Yunanistan, Lozan’la bize bırakılmış 18 Adamızı işgal etti.

18-ada-eylemiTamamı da Ege’de sahillerimize 3 milden daha yakın olduğu için Türkiye’ye bırakılmıştı, bu adalar.

2004 yılına kadar da bizimdi. Balıkçılarımız çevresinde av yapıyorlar, zaman zaman çıkıp dinleniyorlardı. Değişiklikten hoşlanan bazı insanlarımız da gidip piknik yapıyorlardı o adalarda.

Birkaç tanesi Büyük Ada’dan bile daha büyüktü bunların.

Kaçak Saraylı’yı ve AKP’giller’i devşirip örgütleyen Amerika, İngiltere ve İsrail, 2002’de iktidara taşımıştı bunları.

Hatırlanacağı gibi, 2004 yılında da Avrupa Birliği’ne Türkiye’yi alma görüşmeleri yoğun bir biçimde sürmekteydi. İşte bu süreçte Kaçak Saraylı ve ekibi, kendisini siyaseten var eden ABD ve Avrupa Birliği Emperyalistlerine şirin görünebilmek için, onlar ne istedilerse vermekteydi.

Kıbrıs’ı bile satıp Yunanistan’a devredip geçecekti; “Annan Planı” denen, ABD ve İngiltere tarafından hazırlanan plan eğer Rum Kesimi tarafından da kabul edilmiş olsaydı. Eğer bu olsaydı, Türk Ordusu Adadan çıkacak ve bir daha da oraya girmesi çok zor olacaktı. Çünkü Ada, artık Avrupa Birliği’ne ait bir toprak parçası olacaktı.

Rumlar da çoğunluklarına dayanarak her türlü kararı alabilecekler, onlara yasal kılıf geçirebilecekler, isterlerse de Adayı Yunanistan’a devredip geçebileceklerdi.

Yine hatırlanacaktır, Kaçak Saraylı, bu ihanet planına bütün gücüyle karşı koymaya çalışan Yurtsever Rauf Denktaş’ı bile hiç utanıp sıkılmadan kovdu, Türkiye’den. “Git, kendi ülkende yap siyasetini”, diyerek… Neyse…

İşte bu günlerde Kaçak Saraylı ve Avanesindeki satış potansiyelinin derinliğini hisseden Yunanistan, birer birer Ege’deki Adalarımızı işgal etmeye başladı. Önce birer bayrak dikti. Ardından, askerlerini çıkardı. Kışlalar yapıp karargâhlar kurdu. Baktı ki Kaçak Saraylı ve Avanesinden tık çıkmıyor, o zaman daha da ileri giderek yerleşime açtı, işgal ettiği Türk Adalarını, Türk topraklarını.

Balıkçılarımızı bile sokmaz oldu artık oralara. Oysa, kara sınırlarımızın 3 mil uzağına kadar olan Ege Denizi Türk Karasuları içinde sayılmaktaydı.

Düşünebiliyor musunuz; Türk balıkçılar Ege’de, Türk Karasuları içinde dolaşıp avlanamıyorlardı artık. Buna isyan edip karşı koymaya çalışan balıkçılarımızı öldürdü, yaraladı, tutsak aldı, Yunanistan.

Kaçak Saraylı ve Avanesinden yine tık yoktu.

Üstüne üstlük, şu an Başbakanlık koltuğunda oturan Binali Yıldırım, “Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı” sıfatıyla pasaport kontrolünden geçirilerek gitti bu adalara. Yani, bizim olan, uluslararası hukuk açısından tümüyle bizim olan adalarımıza el koymuş bulunan yabancı bir devletin görevlilerince pasaport kontrolünden geçirilmeyi kabul edebildi.

Ne beklenir bunlardan…

Bunlar, vatanı koruyacak, milletin ve halkın çıkarlarını savunacak, öyle mi?..

Gülerler buna be!

Aklı başında kim inanır…

Türkiye’nin biricik gerçek devrimci partisi olan Partimiz, bu vatan topraklarını göz göre göre Yunanistan’a peşkeş çeken, tepesinden tırnağına kadar ihanete batmış bu Amerikan işbirlikçileri hakkında suç duyurularında bulundu mahkemelere. Hatta Anayasa Mahkemesine bile. Ama hukuk bitirilmiş olduğu için Türkiye’de, Laik Cumhuriyet Devleti yerle bir edilmiş olduğu için, hiçbir mahkeme bizim suç duyurusu dilekçelerimizi işleme koyup soruşturma başlatma yürekliliğini gösteremedi.

İşte dün bir kez daha yoldaşlarımız, bardaktan boşanırcasına yağmur ve fırtına altında, Didim’de, Poseidon Heykeli önünde bayraklarımızla eylem koydular önce. Konuyu yani ihanetin boyutunu anlattılar halkımıza. Sonra da Didim Adliyesine gidip Cumhuriyet Savcılığı makamında oturan zata suç duyurusu dilekçemizi sundular.

Böyle durumlarda hep olduğu gibi, korkup ürktü Savcı. Telefon görüşmeleri yaptı, 15 dakika kadar inceledi dilekçemizi. Tabiî sonra da mecburen aldı.

Tabiî ki bundan da bir sonuç çıkacağı kanaatinde değiliz. Hiçbir savcı ve mahkeme, Türkiye’nin bugün içine düşürülmüş bulunduğu karanlık ortamda Kaçak Saraylı ve Avanesi hakkında istese bile bir soruşturma başlatamaz artık. Çünkü bilir başına geleceği. Başlattığı anda, “FETÖ’cü” suçlamasıyla şafak karanlığında ev baskınlarında yaka paça gözaltına alınacağını. İşkencelerden geçirilip zindanlara tıkılacağını…

Fakat biz, hani denir ya; “Hele bir kayde geçsin”, diye, “Tarihe not düşmek”, diye; işte o amaçla böyle suç duyurularında bulunuyoruz.

Yani yarın iktidara bu halk gerçek anlamında gelecek ya; Demokratik Halk Devrimi’nin zaferiyle bu zulüm düzenini yıkarak kendi iktidarını kendisi kuracak ya; işte o zaman bu işbirlikçiler hakkında ne gibi bir işlem yapılacağı bugünden belirlenmiş olmaktadır. O günün Halk Mahkemeleri, bizim bu suç duyurularımızı hemen gündeme alıp hızla sonuçlandıracaktır. Bunlar da ihanetlerinin gerçek karşılığı olan sonla karşılaşmış olacaklardır.

İşte onun hazırlığı, bizim bu eylemlerimiz.

Evet, arkadaşlar. Dünkü eylemimizi, birkaç namuslu yerel-Anadolu basını dışında gören olmadı.

Yalnızca Sözcü Gazetesi’nin internet sitesinde eylemden bir gün sonra, yani bugün, saat 15.26’da haberimiz yer aldı.

Bakın, Sözcü’nün yazılı basınında yok. Bir gün sonra, ancak internet sitesinde yer veriyor, haberimize.

Onun dışındakiler, hiç görmüyor.

Bu medya, “21’inci Yüzyılın Mütareke Basını”dır, arkadaşlar. Bunların vatan diye, millet diye, halk diye bir derdi, bir davası kalmamıştır. Bunlar, ABD-AB Emperyalistleri etrafında halka halka dizilmişler, pervaneler gibi dönmektedirler.

Hani geçenlerde de hatırlattık ya, ünlü şairimiz Attila İlhan’ın bir deyişini: “Türk aydını Türk değildir.”

Evet, aynen öyle görünmektedir, ne yazık ki.

Bunların tamamının, hepsinin küpe, makama, üne, poza yönelik ince hesapları var. Hepsi o hesapların peşine takılmıştır. Peşinde koştuklarının en irisini, en büyüğünü de ABD Emperyalistlerinin verebileceğini bildikleri için, ABD etrafında pervane olmaktadır bunlar.

İktidar Medyası, zaten malumdur. Onun görevi, AKP’li Reis’i ve onun AKP’gilleri’ni canhıraş bir şekilde savunmaktır. Ve de, kim dil uzatırsa bunlara, en azgın biçimde saldırmaktır. Hani “Havuz Medyası” yahut “Alo Fatih” deniyor ya; işte öyledir tamamı.

Fakat ABD’nin verdiği muhalefet rolünü oynayan medya da aynı durumdadır, bize karşı. Tabiî vatana ve halka karşı da.

Bunlardan kimisi “Kaçak Saraylı, Atatürk’e teslim oldu.”, türünden iğrenç, aşağılık demagojiler üretmekle meşgul. Kimisi de Amerikancı, Sorosçu Kemal’in Yeni CHP’siyle “Biji Serok Obama”cı PKK’nin HDP’si arasında mekik dokumaktadır. Bir ona yanaşmaktadır, bir öbürüne. Utanç verici alçalmalardır bunlar…

Meclisteki Dört Amerikancı Burjuva Partisi mi diyeceksiniz?

Bunların görevi zaten Amerika’ya hizmettir, onun verdiği projeleri hayata geçirmektir. Böyle olunca da, Ege’de elden çıkan adalarımız bunların hiç umurunda olmamaktadır. Adamlar Washington’u, Pentagon’u Kâbe edinmişler bir kere… Tamamen oradan gelecek seslere, sinyallere, buyruklara ayarlamışlar kendilerini. Başka bir şeyi görmezler ve duymazlar.

İşte bu sebepten dedik ya biz bunlara “Amerikancı Dörtlü Çete” diye.

Parababaları ise zaten kendi sömürü ve vurgunlarının derdinde. Onlar da Batılı tekellere göbeklerinden bağlanmış. Batılı efendilerinin Türkiye’deki şubesi konumundalar. O yüzden, efendilerini kızdıracak hiçbir söz ve eylem bunlardan beklenmez. Vatanın yarısı elden gitse, kendi hayâsızca kârlarına bir zarar gelmediği sürece hiç umursamaz bunlar.

Evet, arkadaşlar; ne yazık ki Türkiye böylesi karanlık günlerdedir artık.

Ne diyordu, rahmetli yiğit şairimiz Hayaloğlu?

“Bir intihar gibi puşt olmuş bu sevdalar.”

Evet, arkadaşlar, bir intihar gibi puşt olmuş bu siyaset, iş dünyası denen Parababaları dünyası, bu medya…

Bir biz kalmışız; yavrusu avcılar elinde, yüreği ağzında bir kuş gibi çırpınıp duran. Neylersiniz…

Olsun be, olsun bakalım…

Bandırma Vapuru’yla, İstanbul önüne demir atmış işgal donanmasının “Geldikleri gibi gidecekler”, diyerek yüzüne tükürüp geçen ve Samsun’a çıkan Mustafa Kemal’in önderliğindeki 19 vatan millet aşığı askerlerimiz gibi biz de bu kutsal davamızı zafere ulaştıracağız er geç.

İkinci Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızı da er veya geç zafere taşıyacağız.

Devrimci Demokratik Halk İktidarı’nı kuracağız.

Günler ne kadar karanlık, şartlar ne denli olumsuz olursa olsun, her şeyin üzerinden atlayıp koşacağız zafere. Umutsuzluğa asla yer yok!

Ha, belirtmiş olalım şunu da, o 18 ada, yeniden vatan topraklarına katılacak. Bedeli ne olursa olsun…

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

30 Kasım 2016

 Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı