07 Ocak 2017 günü öğleden sonra cep telefonumuza “M. FEYZİOĞLU” tarafından bir SMS mesajı gönderildi. Muhtemelen aynı mesaj tüm meslektaşlara da gönderilmiştir.
Mesajda özetçe; hukuk devletinin lokomotifi olan avukatların, Anayasa değişikliği teklifi hakkında ilgisiz kalma hakkının olmadığı ve bu nedenle teklifle ilgili değerlendirmelerin TBB tarafından hazırlanan Görüş Formu’na yazılması, istenmektedir.
Ayrıca bir de TBB Başkanı sıfatıyla Feyzioğlu’nun sunuş yazısı bulunmaktadır.
Neymiş? Anayasa değişikliği teklifi kuvvetler ayrılığı açısından ciddi tehlikeler içermekteymiş, bu olmazsa bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı yürütmeye ve/veya yasamaya bağımlı hale gelirmiş, bu da yargı önünde haklının değil güçlünün üstün gelmesi sonucunu doğururmuş, avukatlık mesleği anlam ve değerini yitirirmiş, hâkim ve savcılar da idarenin emrindeki memurlara dönüşürmüş, HSYK’nın değiştirilecek olan yapısıyla yürütme organından bağımsızlığından söz edilemezmiş, değişiklik teklifinin Anayasanın değişmez ve değiştirilmesi teklif edilemez 2. ve 3. maddeleri açısından da incelenmesi gerekirmiş (!).
Günaydın Sayın Feyzioğlu.
Yahu sen nerede yaşıyorsun?
AKP’giller Türkiye’sinde demokrasi mi kaldı? Hukuk mu kaldı? Yargı bağımsızlığı mı kaldı? Laiklik mi kaldı? Avukatlık mesleğinin “anlam ve değeri” mi kaldı?
On dört yıldır bu ülkede kuvvetler ayrılığı mı var? Meclis’teki komisyonların, muhalefet partilerinin yasama faaliyetinde en küçük bir etkisi mi var? Hatta iktidar partisi milletvekillerinin dahi kurşun asker olmaktan, oylamalarda “büyük reis”in işareti doğrultusunda parmak kaldırıp indirmekten başka bir iradesi mi var? Dahası, on dört yıldır Tayyip Erdoğan’ın talimatlarının dışında herhangi bir yasa çıkmış mı bu ülkede?
Uzun yıllar aralarından su sızmayan bir Başbakan’ı bile azleden bunlar değil mi?
Ülkenin Kamu mallarını, çocuklarına kurdurttukları vakıflara(!) ve millete küfreden yandaş işadamlarına peşkeş çeken bunlar değil mi?
Hangi birini sayalım?
Milli eğitimden yargıya, ordudan emniyete, sağlıktan üniversiteye birçok kuruma yerleştirdikleri Pensilvanyalı İblis’in adamlarıyla on dört yıldır iktidarı paylaşan bunlar değil miydi?
Ergenekon, Balyoz, Casusluk vb. operasyonlarla hukuku birlikte katleden bunlar değil mi?
“Cemaatçi kardeşlerimiz bugüne kadar bizden ne istediler de vermedik” demediler mi?
Yüzyılın en büyük vurgun ve yolsuzluk operasyonu olan 17-25 Aralık operasyonlarında kamudan hırsızladıkları ve trilyon dolarları bulan paraları sıfırlayamayanlar bunlar değil mi?
Bu operasyon sonrasında, Sulh Ceza Mahkemelerini kaldırıp Sulh Ceza Hâkimlikleri gibi bir garabet getirerek, buraya tayin ettikleri memurları eliyle istediklerini tutuklatan, istediklerini serbest bıraktıran bunlar değil mi?
15 Temmuz kanlı kapışmasından sonra yürütülen Fetullahçı operasyonlarında “milat olarak 17-25 Aralık 2013 tarihini aldıklarını” söyleyen bunlar değil mi? Yani, “FETÖ/PYD” ile 2013 yılına kadar her türlü gayrı meşru ilişki içinde olmak serbest, bundan sonra ilişkisini sürdürmek suç” diyerek savcılara talimat veren bunlar değil mi?
“Bu FETÖ Soruşturması, AKP içindeki FETÖ’cüleri de kapsayacak mı, onlara da uzanacak mı?”, sorusunu “Dereyi geçerken at değiştirilmez.” diye yanıtlayarak işin doğrudan kendilerinden başlamasını engelleyen bunlar değil mi?
OHAL’in gerekçesi olan; “yaygın şiddet hareketleri” bastırıldığı halde, OHAL’i üçer aylık sürelerle uzatan ve 20 Temmuz 2016’dan bu yana (esasında OHAL öncesinde de hiçbir etkisi ve yetkisi olmayan) Meclis’i bile devre dışı bırakıp ülkeyi KHK’larla yönetenler bunlar değil mi?
Anayasa’ya göre ancak olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda KHK çıkartmaları gerekirken, ikişer-üçer çıkarttıkları KHK’larla, yasalarda kalıcı değişiklikler yapan, toplantı ve gösteri hakkını ortadan kaldıran ve hatta işçilerin grev hakkını dahi kısıtlayan, sanat gösterilerini yasaklayan bunlar değil mi?
Yine aynı KHK’larla gözaltı süresini 1 aya çıkartan, avukatların hak ve yetkilerini dahi ortadan kaldıran düzenlemeler yapan, meslektaşlarımızın müvekkilleriyle yaptıkları görüşmeleri kayıt altına alan, belgelerine el koyma yetkisi veren ve dolayısıyla avukatları da potansiyel suçlu olarak gören bunlar değil mi?
Uluslararası sözleşmelerde ve Anayasa’da öngörülen OHAL süresince uyulması gereken asgari standartlara da uymayan bunlar değil mi?
Örneğin hiçbir istisnai durum, savaş hali, bir savaş tehdidi, dâhili siyasi istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hal, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez iken medyaya yansıyan haber ve görüntülere göre gözaltına alınanları işkenceye ve kötü muameleye tabi tutanlar bunlar değil mi? Keza ihdas edilen AİHS genel ilke ve haklarına aykırı düzenleme ve her türlü yönetsel işlem, karar ve eylem TEDBİR niteliğinde olması gerekirken, kalıcı şekilde düzenlenemezken OHAL’i “kalıcı hale getiren” bunlar değil mi?
Esasen bütün bunların hepsini sen de bal gibi ya da zehir gibi biliyorsun. Ama bilmezlikten, görmezlikten geliyorsun.
Daha sayalım mı?
Anayasa Mahkemesi’nce verilen bir hak ihlali kararından sonra, “Bu karara uymuyorum, saygı da duymuyorum, aslında kararı veren mahkemenin Anayasa Mahkemesine direnmesi gerekirdi” diyerek hem mahkeme kararlarını tanımayan hem de mahkemelere talimat veren, senin Kaçaksaray’da ziyaret ettiğin T. Erdoğan değil mi?
Dahası 5659 sayılı Kanuna aykırı olarak Atatürk Orman Çiftliği arazisi içine kondurulan Kaçaksaray’la ilgili Danıştay Dava İdari Dava Daireleri Kurulu’nca verilen yürütmeyi durdurma kararına karşı, “Güçleri yetiyorsa yıksınlar, yürütmeyi durdurdular ama binayı durduramayacaklar, açılışını yapacağım, içine de girip oturacağım” diyerek meydan okuyan T. Erdoğan değil mi?
10 Ağustos 2014 tarihinde, (dört yıllık üniversite diploması olmadığından seçilme yeterliliğine sahip olmadığı halde) Cumhurbaşkanı seçilen ve o tarihten beri fiilen devlet başkanı gibi davranan T. Erdoğan değil mi? Hatta davranmakla kalmayıp, Rize’de yaptığı bir konuşmada; “İster kabul edilsin, ister edilmesin; Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun hukuki çerçevesinin anayasal olarak kesinleştirilmesidir.” diye talimat veren bu kişi değil mi?
Öyle ki, müstafi başbakanın yerine atanan “düşük profilli” başbakan bile daha ayağının tozuyla gazetecilere verdiği röportajda, “yapmamız gereken fiili duruma uygun Anayasa değişikliği yapmak” demedi mi? Aynı “fiili durum” tespitini Adalet Bakanı dahil başka bakanlar da yapmadılar mı?
Bak, AKP’gillerin devşirdiği T. Türkeş bile: "Fiili durumu hukuki çerçeveye yerleştiriyoruz sözleri tuzaktır. Açık ve net söylüyorum. Ne siz söyleyin ne de kimseye söyletin. Bu lafı savunursanız zımnen siz mevcut cumhurbaşkanının yetkisini aştığını ve suç işlediğini kabul etmiş olursunuz" diyerek işledikleri bu suçu nasıl gizlemeye çalışıyor?
Ama sen, bir Ceza Prof’u olarak hiç buralarda değilsin.
Bunların; bindikleri ve indikleri demokrasi tramvaylarını, giydikleri papaz elbiselerini, “Hem laik hem Müslüman olunmaz!” demeçlerini, “90 yıllık enkazı kaldırdık” açıklamalarını, Cumhuriyet’in kurucu liderlerine “İki Ayyaş” demelerini de belirtip geçelim.
Yani bunlar; “Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağıma” diye “namusu ve şerefi üzerine” yemin ederek geldikleri makamlarda, Anayasa dışı “fiili durumlar” yarattıklarını, laikliği ortadan kaldırdıklarını ve bunu da yıllardan beri uyguladıklarını açıkça itiraf etmekteler.
Görüyorsun, bugünkü yapılmak istenen Anayasa değişiklikleri ve senin de avukatları içine çekmek istediğin süreç; işte bu “fiili durumu hukuki çerçeve”ye yerleştirme amaçlıdır. Yani açıkça işledikleri suçları ortadan kaldıran hukuki düzenlemeler yapmak istemektedirler.
Biz bunların neyini tartışalım?
Adamlar, 15 Temmuz’dan beri sürekli yargıya talimat vermiyorlar mı? Bizzat T. Erdoğan, tek başına, yasamayı da yürütmeyi de yargıyı da yönlendirmiyor mu?
Hakim ve savcılar tarafından kurulan “adalet.org” adlı internet sitesi; Siyasi iktidarın yargıya yaptığı baskılardan bizar olmuş ve “Bir emekliliğim gelse bu meslekte bir an durmam.” diyen hakim ve savcıların feryatlarıyla dolu.
Bak, geçtiğimiz günlerde bu Anayasa değişikliklerinin görüşüldüğü Anayasa Komisyonunda muhalefet partilerinin konuşma haklarını bir önergeyle aniden ortadan kaldırıverdiler. Mecliste toplantı yeter sayısının kontrol edildiği oylamada, o anda mecliste olmayan milletvekillerinin yerine sahte pusulalar düzenleyerek, varmış gibi gösterdiler. Yani sahtekârlık, hile, hurda bunların doğasında var.
Öte yandan, Cumhuriyetin en önemli kazanımı Laiklik ortan kaldırılmış durumda. ABD ve AB Emperyalistleri yerli işbirlikçileri eliyle ülkemizi kan gölüne çevirdi. Memleket, canlı-cansız bomba yığınağını haline geldi. Her yanımız potansiyel katillerle dolu. Üç beş güne bir onlarca insanımız kör terör kurbanı olmakta. Ama bu katliamların hiçbirinin siyasi sorumluluğunu üstlenen yok. Daha doğrusu adamlar, her katliam sonrası vatan kurtarmış komutan edasında dolaşmakta.
Adamlar, tam da “Çete Düzeni” kurmuş durumdalar.
Bak meslektaşın Ceza Hukuku Prof’u Kemal Gözler ne diyor; “…. Hukuk düzeninin belirli bir zaman içinde çete düzeniyle baş edememiş olması mümkündür. Ama eğer hukuk düzeni, hukuk düzeni olarak kalıyorsa, çete düzeninin cebrini bertaraf etmiş demektir. Ama eğer çete düzeni, hukuk düzeninin kendisi üzerinde uyguladığı cebre karşılık verebilmiş ve hukuk düzeninin cebrini yenmiş ise, artık çete düzenini hukuk düzeni, yeterli cebri uygulamamış eski hukuk düzenini de çete düzeni olarak kabul etmek gerekir.” (Kemal Gözler, Hukuka Giriş, Birinci Baskı, Ekin Kitabevi Yayınları-Bursa, 1998, s. 60-62)
Peki sen ne yapıyorsun?
15 Temmuz’da yaşanan ganimet paylaşımı gün gibi ortadayken, gittin Kaçaksaray’a biat ettin. Adli Yıl açılışı başka yerde programlanmışken, senin önerinle Yargıtay; programını değiştirdi. Hâkim ve savcıları Kaçaksaray’lı reisin karşısına diktiniz. “Bağımsız ve tarafsız yargıçlarımız” Reis’i ayakta alkışladılar, bir kısmı ise Reis’in karşısında iliksiz düğmesiz cübbelerini kapatıp, utanmadan selfi bile yaptılar.
Seni eleştirenlere bir de kalkıp: “Şezlonglarında denizi seyretmekle olmaz, Olaylar oradan görüldüğü gibi değil" diye üst perdeden akıl vermeye çalıştın.
Oysa yukarıda sadece bir kaçına yer verdiğimiz 15 Temmuz’dan bu yana yaşananlar ortada. Yani adamlar adım adım “Tayyibistan Din Devleti”ni kuruyorlar.
Görüyorsun, olayların, senin gördüğün, daha doğrusu göstermek istediğin gibi olmadığı açık.
Ama sen, bu değişikliklerle ilgili sana hiç sormadıkları halde ve TBB’yi hiç dikkate ve ciddiye almadıkları halde, hâlâ bu oyunun figüranı olmaya adaysın. Ama yine her zaman olduğu gibi, bu işi tek başına yapmak yerine, avukat camiasını da katmak istiyorsun.
Belki şimdi de “bu işler şömine başında çakmakla olmaz” diyeceksin.
Ama bizler; OHAL döneminde de işsizlik cehennemine atılan işçilerin yürüttüğü grev ve direniş boylarında onlarla mücadele eden, bu siyasi iktidarın yandaşı patronların acımasızca katlettiği 301 maden işçisinin ailesinin yanında duran, AKP’gillerin her türlü haksızlık ve hukuksuzluğu karşısında korkusuzca alanlarda ve hukuk zemininde mücadele yürüten avukatlar olarak sana diyoruz ki;
AKP’gillerin Anayasayı ihlal suçlarına karşı niçin hukuki girişim başlatmıyorsun? Çünkü yukarıda suçlarının sadece bir kaçını yazdığımız bu adamların mutlaka bağımsız ve tarafsız mahkemelerde, sadece vicdanının sesini dinleyen yargıçlar önünde yargılanmaları gerekir.
Bu Ortaçağcı gidişe karşı bir eylem çağrısı neden yapmıyorsun?
Ülkenin din devletine dönüştürülmesine karşı Laik Cumhuriyete sahip çıkan ve ülkenin her yanına yayılmış eylem ve etkinliklerin programını neden yapmıyorsun?
Tabii bunları yapmazsın, yapamazsın. Çünkü senin derdin başka.
Sen, Rol kapmaya çalıştığın bu oyunda figüran olabilirsin, ama avukatları bu niyetine alet etme…
Düş artık avukatların yakasından… 08.01.2017
HALKÇI HUKUKÇULAR