15 Temmuz’dan bu yana, bazı korkaklar, bazı hödükler, bazı zavallılar, durup dinlenmeden, sözüm ona “üst perde”den analizler yapıyorlar, değerlendirmeler yapıyorlar. Çoğunluğunun dediği şu:
“ABD, FETÖ’yle birlikte darbe yapıp AKP’yi devirecekti. Fakat, halk ve asker el ele vererek bu saldırıyı püskürttü. Şu anda da, elbette ki, Cumhurbaşkanının yanında olmak gerekir. FETÖ’yü devletten iyice temizleyebilmesi için, ona destek olmak gerekir. Üstelik de, o, artık antiemperyalist bir tutum almış, böylece de ABD’yi dost değil düşman bellemiş durumda.”
Hatta, Tayyip yalamalığında sınır tanımayan ve de tüm siyasi hayatı, yalamalıkla, yalakalıkla geçmiş bulunan bazıları, bu övgüyü daha da uç boyutlara götürüyor.
Tayyip’in NATO’dan çıkmanın yollarını aradığını, Avrasya Birliği’ne girmek için girişimlerde bulunduğunu filan iddia ediyorlar, ciddi ciddi.
Bu tipler, yine siyasi hayatları boyunca, hep kariyer, makam, ün, poz peşinde koşmuşlardır. Bütün dertleri bir an önce, kendi deyişleriyle; “büyük güçler platformuna çıkabilmek” olmuştur. Şimdi de Tayyip’e yalakalık ederek ciddiye alınma peşindedirler.
Bunlar, bu aşağılık hedeflerine ulaşabilmek için de, hep iktidar sahiplerine doğrudan ya da yandan çarklı destekler atmışlar, mesajlar, selamlar göndermişlerdir.
Tüm bunlara ilaveten, bunlar, bir dönem olduğu gibi, ABD Emperyalistlerini bile; “dünya barış cephesine dahildir”, diyerek açıktan, resmen savunmaktan ve uşaklık etmekten geri durmamışlardır.
Niyetleri böyle olunca da, gerçeklere hep sırt çevirmişler, onları kendi amaçlarına uygun biçimde eğip bükerek, çarpıtarak, ters yüz ederek göstermeye çabalamışlardır. Ne yazık ki, bu aşağılık işlerinde de, müritleşmiş, meczuplaşmış az sayıdaki yandaşlarını kandırabilmişlerdir. Ve kullanabilmişlerdir.
Biz ne dedik, 15 Temmuz’un hemen ertesinde-16 Temmuz’da?
Aynen şunu:
“Dünkü son hesaplaşmada CIA, AKP’giller’den yana tavır koydu. Pensilvanyalı’nın örgütlediği askeri güçlerin hezimete uğramasını sağladı böylelikle. Öyle görülüyor ki bir süre daha AKP’giller’i kullanmaya devam edecek. Dün deliğe süpürebilirdi onları. Ama tersini yaptı. Bu, Tayyip Erdoğan ve AKP’nin ABD Emperyalistlerine kusursuz bir biçimde hizmetini sürdürmesinin sonucudur. Ee, adam hizmette kusur etmiyor. 1950’den bu yana yine CIA’nın İslam ülkelerinin boynuna taktığı bir lanet halkası olan “Yeşil Kuşak Projesi”nin ürünü; düşünmekten, olayları görüp kavramaktan alıkonmuş, bir anlamda afyonlanmış, morfinlenmiş insanların da oyunu alabilmektedir rahat bir biçimde.
“(…)
“Dünkü hesaplaşma şu gerçeği de bir kez daha bariz biçimde ortaya çıkardı: CIA, kendisine bağlı güçlerden birini yeniltip diğerini yendirmek isterse kaybettireceği tarafa akıl almaz, hatta çocukların bile yapmayacağı hatalar yaptırtır. Böylece de kazandırtmak istediğine garantili biçimde kazandırtır. İşte dün Pensilvanyalı’nın güçlerine de böyle trajik hatalar yaptırttı. Binaları bombalatırken AKP’giller’in kadrolarının bir tekine bile dokunmadı. Onları enterne etmedi. Köprüleri, geçitleri tutturmakla yetindi. Böylece de onlara güçlerini toparlayarak karşı saldırıya geçip Pensilvanyalı’nın adamlarını rahatça yenmelerini, ezmelerini sağladı.
“Tüm bunlara ilaveten Pensilvanyalı’ya erken doğum yaptırttı. Yani onun güçlerini, planlarını ve ona uygun hazırlıklarını tamamlamadan harekete geçmeye mecbur bıraktı. Bu da yenilgiyi ve hezimeti kesinleştirdi, kaçınılmazlaştırdı.” (Nurullah Ankut, 16 Temmuz 2016 tarihli değerlendirme, http://kurtuluspartisi.org/tayyipgiller-ve-pensilvanyali-imam-bir-kez-daha-hesaplasti/)
Yine, konuya ilişkin, 23 Ağustos tarihli değerlendirmemizde şöyle demişiz:
“15 Temmuz’da ise Pensilvanyalı, “Sen benim inime girmeden ben seninkine gireyim.”, diyerek harekete geçti. Fakat, kendisine o konuda hayırhah davranmış olan efendisi, son anda akıl almaz, çocukların bile düşmeyeceği hatalar yaptırdı, Pensilvanyalı’nın ordusuna. Çelmeledi onu. Düşürdü ve yendirdi.” (Nurullah Ankut, 23 Ağustos 2016 tarihli değerlendirme)
Tüm bunlara ilaveten, ABD açısından harekat yüzde yüz başarıya ulaşmıştır. Yani ABD için, 15 Temmuz Ganimet Paylaşım Kapışması, ya da Kapıştırılması, yüzde yüz oranında başarılı bir operasyon olmuştur.
14 Ağustos tarihli değerlendirmemizde, bunu da belirtmiştik netçe:
“Aynı ABD ve CIA, Türk Ordusu’na ikinci darbeyi de 15 Temmuz süreciyle vurdu. Böylelikle, Türk Ordusu çökertilmiş, parçalanmış, onuru, itibarı ayaklar altına alınmış, özgüveni ve savaşkanlık gücü büyük ölçüde hırpalanmış ve kuvvetleri parça parça edilmiş duruma düşürüldü. Bu parçalardan her birinin komutanları şu an Tayyip ve AKP’giller’in sıradan memurları seviyesine indirgenmiştir. Öyle ki, bu görünüşte komutanlar, Tayyip Erdoğan’ın yaptığı ve bundan sonra yapacağı her operasyona, Orduya vuracağı her darbeye gık bile diyemeyecek yapıdaki, anlayıştaki insanlardan oluşmaktadır.
“Bunu çok iyi bilen Tayyip ve AKP’giller de, Orduyu parça parça edip her bir parçasını Bakanlarının emrine vermektedirler. Bir bütünlüğü kalmamıştır artık Ordunun. Bir kurmay merkezi yani Genelkurmayı kalmamıştır. Askeri okulları kapatılmış, kışlaları boşaltılmış, mensupları Şeytanlaştırılmıştır. (Yani AKP’giller taraftarlarının ve bilinçsiz, cahil bırakılmış halkımızın o gözle bakmaları sağlanmıştır.)
“Bu sözünü ettiğimiz kitlenin gözünde Ordu, bir tehlike ve kötülük unsurudur artık. Şu an, Polis Teşkilatı bile Ordudan yüz kat daha değerli görülmektedir, onlar tarafından.” (Nurullah Ankut, 14 Ağustos 2016 tarihli değerlendirme)
Demek ki, ABD Emperyalistleri, emirlerindeki iki hain gücü çarpıştırarak, sonuçta elde etmek istediği, ele geçirmek istediği hedefe ulaşmış. Maksat, Türk Ordusu’nu darmadağın edip, enkaz yığınına döndürmekmiş. Onu da sağladı, ne yazık ki…
Burada, konuya ilişkin, Soner Yalçın’ın, kendisinin de yazarlarından olduğu Sözcü Gazetesi’ni savunurken dile getirdiği şu itiraflara bakalım bir:
“İşin aslını anlatayım
“Tarih: 16 Mart 2013.
“Yer: Marmaris.
“Grand Yazıcı Mares Otel’de açık oturum yapıyoruz. (15 Temmuz darbesinin başladığı saatlerde Erdoğan’ın bulunduğu villanın bitişiğindeki otel.)
“Konuşmacılar; Atilla Sertel, Mustafa Mutlu ve ben.
“Konuşmalarımızı Marmaris TV veriyor.
“Panelin moderatörü; Marmaris tv kurucu genel yayın yönetmeni meslektaşımız Gökmen Ulu. Genç meslektaşım Gökmen Ulu ile o panelde tanıştık ve birbirimizi çok sevdikBaşarılı gazeteciliğinin karşılığını aldı; önce artı 1 kanalında sonra SÖZCÜ’de çalışmaya başladı…
“Tarih: 11 Temmuz 2016.
“Erdoğan günlerdir kameraların karşısına geçmemişti. Tatilde olduğu söyleniyordu.
“Dünyanın her yanında siyasal liderlerin nerede tatil yaptığı merak konusu olur.
“O gün… Doğan Haber Ajansı’nın Marmaris Okluk Koyu’ndaki teknelerin uzaklaştırıldığı ve civar koyların boşaltıldığı haberi çok sayıda medya kuruluşunda yer aldı.
“Bu haberden sonra Erdoğan’ın -Turgut Özal tarafından 1989 yılında yaptırılan- Devlet Konukevi’nde kaldığı iddia edilmeye başlandı.
“Tarih: 13 Temmuz 2016.
“Bölgeyi iyi tanıyan -Dikili’de doğan ve Marmaris’te 6 yıl gazetecilik yapan ve artık İzmir’de yaşayan- Gökmen Ulu ve kameraman arkadaşı Gökova Körfezi’nin yolunu tuttular. 10 Temmuz gecesi koylarda yaşananları haber yaptılar. Gece yarısı, Avrupa Kupası finali bittikten sonra, Jandarma karadan gelip projektörleri yakarak teknelere megafonla anons yaparak bölgeyi terk etmelerini istemişti! Ardından Sahil Güvenlik de aynı anonsu tekne sahiplerine sözle bildirmişti!
“Tekneciler şaşkınlıkla nedenini sorduklarında, “Sebebini bilmiyoruz. Valiliğin emri var.
“Kendiniz gitmezseniz römorkör ile tekneleriniz çekilecek ve yüksek masraflar size ödettirilecek” demişlerdi.
“Hayret!
“Bugüne kadar teknelerin koylardan çekilme emrini kimin, neden verdiği ortaya çıkarılmadı.
“Devam edelim…
“İlçede bilmeyen yok
“Tarih: 14 Temmuz 2016.
“Gökmen Ulu’nun yaptığı tekneler haberi SÖZCÜ’de yayınlandı.
“Peki… Erdoğan Okluk Koyu’nda mıydı?
“Okluk Koyu’na giriş-çıkışlar kapatılmıştı ama karada güvenlik personeli yoktu. Ne jandarma, ne özel harekatçı vardı.
“Bu işte bir iş vardı.
“Gökmen Ulu Marmaris’e gitti. İlçede eski arkadaşlarıyla sohbet ederken Erdoğan’ın, İçmeler Mahallesi’nde, işadamı Serkan Yazıcı’ya ait otelin içindeki ultra lüks villada tatil yaptığını öğrendi. Aslında…
“Bunu ilçede bilmeyen yoktu. Otelde konaklayan turistler civardaki lokantacılara söylemişti ve bu kulaktan kulağa yayılmıştı. Ve hatta…
“Otelde kalanlardan kimileri bu haberi sosyal medyada paylaşmıştı; hem de 11 Temmuz gününden itibaren beş gün boyunca! Paylaşımların çoğunda serzeniş vardı. Örneğin, bir turist; Facebook sayfasında “Burada bile rahat yok. Müzik kısıtlandı, animasyon yasaklandı. Tatil zehir oldu” diye yazmıştı!
“Sadece sosyal medya değil…
“Turizm acentesinde çalışanlar da, turist kafilelerine gösterdikleri Yazıcı Oteli’nin önündeki “Yunus Park”ın Erdoğan’ın gelişiyle kapatılmasına sitem ediyorlardı!
“Yani… Erdoğan’ın bulunduğu yeri Marmaris’te bilmeyen yoktu.
“Bir gün sonra…
“Gökmen Ulu, 15 Temmuz günü sadece deniz tarafından görülebilen villanın fotoğrafını çekti. Fakat, fotoğrafta Erdoğan yoktu.
“Erdoğan’ın cuma namazına gideceğini düşünüp otele en yakın noktadaki İçmeler Camii’ne gittiler. Erdoğan gelmedi.
“16 Temmuz’da dünyaca ünlü futbolcular ile Türk karmasının maçı için Erdoğan Antalya’ya gidecekti. Bu nedenle tatil haberini ertesi güne bırakmadı; 15 Temmuz günü saat 16:25’te haber “Erdoğan’ı SÖZCÜ buldu” başlığıyla SÖZCÜ’nün internet sitesinde çıktı!
“Bitmedi..
“Canlı yayın teklifi
“Darbe saatleri…
“Saat 22.00.
“Gökmen Ulu ve kameraman arkadaşı hemen Erdoğan’ın bulunduğu otele gittiler.
“Birinci kontrol noktasındaki polis ekibi kimliklerini aldı; ve SÖZCÜ, AA, TRT, DHA, İHA ve Marmaris’teki yerel muhabirlerin geçişine izin verdi.
“Muhabirler, saat tam 00:00’da Erdoğan’ın konakladığı villanın bahçesine davet edildiler. 10 dakika sonra Erdoğan karşılarına geçerek açıklama yaptı. Gayet soğukkanlıydı.
“Erdoğan’ın açıklaması tam 5 dakika sürdü. Sözlerini tamamladıktan sonra tek bir soru aldı. TRT muhabiri “Bu gece Marmaris’te mi kalacaksınız” diye sordu. Erdoğan iki kez “Hayır” dedi ve arkasını dönerek ilerledi.
“Gökmen Ulu iki kez “Sayın Cumhurbaşkanım” diye seslendi Erdoğan dönmedi. Dönseydi; “Yanımızda canlı yayın cihazı var. Web sitemizden bağlanarak Türkiye’ye seslenebilirsiniz” diyecekti.
“Olmadı.
“Erdoğan’ın açıklaması, SÖZCÜ’nün internet sitesinde, “Erdoğan’dan ilk açıklama: Bütün halkı meydanlara bekliyorum” başlığı ile saat 00.13’de yayınlandı.YaniErdoğan’ın açıklamasını en önce duyuran SÖZCÜ oldu. SÖZCÜ’nün haberinden sonra Erdoğan, CNN Türk’e bağlandı.
“Bu gerçekler ortada iken, “Erdoğan’ın yerini deşifre etti” diye Gökmen Ulu ve
SÖZCÜ gazetesi, kimi yandaşlar tarafından ısrarla neden hedef yapılıyor?
“Darbe yapacak FETÖ’nün Erdoğan’ın kaldığı yeri bilmemesine olanak var mı? Darbeci askerlerin ne zaman ve nasıl görevlendirildikleri belli iken SÖZCÜ’ye saldırmalarının sebebi ne?
“Darbe yapacak FETÖ’nün Erdoğan’ın kaldığı yeri bilmemesine olanak var mı? Darbeci askerlerin ne zaman ve nasıl görevlendirildikleri belli iken SÖZCÜ’ye saldırmalarının sebebi ne?” (http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/soner-yalcin/isin-aslini-anlatayim-1378799/)
Bir askeri harekata giriştiniz mi, ne olur hedefiniz?
Düşmanın en irisini, en tehlikelisini, mümkün olan en kısa sürede ele geçirip bertaraf etmek… Bu, askeri harekatın, hatta, mafya hesaplaşmalarının bile en önemli kuralıdır.
Tabiî ki, Pensilvanyalı İmam’ın askerleri de, buna uygun bir plan hazırlamışlar. Bu, netçe anlaşılıyor, Soner Yalçın’ın yukarıdaki itiraflarından.
Fakat, nedendir bilinmez, Soner Yalçın, yazısını sonuçlandırmıyor. Sadece Sözcü’yü savunmakla yetiniyor.
Oysa, burada sorulması gereken can alıcı soru ne?
Pensilvanyalı İmam’ın askerlerinin, o doğrultuda ellerinde uygulamakla yükümlü oldukları bir plan olduğu halde, neden bunu gereken anda, saatte uygulayıp hedefi elde etmedikleri. Değil mi?
Kimi yazımlara göre, 15 dakika; yine Soner Yalçın’a göreyse 25 dakika gecikmeyle ellerinden kaçırmış oluyorlar Tayyip’i, Pensilvanyalı’nın askerleri.
İşte, onları geçiktiren neydi? Daha doğrusu kimdi? Hangi odaktı ve hangi amaçla yapmıştı bunu? Yani Tayyip’i hangi amaçla kurtarmıştı? Ne sebeple kurtarmıştı?
Kendilerinden kaynaklanan bir tutumla ya da bir ihmal sonucu gecikmiş olamaz Pensilvanyalı’nın askerleri. Hele askerlikte, öyle bir şey kesinlikle düşünülemez. Hedefi bir an önce ele geçirme imkanı var iken, onu yapmıyorsun, ayak sürüyüp zaman harcıyorsun… Bu, bir oyun değil ki… Harekatın en önemli bölümü, bizce.
Peki kendiliklerinden olamayacağına göre, onları kim engelleyip geciktirdi?
Tayyip ve AKP’giller olamaz, doğallıkla. Çünkü onların Pensilvanyalı’nın ordusu üzerinde bir etkinlikleri, bir yaptırım güçleri yok. Tam tersine AKP’giller, Pensilvanyalı’nın ordusunun düşmanı ve hedefi. Yani karşı cephedeler her ikisi de.
Peki geriye kim kalıyor?
Bizce ABD ve CIA…
Pensilvanyalı’nın askerlerinin gecikmesini sağlayan güç, Pensilvanyalı’nın Ordusu içine sızmış ya da onlara dost görüntüsü vermiş CIA’dır. O gecikmeyi sağlayan ve Kaçak Saraylı Tayyip’i kurtaran da o güçtür. Devamındaysa, Pensilvanyalı’yı yendirten, hezimete uğratan ve Tayyip’e zafer kazandırtan…
Tabiî ki, Pensilvanyalı’nın askerleri her şeyi göze alarak girişmişlerdi bu işe. Hedeflerine ulaşmayı kesinkes istiyorlardı. Ama onlar da aldatılıp düş kırıklığına uğratıldı.
Zaten, bunu da ortaya koyuyorlar, ifadelerinde. Şöyle diyor, o otelde Tayyip’i bulup imha etmekle görevli askerlerden biri:
“Bir üst irade bizi kasıtlı olarak bekletti
“Kanlı darbe girişiminin yaşandığı gece, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Marmaris’te kaldığı otele saldırı girişiminde bulunan askerlerin başındaki isim Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş’ti. Sönmezateş ifadesinde, “Şimdi düşündüğümde bir üst iradenin bizi orada kasıtlı olarak beklettiğini düşünüyorum. Zamanında yola çıksaydık hedefimizi bulacaktık” diye konuşmuştu.” (http://www.abcgazetesi.com/bir-ust-irade-bizi-kasitli-olarak-bekletti-23595h.htm)
Anlatım, çok açık ve kesin, değil mi?
Komutan bellediği ya da “İmam” bellediği, yetkili bellediği, kendinin üstü bellediği birileri, harekatın başarıya ulaşmaması için “kasıtlı olarak” bekletiyor, görevli timi.
Kaldı ki, Tayyip, uçağıyla havalanıp İstanbul’a gelirken de vurulup bertaraf edilebilirdi.
Tayyip’in uçağını, kalkışından itibaren İstanbul’a kadar takip eden iki F16’nın Fetocu pilotları bu işi çerez yemek kolaylığında yapabilirdi. Zaten birisi söylüyor ifadesinde; “Havada uçağımın radarı iki kez kilitlendi, Cumhurbaşkanının uçağına.”, diye.
Onlara da aynı “üst akıl” yani CIA; “Havada vurup öldürmeyin Tayyip’i. Onu ineceği havaalanında arkadaşlarımız esir alacaktır. İneceği bütün havaalanları da arkadaşlarımız tarafından tutulmuştur. Onun sağ olarak elimize geçirilmesi harekatın güvenliği ve başarısı açısından gereklidir.”
İşte Feto’nun pilotlarını da bu şekilde blokaja alıyor, engelliyor CIA. Yani iki kademede Tayyip’in hayatını kurtarıp Feto’nun ordusunun yenilmesini çok büyük ölçüde sağlamış oluyor.
Eğer Feto’nun askerleri başarıya ulaşsalardı, Kaçak Saraylı’yı ölü ya da diri ele geçirmiş olsalardı, başarıyı en az yüzde seksen oranında garantilemiş olacaklardı. Tayyip’i sağ ele geçirip, görüntüsünü veriverselerdi televizyonlara, iş yine de bitmiş olurdu.
Tayyip, oradan kurtulup sağ salim, hem de 1’inci Ordu Komutanı’nın “Seni ben koruyacağım”, şeklindeki güvencesine rağmen, o gece, Atatürk Havaalanı’na indiğinde korkudan beti benzi uçmuştu. Panik havası hakimdi yüzüne, bedenine ve konuşmasına. O anda bile, böylesi korkup dağılmış bir kişinin bir de, Pensilvanyalı’nın askerleri tarafından yakalanıp koltuklandığını düşünün… Belki de, ayakta bile duramayacak hale girerdi o zaman.
Malum ya; on yıllar öncesi, DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’in karşısında, TCK 159’dan yani, üst sınırı iki seneyi aşmayan bir suçtan dolayı bile sorgulanırken, korkudan dizleri titriyor, Kaçak Saraylı’nın. Rize’de Laik Cumhuriyet’e karşı hakaret dolu sözlerini ise; “Bunları söylemesi için bir insanın deli olması lazım.”, diyerek reddediyor. Yalayıp yutuyor.
İşte böyle bir Kaçak Saraylı, o gece yakalanmış olsa, zafer, Pensilvanyalı için çok büyük ölçüde garantileşmiş olurdu. O andan itibaren, zaten askeri birlikler de, art arda açıklamalar yaparlardı, Pensilvanyalı’nın harekatını desteklediklerine dair. Yani iş büyük ölçüde bitmiş olurdu.
İşte bu çelmelemeyi, CIA’dan başka hiç kimse yapmış olamaz.
Peki neden kurtardı Tayyip’i?
Yukarıda söylemişiz. Bundan sonra da “tepe tepe”, gönlünce kullanabilmek için…
Nitekim de, Türk Ordusu’nun işini bitirdi, böyle yaptırtmakla. Türk Ordusu’nun, Pensilvanyalı’dan geriye kalmış olan bölümünü de, Tayyip’in ezip darmadağın edeceğini adı gibi biliyordu, ABD ve CIA.
ABD, hem Tayyip’i tamı tamına avucuna almış oldu, hem de, Türk Ordusu’nun işini, son darbeyi de Tayyip’e vurdurtarak bitirmiş oldu.
Artık, “Yeni Sevr”e-“BOP”a giden cehennemcil yolun, Türk Milleti için ölüm anlamına gelen yolun üzerinde hiçbir engel kalmamış oldu, ABD açısından.
Bildiğimiz gibi, Kaçak Saraylı, on gün kadar önce, Türk Askerini Suriye’ye soktu. Adına da “Fırat Kalkanı” gibi havalı bir ad verdi.
İçerideki gafiller ve zavallılar güruhu da alkışladılar bu girişi. Oysa, giriş, ABD’nin de, Rusya’nın da, Çin’in de, İran’ın da ve hatta Suriye Yönetiminin de bilgisi ve onayı dahilinde olmuştu.
ABD Emperyalistlerinin ve Başkan Obama’nın, Kaçak Saraylı Tayyip’ten sürekli istemekte olduğu şey neydi?
Türk Ordusu’nu Suriye’ye sokup IŞİD’e karşı savaştırmak…
Yani, kendi amacına ulaşmak için, BOP’u hayata geçirmek için Türk Ordusu’nu kara gücü olarak kullanmayı istiyordu.
Bunu şöyle itiraf eder, bir röportajında Obama:
“Obama’ya göre Erdoğan tam bir ‘fiyasko’
“The Atlantic dergisinin dış politika yazarı Jeffrey Goldberg, ABD Başkanı Obama ile yaptığı mülakatı “Obama doktrini” başlığıyla yazıya döktü. Goldberg uzun sohbetlerinden Obama’nın şu görüşlerini de aktardı: “Obama, Erdoğan’ı başta Doğu-Batı bölünmesine köprü olabilecek ılımlı bir Müslüman lider olarak görüyordu. Ama artık Obama, Erdoğan’ı bir fiyasko, muazzam ordusunu Suriye’ye istikrar getirmek için kullanmayı reddeden otoriter bir lider addediyor.” (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/495913/Obama_ya_gore_Erdogan_tam_bir__fiyasko_.html)
Demek ki neymiş ABD açısından meselenin özü, arkadaşlar?
Türk Ordusu’nu Suriye’ye sokup tıpkı bir sömürge ordusu gibi IŞİD’e karşı savaştırtmak…
Yine Obama’nın anlatımına göre, Tayyip hep uzak durmuş bundan.
Oysa, şimdi durum ne?
Türk Ordusu, her ne kadar eski gücünün onda dokuzunu kaybetmiş olsa da, geri kalanı Tayyip’in koruma polisi kadar ona tabi yapısıyla girdi Suriye’ye, değil mi?
Ve IŞİD’e karşı da savaşıyor. Bugüne dek, iki tankı imha edildi, IŞİD tarafından. Üç mazlum vatan evladı da şehit düşürüldü. Bir şehit de PYD-YPG saldırısında verildi, etti dört…
IŞİD, asıl direnişini ve zayiat verdirici çarpışmalarını, muhakkak ki, Türk Ordusu, Suriye’deki IŞİD’in başşehri konumundaki merkezi olan Rakka’ya yöneldiğinde yapacaktır.
Yani, şu an Türk Ordusu, ABD’nin bölgedeki “kara gücü” rolünü üstlenmiş bulunmaktadır. Nitekim bunu, Tayyip de kendi ağzıyla, netçe itiraf etmektedir. Hiç çekinmeden, hiç yüzü kızarmadan…
Zaten hep diyoruz ya, onlar utanma, arlanma duygularından yoksundurlar, diye. Şu söylenenlere bir bakın, arkadaşlar:
“Suriye’de bir güvenli bölgeyi kendi imkânlarımızla oluşturduk gibi bir durum mu söz konusu?
“(Bölgenin haritasını göstererek) Şu gördüğümüz tabloda yeşil olan yerler ne yazık ki DAİŞ, PYD ve YPG’nin elindeydi. “Ilımlı muhalifler”i eğit-donat kapsamında yetiştirmiştik. İlk etapta yaklaşık 1000, sonra 1400’e çıkarmak suretiyle kendi topraklarımızdan bunları Cerablus’un biraz daha batısına soktuk. Onlara bizim obüslerimiz (Fırtınalar) da destek verdi. Talep ettiğimizde tabiî ki koalisyon güçleri de gereken desteği sağladı. Onlar daha çok havadan vurdular. Karada bizim tankçılar, piyade olarak da “ılımlı muhalifler” bu işi gördüler. Böylece çok kısa sürede Cerablus alındı. DAİŞ, güneye doğru inmeye başladı. Aslında biz Menbiç konusunda da daha önce Obama’ya bir teklifte bulunmuştuk. Görüşmemizde, “Menbiç kesinlikle Araplarındır, oraya PYD, YPG falan gelmeyecek” demişti.
“Nitekim Menbiç’te yaşayan Araplar’ın oranı yüzde 90-95. Ama buna rağmen, oradan PYD’lileri yukarıya çıkarmak istediler. Biz ise kendisine tam aksine tersten gidip yukarıdan inmeyi teklif etmiştik. “Bu 2-3 ay sürer” diyerek yanaşmamışlardı. Şimdi Cerablus’u terk etmek zorunda kalan DAİŞ, Bab’a gidiyor. DAİŞ’in en önemli merkezi de Rakka.
“Obama, özellikle Rakka konusunda beraber bir şeyler yapmak istiyor. Bizim açımızdan bir sıkıntı olmayacağını belirttik. “Askerlerimiz bir araya gelsinler, görüşsünler, ne gerekiyorsa bu yapılır” dedik.” (http://www.cumhuriyet.com.tr/kaydet/oku/596636)
Ne diyor, arkadaşlar, Tayyip?
Amerika ne derse bizim için odur, diyor. Emre amadeyiz, diyor.
Böylece, beş yıldan bu yana Obama’nın Türkiye’den istemekte olduğu şey gerçekleşmekte midir?
Evet…
Soros ne demişti, yıllar önce?
“Sizin en önemli ihraç malınız, ordunuzdur.”
Evet, işte Ordu da böylece ABD emrine verilmiş, dolayısıyla da “ihraç edilmiş” bulunmaktadır.
Tarihe bakarsak, böylesi bir ihaneti 1950 sonrası Bayar-Menderes Çetesi yönetimindeki Demokrat Parti İktidarı da yapmıştı, değil mi, Türk Ordusu’nu Kore’ye göndererek?.. Binlerce vatan evladının, dünyanın öbür ucundaki topraklarda, ülkesinin onurunu ve bağımsızlığını savunmak için savaşan Kim İl Sung Yoldaş önderliğindeki Devrimci Kore ve Çin Halk Cumhuriyeti Ordularına karşı savaştırarak, hayatını kaybetmelerine sebep olmuşlardı, o Amerikan uşağı hainler de.
Dikkat edersek arkadaşlar, 1950 sonrası bütün ihanetleri, bütün halk düşmanlıklarını, bütün vatan millet düşmanlıklarını, hep ABD işbirlikçisi ve onların yetiştirmesi, sivriltip iktidara oturtmasıyla oluşan iktidarlar yapıyor. Bayar-Menderes Çetesi neyse, Tayyip ve AKP’giller de aynen odur. Yalnız, bugünküler, ihanette ve halk düşmanlığında geçmiştekileri fersah fersah aşmışlardır. Bir fark dersek; aralarındaki fark budur.
Burada yine, bazı zavallılar şöyle itirazda bulunabilirler bize:
“İyi de, Türk Ordusu Suriye’de PYD’nin koridor oluşturmasını önledi.”
Evet, şimdilik öyle görülüyor. Fakat bunun karşılığında PYD’nin Suriye’deki varlığını ve hakimiyetini kabul etti mi?
Bu konudaki tüm mızıldanmalarını kesti mi?
Kesti…
Daha önce de söylediğimiz gibi, ABD Emperyalistlerinin en önemli özelliklerinden birisi, onların pragmatist oluşlarıdır. Yani gerçekçidirler. Hainane, insanlık düşmanı projelerinin bir anda, bütünüyle gerçekleşmesi için ısrarla direnmezler. İşin esasını gerçekleştirdikten sonra detaylarını erteleyebilirler. Sonraya bırakabilirler. Burada da o olmuştur.
Kaldı ki, PYD, Türkiye sınırının hemen bitiminden değil de, daha güneyden o koridoru yine kurabilir.
Bir de şu gerçek ortadadır, Suriye’de:
ABD’nin Suriye’de PYD-YPG saflarında eğitici, yönlendirici, komuta edici konumda savaşan 400 Özel Kuvvetler mensubu askeri şu anda, Türk Askeriyle YPG’li Kürt savaşçıları arasında mevzi tutmuş ve iki gücün birbirine saldırmasını kesince engellemiş bulunmaktadır. Yani, Türk Ordusu’nun, ABD’nin izni dışında PYD’ye karşı, YPG’ye karşı herhangi bir harekatta bulunması artık söz konusu değildir. ABD’nin de Suriye’deki planı, projesi, amacı, hedefi, zaten defalarca söylediğimiz gibi, apaçıktır, besbellidir.
Nedir bu?
Amerikancı Burjuva Kürt Devleti’nin Suriye ayağını hayata geçirmek.
Bu geçmiş midir?
Evet, geçmiştir.
Hep söylediğimiz gibi, PKK, PYD, YPG, HDP, Kürt Meselesi’nin Amerikancı çözümünü savunmaktadırlar ve Amerika’nın hizmetindedirler. Bölgedeki yerel güçlerinden biridirler. Obama da açıktan söylemiştir zaten bunu; “PYD, Suriye’deki yerel ortağımızdır.”, diye…
Biz ise, yine hep söylediğimiz gibi, Kürt Meselesi’nin “Devrimci Çözümü”nü savunuyoruz. Bu çözüm, PKK’nin savunduğu çözümün yüz seksen derece karşıtıdır. Onlar ABD’ye hizmet gayreti içindedir, biz ise, ABD’yi ülkemizden ve bölgemizden def etmek için mücadele yürütüyoruz. Kürt kardeşlerimizle birlikte, ortaklaşa, bu emperyalist haydut devleti ülkemizden ve bölgemizden kovalım istiyoruz. Ondan sonra da Kürt Sorunu’nu eşitlik, kardeşlik ve özgürlük temelinde çözelim istiyoruz.
ABD’nin ve PKK’nin bölgedeki planlarına Rusya’nın, Çin’in de onayı var mıdır?
Evet, vardır.
Olay budur. Gerisiyse, hayallerle uğraşmak, avunmak, bilinçsiz, cahil insanların gözüne kül serpmekten başka hiçbir şey değildir.
Bugün Türker Ertürk’ün kısa bir yazısı vardı, Odatv’de. Birkaç satır da oradan aktaralım:
“Zaten, görüşmeler 45 dakika sürdü. Bu süreden, görüşmelerin başlangıcı ve bitişi sırasında söylenen nezaket cümlelerini ve tercümeleri de çıkarırsanız, 20 dakika görüşmüşler. Hatta fotoğraflara baktım; Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşurken, bir ara Obama kulaklığını takmamıştı. Obama Türkçe bilmediğine göre, burada “Boş konuşuyorsun, ben seni dinlemiyorum” anlamında mesaj vermek istiyordu. Bu, asla kabul edilemez!” (http://odatv.com/dag-fare-dogurdu-0509161200.html)
Türker Ertürk Paşa, “Bu asla kabul edilemez.”, sansın. Öyle bir kabul etmiş ki Kaçak Saraylı Tayyip… Hem de bu aşağılanma karşılığında bir de teşekkürlerini sunuyor, Obama’ya Tayyip. “Var dinlememiş ol beni. Adam hesabına koyup karşına oturttun ya, o bile yeter benim için.”, diyor.
Teşekkürlerini sunuşunu da görelim, arkadaşlar:
“Obama’nın, Erdoğan’a ön ismiyle hitap edip, “Sizi gördüğüme sevindim. Başkanlığım sırasında şimdiye kadar yarattığımız güçlü ittifakın devamını diliyorum” demesi; “Ölümü gösterip, sıtmaya razı ettik” gibi bir şey miydi ne?
“Ve Erdoğan'ın, “Sayın Barak teşekkür ediyorum. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra telefonla görüşmeden sonra burada yaptığımız yüz yüze görüşmede verdiğiniz destek için teşekkür ediyorum” demesi; ABD’nin darbe girişiminin arkasında olduğu öne sürülmüşken, bu neyin teşekkürüdür?” (Müyesser Yıldız, Odatv, http://odatv.com/erdogan-obama-gorusmesinin-sifreleri-0409161200.html)
Neyin teşekkürü olduğunu da biz söyleyelim gayrı:
Bildiğimiz gibi, 15 Temmuz hesaplaşmasının sonrasında Tayyip’in Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, John Kerry ile telefon görüşmesi yapmıştı. Sonrasında, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden da 24 Ağustos’ta Ankara’da, Kaçak Saray’da görüştü Tayyip’le. Kaldı ki CIA, değişik kanallardan bağlantıları vasıtasıyla sürekli zaten görüşmektedir, AKP’giller’le.
İşte bu görüşmelerde, kuşkusuz söylediler Tayyip’e ve avanesine, 15 Temmuz’da Pensilvanyalı’nın askerlerinin elinden, onları kendilerinin kurtardığını… Yoksa, Pensilvanyalı’nın adamlarının çoktan işlerini bitirmiş olacağını…
İşte, Çin’in Hangzu şehrinde, G-20 Zirvesi çerçevesinde Obama’yla görüşen Tayyip’in, görüşme bitiminde medya önünde yaptığı açıklamada, Obama’ya teşekkürünün anlamı, gerekçesi, sebebi buydu, bizce.
Yukarıda aktarımda bulunduğumuz yazısında Türker Ertürk Paşa, çıkış yolu olarak şunu öneriyor:
“Artık yapmamız gereken; ülkemizde birliği, beraberliği ve iç barışı bir an önce kurmaktır. Bunun arkası, sadece söylemlerle doldurulamaz. Türkiye, bir an önce bölge ülkeleri olan Suriye, Irak, İran ve Rusya ile karşılıklı güvene ve çıkara dayanan ilişkilerini geliştirmek zorundadır. Aksi, ülkemiz için hüsran olacaktır.” (agy)
Tabiî burjuva bir dünya görüşüne sahip olduğu için, Türker Ertürk ancak bu kadarını görebiliyor. Sanıyor ki, tüm siyasi hayatları Laik Cumhuriyet ve Mustafa Kemal düşmanlığıyla ve ABD Emperyalistlerine kölecesine bir bağlılıkla hizmetkârlıkta geçmiş AKP’giller İktidarında Türkiye’de bir barış olabilir…
Bu, dünyanın tersine dönmesi kadar imkânsız bir şeydir. Kaldı ki, zaten, 15 Temmuz sonrası AKP’giller’in, Ordunun son kalıntılarını da çökertme, Cumhuriyet’in son kalıntılarını da ayaklar altına alarak ezip yok etme ve bir ömür hayalini kurdukları “Faşist Din Devleti”ni tuğla tuğla, hiç zaman kaybetmeksizin inşa etme yolunda göstermiş oldukları gidiş de, uygulamalar da, böyle bir şeyin imkânsız olduğunu, apaçık bir şekilde, en kör gözlere bile batacak oranda ortaya koymuş, sermiş bulunmaktadır.
Yıllardan bu yana söylemiş olduğumuz gibi, Kaçak Saraylı ve AKP’giller İktidarı, Türkiye’nin felaketi olmuştur. Pensilvanyalı İmam’ın adamları, tüm devlet kurumlarına yüzde seksen oranında, bunların iktidarı döneminde ve bunların açık, fiili yardımları sayesinde dolmuştur. Laik Cumhuriyet’i elbirliğiyle aşındırmış, çökertmiş, yıkıp parçalamıştır bunlar. İş, ganimet paylaşımına geldiği noktada, mafya örgütlerinde de sıkça olduğu gibi, anlaşmazlığa düşmüşler, birbirlerine düşmüşler ve kavgaya, savaşa tutuşmuşlardır.
Bunların her ikisi de Anayasa ve kanunlar dışına düşmüş suçlulardır, mücrimlerdir, kanun kaçaklarıdır. Bunlardan halklarımıza, vatana ve millete dirhem miktarda olsun fayda asla gelmez. Yalnız zarar gelir, kötülük gelir, ihanet gelir…
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
07 Eylül 2016
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı