayyip, “Minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz. Referansımız İslamiyet”, diyerek Siirt’te yaptığı konuşmada; din devleti savaşçısı olduklarını açıkça ortaya koyunca yargılanmış, ceza almıştı. Seçilme hakkını da kaybetmişti. Yani, bir kamu yöneticisi olamayacaktı. Hatta ömür boyu muhtar bile olamayacak konumdaydı. Affa uğramış olsa bile…
Çünkü, Türk Ceza Yasasının bu suça ilişkin 312’nci maddesinin 2’nci fıkrasından 10 ay hapis cezasına mahkûm olmuştu. Bu cezası da Yargıtayca onanarak kesinleşmişti.
İşte, işin bu aşamasında devreye Amerika’nın yönettiği Deniz Baykal haini girer.
Neden mi girer?
Şundan:
Aşağıdaki aktarmayı okuyalım, lütfen:
“AK PARTİ BİR PROJE PARTİSİDİR”
“Abdurrahim Karslı: Yok yineleyeyim. Bir grup gazeteci arkadaş, bizim de kurucu arkadaşlarımız ile birlikte benim evimi ziyarete geldiler. Yemek yedik, sohbet ettik. Sohbet esnasında, bizim Medya ve Tanıtımdan Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Şeyda Açıkkol, bir soru sordu. Dedi ki gazeteci ve hazırda olan arkadaşlara;
“1- Ak Parti ile ilgili düşünceniz nedir bu gelinen noktada?
“2- Biz yeni bir parti kurduk Merkez Parti ile ilgili ne düşünüyorsunuz”
“Orada muhtelif arkadaşlar vardı, demin yukarıda ismini söylediğim Ak Parti’ye çok hizmet eden, fikir babası, halen içinde olan, çok müdafaa eden gazeteci yazar, benim de eskiden beri tanıdığım, düşünce insanı olarak bildiğim Abdurrahman Dilipak da vardı. Hatta benden yaşça büyük olduğu için ben ona ağabey diye hitap ederim. O da orada vardı. Bu soruya mukabil işte insanlar fikrini söylerken o da fikrini söyledi. Dedi ki “Ak Parti ben de bunu çok da yazdım” dedi, “saklamaya gerek yok her yerde de bu mevcut” dedi. “Ak Parti bir proje partisidir” dedi. “Ne projesi?” dediler. “Bir tarihte, 90’lı yıllarının başından sonra küresel güçler, emperyalist güçler bunun içinde ABD, İngiltere, İsrail falan Türkiye’ye gidip gelmeye başladı. Bizlerle de görüşmeye başladı. ‘Niye gelip gidiyorlardı?’ dediler. Bundan sonra Türkiye’de siyasal İslamcılar ile birlikte çalışmak istiyoruz. Çünkü yükselen trend siyasal İslam. Çünkü, Erbakan hoca ve ekibi gittikçe yükselen trendde puan almaya başlamış. Biz sizinle çalışmak istiyoruz biz anlaşma yapalım” yani kendi anlattı.
“Cem Özer: Neden Erbakan Hoca madem yükseliyor onunla anlaşma yapmıyorlar?
“Abdurrahim Karslı: Erbakan hocaya teklif etmişler. Hatta bunu da söyledi. “O kabul etmedi” dedi. Yani nasıl bir anlaşma?
“Anlaşma şu:
“1. Biz sizi iktidara taşıyalım.
“2. Size iktidarda sorun çıkaracakları opere edelim.
“3. Size gerekli finansal destekleri getirelim.
“Cem Özer: Yani o zaman kabul ediyor ameliyatı. Memleketi üzerinde kendine yana olursa ameliyatı kabul ediyor…
“Abdurrahim Karslı: Tabiî.
“Cem Özer: Ben memleketin üzerinde ameliyat yaptırmam derken, o zaman yaptırıyor.
“ERBAKAN’A TEKLİF ETTİLER KABUL ETMEDİ
“Abdurrahim Karslı: Demiyor tabiî. Yani Erbakan hoca bunları kabul etmiyor. Ama Erbakan hocanın ekibi şimdi Ak Parti’yi kuranlar bunu kabul ediyor. Bunun içinde de Tayyip Bey ve Abdullah Bey var. “Ben de vardım” dedi o müzakere ekibinin içinde. Hatta insanlar orada garip garip bakınca orada huzurda olan Ali Bulaç Bey de vardı gazeteci yazar. “Ali Bey’in de haberi var o da biliyor bu ekibi.” dedi. Sonra biz bunları yapalım sizden de istediğimiz şu:
“1. İsrail’in güvenliğini arttıracaksınız, önündeki engelleri kaldıracaksınız.
“2. Büyük Ortadoğu projesi yani sınırların değişmesi.
“3. İslam’ın yeniden yorumlanmasında bize yardımcı olacaksınız.
“Hatta orada DSP’li bir Bakanımız vardı Aydın Tümen onun da ismini söyleyeyim kızmaz inşallah. Aydın Tümen dönüp bakınca ters ters dedi ki; “Kızmanıza gerek yok. Sosyal demokratlardan da bu projenin içinde olanlar vardı. O zaman CHP’nin başında olan Deniz Baykal, ona da çünkü Cumhurbaşkanlığını verecektik” dedi. “Ama o sıra dedi anlaşma gereği hiç çalışmadı gitti sırt üstü yattı. ‘Nasıl olduysa anlaştık’ diye, proje bozuldu Abdullah Bey’e teklif ettik” dedi.
“Cem Özer: Zaten Deniz Baykal, eğer evet demeseydi siyasi hayatımızda Recep Tayyip Erdoğan daha sonra olacaktı.
“Abdurrahim Karslı: Tam olarak değil aslında. Daha değişiği, bu iktidar bir proje iktidarı olduğu için muhalefette bu proje gereği iktidarın destekçisi. Dediğiniz gibi meclise girmesi Tayyip Bey’in Deniz Bey sebeptir. Ama erken seçimi teklif eden de Devlet Bahçeli’dir.” (http://www.abcgazetesi.com/nurullah-ankut-ey-namuslu-cephede-oynayan-sark-aydinlari-24666h.htm)
Açıkça görüldüğü gibi, CIA Projesinde oynamayı, Cumhurbaşkanlığı koltuğu karşılığında gönüllüce kabul eden Baykal alçağı, kendisine verilen görevi yapmak için hemen harekete geçer. Öncelikli işi, Tayyip Erdoğan’ın yasağının bir oyunla, dümenle ortadan kaldırılması ve onun Meclise taşınmasıdır.
O sıra, CHP Genel Başkanıdır. Parti yöneticilerine bu ihanet rolünü yutturması gerekmektedir, tabiî ki. Bu şerefsizce işi nasıl yaptığını da Zülfü Livaneli’nin 2007’deki şu yazısından görelim:
“Deniz Baykal dediğiniz kişi kim biliyor musunuz?
“İki ay dayanamaz demiştiniz! Deniz Bey lütfen hatırlayın: 19 Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen’in evindeydik.
“Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum.
“Abdullah Gül Başbakandı, Tayyip Erdoğan’ın ise Meclis’e girme umudu kalmamıştı.
“Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan’ın “milletvekili olmadan başbakan olma” önerisini reddetmişti.
“Türkiye’nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz “Tayyip Erdoğan başbakan olacak!” diye tutturdunuz.
“Sizi “Çok tehlikeli bir oyun bu!” diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, “Hayır!” dediniz “İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz.”
“Sizin bu iddianıza karşılık ben ne dedim: “Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan’ın yerine seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var. Program Türkiye’yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek.”
“İki ay dayanamaz iddianızı, “görüşleri gereği IMF ile anlaşma yapmaz, ekonomiyi zora sokar ve dayanamazlar.” tezine oturttunuz.
“Ama bunların hepsi bahaneydi çünkü siz iki partili rejimin işinize yaradığını anlamış ve seçim sonuçlarına sevinmiştiniz. Çünkü size ana muhalefet partisi lideri olmak ve soldaki rakiplerinizi yok etmek yetiyordu. Bu iş birliğini daha sonra da sürdürdünüz.
“O zaman ben sizin Tayyip Erdoğan’la seçim öncesinde Beylerbeyi’nde gizlice buluştuğunuzu ve bir anlaşma yaptığınızı bilmiyordum.
“Bu gecenin tanıkları var: Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Sevigen, Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk.
“Belki bazıları sizden korkar ve tanıklık etmez ama bir kısmı da bu sözlerin doğru olduğunu açıklar. Yani tanıklar var. Ötekiler de söylemese bile içten içe bunun doğru olduğunu bilir. Siz de bilirsiniz.
“Tartışmanın sonunda dediniz ki: “Bu gece birbirimizin fotoğrafını çektik. İki ay sonra çıkarıp bakalım. Ama rotuş yapmadan. Hangimiz haklı çıkmışız?”
“Şimdi, 2007 seçimlerinin ardından o fotoğrafı cebinizden çıkarıp bakın Deniz Bey.
“Ve düşünün; Meclis grubunda “Erdoğan’ı başbakan yapıyor diyorlar. Evet yapıyorum. Var mı itirazı olan!” diye bas bas bağırmanıza değdi mi?
“Erdoğan’la Beylerbeyi’nde gizlice buluşmaya ve size oy veren milyonları hiçe sayarak gizli anlaşmalar yapmanıza değdi mi? (Deniz Bey, biliyorsunuz ki bu gizli buluşmanın da tanığı var.)” (http://biliyomuydun.com/110635)
Zülfü Livaneli, o tarihte Baykal’ın böyle bir ihanet projesi içinde yer aldığını bilmiyor. O bakımdan, neden böyle davrandığına dair ortaya attığı sebepler, gerçek sebepler değil.
Baykal, ABD’den aldığı emir üzerine, Mecliste yasa değişikliği yapılabileceğini, bu yolla da Tayyip’in yasaklı kapsamdan çıkabileceğini, Tayyip’le görüşerek kararlaştırır. Yani projeyi yürütürler birlikte.
Hürriyet’ten aşağıdaki satırları aktaralım:
“Erdoğan, 14 Ağustos 2001’de AKP’ye kurucu oldu, ardından genel başkan seçildi. Fakat YSK, Erdoğan’ın 2002 seçiminde milletvekili adayı olmasını Anayasa’nın 76, TCK’nin 312. maddelerini gerekçe göstererek reddetti.
“AKP’nin birinci parti olduğu seçimden iki gün sonra Erdoğan ile kendisini ziyaret eden dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal arasında “Vazo mutabakatı” doğdu. AKP, “affa uğramış olsa bile” ifadesini çıkararak Erdoğan’ın yasağını kaldıran bir anayasa değişikliği paketi hazırladı. Değişiklik AKP ve CHP’nin oylarıyla 13 Aralık 2002’de Meclis’ten geçti, ancak dönemin Cumhurbaşkanı Sezer veto etti. CHP yine destek verince Sezer, ikinci kez kabul edilen değişikliği onaylamak zorunda kaldı. Böylece Anayasa’nın 76, Milletvekili Seçimi Kanunu’nun 11. maddesi değiştirilerek, Erdoğan’ın milletvekili adayı olabilmesinin önündeki hukuki engel kaldırılmış oldu. O sayede Erdoğan, Siirt’teki ara seçimde milletvekili seçilip, ardından da başbakan olabildi.” (http://www.hurriyet.com.tr/muhtar-bile-olamaz-di-27116486)
Gördüğümüz gibi, alçak Baykal, CIA’nın bir dediğini iki etmiyor. Ne yazık ki aynı insan sefaleti, ahlâk yoksunu yaratık, şu anda da CHP milletvekili ve medya organlarında adammış gibi adından söz ettirebiliyor. Tabiî onu adam yerine koyanların da adamlığı özürlü…
İnsan böyle durumlarda; yahu bir biz miyiz bu memlekette namusun, vicdanın, onurun, vatan ve halk sevgisinin savunucusu?”, diye düşünmekten kendini alamıyor…
6 bin yıllık Sınıflı Toplum coğrafyası bu topraklar… Sömürü toplumu, çürütür insanı dirhem dirhem. Çamurlara bular, paçavraya çevirir. Sureti insana benzer ama ruhunda insana dair bir iz, bir eser bulamazsınız. Çıkarır insanlıktan, bu toplum insanı. Neyse, konuya dönelim…
Tabiî Tayyip’in Meclise sokulması için, CIA kontrolündeki başka bir kurumun devreye sokulması gerekirdi. Çünkü, o günlerde milletvekili genel seçimleri yeni yapılmış, sonuçlar kesinleşmişti. Yasağı kalkmış olsa bile Tayyip’in, bir 4 yıl daha beklemesi gerekmekteydi, Meclise girebilmesi için. İşte işin bu noktasında, Amerika’nın Ankara Büyükelçisi Robert Pearson, Yüksek Seçim Kurulunu ziyaret eder. Ve o günün YSK Başkanı Tufan Algan’ın da bulunduğu heyete ABD’nin direktifini verir.
ABD Büyükelçisi, Anayasa Mahkemesini ve CHP’yi de ziyaret eder. Oraları da ABD’nin isteği doğrultusunda programlar.
İşin teorik kısmı bu şekilde halledildikten sonra, iş pratiğe gelir. Siirt’in bir köyünde seçimlere itirazda bulunulur. Söz konusu itiraz talebi gerçek olsa bile, Siirt’teki seçim sonucunu etkilemesi asla söz konusu değildir. Yani devede tüy kadar bir etkide bulunabilir ancak. Ama, YSK için artık bir tutamak oluşmuş durumdadır. Siirt’teki seçimleri ipal ederek yenilenmesine karar verir. Ancak yine de son bir pürüz kalır ortada. Çünkü seçim yenilecek olsa bile, ancak bir önceki aday listesiyle katılabilecektir, siyasi partiler seçime. Yani partilerin aday değiştirmesi söz konusu olamamaktadır. Fakat, CIA ve yerli hizmetkârlar ona da çare bulurlar:
1- Siirt Milletvekili Fadıl Akgündüz’ün milletvekilliği düşürülür. Ama yine bir pürüz kalmıştır ortada. O da şöyle ortadan kaldırılır:
2- AKP’nin Siirt’te birinci sıradan aday gösterdiği Mervan Gül, istifa dilekçesiyle adaylıktan çekilir. Yerine de, Tayyip Erdoğan aday gösterilir. Tabiî oyların yüzde 85’ini alarak milletvekili seçilmiş olur.
Saygıdeğer Halkımız;
İşte Şeytan’ın bile aklına gelemeyecek böylesine hile yollarını bulmakta ve onu uygulayacak yerli hain piyonlar tedariklemekte bu denli mahirdir CIA.
Bu konuya ilişkin, bir de Yeniçağ Gazetesi yazarı Arslan Bulut’un dediklerine göz atalım, son olarak:
“Erdoğan’a sorulacak sorulara gelince.. Sorulacak çok soru var ama önce Beyoğlu İlçe Başkanlığı sırasındaki görüşmelerinden başlamak gerekir.
“-Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanı iken, Amerikan Büyükelçisi Morton Abramowitz ile ne konuda görüşme yaptınız?
“-Amerika’nın Adana Konsolosu Elizabeth Shelton, ABD’nin İstanbul Başkonsolosu Caroline Hagins, ABD Büyükelçilik Müsteşarı Silwer Lawrens ve CIA görevlisi Kenny Bob ile hangi konularda görüşme yaptınız?
“-AKP’yi kurmadan önce 18 Temmuz 2001’de İsrail büyükelçisi David Sultan ile ne konuda görüştünüz?
“-Abdullah Gül, parti kurulmadan önce İngiltere Büyükelçisi Sir David Logan’ı makamında ziyaret ederek parti çalışmaları hakkında bilgi verme ihtiyacını neden hissetti? Görüşmede ne konuşuldu?
“-CIA şefi Graham Fuller de tam o sıralarda Kemalizm’in modasının geçtiğini ve Türkiye’nin “ılımlı İslam” a öncülük etmesi gerektiğini ileri sürüyordu! Fuller, “Fazilet Partisi’ndeki gençlerin baskın çıkacağı ve Yenilikçi Hareket’in ılımlı İslama liderlik yapacağı” nı söylüyordu! Abdullah Gül, Refah Partisi İl Binası’nda Graham Fuller ile bu konuyu mu görüştü?
“-DSP’nin çökertilmesi sırasında Abdullah Gül, ABD’de idi. CFR’nin beyni Morton Abramowitz ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Mark Grossman ile ne görüştü?
“-Dönemin Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Tufan Algan, 3 Kasım seçimlerinden sonra, sizin aday olduğunuz Siirt ara seçimini nasıl düzenledi? Amerikan Büyükelçisi, bu amaçla Anayasa Mahkemesi, YSK ve CHP’yi ziyaret etti mi?
“***
“-Her ziyaretinizde ABD’ye iner inmez önemli Yahudi kuruluşlarının temsilcileriyle görüşüyorsunuz? Dünya Yahudilerinin başkanı olan Foxman’ın söylediği gibi Türkiye’nin, ABD, İsrail, Suriye ve İran ile ilişkileri bu toplantılarda mı belirleniyor?
“-Her ziyaretinizde ABD’ye iner inmez önemli Yahudi kuruluşlarının temsilcileriyle görüşüyorsunuz? Dünya Yahudilerinin başkanı olan Foxman’ın söylediği gibi Türkiye’nin, ABD, İsrail, Suriye ve İran ile ilişkileri bu toplantılarda mı belirleniyor?
“-Prof. Dr. Necmettin Erbakan “AKP, İsrail’e vilayet olmak istiyor. Dış mihraklar, Büyük İsrail’i kurmak istiyor. AKP yöneticileri, bunlarla beraberler” uyarısını niçin yaptı?” (http://www.yenicaggazetesi.com.tr/tayyip-erdogana-28-subat-sorulari-24832yy.htm)
Demek ki, arkadaşlar, AKP’giller, tümüyle ABD, İngiltere ve İsrail projesidir. CIA yönetiminde görev yapmaktadırlar. Emperyalistlere çalışmaktadırlar, siyonistlere çalışmaktadırlar. Haindirler, Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdırlar.
Bu ihanet projesinde Deniz Baykal da, YSK de, kesince yer almıştır, görüldüğü gibi.
YSK, hep ABD ve AKP’giller hizmetinde olmuştur, o günlerden bu yana.
Daha önce de söyledik ya; Tayyip’in bir emri üzerine, Yargıtayla el ele vererek HKP’yi seçim dışına ittirivermiştir.
Bunu yazdık ama bizim dışımızda bu hukuksuzluğa hiç kimse sesini çıkarmadı. 16 Nisan’da olduğu gibi, orada da apaçık şekilde ayaklar altına alınmıştı, Seçimlerin Temel Hükümlerini Belirleyen Yasa.
Bu da neyi gösteriyor, arkadaşlar?
Türkiye’de demokrat geçinenlerin, hakkı hukuku savunur görünenlerin, tırışkalığını, koftiliğini. Tabiî, bir bölümünün de sahtekârlığını.
Gelelim, YSK’nin yaptığı son hukuksuzluğa…
10 yıllardan beri, hukuk dışında bulunmayı, hak hukuk takmamayı, yasa çiğnemeyi alışkanlık haline getirmiş olan YSK, 16 Nisan’da da, Tayyipgiller’den aldığı bir emir üzerine anında tornistan edip ters köşeye yattı. Yasayı çiğneyip geçti… Yasanın emredici hükmünün tam tersine karar alıp onu uygulattı, il ve ilçe seçim kurullarına.
Yani, ilçe seçim kurulu ve sandık kurulunun mührünü taşımayan oy pusulası zarfları da geçerli sayılacaktır, kararı aldı ve bunu SMS emriyle bildirdi, Türkiye’nin dört bir tarafına.
Yasa ne diyordu?
“Mühürsüz zarflar geçersizdir.”
Yasalar, uygulanması için konur. Ama Tayyipgiller için yasa, çiğnenmesi gereken, fuzuli engellerdir. Onların bir tek yasası vardır: Kendi talepleri ve çıkarları. Bunlara uygun olan yasaldır, uygun olmayan, ne olursa olsun ayak altına aıtlıp çiğnenmesi gereken teferruattır, yahut engeldir, aşılması gereken.
Biz, adamlara “Kanunsuzlar”, diye boşuna demedik. İftira atmadık, hakaret etmedik. Onların karakteristiğini ortaya koyduk sadece.
Fakat, bizim mantık ve metodumuz olan Diyalektik Maddeciliğe göre, bir şey sonuna kadar götürülürse zıttına dönüşür. İşte aynı kanun işledi burada da.
YSK, Tayyipgiller paralelindeki hukuksuzluğunu, kanunsuzluğunu durup dinlenmeden sürdürdü, 15 yıl boyunca. 16 Nisan’da da aynı numaraya yattı.
Ama bu kez mızrak çuvala sığamaz oldu artık. Kitleler, “Yeter artık yahu! Hayvan sürüsü değiliz. Bu kadarını da yiyemeyiz.”, dediler.
Tayyipgiller’in kanunsuzluğu apaçık bir şekilde sırıtıverdi. İnsanlar netçe gördü ki; cahil ve yoksul insanlarımızı 10 yıllardan bu yana Allah’la aldatarak ihanet yolundan ilerlerken peşine takan bu suç örgütü, bu hain çete, kanun manun takmıyor hiç, hak hukuk tanımıyor…
Tayyipgiller’in bayıraşağı gidişi, işte 16 Nisan akşamı başlamıştır. Bu kanunsuzluğun oluşması ve görülmesiyle birlikte başlamıştır. Daha önce de söylediğimiz gibi, onlar bundan sonra hep düşüştedirler artık. Hazin sonlarına ulaşacaklar nihayetinde. Bundan kaçışları kurtuluşları yok…
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz! 25 Nisan 2017
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı