Kahrolsun 12 Eylül Faşist Darbesi!
Kahrolsun ABD, AB Emperyalistleri ve Yerli Uşakları!
12 Eylül Faşist Darbesinin 31. Yılında, HKP İzmir İl Örgütü, İzmir Yamanlar’ da 12 Faşist Darbesini, meşaleli yürüyüşle ve yapılan basın açıklamasıyla lanetlendi. Bayraklı İlçe Başkanı Yusuf GENÇER’in okuduğu açıklama;
Kahrolsun ABD, AB Emperyalistleri ve Yerli Uşakları!
12 Eylül Nedir, Ne Değildir ?
Dünyanın başhaydutu, kanlı zalim ABD, 31 yıl önce bugün, 12 Eylül Faşist Darbesini yaptırtmıştı, CIA’nın Türkiye Masası Şefi Paul Henze’nin “bizim oğlanlar” dediği şerefsiz-satılmış-alçaklar sürüsüne.
Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mızın zaferle sonuçlanmasının ardından, önce İş Bankası’nın kurulması ve Celal Bayar’ın İktisat Vekili (Ekonomi Bakanı), ardından da Başbakan olmasıyla Finans-Kapitalistler iktidarı ele geçirdiler. 1950 yılında Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle de Türkiye’de kayıtsız şartsız iktidar oldular. Bu iktidar, Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın bütün kazanımlarını hiç tereddüt etmeden bir bir sattı emperyalistlere. Türkiye’yi, Kore Savaşı’na soktu. Masum halk çocuklarımızı, AB-D Emperyalistlerinin adi çıkarları uğruna kurban etti. Türkiye’yi, ABD’nin komuta ettiği saldırgan bir emperyalist savaş örgütü olan NATO’ya soktu. Ülkemizi, AB-D’nin gönlünce talan yaptığı bir çiftlik haline getirdi. Ülke genelinde de istibdat dönemlerini aratmazca zorbalık yaptı, üniversitelileri kurşunlattı, sokak ortasında cinayetler işletti, halk çocuklarını öldürttü.
Demokrat Parti İktidarının ihanetlerine daha fazla tahammül edemeyen ve “Tam Bağımsızlık” ilkesine sahip çıkan Devrimci Gelenekli asker ve sivil gençliğimiz elele vererek, 27 Mayıs 1960’ta Politik bir Devrim gerçekleştirdi. Hain-satılmış DP İktidarını bir vuruşta-bir gecede alaşağı etti. Türkiye tarihindeki en ilerici Anayasa olan 1961 Anayasası’nı yaptı ve uygulamaya koydu. Bu Anayasa, sınırlı bir özgürlük ortamı getirdi Türkiye’ye. Sosyalist Propaganda yasak olmaktan çıkartıldı, İşçi Sınıfımıza Grev ve Toplusözleşme hakkı verildi, üniversitelere özerklik getirildi ve egemen sınıfların siyasi temsilcilerini bir parça da olsa denetleyen Anayasa Mahkemesi kuruldu. Böylelikle ülkede sol rüzgârlar esti, İşçilerimizin, Aydın Gençliğimizin sınıf bilinçleri gelişti, örgütlenme ve mücadele olanakları yaratıldı. Bunlar hep 27 Mayıs Devrimi’nin kazanımlarıydı, sonuçlarıydı.
27 Mayısçıların ellerinde bir devrim programı olmadığından, örgütlü-derleşik-programlı olan Finans-Kapitalistler, kısa süre sonra iktidarı yeniden ele geçirdiler ne yazık ki. Fakat, 27 Mayıs Politik Devrimi’nin Halkımıza verdiği sınırlı özgürlüğü, kısıtlı da olsa demokratik hakları geri alamıyorlardı. Üstelik de yeni sosyalist ortamın oluşturduğu kültürde yetişen genç insanlar kitlesel biçimde sosyalizme yöneliyordu. Dünya ölçeğinde “68 Kuşağı” olarak adlandırılan devrimci kuşağın Türkiye’ye sıçraması da 27 Mayıs Devrimi sayesinde olmuştur.AB-D Emperyalistleri, bu gelişimi önemli bir tehdit olarak algıladı. CIA planlarını yaptı, AB-D ve CIA’nın güdümündeki Kontrgerillanın özel örgütü olan MHP eliyle yetiştirdiği faşist kadroları, devrimcilere saldırttı. Yurtsever aydınlar güpegündüz cadde ortasında vurulup öldürülüyor, hep de faili “meçhul” bırakılıyordu. Üstelik, Nazi propaganda yöntemleriyle işlenen cinayet ve suçlar devrimcilerin üzerine atılıyordu. Bu aşağılık psikolojik harekât sonunda halkımız kandırıldı. 12 Mart 1971’de faşist generaller çıkageldiler, faşist darbeleriyle birlikte. Gerekçeleri de, “sağ-sol çatışmasını önlemek, toplumda huzur ortamını yeniden tesis etmek” şeklindeydi.
Oysa o çatışmayı da, ortamı da kendileri yaratmıştı. Maksat halkı kandırmaktı.Devrimciler, demokratlar, namuslu aydınlar, işkencelerden geçirildi, zindanlara dolduruldu. 12 Martçılar karanlık suçlarını işledikleri Ziverbey Köşkü ile malul ve malum oldular. Devrimci gençler, başta Denizler olmak üzere, dar ağaçlarında idam edildi; Mahirler (Onlar) başta olmak üzere onlarca genç “Balyoz Harekât”larıyla acımasızca katledildiler. 27 Mayıs Anayasası önemli bir ölçüde budandı bu dönemde. Fakat tümden yok edilemedi. 12 Mart’ın getirdiği yasaklar ve yaptığı budama, Türkiye’de devrimci hareketin gelişimi üzerinde önemli, kalıcı bir etki yaratamadı. Sadece bu gelişimi birkaç yıl duraklatabildi…Sonra devrimci hareket yine hızla gelişmeye başladı 70’li yıllarda. Bunu gören AB-D Emperyalistleri, yerli satılmışlarla birlikte yeni bir faşist darbenin hazırlıklarına başladı. MHP’li faşist kadrolar, devrimciler üzerine daha yoğun olarak saldırtıldı.
Kontrgerilla eylemleri-saldırıları saat saat işletiliyordu. 1980’e gelindiğinde artık Türkiye’de günde 15-20 masum insan öldürülmeye başlanmıştı. Beş bin civarında insanımızın canına kıydırttı AB-D Emperyalistleri, CIA ve Kontrgerilla eliyle. Sonra da yine aynı gerekçeyle, yani “Anarşiye son verme, huzur ortamını yeniden tesis etme” şeklindeki demagojik kandırmacayla, NATO’cu, AB-D’ci faşist generaller yine çıkageldiler. Tarih 12 Eylül 1980’di…Altı yüz bin insan, gözaltına alındı. Yarıdan fazlası tutuklandı, işkencelerden geçirildi. Biz de bu süreçte iki büyük tevkifat geçirdik. Pek çok arkadaşımız ağır, insanlık dışı işkencelerden geçirildi, mahkûmiyetler aldı. Tabiî Türkiye’nin tüm devrimcileri, demokratları, namuslu aydınları benzer işkencelerden geçirildi. Ağır cezalar aldı. Onlarcası idam edilerek katledildi. Hemen tüm Halk Örgütleri kapatıldı, yasaklandı. 27 Mayıs Anayasası tümden ortadan kaldırıldı. CIA ve AB-D’nin uzmanları eliyle yeni bir anayasa taslağı hazırlandı. Bunu, 12 Eylül Faşist Cuntası’nın topladığı sözde Danışma Meclis onayladı. Sonra da kandırılmış-aldatılmış halk kesimlerine zorla onaylattırıldı. Ve bugünlere kadar Türkiye’de “köpeksiz köyde değneksiz gezerek” geldi AB-D Emperyalistleri ve onların uşağı yerli Parababaları…İşte 12 Eylül budur!
Son yıllarda AB-D Emperyalistleri, AKP eliyle “Ergenekon”, “Balyoz” vb. isimler altında hukuk maskeli bir saldırı yürütmektedir bilindiği gibi. Emperyalistler ve Yerli Satılmışlar, “F tipi” sözde hâkim ve savcılardan oluşan Nemrut Mustafa Paşa Divanı (Özel Yetkili Mahkemeler) aracılığıyla subayları-komutanları tutuklattırarak dört bir koldan “darbecilerin-çetelerin” çökertildiği demagojisini yapmaktadırlar. Beyni ve midesi Soros tarafından satın alınan ve bu CIA Operasyonlarına “demokrasimiz gelişiyor” diyerek alkış tutan sağlı-sollu sahte aydınlardan geçilmez oldu. Biz, tam tersine halklarımızın cellâtlarını kurtarıcı olarak göremeyiz. Ölü gözünden yaş (gerici AKP’den demokrasi) umacak değiliz. Ergenekon vb. operasyonlarının aktörlerinin asıl meramı, bizzat ağababalarının tertiplediği 12 Eylül ve benzeri faşist darbelerle ve faşist darbecilerle hesaplaşmak değil; son olarak 27 Mayıs’ta ortaya konan ve her şeye rağmen yok edilemeyen Ordu Gençliği’nin Devrimci Geleneğinin önünü kesmektir. 28 Şubat’ın ve 27 Nisan 2007’de ortaya konan ilerici tavrın, Cumhuriyet mitingleri vb. halk hareketlerinin rövanşını almaktır, sivil ve asker Yurtsever, Laik, Mustafa Kemalci-Bağımsızlıkçı güçlerden. “Türkiye NATO’dan çıkmalıdır!”, “Türkiye ABD’ye değil, Asya’ya yönelmelidir” diyen Antiemperyalist komutanlardan gelebilecek dirençleri kırmak, sindirmektir. Kaldı ki Tayyipgiller’in ideolojisi olan Şeriatçı ideoloji ve Şeriatçı örgütlenmenin önünü açan da bu 12 Eylül Faşist darbesi ve darbecileridir. Bu nedenle de Tayyipgiller, çöplendikleri yere pislemezler.
12 Eylül Faşist Darbesi, 27 Mayıs Devrimi’ni Yok Etmek İçin Yapılmış-Yaptırılmıştır!
Özetçe; 12 Eylül, 27 Mayıs’ın tam zıddıdır, inkârıdır, ona karşı yapılmıştır. Birincisi, halka kimi demokratik haklar, özgürlükler getirerek demokratik bir Anayasa ile sonuçlanmıştır. İkincisi ise bu ortamı ve 61 Anayasası’nı ortadan kaldırmak üzere yapılarak ülkeye Faşizmi getirmiş, binlerce cinayet-idam-işkence suçu işlenerek Faşist bir Anayasa ile sonuçlanmıştır.
Birincisi, Jöntürk Gelenekli Devrimci Ordu Gençliği ve Sivil Aydın Gençliğin el ele vermesiyle başarılmıştır. Diğerini ise Amerikancı-Faşist-Goril generaller-fosiller hayata geçirmiştir. Ordu içerisinde çıkan ya da çıkabilecek tüm çatlak sesler de o dönem ya ordudan atılmış, ya da sürülmüş, pasif görevlere alınmıştır.Şimdi, bunların her ikisinde de askerler, “üniformalılar” yer aldı diye, nasıl bir kefeye koyarak hepsine karşı olunabilir? Nasıl “hepsi darbedir, her darbe kötüdür” denilerek biri diğerine karşı yapılan iki eylem aynı neviden sayılabilir? Bunun akılla, akılcılıkla, demokratlıkla, hele hele devrimcilikle alakası olabilir mi?..Beyni ya da midesi emperyalizmin “Post-modern”ci, “Sivil Toplum”cu, “Project Democracy”ci, “Sorosçu” tezleriyle otlanmamış-fonlanmamış hiçbir aydın bunu savunamaz şüphesiz.Her şeye rağmen, bizim kararlı ideolojik savaşımız sonucunda bu tezlerden azıcık da uzaklaşan, bizim en başından beri söylediğimiz gerçek devrimci hatta biraz olsun yaklaşan, aklı sonradan gelen “Sosyalist” gruplarımızdaki ilerlemeyi sevindirici bulduğumuzu belirtmeliyiz.
İkinci 12 Eylül olan 2010 Anayasa Referandumu ve sonrası, birincinin bu kez Sivil Amerikancılar eliyle tekerrürüdür!
İşte Tayyipgiller, “Sivilleşme” zokasını bilerek bilmeyerek yutan gafil ve hainlerin de desteğini alarak, 12 Eylül 2010’da, sözde 12 Eylül Darbesi’ne karşı çıkarak çok yönlü bir Anayasa değişikliğine gitmişlerdi ve bunu halka kabul ettirmişlerdi. Bu anayasa değişikliği ile HSYK’nin düzenlendiği 159’uncu madde de değiştirilmişti hatırlanacağı üzere. Buna göre, sözde yerel mahkeme hâkimlerinin seçtiği, gerçekte bir grup “F tipi” militanın Adalet Bakanlığı müsteşarlarınca hazırlanan blok listeye oy verdirtilmesiyle yeni HSYK oluşmuştu. HSYK’nin de Tayyipgiller tarafından ele geçirilmesiyle Yasama-Yürütme-Yargı tümüyle AKP’de birleşmiş, mevcut Anayasa dahi fiilen rafa kalkmıştır! Neredeyse haftada birkaç subayın-paşanın tutuklanması ve son olarak da Deniz Feneri Soruşturması’nda cesurca görev yapan savcıların dosyadaki görevlerinden alınması bu durumun çok açık kanıtlarıdır.
Sonuç olarak; Referandum sürecinde Kurtuluş Partililerin, Anayasa değişikliklerinin esas amacının “YARGI’YI AKP’NİN HUKUK BÜROSUNA DÖNÜŞTÜRME” olduğu öngörüsü maalesef gerçekleşmiş oldu.
Ancak AB-D haydutları ve onların insan sefaleti yerli uşakları erken bayram etmesinler… Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızda olduğu gibi, onların iğrenç heveslerini yine kursaklarında bırakacağız… Devrimci-Demokratik Halk İktidarını kuracağız… İşte o zaman at izi ile it izi kesince birbirinden ayrılacak, emperyalistler ve her türden uşakları, suçlarının hesabını verecekler, Halkın Adaleti hükmünü verecektir… Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
12 Eylül 2011
HKP İZMİR İL ÖRGÜTÜ