Matematiksel Kesinlikteki Acı Gerçek: Kaçak Saraylı Reis Adım Adım Tayyibistan Faşist Din Devleti’ne Gidiyor
Bizim 15 Temmuz paylaşım kapışmasının ilk gününde gördüğümüz gerçeği artık özgürce düşünebilen akla sahip dostlar da, sevinçten bayram eden Ortaçağcı Yezid dincileri de netçe ve açıktan ifade edebiliyorlar.
Dosttan başlayalım. Namuslu Mustafa Kemal’ci bilim insanı Profesör Coşkun Özdemir ABC’de 29.09.2016 tarihinde yayımlanan makalesinde aynen şunları diyor:
“Emin adımlarla din devletine doğru gidiyoruz
“Örgütlü cehalete karşı mücadele vermek zorundayız.
“Gözümüz aydın olsun Türban artık yargıda ve emniyette, kadın polislerimizin başında. 2000 anaokul çocuğumuz başlarını örterek namaz kılmışlardı. Bu müjdeyi almıştık. Bir okul müdürü, “halk oyunları halt oyunlarıdır. Kız erkek el ele halk oyunu değil ancak halt oyunu oynarlar” diyor.
“Mithat Paşa’yı boğduran, çok sayıda aydınla birlikte Namık Kemal’i sürgüne gönderen Mehmet Akif’in şiiri ile ağır bir şekilde suçladığı Abdülhamid’in adı da GATA’ya verildi. Ne mutlu bize. Diyanet İşlerinin profesör ünvanlı başkanı nişanlıların el ele dolaşması günahtır buyuruyor. Bir üniversite hocasına göre örtünmeyen kadınlar fuhuşu davet ederler. Bir başka grup öğretim üyesi müziğin her türlüsünü günah ilan ediyor, hele içinde kadın sesi varsa günah bir misli artıyor.
“Kız erkek karma okullar günah üretiyorlar, bir an önce ayrılmalı.
“Diyanet işleri başkanımıza göre depremleri fayların kırılması ile açıklamak çok eksiktir, bu bir fizik yaklaşımıdır ve metafiziği ihmal etmektedir. Oysa depremler Allahın kullarını denemesidir. Zorluklar ve felaketler karşısında nasıl davranacaklarını test etmektedir Allah.
“Yine bazı islam bilginlerimize göre olaylar ve olasılıklar karşısında fazla tedbir kadere karşı koymaktır ve caiz değildir.
“Diyanetten kaynaklanan bazı görüşlere göre cinsel ilişki sırasında şeyhi düşünmek doğacak çocuğu daha akıllı yapar. Önceki yıllarda bir bakandan apdest suyunun kansızlığa iyi geldiğini öğrenmiştik. Medreselerin kapatılması islam dünyasında büyük bir boşluk yaratmıştır. Oysa medreselere hukuki statü verilmeli ve üniversite denkliği tanınmalıdır.
“Laik eğitim din ve dünya ilimlerini bir birinden kopararak toplumda da büyük ayrışmalara neden olmuştur. 60’lı 70’li yıllarda laikliğe ve laiklere karşı cinayetlere yol açan vahim olaylarda örgütlerin başında büyük mücadeleler veren meclis başkanı İsmail Kahraman bu yüzden bu mücadeleyi sürdürmek istiyor.
“Dünyanın dinsel bağnazlığa teslim olmamış bölümlerinde devrimcilik simgesi olarak saygı gören Che Guavera’yı da eşkıya ilan etti. Yine günümüz mollalarına göre toplumdaki en büyük ayrım nedeni aydınlanmadır. Gerçek dindarlar kafirler tarafından yapılmış yasalara uymak zorunda değildirler ama onların icat ettikleri alet ve araçları kullanmakta özgürdürler. Çünkü Allah onları Müslümanlara hizmet etmeleri için yaratmıştır (TIP 5’İNCİ SINIF ÖĞRENCİLERİ) Bu bağlamda dindarların suç işleme imtiyazları vardır.
“Otobüste şortlu hemşireye saldıran vatandaş dininin, inancının gereğini yerine getirmektedir. Çünkü Allah “çıplak bir yer görürseniz orayı sopalayın” demiştir. Ak saçlı hocasının elini sıkmayan üniversite mezunu genç kız da bu emri Allahtan alıyor. Tarihimize bakınca 16’ıncı Yüzyılda Şeyhülislam İskilipli Ebusuud Efendi, Alevilerin çoluk çocuk katledilmesi ve mallarının yağmalanmasını dine uygun bulmuştur. Bu utanç verici örnekler kuşkusuz alabildiğine çoğaltılabilir. Bütün bunlar ilkel bir ülkede ilkel koşullar altında yaşamakta olduğumuzun yadsınamaz kanıtlarıdır.
“Laikliği, aklı, bilimi, aydınlanmayı benimsiyor ve bütün bunlardan büyük rahatsızlık duyuyor ve kaygılar içinde yaşıyorsak olayların faili insanlara değil sisteme, bu yobazlık çağrıştıran düşünce ve inançları üreten ortama, gerçek bilge insan Doğan Kuban’ın ilan ettiği örgütlü cehalete karşı mücadele vermek zorundayız. Diyanet İşleri Başkanlığı da yobazlara uymak yerine bu uygarlık savaşına katılmak zorundadır. Çünkü bu sıraladıklarım aslında cehaletten kaynaklanan çarpık din ve İslam anlayışının ürünleridir.”
Gördüğümüz gibi Coşkun Özdemir gidişin nereye olduğunu netçe görüyor. Ve bu karanlık gidişe karşı örgütlü mücadele vermemiz gerektiğini belirtiyor. Son derece yerinde bir tespit ve yerinde bir öneri tabiî bu.
Fakat namuslu olmakla birlikte olayları sınıf esasına dayanmayan bir analizle ortaya koymaya çalışan her küçükburjuva aydın gibi ham hayallere kapılmaktan da kendini alamıyor. Mesela “Diyanet İşleri Başkanlığı da yobazlara uymak yerine bu uygarlık savaşına katılmak zorundadır.”, diyor. Burada gönlünden geçeni gerçekleşebilir sanıyor. Katı gerçeği göremiyor.
Oysa Diyanet İşleri Başkanı ve o kurumun üst düzey yöneticileri bütünüyle o Ortaçağcı gidişin yani din devletine gidişin kadrolarının kararlı bir bölümüdür. Onların değişmesi, farklılaşması asla olası değildir. AKP’giller ne ise şu anki Diyanet İşleri Başkanlığı da aynen odur. Başka türlü ifadelendirirsek mevcut Diyanet İşleri de AKP’giller’in yapısına dahildir.
Hatırlanacağı gibi, 1 milyon liralık zırhlı Mercedes’i başkan Mehmet Görmez’in altına veren Kaçak Saraylı Reis’tir. Mehmet Görmez de Kur’an ve Hazreti Muhammed İslamı’nın zerresi bulunsa, bırakalım Kaçak Saraylı’nın Mercedes’ini kabul etmeyi, öyle bir teklifin yapılmış olmasını bile kendisine yapılmış bir hakaret sayardı. Çünkü biliyoruz, Hazreti Muhammed ezilenlerin, acı çekenlerin, yoksulların yanında olmuştur hep ve onlar düzeyinde bir hayat sürmüştür peygamberlik yaşamı süresince. Kur’an’da da sosyal eşitsizliklerin kaldırılmasını önermiştir defalarca. Ne yazık ki, bu önerisini hayata geçirme gücüne sahip olamamıştır. Ama gönlünden geçen, cenneti bu dünyada kurmaktır yani sosyalist bir toplum yaratmaktır.
Başta Hz. Ömer gelmek üzere en yakınındaki sahabelerden gelen; “Ya Resulallah, senin böyle yoksulluk içinde yaşamanı değil, bolluk içinde yaşamanı istiyoruz biz.”, önerisini, hiç duraksamadan, şiddetle reddetmiştir. “Saraylarda yaşayan Hıristiyan krallara Allah bu dünyayı, biz Müslümanlara ise öbür dünyayı vermiştir.”, demiştir.
Bu sebeplerden, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ve ekibi de tıpkı Kaçak Saraylı Reis’in AKP’giller’i gibi, Gerçek İslamı değil Muaviye-Yezid İslamı’nın, CIA-Pentagon İslamı’nın savunucusudur, hocasıdır.
Bu Mehmet Görmez’den demokratik, laik ve aydınlanmacı bir tutum almasını beklemek, ölü gözünden yaş ummak anlamına gelir bütünüyle.
Oysa ne yapıyor Mehmet Görmez?
Bu Ortaçağ karanlıklarına ülkemizin sürüklenişini daha da hızlandırmak için Diyanet İşleri bünyesinde anaokulları açıyor. Daha konuşmayı yeni söken çocukların kafasını dogmalarla, Ortaçağ karanlığıyla doldurmayı hedefliyor. Bakın, bu karanlık gidişe verdikleri katkıyı da nasıl boyayıp cilalayarak anlatıp, o da Kaçak Saraylı Reis gibi bilinçsiz, saf insanlarımızı Allah’la aldatmak istiyor.
“Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfının (TDV) ortak projesi olan anaokulu açıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı yerleşkesindeki Reyyan Anaokulunun açılış törenine Mehmet Görmez ve eşi Hatice Görmez, TDV Mütevelli Heyeti İkinci Başkanı Mazhar Bilgin, TDV Genel Müdürü Mustafa Tutkun ile Ankara İl Milli Eğitim Müdürü Vefa Bardakçı katıldı.
“Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan açılış programında, anaokuluna başlayan çocuklar da Kur’an ve şiir okudu.
“(…)
“Rabbimiz dünyayı sadece bizim emrimize vermedi, sadece biz orada tasarrufta bulunalım diye yaratmadı. Bizden sonraki nesillere güzel bir dünya kuralım diye verdi. Ama biz hep kendimizi düşündük, bizden sonraki nesilleri düşünmedik. Hatta, işte Halep’te izliyoruz, bizden sonraki nesilleri katlediyoruz.”
“(…)
“Eğitimin bütün dünyanın en önemli meselesi olduğunun altını çizen Görmez, Müslümanların karşı karşıya kaldığı problemlerin temelinde eğitim meselesinin bulunduğunu kaydetti.
“Görmez, çocuğun kişiliğinin yüzde 70’inin, 7 yaşına kadar oluştuğunu belirterek, bu çağlarda ebeveynlerin, onları yaratıldıkları fıtrata uygun bir eğitimle yetiştirme görevi bulunduğunu söyledi.
“(…)
“Ancak, biraz sonra göreceğimiz anaokulunun aynı güzellikte benzerlerini ülkemin her ilinde, ilçesinde istiyorum.”
“(…)
“Küçük yaştaki yavrularımızın dillerinin besmeleyle dönmeye başlamasını kimse yadırgamamalı. Kalp atışı kadar normal ve tabiî bir şeydir. Bilakis besmelesiz kalması kalp atışlarının normalden uzaklaşması kadar tehlikelidir.” diyen Görmez, kendisinin de 2 gün önce dede olduğunu ve torununun kulağına ezan ve kamet okuduğunu anlattı.
“Görmez, bebeklerin kulaklarına okunan ezan ve kametin, bebeğin ruhunda bıraktığı tesirin, onun kalp atışı kadar tabiî olduğunu söyledi. Bunları birbirinden ayırmamak gerektiğini ifade eden Görmez, çocukların dini doğru öğrenmesi gerektiğini vurguladı.” (http://www.abcgazetesi.com/diyanet-anaokulu-acildi-7den-77ye-din-egitimi-30042h.htm – 05.10.2016)
Çok açık biçimde görüldüğü gibi Mehmet Görmez, Muaviye-Yezid çağından bin küsür yılı atlayarak günümüze gelmiş bir tip, değil mi?
Yeni doğan torununun kulağına ezan ve Kuran okuyunca, bunun bebeğin kalp atışı kadar normal olduğunu söylüyor. Kafa bu, anlayış bu. İşte çocuklarımız bunlara emanet edilmiş durumda, ne yazık ki. Ve dini de bunlar öğretecek güya insanlarımıza.
Çocuk psikolojisine göre bağırıp çağırmalar, gürültüler çocuğu rahatsız eder, tedirgin eder, korkutur. Bu ise kalp atışı kadar güzel diyor, normal diyor, bilim düşmanı bir kafa.
Bu kafaya göre depremler de Allah’ın insalara verdiği bir ceza ve insanları sınaması. “Bakalım zorluklara ne kadar katlanabilecekler?” diyerek veriyormuş Allah böyle cezaları insanlara.
Yahu her şeyi bilen Allah’ın, insanı imtihan etmek için illa felaketler yağdırması mı gerekir, böylesine büyük? Bunun YGS’nin öğrencilerin bilgi seviyesini ölçmesinden ne farkı var?
Kaldı ki YGS hiç değilse onlara fiziksel ceza vermiyor, onları yaralayıp öldürmüyor. Her ne kadar okulsuz, işsiz bırakmış olsa da, her yıl yüzbinlerce genci.
Peki gelişmiş ülkelerde, diyelim Amerika’da, çok büyük depremler yaşanmasına rağmen, niye can kayıpları en fazla bir-iki ya da üç-beş kişi boyutunda kalıyor?
Bildiğimiz gibi, Kuzey Amerika’nın Pasifik Okyanusu Sahili’ni yukarıdan aşağıya kapsamı içine alan San Andreas Fayı var, çok şiddetli depremler üreten. İşte bu depremlerde bile alınan önlemler sayesinde can kayıpları çift rakamlı sayılara ulaşmıyor.
Oysa bizim 1999’daki Körfez-Gölcük Depremi’nde, aralarında ana kucağındaki bebelerin ve yaşlı ninelerin-dedelerin de bulunduğu 35 ila 40 bin insanımız can verdi, yıkıntılar arasında büyük acılar çekerek.
Bağışlayıcı, esirgeyici, rahman ve rahim olan Allah, insanlara nasıl böylesine bir ölüm yağdırabilir, zalimane bir biçimde?
Diyanet’in Ortaçağcı islamcıların anlayışına göre, depremler bir anlamda kitle imha silahı olmuş oluyor. Soykırıma uğratmış oluyor insanları.
Dolayısıyla da depremleri Tanrı’nın verdiği bir ceza olarak açıklamaya kalkmak, Tanrı’ya yapılan büyük kötülüklerden biri olmuş olur bizce. Ayrıca da, neredeyse tamamı da ABD ve AB Emperyalist ülkelerinin uydusu konumundaki, İslam ülkelerini vb. geri ülkeleri cezalandırmış oluyor Tanrı sadece. Emperyalist Batıya ise böyle bir ceza vermiyor.
O zaman Tanrı’nın düşmanlığı Müslümanlara ve yoksullara mı?
Yani nereden baksanız tutarsızlık, nereden baksanız saçmalama, zırvalama.
İşte Mehmet Görmez’lerin ve AKP’giller’in neredeyse tamamını imam hatipleştirdiği eğitim kurumlarımızda öğretmeye kalktıkları din bu. Bilim düşmanı, insan düşmanı bir din. Ki bu dinde acıma, his, insancıl duygular yer almaz. Doğa bilimlerine de taban tabana karşıttır bunların savrulduğu ve çocuklarımıza öğrettikleri din. Dolayısıyla da bu din eğitimi, insanlarımızı ve dolayısıyla da toplumumuzu doğrudan Ortaçağın karanlık dünyasına iletir.
İşte bu sebepten, birkaç ay önce, Mehmet Görmez’in de itiraf ettiği gibi, İslam dünyasında her gün bin müslüman, müslümanlar tarafından öldürülmektedir. Hem de bir bölümü başları kesilerek. Malum ya Ortaçağ’ın o karanlık dünyasında ateşli silahlar henüz icad edilmemişti. İnsanlar, kılıçla ya da palalarla başları kesilerek öldürülüyordu. İşte bunlar da her şeyleriyle o çağın kişiliğini temsil ettikleri için aynı vahşiyane yöntemi uyguluyorlar, tercih ediyorlar.
Mehmet Görmez, ilk ve ortaöğretimdeki dincileştirme eğitimiyle, uğraşısıyla yetinmek istemiyor. Çocuklarımızı konuşmaya başladıkları andan itibaren ele alıp, onları dincileştirmek, Muaviye-Yezid diniyle doktrine etmek istiyor.
Artık meydan bunların. Gönüllerince atlarını oynatıyorlar, insanlarımızı Ortaçağ dogmalarıyla şartlandırıp bilimden, teknikten, çağdan uzak tutmak; sağlıklı düşünmekten de alıkoymak istiyorlar.
Ne diyor Mehmet Görmez yukarıda? “Hatta, işte Halep’te izliyoruz, bizden sonraki nesilleri katlediyoruz.”
Burada soralım Görmez Hafız’a, bizden sonraki nesilleri katleden kim orada?
Aynen senin önerdiğin, methiyeler düzdüğün, eğitimden geçirilmiş, böylece de insanlıktan, vicdandan arındırılmış cihatçı caniler. IŞİD’ciler olsun, ÖSO’cular olsun hepsi de senin sevdiğin ve yücelttiğin, eğitime tabi tutulmuş insanlardır. İşte o sebepten İslam dünyasında her gün Müslüman’lar birbirlerini katletmektedir. Ben gerçek Müslümanım, sen değilsin savaşı içinde.
Fakat Mehmet Görmez’de onu görecek, kavrayacak göz mü kalmış, kafa mı kalmış?..
Ne kavratabilirsiniz bu kişiye?
Hiçbir şey. Bunları ancak toprak ıslah eder.
Bu IŞİD’in, El-Nusra’nın, ÖSO’nun, El-Kaide’nin temelini oluşturan kadrolar kimdir?
Ezici çoğunluğu Pakistan’da 80’li 90’lı yıllarda sayıları onbinleri bulan medreselerde aynen senin özendiğin, özlediğin ve övdüğün, methini yaptığın eğitimden geçirilen, canileştirilmiş Ortaçağcılardır.
Ne deniyor bunlara?
Taliban. Neden deniyordu?
İşte senin dediğin eğitimi medreselerde aldıkları için. Sen ve Kaçak Saraylı Reis’in AKP’giller’i de işte o medreselerin aynı işlevine sahip okulları, tarikatları oluşturma çabasındasınız. Bununla da yetinmiyorsunuz, anaokullarına kadar bu Ortaçağcılaştırma operasyonunu indirelim diyorsunuz.
Bu apaçık bir şekilde Taliban kadroları, El-Kaide kadroları, IŞİD ve ÖSO kadroları yetiştirme okullarıdır, yetiştirme eğitimidir. Başka da hiçbir şey değil.
Eğer bu kadrolar, ki zaten bol miktarda yetişmiş bulunmaktadır şu anda, daha da artırılır, çoğaltılır ve ülkenin her yanını pıtrak gibi sarıp ele geçirirse Türkiye, o zaman işte IŞİD benzeri bir devlete dönüşür.
Ve ne yazık ki namuslu, Mustafa Kemal’ci aydınımız Coşkun Özdemir’in de netçe belirttiği gibi, siz ve AKP’giller emin adımlarla Türkiye’yi oraya götürüyorsunuz.
Bu acı gerçeği ve hainane gidişi Mustafa Kemal gelenekli askerlerimizin en akıllı ve öngörülülerinden biri olan Türker Ertürk Paşa da dün OdaTV’de yayınlanan yazısında aynı kesinlikte ortaya koyuyordu. O da örgütlü, topyekün bir mücadele öneriyordu bu karanlık gidişe karşı.
Onun da yazısını aktaralım. Malum ya bugünlerde laik safta olanların kafa bulanıklığından kesince kurtulup, net bir bilince kavuşması gerekir. Bu bakımdan böyle açık, duru görüşleri tekrar pahasına da olsa okumakta yarar var, diyoruz. Aktaralım:
“Reşat Petek’in asıl görevi bu gerçeğin üstünü örtmek
“Darbe girişiminin arkası gerçekten soruşturulsa; ucu AKP’ye varır, darbe suçuna iştirakten, yardım ve yataklıktan kapatılmasını gerektirir. Komisyon Başkanına düşen görev; bunun üstünün kapatılmasıdır.
“Darbe Komisyonu Başkanlığı’na, eski savcı ve AKP Milletvekili Reşat Petek atanmış. Bunun anlamı; darbe ve arka planı soruşturulmayacak, cadı avcılığı yapılarak muhalifler sindirilecek, susturulacak ve ülkemiz dinci bir diktatörlüğe doğru adım adım taşınacaktır.
“Reşat Petek; Ergenekon ve Balyoz gibi kumpas davaları sırasında bunların arkasında durmuş, Meclis’te ve medyada yürekten destek vermiştir. En saf ve ehliyetsiz hukukçunun bile bu dosyalara bir bakışta anlayabileceği hukuksuzluğu ve kumpası, bile bile savunduğu konusunda genel kamuoyu kanaati vardır. Ayrıca komisyonda, geçmişte Gülen’e övgüler düzmüş AKP’liler de var!
“SORUMLULUKTAN KURTARMAZ
“Bu kumpas davaları ile başta kahraman askerlerimiz olmak üzere; aydınlar, gazeteciler ve bilim insanlarımız acı çekmiş, bazıları bu zulüm sürecinde yaşamlarını kaybetmişlerdir. Yanıldım, aldatıldım ve pişmanım gibi sözler ve günah çıkarmalar, asla sorumluluktan kurtarmaz.
“Ergenekon ve Balyoz gibi kumpas davaları ile; emperyalist hedefler doğrultusunda Türkiye’nin başkalaştırılması, kırmızı çizgilerinin yok sayılması, “renkli devrimler”de (Colour Revolutions) olduğu gibi ülkemizin rejim değişikliğine tabi tutulması ve Ortadoğu bataklığına sokularak, son darbenin vurulması hedeflenmiştir.
“ERGENEKON, BALYOZ VE 15 TEMMUZ
“Ergenekon ve Balyoz olmasaydı; Türkiye Suriye’ye terör ihraç etmez, “açılımlar” yapılarak ülkemiz teröre boğulmaz, şehirlerimize hendekler açılamaz, iyi ilişkide olduğumuz komşu sayımızda sıfırı tüketmez, çağdaş dünya için “haydut devlet” konumuna gelmez ve bugün olduğu gibi Musul’a girmeyi konuşuyor olmazdık.
“Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonlar neyse; 15 Temmuz Darbe Girişimi de aynı şeydir. Hepsi, aynı stratejik hedefe yönelen taktik girişimlerdir. “Ben bu taktik girişimlerden sonuncusunun, yani 15 Temmuz Darbe Girişiminin arkasında değilim, buna taşeronluk yapmadım” demek, yeterli değildir.
“Emperyalizmin yoğurt yiyişi böyledir. Taşeronlarını kimi zaman beraber, kimi zaman ayrı ayrı kullanır. Kendince, zamanı geldiğinde ya birisi ile diğerinin ipini çeker ya da becerilemezse kendi işini kendi görür.
“REŞAT PETEK’İN GÖREVİ BU GERÇEĞİN ÜSTÜNÜ ÖRTMEK
“Artık, iktidarın ülkemize kan, kin, gözyaşı ve yıkımdan başka verebileceği bir şey yoktur. FETÖ darbe girişiminin arkası gerçekten soruşturulsa; ucu AKP’ye varır, darbe suçuna iştirakten, yardım ve yataklıktan kapatılmasını gerektirir. Komisyon Başkanına düşen görev; bu gerçeğin üstünün kapatılmasıdır.
“AKP İktidarlarının 14 yılda ülkemizi getirdiği yer, burasıdır. Aynı şeyleri deneyerek farklı bir sonuç beklemek gerçekten aptallık olur. Türkiye’yi halen içinde bulunduğu felaket rotasından çıkararak emniyetli sularda seyrettirecek ve tüm toplum kesimlerini kucaklayacak yeni bir iktidara ihtiyaç vardır. Aynı rotada ısrar; felakete davetiyedir!” (http://odatv.com/darbe-girisimi-gercekten-sorusturulsa-akpnin-kapatilmasi-gerekir-0510161200.html – 05.10.2016)
Gördüğümüz gibi, Türker Ertürk’ün uyarısı da, bizim 15 Temmuz’dan bu yana yaptığımız değerlendirmelerle birebir örtüşür. Yani aynı ortak görüşteyiz, Paşa’yla. Kutlarız Paşa’yı, böylesine ayık bir tutum, kavrayış ortaya koyduğu için.
Çok haklı olarak, diyor ki Türker Ertürk “AKP, 14 yıldan bu yana ne yapmışsa bundan sonra da aynısını yapacaktır. Başka türlü bir davranış beklemek, olumlu sayılabilecek bir tutum beklemek aptallık”tır, diyor.
Biz de ne demiştik yanlış tutumda ısrar edenler için?
Bunlar ya gafildir, ya hain!
Bir de ne diyor paşa?
AKP’nin de FETÖ’yle suç ortaklığından dolayı yargılanıp kapatılması gerekir. Tabiî bu Kaçak Saraylı Reis’in ve Avanesi’nin de FETÖ’nün tarikat mensupları gibi derdest edilip yargı önüne çıkarılmasını zorunlu kılar. Biz de 15 Temmuz’dan bu yana aynı şeyi söylüyoruz, savunuyoruz bilindiği gibi.
Evet, dostların dedikleri bu. Tabiî çok doğru ve haklı onlar, bu görüşlerinde.
Bir de düşmandan örnek verelim, Türkiye’nin gidişatına dair. Bu da bugünkü Ortaçağcı gidişi bayram ederek karşılayanlardan, savunanlardan biri. Fakat netçe, açıkça ortaya koymaktan çekinmiyor düşüncesini. Artık devran bizim, diyor besbelli ki. Kim bize laf edebilir?..
Şimdi onun dediklerini görelim.
“Şu anda görünen zuhuratlar o ki, 1. Türkiye Cumhuriyeti son buldu şu anda. Bunu söyleyen biz değiliz, Avrupa basını. 2. Osmanlı kuruluyor, onun başı da Tayyip Bey 1. padişahımız olarak gözüküyor. Şet kuşatma(*) vazifesi de mutasavvıfların. Bu da görüyor ve gösteriyor ki inşallah böyle bir süreç geçecek kanaatim yani. Bir kaos ortamı, bir şey ama son sahne iyi bitirilebilirse, bu iş de biter artık. Tekrar 100 senenin nihayetinde Medine-i Münevver’de kurulan devletin devamı hüviyetindeki bir devletin yeniden ihyasıyla asr-ı saadetin kokularının geldiği bir süreci bu ümmet, bu millet başlatsın.” (http://www.abcgazetesi.com/saltanati-kurdu-erdogani-da-padisah-ilan-etti-29954h.htm )
Çok açık bir biçimde görüldüğü gibi Şeyh Fatih Nurullah Efendi, Osmanlı benzeri bir Ortaçağ din devleti kurmanın zamanı geldi artık diyor. 1. Cumhuriyet’in işi bitti, onun izi tozu kalmadı artık, diyor. Yeni din devletimizin birinci sultanı da Tayyip olacak diyor. Biz din adamlarının görevi de yeni sultanımıza sultan kürkünü giydirmektir, onunla kuşatmaktır. Yani Osmanlı şeyhülislamları benzeri kaftan giydirerek kutsayacak ve onun sultanlığını dinen meşrulaştıracak, onun derdinde adam.
Günümüz geldi artık, diyor. Bu işi gecikmeden, aksatmadan yapmalıyız, başarmalıyız, diyor. Bunu başardık mıydı da, asr-ı saadetin kokularının geldiği bir süreci, yani 1400 yıl önceki zaman sürecini başlatabilir bu ümmet, diyor. Özlemleri, istekleri, hedefleri tamamen bu işte arkadaşlar. Kaçak Saraylı Reis de aynı şeyi özlüyor, onun AKP’giller’inin tamamı da.
AKP’giller’in Eski Sanayi Bakanı Nihat Ergün “Adım Adım Siyaset” adlı Alfa Yayınları’nca 2015 yılında çıkan bir kitabında, aynen Şeyh Fatih Nurullah Efendi’nin görüşlerini savunuyor.
İşte:
“Devlet-toplum-cemaat-tarikat ilişkileri Osmanlı döneminde bir düzene bağlanıyor. Meclis-i Meşayih diye bir yapı oluşturuluyor. Şeyhler Meclisi, içinde alimler de var. Şeyhülislamlık altında örgütlenmiş bir yapı. Cemaatleri, bir şeffaflık düzenine oturtan bir mekanizma. Türkiye’nin, yeni bir tarikat ve cemaat düzenini kurması lazım.” (http://www.kocaeligazetesi.com.tr/nihat-ergun-baskanlik-sistemi-uniter-yapiya-uygun-630234h.htm – 02.03.2015)
Gördüğümüz gibi Şeyh Fatih Nurullah’la zerrece farkı yoktur, Kaçak Saraylı Reis’in bakanının. Üstelik de, kara mizah örneği gibi adam Sanayi Bakanı kimliğini taşıyor.
Yahu bu kafadan ne sanayisi çıkar? Hangi sanayi oluşur bunların yönetiminde?
Bu kafa ancak Ortaçağ’ın derebeyileşmiş Tefeci-Bezirgan’larının yaptığını yapar. Üretim yapmaz, üreticilerle tüketiciler arasında aracılık ederek fahiş kâr sağlar. Her iki kesimi de borçlandırarak acımasız faize bağlar, o üretmen insanları. Yani asalak ve vurguncu bir sistemin, düzenin savunucusudur bunlar. Zaten yaptıkları da budur dikkat edersek, durup dinlenmeden kamu malı aşırmak ve kamu mallarıyla küplerini tıka basa doldurmak. Bir de inşaat, AVM ve yol yapmak. Tabiî onları yaparken de katmerli vurgun vurmak. Bire mal edilen bir işi, beşe yapılmış göstererek kamu parasını iç etmek, tabiî bugün bunlardan da aslan payını hep Kaçak Saraylı’nın ailesine aktarmak.
Sözü fazla uzatmayalım arkadaşlar. Bunların sözü de, özü de, yolu da işte budur.
Adamlar daha açık nasıl ifade etsinler?
Faşist Din Devleti kurma özlemi ve çabası içindedir bunlar. 14 yıldan bu yana da yaptıkları budur, yürüdükleri bu yoldur.
Ne yazık ki 15 Temmuz sonrasında artık yolları tümüyle açılmıştır. Ve artık bunlara gık diyebilecek kişi ve hareket, bizim dışımızda, neredeyse bir elin parmaklarını bile bulmaz düzeydedir. Böyle olunca da artık koşar adım gidiyorlar hedeflerine doğru.
Kurmakta oldukları Tayyibistan Faşist Din Devleti’dir. Bu konuda en küçük bir kuşkuya yer olmaması gerekir. Biz gerçek devrimcilerin, antiemperyalistlerin, yurtseverlerin, Mustafa Kemal’in tam bağımsızlık ve laik cumhuriyet prensiplerine bağlı namuslu, içtenlikli insanların ve güçlerin; bu konuda hiçbir tereddütlerinin olmaması gerekir. Buna göre antiemperyalist, antifeodal ve antişovenist bir mücadele hattı ortaya koymamız ve o hatta birleşip ordulaşmamız gerekir. Bizlere düşen ivedi görev budur.
Geç ve güç de olsa bu görevi başaracağız, başarmaya mecburuz. Tuttuğumuz bu yola bilimcil adıyla “Demokratik Halk Devrimi Yolu” diyebiliriz. Bu yolun sonunda da AB-D Emperyalistlerini ve onların işbirlikçisi hain parababalarını ve Ortaçağcılarını yeneceğiz. İhanetlerinin de hesabını verecekler. Kavgamızın zaferiyle Demokratik Halk İktidarı’nı kuracağız… 06.10.2016
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı