Yeni Sahte TKP’nin Baykuş Bakışlı Hafızı’nın Çanakkale Zaferimize ve Hareketimize dünkü saldırısı üzerine

Yeni Sahte TKP’nin Baykuş Bakışlı Hafızı’nın Çanakkale Zaferimize ve Hareketimize dünkü saldırısı üzerine

Yeni Sahte TKP’nin iki şefinden biri olan Okuyan Hafız, 15 Temmuz sonrası korkup gizlendiği Nazım Kültür’ün ve onun giriş katındaki “Güneşin Sofrası” adını verdikleri, kendilerinin işlettiği meyhanenin fare deliklerinden çıkıp Ankara’ya kadar gidebilmiş. Fakat nereye gitmiş, diye baktığımız zaman, gördük ki, yine Nazım Kültür’e gitmiş. Fakat bu, Ankara Nazım Kültür. Zaten orada çevirdiği geyiğin adı da “Ankara Havası”ymış. İyi…

Her şeye rağmen, Hafız’ın Kadıköy Nazım Kültür’ün dehlizlerinden çıkıp Ankara’ya kadar gidebilme cesaretinde bulunmuş olması iyi bir şeydir. Ve de küçümsenmemelidir.

Ha, orada ne konuşmuş, diye soracak olursanız; bugüne dek ne konuştuysa onu konuşmuş. Suya sabuna dokunmayan, sade suya tirit birkaç sol geyik… Zaten adamların hayatı bu: İdeolojik yuvarlaklık, sığlık, yüreksizlik, ne dediğini bilmezlik, strateji yoksunluğu…

Bunlar, bildiğimiz gibi, küçükburjuva anarşist hareketlerin tipik özellikleridir.

Kaçak Saraylı Caligula ve avanesine yönelik dolaylı ve korkak birkaç sözünün ciddiye alınır bir tarafı bile yoktur. İlgi duyanlar bakabilirler, dün ABC’de yayımlanan habere.

Fakat, Baykuş Bakışlı Hafız, adımızı vermese de, bize yönelik bir saldırıda bulunuyor. Üstelik de, ağır bir ithamda da bulunuyor. “Riyakârlıkla” suçluyor bizi. Bugüne dek, böylesi pis bir suçlamada bulunan olmamıştı, Hareketimize yönelik. Demek ki, Baykuş Gözlü Kardeş bize fena halde öfkeli…

Çanakkale Zaferi’miz üzerinden saldırısını yaparak bizi vurmaya çalışıyor. Herhalde kendince nihayet elime bir koz geçti, bunları vurabileceğim bir konu buldum nihayet, diye düşünmüş olmalı. Malum ya; biz her yıl Çanakkale Zaferimizi, Çanakkale caddelerinde ve meydanlarında yaptığımız yürüyüşlü, basın açıklamalı etkinliklerle kutluyoruz. Tüm illerimizle birlikte Çanakkale caddelerini ve sokaklarını da afişlerimizle donatıyoruz.

Uzatmadan görelim saldırısını:

“(…) Şimdi büyük bir riyakarlıkla karşı karşıyayız. 18 Mart dolayısıyla bugün ‘antiemperyalist mücadele’ deniliyor. Ne zamandan beri emperyalist bir savaş antiemperyalist oluyor. Osmanlı savaşın ittifak kuvvetlerinden biri. Bu baştan aşağı riyakarlık” (http://www.abcgazetesi.com/16-nisandan-sonra-dengelerin-her-gun-degisecegi-bir-doneme-girilecek-47295h.htm)

Hafız, Medrese Metafiziğiyle olaylara bakıp, düşünüp davrandığı için, olayın sadece kabuğunu görüyor. Yani, görünen dış yüzünü görüyor. İçeriğini-muhtevasını asla kavrayamıyor. Zaten Türkiye’nin hangi meselesini doğru görüp kavramıştır ki bunlar?..

Evet, görünüşe göre Osmanlı, Paylaşım Savaşına tutuşan iki emperyalist bloktan birinin safındaydı. O safta girmişti savaşa. Fakat, kendisi avcı değil, avdı. Her iki tarafın da hedefinde bulunan avdı kendisi. Paylaşımın esas konusu ya da nesnesiydi. Hangi taraf kazanırsa kazansın, Osmanlı için bir şey değişmeyecekti. Sonuç hep aynı olacaktı: Parçalanmak, kolu bacağı doğranmak, bölüşülmek…

Eğer Osmanlı’nın dahil olduğu ve Almanya’nın önderlik ettiği emperyalist blok kazanmış olsaydı, Osmanlı’yı Almanya alacaktı, o sömürgeleştirecekti.

İngiltere, Fransa ve İtalya’nın başını çektiği “İtilaf Devletleri” denen emperyalist blok kazanınca da, Osmanlı bunlar arasında paylaşıldı. Tabiî bunların çömezleri olan Yunanistan’a ve Burjuva Ermenistan’a da birer bölüm bırakıldı.

Yani Osmanlı, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ana paylaşım konusuydu. Onun, Alman ajanları aracılığıyla; onların Enver Paşa’yı oyuna getirmesiyle, Almanya safında savaşa girmiş olması, bu gerçeği ortadan kaldırmaz. Çünkü bu, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın temel gerçeğidir.

Kıvılcımlı Usta, “Birinci Cihan Harbi Faciamız” adlı eserinde ayrıntılıca işler bu konuyu.

Okuyan Hafız, her ne kadar kendine “Baykuş Bakışı” yakıştırmasını yapmış olsa da, onun bakışını ille de bir Baykuş Bakışı olarak adlandırmak istersek ancak “Kör Baykuş Bakışı” olarak adlandırabiliriz.

Hafız’ın bakışıyla bakınca dünyamız da Nazım Kültür’deki “Güneşin Sofrası”nda yer alan masalar gibi dümdüz görülür. Dünyamız sabit durur. Ay ve Güneş onun etrafında döner.

Oysa, bilim ispatladı ki, görünüşle gerçeklik apayrı şeylerdir. Ve, bilimin dediği gibi, görünüşle gerçeklik aynı şey olsaydı, bilime gerek kalmazdı.

Tabiî yukarıda da dediğimiz gibi, küçükburjuva anarşist kafalarda bilim, bilgi, bilinç aramayacaksınız. Bulamazsınız. O yüzden onlar, işte ömür boyu böyle saçmalayıp duracaklar.

Gelelim bize yönelik ahlâki bir kavramla saldırmasına, bizi riyakârlıkla suçlamasına…

Soytarı düzenbaz! Biz, bugüne dek ne savunmuşsak, onun doğruluğuna içtenlikle kani olduğumuz için, inandığımız için savunmuşuzdur. Bizim hiçbir hesabımız, kitabımız olmaz. Dost da, düşman da bilir, bizim dürüstlükler, mertlikler, yiğitlikler hareketi olduğumuzu.

Fakat, senin gibi ahlâk, vicdan, bilim ve bilinç yoksunları, herkesi kendileri gibi sandıkları için, anlayamazlar, tanıyamazlar bizi asla. Bizim havamız onlara göre değildir. Yaşadığımız yer de onlara uymaz. Biz insanlığın doruklarında yaşarız. O ise, sürüngenler gibi kovuklarda, dehlizlerde yaşar.

Riya: Özü sözü bir olmamak. İnandığı gibi hareket etmeyiş. İki yüzlülük etmek. Gösteriş için yapılan hareket.

Riyakâr: Riya eden. Adam kandırmak için yalan söyleyen. Sahte iş yapan. İki yüzlü.

Bak, bu kavramlar tam da seni anlatıyor. Sizi anlatıyor.

Sizin Gerçek TKP ile ne ilginiz var?

İdeolojik bir bağınız yok. Örgütsel bir bağınız yok. Kadro bazında bir bağınız yok. Siz, Burjuva Sosyalisti TİP döküntülerinin oluşturduğu bir hareketsiniz. Bunu adınız gibi de biliyorsunuz. Böyle olmanıza rağmen, TKP adını hırsızlayarak kendinize mal etmeniz, tam bir riyakârlık örneğidir.

Hem Nazım’ı Kemalistlikle suçlayıp hem de Nazım Kültür Merkezleri kurarak onun mücadelesini, sanatını, ününü, prestijini sömürmeniz tam bir riyakârlık örneğidir.

Hem burjuva televizyonlarında “TKP, Sovyetler’den para aldı. Bu nedenle de devrim yapamadı.”, diye TKP’ye ve Nazım’a, MHP’li Faşist Mehmet Gül’le el ele vererek ahlâksızca kara çalıp sonra da “Biz TKP’yiz” diyerek onun tarihi mirasına konmaya kalkmanız tam bir riyakârlıktır. (Mehmet Kuzulugil adlı adamlarıydı bunu söyleyen.)

Gezi İsyanı’mız günlerinde isyancılar Taksim’i fethettikten bir gün sonra bile “Bu, Derin Devletin işidir.”, diyerek korkudan kaçacak delik ararken, AKM’ye “Boyun Eğme” diye dev pankart asmanız yine tam bir riyakârlık örneğidir. Hatırlarsın, Okuyan Hafız; Gezi İsyanı’mız için “Bu, Derin Devletin işidir.”, diyerek Tayyip ve AKP’giller’le aynı kaba çatlayan sensin.

Ana mekânınız olan Kadıköy Nazım Kültür’e meyhane açarak, komünistliği meyhane işletmeciliği seviyesine düşürüp alçaklaşmanız, yine tam bir riyakârlık örneğidir.

Neyse, geçelim…

Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’yı 2008 yılındaki Anma Etkinliğinde yaptığımız konuşmada, Çanakkale Savaşlarının ve Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaş’ımızın niteliği üzerine de bir bölüm ayırmıştık. Burada, o bölümü aktararak Çanakkale Savaşlarının ve Kurtuluş Savaşı’mızın sınıfsal ve siyasi niteliğini ortaya koymuş olalım. Meseleyi gerçekliği içinde kavramak isteyen arkadaşlar, önyargısızca, akıllarını özgürce kullanarak okusunlar lütfen.

***

Çanakkale Savaşı ve Zaferi,

Tüm Mazlum Milletlerin Emperyalizme Karşı İlk Zaferidir

Şimdi, geçen yıl 18 Mart’ta, İzmirli ve İstanbullu Kurtuluş Partili Yoldaşlarımız, Çanakkale’de 18 Mart 1915 Deniz Zaferi’nin kutlamasını yaptılar. Çoğu yoldaşımız bunu hatırlar. Yine bizim küçükburjuva sahte sollarımız, ad vermeden bizleri eleştirdiler, bu kutlamayı yaptığımız için, bu zafere sahip çıktığımız için.

Kıvılcımlı Usta der ki:

Çanakkale Zaferi sadece bizim değil, tüm mazlum milletlerin emperyalizme karşı ilk zaferidir.”

(Alkışlar…)

“O yüzden o zaferi ne kadar kutlasak yeridir”, der, arkadaşlar.

Bizim Sahte Solculara göre, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Osmanlı da, emperyalist paylaşım savaşını güden cephelerden birine mensup bir devlet. O yüzden, onun kazandığı bir zafere sahip çıkılamaz. Bu anlayıştalar.

Ama biz diyoruz ki, Osmanlı o savaşın bir tarafı değil, o savaşın kurbanı!

O savaşın öznesi değil, nesnesi!

O savaşın asıl çıkış sebebi, Osmanlı’yı parçalamak, yağmalamak, yutmak arkadaşlar. Olay bu.

Osmanlı aldatılarak yarısömürge durumuna düşürüldüğü için, o savaşa zorla sokuldu.

Marks-Engels Usta’mızın, Türkiye üzerine yazıları Sol Yayınları tarafından “Doğu Sorunu [Türkiye]” adıyla yayımlanmıştı. Ustalarımız burada der ki, Batılı devletler Osmanlı’nın ruhuna fatiha okumaktadırlar.

Yine bir yerde derler ki, Osmanlı, Avrupa Medeniyetine yem olacaktır, yem edilecektir.

Ve yine burada Engels der ki, Osmanlı kaçınılmaz bir şekilde parçalanacak, çökecek…

“(…) Türkiye’nin bağımsızlığının korunması ya da Osmanlı İmparatorluğu’nun olası çözülüşü durumunda, Rusya’nın bu toprakları kendine katma tasarısının önlenmesi en önemli sorundur.” (F. Engels, age., s. 31)

Yani ne güzel koyuyor meseleyi. 1853’te yazıyor bunu Engels. New York Daily Tribune’de, 12 Nisan 1853’te, “Türkiye’de Konusunda Gerçek Sorun” başlığını taşıyan Başyazısında.

Yani Osmanlı’nın parçalanması kaçınılmaz.

(Bir dinleyicinin sözü üzerine.. Söz anlaşılmıyor.)

Evet, tabiî, tabiî… Biz diyoruz ki işte, Batı Kapitalizmi, Emperyalizm aşamasına geçti artık, o dönemde. Yani, Türk bağımsızlığını korumak, diyor, önemle üzerinde durulması gereken meselelerdendir. Yani büyük Usta’mızın 1853’te gördüğünü, bizimkiler bugün bile, aradan 150 yıl, 155 yıl geçmiş olmasına rağmen görüp kavrayamıyorlar. Bunların nerede Marksist-Leninistliği?..

Lafta!

İşte biz Marksist-Leninistiz derken, bunu dudaktan söylemiyoruz.

Bir söz, ünlü yazarımız Reşat Nuri’nin dediği gibi, “dudaktan kalbe” vurmazsa, o sözün beş paralık bir değeri yoktur.

Biz Marksizmi-Leninizmi bir bilim olarak, İşçi Sınıfının kurtuluş bilimi olarak benimsiyoruz. Onun rehberliğinde mücadelemizi sürdürüyoruz.

Bizi, vay Osmanlıcı, şoven vesaire zırvalamalarıyla adi, basit sözlerle suçlamaya kalkıyorlar, kara çalmaya çalışıyorlar. Buna prim verir miyiz biz? Ciddiye alır mıyız bunu?

Bilimin dediği ortada…

(Sloganlar: Davamız Halkın Kurtuluş Davasıdır… Alkışlar…)

Lenin, arkadaşlar, “Proletarya İhtilali ve Dönek Kautsky” adlı eserinde, yine yüce anıt eserlerinden biri Lenin Usta’nın:

“(…) Kendi burjuva “vatanı” için konuşmaya tarihî bir hakkı bulunan ve feodalizme karşı mücadelede yeni ülkelerde milyonlarca insanı uygar bir hayata götüren büyük burjuva ihtilallerine derin bir saygı gösteremeyen insan, Marksist olamaz.”

Yani büyük burjuva devrimlerine, 15’inci Yüzyılda İngiltere’de başlayan büyük burjuva devrimlerine saygı göstermemiz gerekir, çünkü feodalizmden daha üst bir üretim ve toplum biçimi olan kapitalizme sıçrattı insanlığı o devrimler, diyor. Onlara saygı göstermeyen insan, Marksist olamaz, diyor Lenin.

“(…) Bir insan, Alman Emperyalistleri tarafından Belçika’nın boğazlanması ya da Avusturya ve Türkiye’yi yağma için İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya Emperyalistleri arasında imzalanan pakt ile ilgili olarak, “vatanın savunması”ndan söz eden Plekhanov ve Kautsky’nin ikiyüzlülüğüne karşı nefret duymayınca da Marksist olamaz.” (Lenin, age., s. 26)

Demek ki, arkadaşlar bakın, Lenin Usta burada emperyalist savaşın iki cephesini çok net olarak görüyor.

Bir tarafta kim var?

Almanya var.

O neyi yutmak istiyor, Usta’nın koyuşuna göre?

Belçika ve Avusturya’yı.

Öbür tarafında kim var emperyalist yağma savaşının?

İngiltere, Fransa, Çarlık Rusyası ve İtalya var.

Bunlar kimi yağmalamak istiyor?

Avusturya ve Türkiye’yi yağmalamak istiyorlar.

Demek ki emperyalist savaşın bir parçası değil, kurbanı Türkiye. Öznesi değil, nesnesi, arkadaşlar. Ve bunu Lenin söylüyor.

Ne zaman söylüyor?

“1915 yılında, Mayıs’ın ikinci, Haziran’ın birinci yarısında yazıldı” bu makale.

Bu dönem, Çanakkale Kara Savaşlarının bütün şiddetiyle sürdüğü dönemdir. Bildiğimiz gibi Çanakkale Kara Savaşları, 25 Nisan 1915’te başladı, 9 Şubat 1916’da emperyalistlerin hezimeti kabul ederek defolup gitmesiyle sona erdi.

Tam o savaşın en şiddetli biçimde sürdüğü günlerde diyor bunu, Lenin Usta.

E, şimdi biz Leninistsek, bunu böyle göreceğiz, teori bunu söylüyor.

Hem bunu ciddiye almayacaksın, bunun zıddına zırvalamalar ortaya süreceksin, ondan sonra da ben Marksist-Leninistim diyeceksin. Adına MLKP, bilmem HÖC şu bu diye adlar koyacaksın. Bunların, bu zırvalamaların, beş paralık bir değeri yok bizim için.

Bizse Marksist-Leninist ideolojiyi biliyoruz ve onun rehberliğinde savaşıyoruz! Oyun oynamıyoruz!

Stalin de burada, “Leninizmin İlkeleri”nde iki yerde açıkça söyler. Ama vaktimiz son derece azaldı, o yüzden… “Leninizmin İlkeleri”nde, (Sol Yayınları’ndan) arkadaşlarımız bakabilirler. Aynı, Lenin’in koyduğu tezleri tekrarlar.

Demek ki, Çanakkale Savaşları konusunda da, Marksizmin-Leninizmin tezini savunuyoruz biz; Kıvılcımlı ve biz.

Bizim dışımızdakiler, burjuvazinin tezlerini savunuyorlar.

Çanakkale Savaşları’na böyle aşağılık biçimde saldıran dönek yazarçizerler var. Hadi Uluengin, geçen yıllarda benzer bir yazı yazmıştı, hatırlayan arkadaşlarımız olabilir. Mustafa Yoldaş’la birlikte okumuştuk. Yine Engin Ardıç döneği, benzer bir yazı yazdı. E, şimdi bunlarla saf tutacaksın sen, ondan sonra da devrimcilik iddiasında bulunacaksın. Biz de sana Sahte Sol, Soytarı Sol deyince, vay bize hakaret ediyor, diye bize saldıracaksın. Ve bizimle ilişkiyi askıya alacaksın. Hiç umurumuzda olmaz! Ya adam olursunuz ya da erir, tükenir, yok olur gidersiniz…

(Alkışlar… Sloganlar… Yeni Sevr’e Karşı Yaşasın İkinci Kurtuluş Savaşı’mız…)

Emperyalistlerin Çanakkale Hezimeti ve bu Hezimetin Dünya çapındaki önemi

Çanakkale Savaşları’nda bulunan, yağmacı emperyalist orduyla beraber bulunan bir İngiliz Savaş muhabiri var, arkadaşlar, Ellis Ashmead Bartlett. “Çanakkale Gerçeği” diye, tüm arkadaşlara salık vereceğim bir kitabı var. Burada çok açık bir şekilde anlatır emperyalistlerin amaçlarını. Yani, “Rüyalar Şehri İstanbul’u bir an önce ele geçirmek, Ayasofya’da yeniden Haç’ın hâkimiyetini sağlamak, Fatih’in Yeniçerilerinin yaptıklarının öcünü almak”, diye sıralar. Sürekli makaleler gönderir Londra’ya, savaşın başlarında gönderdiği yazılarında, zaferden o denli emindir ki; zafer çok yakın, der defalarca. Ve “Osmanlı Türkleri son Haçlı Seferinden bu yana Anglosakson süngüsü tatmadılar, şimdi tadacaklar”, der. “Haç için savaşan o kutsal şövalyelerin öcünü alacağız”, der. Ve coşkuya kapılır emperyalist ordu karşısında. “Bugüne dek Tarihin gördüğü en büyük Haçlı Ordusu bu. Onun önünde kim durabilir?” der. Ve Türkleri o kadar aşağılar ki… Türkleri ve Osmanlı Halklarını… Tabiî Kürt yoldaşlarımız da var, omuz omuza bu savaşlarda. Hiçbir şekilde ayrılmamışlar, Malazgirt Savaşı’ndan bu yana sürekli Türklerle omuz omuza, her zaman, sevinçte ve zor günlerde, tasada beraber olmuşlar, arkadaşlar.

“Bunlara on şilin rüşvet versek, bir de teslim olduklarında af çıkarsak, bu siperlerdeki Osmanlı Türkleri kaçar gider”, diye teklifte bulunur, Çanakkale Savaşlarının Komutanı Ian Hamilton’a. O denli emin yani, o denli aşağılıyor bizleri, savaşın başlangıcında.

Ama sonunda ne olduğunu görür. “Türkler müthiş kahramanca savunuyorlar yurtlarını. Köşeye sıkıştığı zaman korkunç yenilmez savaşçılar olur Türkler” der.

Ve savaşın gidişatını görür. Ve o yönde değerlendirmelerde bulunur ve Londra’ya o makaleleri göndermeye başlar. Ian Hamilton hemen ambargo koyar, Bartlett’in yazılarına. Engeller, gönderilmesini. Sonunda bir Avustralya savaş muhabirine makalesini verir ve İngiltere Başbakanı Asquith’e bir mektup yazar, arkadaşlar. Fakat bu mektubu Avustralya savaş muhabirine verirken, başka bir İngiliz savaş muhabiri görür, Ian Hamilton’a haber verir. Ian Hamilton, hemen o Avustralya savaş muhabirini Marsilya’da gemiden iner inmez tutuklatır. Ve elinden Bartlett’ın makalesini alır. İngiliz Başbakanına, Asquith’e ulaştırılmasını engeller böylece. Ama Avustralya savaş muhabiri, mektubun içeriğini belleğine yazmıştır. Onu tekrar kaleme alır. Avustralya Başbakanı Andrew Fisher’e gönderir. Fisher de İngiliz Başbakanı Asquith’e gönderir. Şimdi o mektubun son bölümünden kısa bir bölüm okumak istiyorum:

“Sayın Asquith,

“Size böylesine rahatça yazıyor olmamı mazur göreceğinizi umuyorum; ancak, bu mektubu size elle ulaştırma imkânına sahibim ve kesinlikle meselelerin gerçek yüzünü buradan öğrenmeniz gerektiğini düşünüyorum. Türklere karşı mutlak büyük başarılar gösterme yolundaki son büyük çabamız, Bannockburn Muharebesi’nden beri tarihimizdeki en korkunç ve pahalı fiyasko idi. Karargâhlar tarafından belirlenen planın en ufak bir başarı şansının bulunduğunu şahsen hiç düşünmedim, keza, bu planın akim [başarısız] kalışını 9. Kolordu’nun Anafarta Tepelerini zapt etmede başarısız kalışıyla açıklamaya yönelik gayretlerin gerçekle bir ilgisi bulunmamaktadır. Operasyonlar, imkânsız bir ülkede, İşgalci Güçlerin, bir generalin kesinlikle beklenti hakkına sahip olamayacağı mikyasta, elde edilmesi imkânsız hedeflere kahramanca dalması ve hayatlarını feda etmesi suretiyle bir süre sürdü. Asıl hedef, Yarımada’yı Suvla Körfezi’nden” (agy, s. 276) diye devam eder, arkadaşlar.

Yani, bu savaşın, vaktimiz yok okumaya, sürmesinin hiçbir anlamı yok. Kayıptan başka, hezimetten başka hiçbir şey vermez. En kısa sürede, zaten kış da yaklaşmaktadır, çekilmemiz gerekir, der, arkadaşlar.

Onun üzerine İngiliz Başbakanı Asquith, Ian Hamilton’ı, o gururlu, mağrur, emperyalist yağma savaşlarında büyük deneyimler edinmiş, zaferler kazanmış, Güney Afrika Halklarına kan kusturmuş, Hindistan’da mazlum Hindistan Halkına kan kusturmuş Ian Hamilton’ı görevden, yani Çanakkale Savaşları Müttefik Orduları Komutanlığından alır, yerine General Monroe’yu gönderir. Monroe, savaşın sürmesindeki anlamsızlığı çabuk kavrar. Ve onun üzerine emperyalist İtilaf Ordusu defolur gider, arkadaşlar.

Yani Çanakkale Savaşları ve Zaferi konusundaki tezlerimiz de, tümüyle Marksizmin-Leninizmin ilkelerine uygundur, arkadaşlar.

 

Birinci Kurtuluş Savaşı’mızın niteliği nedir?

Taci Arkadaşımız da uzun uzun anlattı. Bizim Birinci Kurtuluş Savaşı’mız, Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’dır. Burjuva Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’dır. Usta’mız adını böyle koyar. Ve Türkiye Komünist Partisi’nin ilk Başkanı ve onun yoldaşları da böyle koyar bu savaşın adını. Mustafa Suphi Yoldaş ve Onbeşler de aynen böyle koyar, arkadaşlar.

Şimdi bizim Sevrci Sahte Solcular, Mustafa Suphi’yi savunur görünürler, Onbeşler’i savunur görünürler. Ama hiç ilgileri yok Onbeşler’le de, Mustafa Suphi’yle de, TKP’nin o yıllarda verdiği mücadele ve savunduğu tezlerle de. Tam tersine, onlarla tam bir uyum içinde olan bizleriz.

Yine isterseniz önce Lenin’den başlayalım, arkadaşlar, Kurtuluş Savaşı’mızın niteliği neymiş. Büyükelçi olarak Ankara’ya gönderilen Sovyet diplomatı Aralov, Türkiye’ye hareket etmeden önce Lenin’le görüşür. Lenin’in öğütlerini, direktiflerini alır. Lenin’in ona söylediklerinden kısa bir bölüm okumak istiyorum.

“Türkler”… Lenin söylüyor arkadaşlar. Lenin’in çalışma odasına gidiyor Aralov, zamanımız yok oraları aktarmayalım. Lenin içtenlikle, dostlukla tokalaşıyor, hal hatır soruyor. Yani gönlünü okşayıcı sözler ediyor ve şunları söylüyor sonra da:

“(…) Şimdi size büyük bir iş veriliyor. Türkiye’de yararlı çalışacağınızı umuyorum. Türkler, milli kurtuluşları için savaşıyorlar. Bunun için Merkez Komitesi, askerlik işlerini bilen birisi olarak, sizi oraya gönderiyor. Emperyalistler Türkiye’yi soyup soğana çevirdiler, hâlâ da soyuyorlar. Köylüler ve işçiler buna katlanamadılar ve başkaldırdılar. Sabır bardağı taştı; gerek Doğu Halkları, gerek biz emperyalist kuvvetlere karşı savaşıyoruz. Sovyetler Birliği emperyalistlerle olan işini bitirdi. Onları bozguna uğrattı ve memleketten kovdu. Onların dişlerini söktük. Keskin tırnaklarını vücudumuza geçirmelerine izin vermedik.”

Lenin Türkiye’de olup bitenleri çok iyi biliyordu. (Aralov diyor bunu hatıralarında ve Lenin devam ediyor:)

“-Mustafa Kemal Paşa, tabiî ki sosyalist değildir” diyordu Lenin, “Ama görülüyor ki iyi bir teşkilatçı. Kabiliyetli bir lider, milli burjuva ihtilalini idare ediyor. İlerici, akıllı bir devlet adamı. Bizim sosyalist inkılâbımızın önemini anlamış olup, Sovyet Rusya’ya karşı olumlu davranıyor. O, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da yardakçılarıyla birlikte silip süpüreceğine inanıyorum. Halkın ona inandığını söylüyorlar. Ona, yani Türk Halkına yardım etmemiz gerekiyor. İşte, sizin işiniz budur. Türk Hükümetine, Türk Halkına saygı gösteriniz. Büyüklük taslamayınız. Onların işlerine karışmayınız… İngiltere onların üzerine Yunanistan’ı saldırttı. İngiltere ile Amerika bizim üzerimize de sürü ile memleket saldırttı… Sizi ciddi işler bekliyor. Yoldaş Frunze bu günlerde Ukrayna Cumhuriyet adına Ankara’ya gidecektir. Herhalde onunla Türkiye’de karşılaşacaksınızdır.

“-Kendimiz fakir olduğumuz halde Türkiye’ye maddi yardımda bulunabiliriz. Bunu yapmamız gereklidir.” (diyor arkadaşlar.)

Küçük bir paragraf daha aktarayım:

“-En önemlisi halka saygı göstermektir. Emperyalistlerin yağmacı istilacı politikalarına karşılık bizim, hiçbir çıkara dayanmayan dostluk ve memleketin iç yaşamına karışmama durumumuzu, açıklayınız! İşte sizin ödeviniz!.. Ne gibi yardımlarda bulunacağımızı da bildirelim; en kuvvetli bir ihtimalle silah yardımında bulunacağız. Gerekirse başka şeyler de veririz. Dil öğreniniz…” filan diye, devam eder arkadaşlar, zamanımız yok. (S. İ. Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları, s. 37-40)

Demek ki Lenin, çok net bir şekilde Kurtuluş Savaşı’mızın karakterini ortaya koyuyor, arkadaşlar. Şimdi bunu inkâr ettik mi, o zaman Leninciyiz deme hakkımız kendiliğinden ortadan kalkar.

Biz neden Leninistiz?

Marksizmin-Leninizmin tezlerini benimsediğimiz için. O tezlerin ışığında kavga yürüttüğümüz için Leninistiz, diyoruz. E, onları reddedersek Leninistliğimiz lafta kalır…

Yine, zamanımız yok arkadaşlar, burada, Stalin Boğazlar’da İtilaf Donanmasını bombalayalım, der, imha edelim der, işgalci donanmayı. İşgal altında o zaman İstanbul. Ali Fuat Paşa’ya önerir Stalin bunu açıkça. Ve 10 milyon altın ruble yardım vaat eder Sovyetler. Birinci 5 milyonunu gönderirler, ikinci 5 milyonu da, arkadaşlar, halledeceğiz, der Stalin.

“Stalin’in Boğazlar’ı torpilleme teklifi,

“Bundan sonra Milletler Komiseri Stalin’le olan mülakatımız aşağıdaki şekilde cereyan etmişti.”

General, Mustafa Kemal’in silah arkadaşlarından Ali Fuat Cebesoy. O zaman Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi. O, anılarında, “Moskova Hatıraları” adlı anılarında, yazıyor.

“- Anlıyorum, Paşa! (diyor, Ali Fuat Cebesoy’a, Stalin) Selanik’in Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan’dan hangisine verilmesinin daha münasip olacağı hakkında fikrinizi öğrenebilir miyim?”

Yani bu denli dostça davranıyor Stalin de. Sizin tercihiniz yönünde bizim de görüşümüz olsun, istiyor. Sizin tercihinize uyalım, diyor Stalin.

Ben– Yunanistan’da kalması daha adilane olur.

Stalin– Boğazlar’da denizden bir teşebbüste bulunulmasını ve İtilaf Donanmasının ızrar edilmesini [zarar verilmesini] düşünüyorum. Bu maksatla Alman mütehassıslarını Kırım’a getirteceğim. Onlara Kırım’da torpil ve sair tahrip vasıtaları yaptırtacağım. Eğer bunların Boğazlar’a nakli tarafınızdan temin edilebilirse, hemen işe başlanabilir. Siz ne dersiniz?

Ben– Tahrip vasıtalarını, mütehassısların gösterecekleri usul dairesinde Türk denizcilerinin kendi küçük gemileriyle nakledebileceklerini mümkün görüyorum.

“Bundan sonra sözü benim istediklerim üzerine getirdim, dedim ki:

“Vaadedilen on milyon rublelik altının ikinci taksidi olan beş milyonu Ankara’ya gönderebilmek üzere acele yola çıkarılmasını rica edeceğim.

“Bu hususta bir iki gün içinde kat’i ve müspet bir cevap verebileceğini söyledi.

“Türkiye’ye gönderilmesi takarrür eden esliha (yani Türkiye’ye gönderilmesi kararlaştırılan silahlar, – N. Ankut), cephane ve harp malzemesinin, görülen mübrem ihtiyaç üzerine bütün süratiyle gönderilmesini hususi surette Yoldaş Stalin’den rica edebilir miyim?

“Sual ve ricama da:

“Bunu temin edeceğimi vaad ediyorum.

“Cevabını verdi. Konuşmamız geç vakitlere kadar samimi olarak devam etmişti.” diye devam ediyor, arkadaşlar. (agy., s.160-161)

Yani Stalin de böylesine dost. Birlikte İtilaf Donanmasını, işgalci donanmayı imha edelim, diyor.

Şimdi zamanımız ne kadar kaldı?

İki saat doldu, bir yarım saat kaldı. İki buçuk saat süre tanımıştı yoldaşlarım bana. O bakımdan…

***

Sanırız, gerçeği görüp anlamak isteyen arkadaşlar için, sonuç elde edilmiştir.

Burada bir de şunu gördük:

Baykuş Gözlü Okuyan Hafız, Çanakkale Zaferimize, yukarıda görüldüğü şekilde saldırırken, aynı saatlerde Yeni Sahte TKP’nin Çanakkale İl Örgütü, Zaferimizi sahiplenen bir açıklamada bulunuyor. Açıklamalarından üç paragraf:

“Yıl 1915, Boğaza giren İngiliz, Fransız zırhlıları, yarımadaya çıkartılan emperyalist ordular. Anadolu’nun dört bir yanından buna karşı mücadeleye gelen boyun eğmeyenler. Direnenler ve kazananlar…

“(…)

“Şartlar şimdi de çok farklı değil. O zaman işgal ordularıydı memleketin üzerine kirli çizmeleriyle basanlar, şimdi onların gerici uşakları. Yine Çanakkale, yine işgal ve yine boyun eğmeyenlerin direnişi!

“(…)

“Çanakkale tarihi buna boyun eğmeyeceğini göstermiştir. Yıllar önce gösterdi. AKP’yi yaratanlara gösterdi. Gericiliği yaratanlara, sermayenin ve emperyalizmin uşaklığını yapanlara gösterdi.” (https://goo.gl/M11zye)

Gördüğümüz gibi, Çanakkale İl Örgütü’nü oluşturan arkadaşlar, meseleyi son derece açık ve net görüyorlar. Ayık insanlar.

Neylersiniz ki, Okuyan Hafız, Yeni Sahte TKP’nin sözümona önderi… Bu arkadaşlarsa, bir il örgütü mensupları.

Hangileri öncü olmaya, önder olmaya daha layık?

Kuşkusuz, Çanakkaleli arkadaşlar…

Zaten, Okuyan Hafız’la Aydemir Efendi kadar zırvalamak, ne dediğini bilmezlik etmek, konuşmuş olmak için konuşmak; özetçe bilimden ve bilinçten bütünüyle nasipsiz olmak, herkesin başarabileceği kolay bir iş değildir. Ancak bir çabayla insan bu kadar körlüğe mahkûm edebilir kendini. Tabiî negatif bir çabayla… Bir anlamıyla büyük uğraşlar sonucu elde edilen mantık yoksunluğu, zihin hasarına uğramışlık… Şeflerinki bu.

 

Saygıdeğer Arkadaşlar;

Görüldüğü gibi, bizim her tezimiz, her tespitimiz, İşçi Sınıfı Biliminin yol göstericiliğinde oluşturulmuş, bütünüyle gerçeği ifade eden görüşlerdir. Biz İşçi Sınıfı Devrimcisiyiz. Gerçek Devrimciyiz.

Özetçe; Marksizm-Leninizmin ana tezlerinin ışığında Türkiye’nin orijinal devrim öğretisini oluşturan ve o doğrultuda savaşan biricik Gerçek Devrimci Partiyiz. Her sözümüz, her davranışımız, bu özelliğimizi ortaya koyar açıkça…

Bu topraklarda, devrimi bizim yolumuzu izleyen ve bu yolda savaşan Gerçek Devrimciler zafere ulaştıracaktır…

 

Not: İzleyen arkadaşlar ayrımına varmıştır. 15 Temmuz Paylaşım Savaşı sonrasından itibaren bu türden polemiklere girmeyi bırakmıştık. Bütün enerjimizi, Tayyibistan Faşist Din Devleti’ni kurmaya çabalayan ABD yapımı Kaçak Saraylı’ya ve onun AKP’gilleri’nin iktidarına vurmaya yöneltmiştik. Fakat, Baykuş Gözlü Kardeş’in dün bize, meşrebi olduğu üzere, sinsice ve ahlâksızca saldırması bizi cevap verme mecburiyetine itti. Yoksa, bu tür konular bizce bugünün meselesi değildir…

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

19 Mart 2017

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı