15 Temmuz’da yaşanan Ortaçağcı iki gerici gücün Ganimet Paylaşım Kapışması sonrası onbinlerce insanı FETÖ Terör Örgütü Mensubu oldukları gerekçesiyle görevden alan AKP’giller’in, FETÖ’nün en büyük yardım ve yatakçısı olduğunu belgeleyen yüzlerce kanıt bulunmaktadır. Genel Başkan’ımız Nurullah Ankut’un da yazılarında defalarca dile getirdiği gibi FETÖ’yle hayatlarının hiçbir döneminde en ufak bir ilişkisi bile olmayan insanların bile görevden alındığı bugünlerde, AKP kadrolarına yönelik soruşturma başlatmayan savcılar suç işlemektedir. Partimiz avukatları, bu konuda harekete geçmeyen savcıları bugün HSYK’ya şikayet etti. Hukukçularımızın verdikleri dilekçeyi aynen yayımlıyoruz:
HAKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK KURULUNA
ANKARA
Suç Duyurusunda Bulunan
Müşteki : Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı
Karanfil Sok. No: 24/15- Kızılay/ANKARA
V e k i l l e r i : 1- Av. Orhan ÖZER – Konya Barosu
2- Av. Metin BAYYAR – Ankara Barosu
3- Av. F. Ayhan ERKAN- İstanbul Barosu
4- Av. A. Serdar ÇINGI – İstanbul Barosu
5- Av. Tacettin ÇOLAK- İzmir Barosu
6- Av. Sait KIRAN – Ankara Barosu
7- Av. Ferit CÖHCE –Adana Barosu
8- Av. Halil AĞIRGÖL – Bursa Barosu
9- Av. Azime Ayça OKUR – Ankara Barosu
10- Av. Pınar AKBİNA- İstanbul Barosu
11- Av. Doğan ERKAN- Ankara Barosu
Sezenler cad. 4/15 Sıhhiye/ANKARA
Şikayet Edilenler : 1- Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Harun KODALAK
2- İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan FİDAN
3– Görevi ihmal ettiği tespit edilecek Ankara Anayasal Suçlar Soruşturma Bürosunda Yetkili diğer Cumhuriyet Savcıları
4- Görevi ihmal ettiği tespit edilecek İstanbul Anayasal Suçlar Soruşturma Bürosunda Yetkili diğer Cumhuriyet Savcıları
5-Görevi İhmal ettiği tespit edilecek diğer tüm iller Anayasal Suçlar Soruşturma Bürosunda Yetkili diğer Cumhuriyet Savcıları
Olay ve Açıklamalar :
A)1- Bilindiği gibi 15 Temmuz 2016 gecesi AKP iktidarıyla el ele vererek Ordu içine sinsice yerleştirilen Fethullah Gülen tarikatına bağlı askerlerin, mevcut iktidarı devirmeye yönelik bir harekâtı oldu. Bu harekât sırasında yüzlerce insanımız katledildi, yaralandı. Bu harekâtın, Fethullah Gülen cemaati (Fethullahçı Terör Örgütü) tarafından yapıldığı yetkililer tarafından açıklandı. Bu olay nedeniyle Türkiye çapında Adli soruşturmalar yürütülmekte; Orduda, MİT’te, Yargıda, Poliste, Milli Eğitimde, Üniversitelerde geniş çaplı tutuklamalar yapılmış bulunmaktadır. Ve tutuklamalar hâlâ da devam etmektedir.
2- 15 Temmuz harekâtında bulunmak ve FETÖ yönetici ve üyesi olma iddiası ile suçlanarak tutuklananların, görevden uzaklaştırılan ve açığa alınanların sayısının yüz binleri aştığı belirtilmektedir. Ordu’da General, Amiral ve subayların yarısının, FETÖ’cü olduğu açıklanmaktadır. Adliye öyle, Polis öyle, Milli Eğitim öyle, Üniversiteden Mülkiye’ye varana kadar öyle, MİT öyle. Bunun ne kadar vahim bir tablo olduğu açıktır.
Elbette FETÖ’nün bu soruşturmaya konu örgütlenmesi bir anda zuhur eden bir olay değildir. Bunu herkes gibi Yargı da çok iyi bilmektedir. AKP iktidarları 2002 yılından bu yana, Fethullah Gülen Cemaatiyle eylem ve amaç birliği içinde bu sonucu hazırlayan suç ortağıdır. Hukuki deyimle, soruşturma konusu suçun icra hareketlerini birlikte işlemişlerdir. Harekât sadece bir sonuçtur. Daha önce haklarında çok sayıda suç duyurusunda bulunduğumuz AKP iktidarlarının üst düzey temsilcileri ve bir kısım yetkililer, meşru hukuk sistemini hiçe sayarak, adeta bir çete hukuku uygulayarak, FETÖ’yle (çetesiyle) bu suçu “Birlikte İrtikap Eden” asli faildirler. En azından suçun işlenmesine yardım ve yataklık edenlerdir. Ta ki aralarında, 17-25 Aralık 2013’deki güç ve paylaşım savaşı çıkana kadar. Ancak o tarihe kadar geçen 12 yıl içinde suçun icra hareketleri tamamlanmış, FETÖ Örgütü kalkışma gücüne ulaşmıştır. Olay bu tarihsel süreç içinde ele alınmadığı sürece, gerçek suçlulara ulaşmak bize göre mümkün değildir.
3- Hakkında defalarca suç duyurusunda bulunduğumuz Recep Tayyip Erdoğan, AKP hükümetlerinin ana politikalarını ve “cemaatle” işbirliğini belirleyen isimdir. 2002 yılından bu yana görev yapan Başbakan ve Kabine üyeleri, eski Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül, Eski Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök, Necdet Özel, halen Genelkurmay Başkanı olan Hulusi Akar da aşağıda açıklanacağı üzere, yukarıda anlattığımız suçun işlenmesine iştirak eden şüphelilerdir. Bunlar “Cemaatle” yani FETÖ örgütüyle, AMAÇ VE EYLEM BİRLİĞİ içinde 12 yıl devleti birlikte yönetmişlerdir.
a-) Amaç Birliği içinde ortak çalışmışlardır:
“Cemaat”in ya da FETÖ’nün amacı, sanırız uzun açıklamaya gerek olmayacak şekilde açıktır: Laik Cumhuriyeti yıkarak yerine, kendisinin şeyhliğinde bir din devleti kurmaktır. Bu hususun yürütülen soruşturma dosyalarında da açıklığa kavuşacağını düşünmekteyiz.
AKP’nin de aynı şekilde, siyasi parti mücadelesi veriyormuş görüntüsü içinde, Laik Cumhuriyet’e karşı savaş açtığı, kerte kerte laik Cumhuriyeti ortadan kaldırarak, laik Cumhuriyetin tüm mirasını, geleneklerini, kültürünü ortadan kaldırıcı icraatlarda bulunduğu, kimsenin gizleyemeyeceği bir gerçektir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın, Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi’ne verdiği İddianamesi ve ekleri ile Anayasa Mahkemesi’nin “AKP, LAİKLİK KARŞITI EYLEMLERİN ODAĞI durumundadır” şeklindeki kararı bunu net olarak ortaya koymaktadır.
Esasen AKP’nin bir numaralı lideri Recep Tayyip Erdoğan; “Hem laik hem Müslüman olunmaz. … mümkün değil ikisinin bir arada olması”, “Demokrasi bizim için bir amaç değil araçtır” diyerek geldi AKP Genel Başkanlığına ve Başbakanlığa. 14 yıllık iktidarları döneminde de, Laik eğitimi bitirdiler, Laik Cumhuriyetin tüm kazanımlarını bir bir yok ettiler. Bunu da FETÖ yapılanmasıyla elbirliğiyle gerçekleştirdiler.
Laik Cumhuriyette, devlet içinde bir dini cemaatin yeri olabilir mi? O cemaatin devlet yönetiminde söz ve karar sahibi olmasına izin verilebilir mi? O cemaat adamlarının kamu kurum ve kuruluşlarına, MİT’ine, Ordusuna, Polisine, Yargısına, Eğitimine ve hatta kendi partisinde milletvekili, Bakan olmasına izin verilebilir mi? Kısaca Devlet yönetimine ORTAK YAPILABİLİR Mİ? Bunun tek açıklaması vardır. O da AMAÇ BİRLİĞİ İÇİNDE OLMALARIDIR. YANİ LAİK CUMHURİYETİ ORTADAN KALDIRMAK VE DİN ESASINA DAYALI DEVLET YAPISI OLUŞTURMAKTIR, AMAÇLARI.
Burada 25 Ağustos 2004 tarihli, yukarıda belirttiğimiz AKP iktidarının yetkililerinin bir çoğunun da imzası bulunan MGK kararını da aktarmak gerekmektedir. Devletin güvenliğiyle ilgili bu kararda; “Fethullah Gülen hareketi devlet için tehlikedir. Bununla ilgili önlem alınması gerektiği” kararı alınıyor. Bu karar tüm Devlet kurumlarını ve hükümeti bağlayıcı bir karardır. Ancak AKP ve onun hükümetleri, sanki böyle bir karar yokmuş gibi, kararı sümen altı yaparak, FETÖ cemaati ile aynı amaç doğrultusunda birlikte çalışmaya devam etmişler, bu örgütün devlet içinde palazlanıp gelişmesine yardım etmişlerdir. Dolayısıyla 2004 yılındaki bu karara rağmen FETÖ’ye “ne istedilerse verdik” ikrarı, şikayetimizin temel sebebidir.
Ceza Hukukunda “KAST”, aynı amaç için irade birliği içinde olmayı gerekli kılar. Olayımızda ise bu amaç birliğinin varlığı açıktır.
b- Eylem Birliği İçinde Çalışmışlardır:
AKP Hükümetleri döneminde:
- Devletin bekası kabul edilen Kurumlarına (MİT, ORDU, POLİS, YARGI VE EĞİTİM başta olmak üzere), Fethullah Gülen’in imamları bilerek yerleştirilmiş ve bu kurumlarda işbirliği içinde çalışma yürütmüşlerdir. Böylece Fethullah Gülen’in devlet içinde kadrolaşması sağlanmıştır.
– Özellikle Ordu içinde, sınav yolsuzluklarıyla subay olması sağlanan Fethullah imamlarının terfilerinin sağlanması ve Yurtsever Subay ve Generallerin Ordu’dan temizlenmesi için, ERGENEKON, BALYOZ ve CASUSLUK kumpas davalarıyla, bu Yurtsever Subayların tutuklanarak yıllarca Cezaevinde tutulmaları ve Ordu’daki görevlerinin sonlandırılması da, AKP ile FETÖ’nün, amaçlarına ulaşmak için ortak eylemlerinden birisidir. O dönemin Başbakanı R.Tayyip Erdoğan’ın “Ben bu davanın Savcısıyım” demesi ve hatta FETÖ’nün Savcısına zırhlı aracını tahsis etmesi, eylem birliğinin en güzel kanıtıdır. Bu yaşananlar “aldatıldım” söylemi ile açıklanamaz. Tarafların amaç ve eylem birliği içinde olduklarını ortaya koyar. Bu olay, FETÖ’nün ve AKP’nin, Laik Cumhuriyeti yok etmek ortak amaçları için, Ordu içindeki laik Cumhuriyeti savunan Yurtsever subayların tasfiyesi ortak eylemlerinden başka bir şey değildir.
-Uzun yıllar (17-25 Aralık 2013’e kadar) Fethullah Gülen’in gelir Kaynakları, devlet eliyle teşvik edilmiş, Bankasına Devlet Kurumlarının para yatırması sağlanmıştır.
– Fethullah Gülen’e ait okul, dershane ve yurtlara, Devlet ve Belediyeler eliyle Arsalar tahsis edilmiş, özel imar değişiklikleri yapılmıştır. FETÖ’nün ekonomik alanda da belirleyici ve örgütleyici çalışmalarına destek verilmiştir.
Kısaca Devletin tüm imkânları “Fetullahçı Terör Örgütü” için seferber edilmiştir. Nitekim 17-25 Aralık sonrasında o dönemin Başbakanı R.Tayyip Erdoğan, “ Cemaatçi kardeşlerimiz bugüne kadar bizden ne istediler de vermedik” diyerek bu eylem ve amaç birliğini açıkça itiraf etmiştir.
Henüz geçtiğimiz günlerde ise, “Biz bunlara araziler verdik, arsalar verdik” şeklinde bir ikrarda daha bulunmuştur Tayyip Erdoğan. (http://www.7sabah.com.tr/haber/5748/erdogan-amerikan-yonetiminden-samimiyet-bekliyoruz/)
4- Bizatihi AKP yandaşı bir yazar, anlattıklarımıza uygun olarak 25 Eylül 2016 tarihinde şunları yazmıştır:
“Acaba Ak Parti Meclis grubu içinde FETÖ’cü var mı? FETÖ ile hesaplaşma başladığından bu yana bu soru soruluyor.
“İstifalar olacak ve Ak Parti Meclis’te çoğunluğu kaybedecek” söylemi de kulislerde dolaştı, zaman zaman medyada yer buldu.
“Şimdi operasyon var, arındırma var ve arındırmanın “siyasi ayağı olacak mı?” sorusu çerçevesinde Ak Parti Meclis grubu, hatta bakanlar gündeme getiriliyor.
“Hesaplaşma başladığı sırada bazı isimler ortaya çıktı ve onlar istifa ettiler.
“Sonrası gelmedi, ama şüphe de ortadan kalkmadı.
“Var mı, ben bilmiyorum.
“Ama şu var: Ak Parti’de bu yapı ile ilişkisi olmayan olmamıştır, dense hata oranı çok düşük olur. En son sayın Cumhurbaşkanı Amerika’da Türk dernekleri temsilcileri ile konuşurken “Bunlara araziler verdik, ve olağanüstü hal olmasaydı onları geri alamazdık” dedi. “Ne istedilerse verildi” onlara ve verenler de 14 yıldan beri hem merkezde hem yerel yönetimlerin kahir ekseriyetinde iktidarda olan Ak Parti kadroları idi. Hani bana bir belediye gösterin ki, onlara bir şey vermemiş olsun, dense gösterilecek belediye yoktur. Herkes bir safhada uyandı -uyandı ise- ve ilişkilerini yeniden belirledi.
“Ancak bu eski “iltisaklar” şimdi Ak Parti kadroları üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor. Çünkü FETÖ yapılanmasının “kendini gizleme” ilkesi sebebiyle oluşan kuşku, bütün “eski iltisaklar”ın bir şekilde devam edeceği endişesini beraberinde getiriyor ve “Acaba mı?” sorusu gündemden düşmüyor.
“Acaba halen var mı? Acaba bağlılık devam ediyor mu? Acaba onlara “Siz sessizce durun, görev zamanınız gelmedi” dendi mi?
“Bu şüpheyi kime karşı yöneltseniz o kişiyi yakabilirsiniz.
“Bu kuşkunun şu anda Ak Parti kadroları üzerinde tahmin edildiğinden çok etki yaptığını düşünüyorum.
“Bu kuşkuya hedef olmamak, bu damga ile bağlantılı olarak gündeme gelmemek şu sıralar Ak Parti kadrolarının en hassas olduğu konudur, denebilir.” (Ahmet Taşgetiren- http://www.star.com.tr/yazar/magduriyet-ak-parti-feto-yazi-1144346/)
Bizce bu “kuşku” değil, matematiksel gerçektir.
Yine basında AKP’li 80 milletvekilinin cep telefonlarında ByLock isimli programın bulunduğu ve bunun da bir FETÖ ilişkisini gösterdiği yazılıp çizilmektedir (http://odatv.com/80-vekilde-bylock-2309161200.html).
AKP’nin tek başına hükümet olma şansını yitirecek olması sebebiyle bu milletvekillerine soruşturma açılmadığı gündeme gelse de, Savcılığın böylesi bir gerekçesi olamaz.
5- 17-25 Aralık 2013 “Milat” olamaz
15 Temmuz Harekatının hemen akabinde, şimdiki Başbakan Binali Yıldırım, “ Fethullah Gülen ve Türkiye’deki yapılanmasına karşı yürütülen süreçte, milat olarak 17-25 Aralık 2013 tarihlerini aldıklarını” açıklamıştır.
Bu açıkça Yargıya talimat niteliğindeki bir açıklamadır. 17-25 Aralık 2013 öncesindeki amaç ve eylem birliği içindeki olayların soruşturma konusu yapılmaması talimatıdır. Hukuken hiçbir geçerliliği yoktur.
Çünkü TCK’nin 309. Maddesinde düzenlenen “Anayasayı İhlal” suçu bir terör suçudur. Bu suçlar görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet Savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır.
Nitekim Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “CUMHURİYET SAVCISININ GÖREV VE YETKİLERİ” başlıklı 161. Maddesine 2014 yılında getirilen 8 no.lu ek hüküm şu bendi şu hükme havidir:
“Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26ncı maddesi hükmü saklıdır.”
Ve en önemlisi de bu suçlarda ZAMANAŞIMI 45 YILDIR. DOLAYISIYLA 2002-2013 YILLARI ARASINDAKİ EYLEMLERİN ZAMANAŞIMINA UĞRAMASI HUKUKEN MÜMKÜN DEĞİLDİR. Bu nedenle, hiçbir Savcı, 17-25 Aralık 2013 öncesi olayların soruşturmasını yapmasın talimatını dikkate alamaz. Bu açıklamanın da hiçbir hukuki değeri yoktur. Sadece bir gözdağıdır. Cumhuriyet savcılarının böyle bir işlem yapma ve 17-25 Aralık öncesini soruşturmama yetkisi yoktur.
Yukarıda da açıkladığımız gibi, belirttiğimiz Devlet ve hükümet görevlileri, suçun icra hareketlerini, FETÖ kadrosuyla birlikte amaç ve eylem birliği içinde işledikleri için, suçun işlenmesinden önce yardımda bulunarak suçun icrasını kolaylaştırdıkları için, haklarında soruşturma açılması gerekmektedir. Bu nedenle, FETÖ ile zamanında işbirliği yapan başta Recep Tayyip Erdoğan gelmek üzere, AKP iktidarının tüm yetkilileri ile suça iştirak eden diğer devlet yetkilileri ve hatta bakanlıkları, milletvekillikleri sona ermiş tüm AKP’liler hakkında soruşturma yapmayan başta Ankara ve İstanbul Başsavcıları ile Ankara ve İstanbul Anayasal Suçları Soruşturma Bürosu yetkili diğer Cumhuriyet Savcıları görevi ihmal suçu işlemektedirler. Haklarında adli ve idari yönden işlem yapılması için kurulunuza başvurmak durumunda kaldık.
B- HÂKİM VE SAVCILAR YASALARI UYGULARKEN ÇİFTE STANDART KULLANAMAZ. AKSİNE DAVRANIŞ HUKUKA, YASALARA AYKIRIDIR.
1- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un Adli soruşturma ve kovuşturma başlıklı 17.inci maddesine göre:
“ (1) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü hâli istisna olmak üzere, görevlerinden doğan veya görevleri sırasında işledikleri iddia edilen suçları ve kişisel suçları nedeniyle Başkan ve üyeler hakkında koruma tedbirlerine ancak bu madde hükümlerine göre karar verilebilir.
(2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü hâllerinde soruşturma genel hükümlere göre yürütülür. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma Yargıtay Ceza Genel Kurulunca yapılır.
(3) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü hâli dışındaki görevden doğan veya görev sırasında işlendiği iddia edilen suçlar ile kişisel suçlarda Soruşturma Kurulu, soruşturma sırasında 5271 sayılı Kanunda ve diğer kanunlarda yer alan koruma tedbirlerinin alınması talebinde bulunursa, Genel Kurulca bu konuda karar verilir.
(4) Soruşturma Kurulu soruşturmayı tamamladıktan sonra kamu davasının açılmasına gerek görmezse kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verir. Kurul, kamu davası açılmasını gerekli görürse düzenleyeceği iddianameyi ve dosyayı görevleriyle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla yargılama yapmak üzere Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda ise Yargıtay Ceza Genel Kuruluna tevdi olunmak üzere Başkanlığa gönderir. Soruşturma Kurulunun vereceği kararlar şüpheliye ve varsa şikâyetçiye tebliğ olunur.”
Yukarıdaki açık yasal düzenlemeye karşın Anayasa Mahkemesi üyeleri olan Alparslan ALTAN ve Erdal TERCAN hakkında bu açık yasal düzenleme göz ardı edilmiştir: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan 2016/103606 sayılı soruşturma kapsamında Cumhuriyet savcısının 16/7/2016 tarihli yazılı talimatıyla Anayasa Mahkemesi Üyeleri Alparslan ALTAN ve Erdal TERCAN’ın “Türkiye genelinde hükümeti devirmeye ve anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs etmek suçunun hâlen işlenmeye devam edildiği, bu suçu işleyen Fetullah[çı] Terör Örgütlenmesi üyelerinin yurtdışına kaçıp saklanma ihtimali bulunduğu” gerekçesiyle gözaltına alınmalarına; konut, araç ve işyerlerinde arama yapılmasına karar verilmiştir.
Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/7/2016 tarihli ve 2016/595 sorgu sayılı kararıyla Anayasa Mahkemesi Üyesi Alparslan ALTAN’ın, Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/7/2016 tarihli ve 2016/437 sorgu sayılı kararıyla Anayasa Mahkemesi Üyesi Erdal TERCAN’ın diğer bazı yargı mensuplarıyla birlikte “Silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan tutuklanmalarına karar verilmiştir.
Söz konusu Terör suçu olduğunda, adı geçen AYM üyelerine uygulanan hukuk, tüm devlet kademesindeki aynı suçun şüphelilerine neden uygulanmamaktadır? Bu soru işbu şikayetimizin bir diğer sebebidir.
2- Yine 6087 sayılı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun Üyelerin adlî suçlarıyla ilgili soruşturma ve kovuşturma usulü başlıklı 38. Maddesine göre:
“MADDE 38 – (1) (Değişik: 18/6/2014-6545/100 md.) Kurulun seçimle gelen üyelerinin görevleriyle ilgili suçları ile kişisel suçları hakkındaki soruşturma ve kovuşturma izni işlemleri Genel Kurul tarafından, kovuşturma açılması kararı ve kovuşturma mercilerinin belirlenmesi ise gösterilen yetkili merciler tarafından bu Kanun hükümleri uyarınca yapılır.
(2) Kurulun seçimle gelen üyeleri hakkında yapılan ihbar ve şikâyetlerde Başkan, işi Genel Kurula götürmeden önce daire başkanlarından birine ön inceleme yaptırabilir. Görevlendirilen bu daire başkanı, incelemesini yaptıktan sonra, durumu bir raporla Başkana bildirir.
(3) (Değişik: 18/6/2014-6545/100 md.) Başkan suç ihbar veya şikâyetini doğrudan ya da inceleme yaptırdıktan sonra Genel Kurula sunar. Yapılan görüşme sonucunda; soruşturma açılmasına yer olmadığına ya da soruşturma açılmasına karar verilir. Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, üyeler arasından, gizli oyla, üç kişilik bir soruşturma kurulu seçilir.
Soruşturma kuruluna, en yüksek oyu alan, oyların eşitliği hâlinde ise yaşça büyük olan başkanlık eder.
(4) Soruşturma Kurulu, 5271 sayılı Kanuna göre işlem yapar ve kanunların Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkileri kullanır. Soruşturma sırasında hâkim kararı alınması gereken hususlarda ilgililer hakkında isnat edilen suçun niteliğine göre belirlenmiş bulunan kovuşturma mercilerine başvurur.
(5) (Değişik: 15/2/2014-6524/38 md.) Soruşturma kurulu, soruşturmayı tamamladıktan sonra kovuşturma açılmasına yer olup olmadığı hakkındaki kanaatini belirten bir rapor hazırlayarak, rapor ve eklerini Genel Kurula sunulmak üzere Başkana verir.
(6) Genel Kurul, dosyayı inceledikten ve varsa eksiklikleri tamamlattıktan sonra, kovuşturma yapılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına karar verir; aksi hâlde kovuşturma yapılmasına izin verir.
(7) Kovuşturma yapılmasına ilişkin verilen iznin kesinleşmesi üzerine dosya;
a) Görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesine,
b) Kişisel suçlarda Yargıtay Ceza Genel Kuruluna,
kamu davası açılmak üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.
(8) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı iddianamesini düzenleyerek evrakı, Yargıtayın görevli ceza dairesine verir.
Yargıtayın görevli ceza dairesi tarafından iddianamenin bir örneği 5271 sayılı Kanun hükümleri gereğince, ilgiliye tebliğ olunur. Bu tebliğ üzerine ilgili, on gün içinde delil toplanmasını ister veya kabul edilebilir istekte bulunursa bu husus gözönünde tutulur ve gerekirse soruşturma daire tarafından derinleştirilir. Yapılan bu işlemler sonucunda, kovuşturma açılmasına veya kovuşturma açılmasına yer olmadığına dair karar verilir. Kovuşturma açılmasına dair karar verilmesi durumunda evrak hemen bu Kanunda belirlenen kovuşturma mercilerine gönderilir. Kovuşturma açılmasına yer olmadığına dair karara karşı, kararı veren ceza dairesinin numara olarak kendisini izleyen ceza dairesine; kararı son numaralı ceza dairesi vermişse birinci ceza dairesine usulünce itiraz edilebilir.
(9) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde soruşturma genel hükümlere göre yürütülür ve durum hemen Kurula bildirilir. Soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezleke ile birlikte Kurula gönderilir.”
Bu açık yasal düzenlemeye karşın HSYK üyeleri Mahmut Şen, Ahmet Berberoğlu, Şaban Işık, Mustafa Kemal Özçelik yukarıda belirtilen Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturması kapsamında gözaltına alınmış ve tutuklanmalarına karar verilmiştir. Bütün bu işlemleri yaparken yukarıda belirtilen açık yasal güvenceleri dikkate almayan şikâyetimizde belirttiğimiz Savcılar iş AKP iktidarı temsilcilerine ve onlarla işbirliği yapan diğer yetkililere gelince yasalardaki birtakım dokunulmazlık maddelerini rastgele sıralayarak soruşturma ve yargılama yapmaktan kaçınmaktadırlar. Bu çifte standartlı davranış hukuka ve yasalara aykırıdır. Bu nedenle de kurulunuza başvurmak durumunda kaldık.
C-Tam bu şikâyetimizi kaleme aldığımız sırada sosyal medyada ”Avrupa HSYK’yı dışlamaya hazırlanıyor!” başlığıyla aşağıdaki haber yayınlandı:
“OHAL sonrası verilen kararlar nedeniyle, Avrupa Yargı Kurulları Ağı (ENCJ), Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) “gözlemci” statüsünü askıya almaya hazırlanıyor.
Avrupa Yargı Kurulları Ağı (ENCJ) Yönetim Kurulu, 15 Temmuz sonrası görevinden alınan binlerce hakim ve savcının durumu hakkında HSYK’dan “tatmin edici bilgi alınamadığından” yola çıkarak HSYK’nın “ENCJ’de gözlemci statüsüne sahip olmak için gerekli şartları “karşılayamaz” hale geldiğini bildirdi.
Yönetim Kurulu HSYK’nın gözlemci statüsünün askıya alınması amacıyla ENCJ Genel Kurulu’nu aralık ayında olağanüstü toplantıya çağırdı.
ENCJ, Avrupa Birliği üyesi ülkelerde yasama ve yürütmeden bağımsız olan ve yargının bağımsızlığı için çalışan kurum ve kurulları bir çatı altında topluyor. AB içinde bağımsız bir yargı kuruluna sahip tüm ülkeler bu çatı kuruluşunda tam üye statüsüne sahipler. AB içinde olup bağımsız bir yargı kuruluna sahip olmayan ülkeler ve AB üyeliğine aday ülkeler ise “gözlemci” statüsünde ENCJ çalışmalarına katılıyorlar.
KARAR DOĞRULANDI
Strasbourg’da devam eden Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) genel kurul toplantıları paralelinde 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türkiye’de adalet sisteminin durumu hakkında bir toplantıda konuşan Avrupa Yargıçlar Birliği (EAJ) Başkanı Christophe Regnard da ENCJ Yönetim Kurulu’nun aldığı kararı doğruladı ve HSYK’nın gözlemci statüsüne son verilme olasılığının yüksek olduğunu söyledi.
YARSAV’nın 15 Temmuz sonrası kapatılmasını eleştiren EAJ Başkanı, Avrupa Konseyi’nden Türkiye’de adalet sistemi ve yargı bağımsızlığı konularını takip etmek amacıyla bir uluslararası bağımsız komisyon oluşturulması çağrısında bulundu.” (http://www.abcgazetesi.com/avrupa-hsykyi-dislamaya-hazirlaniyor-30524h.htm )
Bu şikâyetimiz HSYK’ya bağımsız bir kurul olduğunu kanıtlamak için tarihsel bir fırsat sunmaktadır. Eğer hukukun ve yasaların öngördüğü biçimde davranılarak, haklarında şikâyette bulunduğumuz yukarıda belirtilen savcılar, yasaların öngördüğü biçimde idari ve cezai yönden soruşturulurlar ise, kurulunuz bağımsız bir yargı kurulu olduğunu göstermiş olacaktır. Aksi davranış haberi doğrulamış olacaktır.
Sonuç ve İstem: Yukarıda isimleri ve ünvanları belirtilen şahısların anılan eylemlerinden dolayı haklarında gerekli idari incelemenin ve soruşturmanın yapılmasıyla Anayasa’nın 159. ve 2461 sayılı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun 4/3. maddeleri uyarınca görevden uzaklaştırılmalarını,
Ayrıca “görevi ihmal suçu” işlediklerinden dolayı cezalandırılmaları için gereken işlemlerin yapılmasını arz ve talep ederiz. Saygılarımızla. 11.10.2016
İhbarda Bulunan
HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ
Vekilleri
Av. Metin BAYYAR Av. Sait KIRAN
Av. Azime Ayça OKUR Av. Doğan ERKAN