Halkın Kurtuluş Partisi
Türk Ordusunun Başına Geçirilen Türbanı Yargıya Taşıdı
Mustafa Kemal ve Birinci Kuvayimilliyecilerden yadigar Türk Ordusunun başına ABD Emperyalistlerince geçirilen çuvaldan sonra şimdi de türban geçiriliyor. CIA Operasyonlarıyla diz çöktürülen, 15 Temmuz Kapışmasıyla darma duman edilen Türk Ordusunun eli ayağı da artık türbanla bağlanıyor. Türbana selam duracaklar artık site güvenlikçisi haline getirilen Ordunun tören paşaları.
22.02.2017 günü basın ve yayın kuruluşlarınca yapılan haberlerde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde başörtüsü serbestîsinin başladığı, Genelkurmay Karargahı, kuvvet komutanlıkları ve bağlı birliklerde çalışan kadın subay, astsubay ve askeri öğrencilerin başörtüsü takabilecekleri, serbestinin Milli Savunma Bakanlığı’nın talimatıyla gerçekleştiği haberi üzerine, Halkın Kurtuluş Partisi tarihi sorumluluğu üzerine harekete geçerek,Milli Savunma Bakanlığı’nın Türk Silahlı KuvvetlerindeTürban giyilebilmesi uygulamasını düzenleyen talimatını, öncelikle YÜRÜTMESİNİN DURDURULMASI ve İPTALİ talebiyle Yargıya taşımıştır.
İptali istenen talimat veya uygulamada, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin subay, astsubay ve askeri öğrencilerinin tarafsız, başı açık kıyafeti ile dini kıyafeti arasında bir tercih yapılmış, tam da kamusallık ile dinsellik çatıştığında dinsellik tercih edilmiştir.
Oysa Anayasa, hukuksal bir düzenlemeyi kısmen de olsa dini kurala dayandırmayı açıkça yasaklamıştır.
Bu tercih ile devleti temsil eden idare, CUMHURİYETİ VE DEMOKRASİYİ KORUMAK görevini ihlal etmiştir.
Dava konusu talimat veya uygulama, sebep unsuru bakımından dinsellik saikiyle düzenlendiğinden sakattır.
Konu unsuru yönünden kamu işleyişini dinsel kurallara göre düzenlediği için sakattır.
Maksat unsuru yönünden ise kamu görevlisine “türbanlı-türbansız” ayrımı getirdiğinden ve eşitlik-tarafsızlık ilkelerine aykırı düzenleme içerdiğinden sakattır.
Aşağıdaki dava dilekçesi; Halkın İktidarında gücünü Halkın Hukukundan alan hukukçulardan, savcılardan ve hakimlerden oluşan ve AB-D Emperyalistlerinin ve yerli işbirlikçilerinin yargılandığı mahkemelerde, gerçek hukukçular fazla veri aramasın, işi fazla uzatmasın diye kaleme alınmış, tarihe not düşmek üzere Danıştay İlgili daire başkanlığına sunulmuştur.
Halkçı Hukukçular
DANIŞTAY İLGİLİ DAİRESİ BAŞKANLIĞINA
Yürütmeyi Durdurma Taleplidir.
DAVACI : Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı
Karanfil Sokak No:24/15 Kızılay/ANKARA
V E K İ L L E R İ : Av. Orhan ÖZER, Av. Metin BAYYAR, Av. Ayhan ERKAN, Av. Ali Serdar ÇINGI, Av. Tacettin ÇOLAK, Av. Sait KIRAN, Av. Azime Ayça OKUR, Av. Halil AĞIRGÖL, Av. Pınar AKBİNA, Av. Ferit CÖHCE, Av. Doğan ERKAN
Ortak adres:Kızılırmak Cad. No: 7/9 Kavaklıdere Çankaya/ANKARA
DAVALI :MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI
Bakanlıklar/ANKARA
KONUSU : 22.02.2017 günü basın ve yayın kuruluşlarınca yapılan haberlerde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde başörtüsü serbestisinin başladığı, Genelkurmay Karargahı, kuvvet komutanlıkları ve bağlı birliklerde çalışan kadın subay, astsubay ve askeri öğrencilerin başörtüsü takabilecekleri, serbestinin Milli Savunma Bakanlığı’nın talimatıyla gerçekleştiği ifade edilmiştir. Davalı Milli Savunma Bakanlığı’nın Türk Silahlı KuvvetlerindeTürban giyilebilmesi uygulamasını düzenleyen talimatı, ülke çapında uygulanacak bir düzenleyici işlem niteliğinde olup, bu işlem yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönlerinden hukuka ve Anayasa’nın 2, 4, 5, 24 ve 174’üncü maddelerine aykırı olması nedeniyle öncelikle YÜRÜTMESİNİN DURDURULMASI ve İPTALİ taleplerinden ibarettir.
AÇIKLAMALAR:
1- İptali ve yürütmesi durdurulması istenen uygulama, ilgili bakanlıkça hayata geçirilmiş bir idari işlem olup, davalı bakanlık bu işlemiyle Türk Silahlı Kuvvetlerindesubay, astsubay ve askeri öğrencilerin “türbanla kamu hizmeti”, “türbanla eğitim hizmeti” görmesine izin vermiştir.
İlgili işlem haberlerde şu şekilde verilmiştir: (http://www.cnnturk.com/turkiye/son-dakika-tskda-basortusu-yasagi-kalkti)
2- Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üniformaları genel olarak aynı olmasına rağmen; çeşitli renk ve aksesuar farklılıkları olabilir. Ama bu farklar; cinsiyet, rütbe, kıdem, branş, bölüm ve başarı gibi farklılıklarla belirlenir. Örneğin; inanç ve inancın gerektirdiğine inanılan kıyafetler bu farklılıklardan olamaz. İnanca göre getirilen farklılıklar TSK’daki birlik, beraberlik ve uyumubozabilecek, aynı üniformayı giyiyor olmanın getirdiği aidiyet duygusu yok olup çözülebilecektir. (http://odatv.com/tskdaki-turban-kararinin-altinda-ne-var-2202171200.html)
3-Anayasa’nın 2. Maddesiyle sayılan devletin temel niteliklerinden birisi de LAİKLİK’tir. Madde laiklik niteliğini, “hukuk devleti” düzenlemesi ile pekiştirmiştir.
Böylece tüm yurttaşlar, devlet ve devleti temsil eden tüm idarelerden yönetsel eylem ve kararlarında laiklik ilkesine uygun bir hukuksallık beklemek HAK ve YETKİSİNE sahiptir. Dolayısıyla idare yönetsel düzenlemelerinde dini kuralları baz alamayacak, anayasa ve yasalarda belirtilen hukuki kural ve esasları baz alacaktır. İdari usul hukukunun özü budur.
Anayasa’nın “Devletin Temel Amaç ve Görevleri” başlıklı 5’inci maddesi aynen, “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Nitekim 24’üncü maddesi son fıkrası aynen, “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” şeklinde düzenlenmiştir.
İptali istenen talimat veya uygulamada ise, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin subay, astsubay ve askeri öğrencilerinin tarafsız, başı açık kıyafeti ile dini kıyafeti arasında bir tercih yapılmış, tam da kamusallık ile dinsellik çatıştığında dinsellik tercih edilmiştir.
Oysa Anayasa, hukuksal bir düzenlemeyi kısmen de olsa dini kurala dayandırmayı açıkça yasaklamıştır.
Bu tercih ile devleti temsil eden idare, CUMHURİYETİ VE DEMOKRASİYİ KORUMAK görevini ihlal etmiştir.
4- Anayasanın Din ve Vicdan Hürriyetini korumaya aldığı doğrudur. Bu sebeple Anayasa’nın 70’inci maddesinde belirtilen kamu hizmetine alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayrım gözetilemezdir. Kamu hizmetine alımlarda, kişilerin dini inançları veya inançsızlıkları göz önünde bulundurulmayacaktır.
Ancak Anayasanın 10’uncu maddesinin son fıkrası “Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” şeklinde düzenlenmiş, 657 sayılı Kanun’un 7/1 maddesi de “Devlet memurları siyasi partiye üye olamazlar, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar; görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamazlar; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu maddeler ile kamu hizmeti verenlerin de kanun önünde eşit davranması, KAMU GÖREVLİSİNİN TARAFSIZLIĞI amaçlanmıştır. Ülkemizde herkes aynı dine, inanca mensup olmadığı gibi davalı idarenin getirdiği düzenleme ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nde ve askeri okullarda türbanlı-türbansız ayrımı, çalışanların ve öğrencilerin din eksenli kutuplaşmalara ayrılmasına, çatışmalara girmesine neden olacaktır. Kamu personelinin ve askeri öğrencilerin “türbanlı—türbansız” şekilde kısımlara ayrılması, tarafsızlık ilkesinin ortadan kaldırılması tehlikesini yaratacak, kendi aralarındaki ilişkinin zedelenmesi tehlikesini getirecek ve “türbanlı” çalışanların, kamu hizmeti almak için gelen “türbansız” kişilere ayrımcılık yapıp yapmayacağı konusunu belirsizleştirecektir.
5- Anayasa Mahkemesinin 05.06.2008 tarih ve 2008/16 Esas-2008/116 Karar sayılı kararı bu konuda yol göstericidir.
“…Anayasa’nın 2 nci maddesinde belirtilen laik Cumhuriyet ilkesi, egemenliğin ulusa ait olduğu, ulusal irade dışında herhangi bir dogmanın siyasal düzene yön vermesine olanak bulunmadığı, hukuksal kuralların dinsel buyruklar yerine demokratik ulusal talepler esas alınarak aklın ve bilimin öncülüğünde kabul edildiği, çoğunluk ya da azınlık dinine, felsefi inançlara veya dünya görüşlerine mensup olup olmadıklarına bakılmaksızın, din ve vicdan özgürlüğünün ayrımsız ve önkoşulsuz olarak herkese tanındığı ve anayasada öngörülenin ötesinde herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmadığı, dini veya din duygularının kötüye kullanılmasının ve sömürülmesinin yasaklandığı, devletin tüm işlem ve eylemlerinde dinler ve inançlar karşısında eşit ve tarafsız davrandığı bir CUMHURİYETİ ÖNGÖRMEKTEDİR.
…Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında ayrıntılı olarak açıklanan laiklik ilkesi düşünsel temellerini Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma dönemlerinden alır. Çağdaş demokrasilerin ortak değeri olan bu ilkeye göre, siyasal ve hukuksal yapı, dogmalardan arındırılarak akılcılığı ve bilimsel yöntemleri esas alan katılımcı demokratik süreçlerin ürünü olan ulusal tercihlere dayanır. Bireylerin anayasal özgürlüklerinden inanç, din, mezhep veya felsefi tutum nedeniyle ayrımsız yararlandığı, akılcılığı esas alan bir süreç olan aydınlanma koşullarının sağlandığı toplumlarda laik ve demokratik değerler özümsenir, siyasal, sosyal ve kültürel yaşam da buna bağlı olarak evrensel değerlerin egemen olduğu çağdaş bir görünüm kazanır. Laikliğin bu işleviyle toplumsal ve siyasal barışı sağlayan ortak bir değer OLDUĞU AÇIKTIR. Bireylerin özgür vicdani tercihlerine dayanan ve sosyal bir kurum olan dinler, siyasal yapıya egemen olmaya başladıkları veya ulusal irade yerine siyasal yapının hukuksal kurallarının meşruiyet temelini oluşturdukları anda toplumsal ve siyasal barışın korunması olanaksızlaşır. Hukuksal düzenlemelerin katılımcı demokratik süreçle ortaya çıkan ulusal irade yerine dinsel buyruklara dayandırılması, birey özgürlüğünü ve bu temelde yükselen demokratik işleyişi olanaksız kılar. Siyasal yapıya egemen dogmalar öncelikle özgürlükleri ortadan kaldırır. Bu nedenle çağdaş demokrasiler, mutlak hakikat iddialarını reddeder, dogmalara karşı akılcılıkla durur, dünyayı dünyanın bilgisiyle açıklayabilecek toplumsal ve düşünsel temelleri yaratır, din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak, dini siyasallaşmaktan ve yönetim aracı olmaktan çıkarır…”
Anayasa Mahkemesinin işaret ettiği gibi, dinsel kuralın hukuksal düzenin temelini oluşturması laiklik ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
Tüm bu nedenlerle;
Dava konusu talimat veya uygulama, sebep unsuru bakımından dinsellik saikiyle düzenlendiğinden sakattır.
Konu unsuru yönünden kamu işleyişini dinsel kurallara göre düzenlediği için sakattır.
Maksat unsuru yönünden ise kamu görevlisine “türbanlı-türbansız” ayrımı getirdiğinden ve eşitlik-tarafsızlık ilkelerine aykırı düzenleme içerdiğinden sakattır.
6- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de 44774/98 Başvuru No ve 29.06.2004 Tarihli Kararıyla gördüğü LEYLA ŞAHİN v. TÜRKİYE davasında, kararın 108’inci maddesinde aynen;
“Ayrıca, Anayasa Mahkemesi gibi (bkz. yukarıda paragraf 36), Mahkeme de İslami başörtüsü meselesini Türkiye bağlamında incelerken, zorunlu bir dini vazife olarak sunulan ya da algılanan böylesi bir sembolü takmanın onu takmamayı tercih edenlerin üzerinde yapacağı etkinin dikkate alınması GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNMEKTEDİR. Daha önce belirtildiği gibi (bkz. Karaduman, yukarıda zikredilen karar; ve Refah Partisi ve Diğerleri, k 95), buradaki mesele, kadın haklarına ve seküler bir yaşam biçimine güçlü bir şekilde angaje olan bir nüfüsun çoğunluğunun İslam inancına bağlı olduğu bir ülkede “başkalarının hak ve özgürlüklerinin” korunması ve “kamu düzeninin sağlanması”dır. Bu nedenle ve bilhassa Türk mahkemelerinin belirttiği gibi (bkz. yukarıdaki paragraf 32 and 34), Türkiyede bu dini sembolün son yıllarda siyasal bir anlam taşıması nedeniyle bu alandaki özgürlüğü sınırlandırmanın, söz konusu iki meşru amaca matuf olarak zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı kabul edilebilir.” denilmiş,
116. maddesinde ise aynen: “Başvuru sahibi, yüksek öğretim kurumlarındaki başörtüsü yasağının Sözleşme’nin 1 Nolu Protokolü’nün 2 nci Maddesi tarafından güvenceye alınan hakkını ihlal ettiğini İLERİ SÜRMÜŞTÜR.
Başvuru sahibi ayrıca sözkonusu yasağın öğrencileri din ile eğitim arasında bir tercihe zorladığını ve bu anlamda inananlarla inanmayanlar arasında bir ayrımcılığa YOLAÇTIĞINI BELİRTMİŞTİR. Ona göre, bu yasak Sözleşme’nin (9 uncu maddeyle birlikte ele alındığında) 14 üncü maddesince güvenceye alınan haklarına yönelik meşru olmayan BİR MÜDAHALEDİR.” denilmiş
115. maddesinde ise “Sonuç olarak, Sözleşme’nin 9 uncu maddesi İHLAL EDİLMEMİŞTİR.” denilerek başvurucu Leyla ŞAHİN’in başvurusunu reddetmiştir.
AİHM, Türkiye’de başörtüsünü takanların takmayanlar üzerinde yapacağı etkiyi göz önünde bulundurmuş, bu anlamda inananlar ile inanmayanlar arasında ayrımcılığa yol açtığını belirlemiş, başkalarının özgürlüklerinin korunması ve kamu düzeninin sağlanması için dini sembolün kısıtlanması yönündeki eylemleri AİHS’in “düşünce, vicdan ve din özgürlüğü”nü düzenleyen 9’uncu maddesine aykırı bulmamıştır.
7- Düzenlemenin yerleşikleşmesi halinde iki anti-demoktarik ve ayrıştırıcı sonuç ortaya doğacaktır:
- Dinsel kurallar kamusal rejimi belirlemeye devam edecek ve bu gidişat yoğunlaşacaktır.
- Türk Silahlı Kuvvetleri’nde türban takanlar-takmayanlar ayrımı doğacak ve bu ayrım belirginleşecektir.
8-İ.Y.U.K 27. MADDESİ’NİN KOŞULLARI OLAYIMIZDA OLUŞMUŞTUR:
Baştan beri anlatıldığı şekliyle davalı idarenin düzenleyici işlemi; Uluslararası Sözleşmeler, Anayasaya ve Yasalarla güvence altına alınmış laiklik ilkesini, kamu görevlisinin eşitlik ve tarafsızlık ilkelerini ortadan kaldırıcı mahiyettedir. Bir başka anlatımla, öngörülen düzenleme, Anayasa, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi üst normlara açıkça aykırıdır.
İptalini istediğimiz düzenlemenin uygulanması halinde kamu görevlileri ve askeri öğrencilerin “türbanlı-türbansız” diye kamplara bölüneceği, kamu hizmetini sunanların birbiriyle olan ilişkilerinin zedeleneceği, silahlı kuvvetlerde kamplaşma yaşanacağı ve ayrıca kamu hizmetini sunanların, kamu hizmetini alan kişilere karşı tarafsızlıklarının zedeleneceği açıktır. Dolayısıyla işlemin uygulanması hakkında telafisi imkansız toplumsal ve kamusal zararlar meydana geleceği açıktır. Bütün bu nedenlerle Mahkeme’nin ivedi olarak, davalı cevabı da beklenmeksizinyürütmenin durdurulmasına karar vermesini istiyoruz.
9-İŞBU DAVADA MÜVEKKİL PARTİ’NİN HUKUKİ YARARI VARDIR:
Müvekkil Halkın Kurtuluş Partisi, daha önce, 2016 yılında 96. Yılı kutlanacak olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın davalı Milli Eğitim Bakanlığınca okullardaki törenlerin asgari seviyeye indirilmesi ve hipodromdaki gösterilerin kaldırılması yönündeki işlem ve eylemlerin iptali talebiyle dava açmış, davalı idare ehliyet itirazında bulunmuş, davaya bakan yerel mahkeme ise “davalı idarenin ehliyet itirazı yerinde görülmeyerek… gereği düşünüldü.” ifadesinde bulunmuştur. Böylelikle mahkeme, “Ulusal Egemenlik Bayramının” tüm toplumu, dolayısıyla müvekkil partiyi de ilgilendirdiğini karar altına almıştır. Bu nedenle ilgili kararı dilekçemiz ekinde delil olarak sunuyoruz. (EK:1)
Müvekkil Halkın Kurtuluş Partisi programında,program Hürriyet Katları ve Ekonomi Temelleri olarak iki ana kısma ayrılmış olup, “HÜRRİYETİN GEREKÇESİ” başlığını taşıyan kısımda, Laiklik ilkesi belirtilmiş ve “Her türlü manevi sömürüyü kaldıracağız.” denilmiştir.
HÜRRİYETİN HEDEFİ başlığını taşıyan kısmın 17’inci maddesinde “Öğretim ve Eğitimin biçimi ve içeriğiyle LAİKLEŞTİRİLECEĞİ” ifade edilmiştir.
Hürriyetin Hedefi Kısmının HÜRRİYETİN SEMBOLÜ: VİCDANA KARIŞMAYIŞ başlığını taşıyan 30’uncu maddesi “Her yurttaş, yer, içerken olduğu gibi, dinî ve manevî ihtiyaçlarını giderirken devlet ya da şahıs karışmasına uğramayacak. Ancak din, insanlarımızın özel hayatı içinde kalan bir konu olacak. Kamu düzeni, aklın, bilimin ve insanî değerlerin kaynaklık ettiği kurallarla sağlanacak.” şeklinde düzenlenmiştir. Müvekkil parti dini inanç ve ibadetleri diğer doğal ihtiyaçlar içerisinde görür, ancak kamusal alanda aklın ve bilimin egemen olması gerektiğini, kişilerin özel dünyalarında ise tamamen serbest olmaları gerektiğini ifade eder. (http://kurtuluspartisi.org/program/)
Müvekkil partinin gerek 23 Nisan başvurusunun kabul edilmesi, gerekse programındaki düzenlemeler göz önüne alındığında işbu davada ehliyetinin ve hukuki yararının olduğu kendiliğinden anlaşılacaktır.
Müvekkil parti, programında belirtilen düşüncelerden hareketle daha önceden Jandarma ve Sahil Güvenlik askeri personeline serbestlik tanıyan 2016/9742 sayılı Bakanlar Kurulu Yönetmeliği’nin 55’inci maddesinin iptali istemiyle dava açmış olup, dava derdesttir.
HUKUKİ NEDENLER : Anayasa, Uluslararası Sözleşmeler, Emsal Yargı Kararları, İlgili
mevzuat..
DELİLLER :AYM Kararları, AİHM Kararları, İlgili Yönetmelik,ilgili idari işlem, ve her türlü yasal Delil
SONUÇ ve İSTEM : Sunulan nedenlerle;
1- Davalı Milli Savunma Bakanlığı’nın Türk Silahlı Kuvvetlerinde Türban giyilebilmesi uygulamasını düzenleyen talimat; yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönlerinden hukuka ve Anayasa’nın 2, 4, 5, 24 ve 174’üncü maddelerine aykırı olması nedeniyle öncelikleYÜRÜTMESİNİN DURDURULMASI ve İPTALİ,
2- 2577 sayılı İYUK’un 27/5 maddesi delaletiyle aynı kanunun 16’ıncı maddesinde belirtilen sürelerin kısaltılmasını,
3- Yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalı yana yükletilmesini saygılarımızla talep ederiz. 01.03.2017
DAVACI
HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ VEKİLLERİ
Av. Doğan ERKAN Av. Sait KIRAN Av. Metin BAYYAR
Ek :
1-Ankara 18. İdare Mahkemesi 2016/1804E.-/2062K. Sayılı Emsal İlamı
2- Vekaletname