Darbe filan değil, enkaza dönüştürdükleri Laik Cumhuriyet’in mirasını paylaşma kavgasıdır bu!

Dördüncü-açıklama-görsel-300x228Aslında 15 Temmuz’da olan nedir, diye sorarsak; cevabı yukarıdadır…

Tabiî ki yandaş yazar-çizerler, sözde aydınlar darbe diyeceklerdir, görevleri gereği.

Ve tabiî ki adlarına, sıfatlarına “liberal” denilen yazar-çizerler de aynısını diyeceklerdir. Çünkü bunların da görevi aynıdır. Sadece fonlandıkları yer farklıdır. Dolayısıyla da bağlı oldukları sahip farklıdır. Bunlarınki doğal davranıştır.

Fakat işin garibi, kendisini “sosyalist”, “solcu”, “ilerici”, “Kemalist”, “sosyal demokrat” olarak tanımlayan yazar-çizerler de aynı lakırdıyı gevelemektedir.

Nedir darbe?

En azından o ülkenin hukukuna yani Anayasasına, ondan kaynaklanan kanunlarına uygun bir şekilde seçilmiş, Anayasa ve kanunlar çerçevesinde çalışan iş, görev yapan bir hükümeti, halkla hiçbir bağı olmayan silahlı kişilerin uyguladıkları şiddetle, silah gücüyle devirmeleri, alaşağı etmeleridir.

Demek ki, darbenin olabilmesi için önce o ülkenin, devletin kanunlarına sıkı sıkıya bağlı çalışan bir hükümetin olması gerekir.

Peki, Türkiye’de var mı böyle bir hükümet?

Hayır. Asla, kesinlikle yok…

Kendisine darbe yapıldığı iddiasıyla 15 Temmuz gecesinden bu yana tekbir nidalarıyla sokakları, meydanları doldurmuş, kendilerinin dışındaki hiçbir görüşe ve inanışa varlık hakkı tanımayan sarıklı, cübbeli, çember sakallı, kara çarşaflı kitleleri sokağa döken bu hükümetin mevcut yasalar uyarınca yaptıklarını hesaba vursak, yani bunları mevcut yasalarla-Türk Ceza Yasası (TCK) ile yargılayacak olan bağımsız, sadece kanunlardan ve vicdanından emir alan savcılar ve yargıçlardan oluşan bir mahkeme önüne çıkarmış olsak; neyle karşılaşırız? Ne gibi bir sonuç oluşur?

Aynen şu:

Büyük Reisi’nden başlamak üzere tüm üyeleri, milletvekilleri, il ve ilçe yöneticileri ve dahi bunların yakın-uzak akrabaları, yandaş müteahitleri, velhasıl tümü onlarca, yüzlerce, hatta binlerce yıla hüküm giymiş bir mücrimler ve mahkumlar topluluğunun oluşturduğu bir hükümetle karşılaşırız.

Yani bunların, devletin yönetiminde değil, tam tersine cezaevlerinde bulunmasını gerektirir mevcut Anayasa ve yasalar.

Bunlar, vatana ihanet dahil (Ege’deki 16 Adayı Yunanistan’a bile bile peşkeş çekmişlerdir.) Türk Ceza Yasasındaki yüz kızartıcı suçlar da dahil olmak üzere hemen tüm suçları, hem de mükerrer biçimde işlemiş bulunmaktadırlar.

Bunlar, tutarı 2 trilyon Doları çoktan aşmış bulunan kamu malı aşırıcılığı yapmış durumdadırlar. Daha önce de söylediğimiz gibi saygıdeğer rahmetli ilahiyatçımız Yaşar Nuri Öztürk’ün de netçe ifade ettiği gibi “gulûl” suçlusudur bunlar. Maun Suresi mücrimleridir.

Yapımcıları olan, dünyanın baş emperyalist haydut devleti ABD’nin ve onun müttefiki Avrupa Birliği’nin yıllardan bu yana Ortadoğu’da katlettiği on milyonu bulan masum Müslümanın katlinden sorumludur bunlar. Çünkü ABD’yle çok açık bir şekilde suç ortaklığı etmişlerdir. Ve hâlâ da etmektedirler. Türkiye dostu Şehit Muammer Kaddafi’nin ve bu on milyon masum Müslüman kardeş halkın kanları vardır bunların ellerinde. Türkiye’yi çeviren üç büyük denizin suları bile ellerindeki kanları temizlemeye yetmez.

Ve ayrıca da, bunlar 1923’te Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın zaferi ile kurulan Laik Cumhuriyet’imizi, Pensilvanyalı İmam’ın cemaatiyle birlikte ele ele vererek yıkmışlar, enkaz yığınına çevirmişlerdir.

Bu cürümlerini defalarca itiraf etmişlerdir kendileri de. İşte, AKP’nin Büyük Reisi’nin meydan okuyarak söyleyişi:

“İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi, kesinleştirilmesidir.” (Tayyip Erdoğan, 15 Ağustos 2015, http://www.hurriyet.com.tr/turkiyenin-yonetim-sistemi-fiilen-degismistir-29815380)

İşte biri daha, AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Bitlis milletvekili Vedat Demiröz aynen şöyle diyor:

“Türkiye’de Başkanlık sistemi fiilen başlamıştır. Şu anda fiili olarak Başkanlık sistemi var. Biz milletvekillerine düşen bundan sonra TBMM’de anayasayı statüye uydurmaktır. Bundan sonraki tek amacımız budur.”(http://www.sozcu.com.tr/2016/gundem/baskanlik-sistemi-fiilen-basladi-1247933/)

Daha böyle pek çok örnek aktarabiliriz. Fakat, bunlar zaten bilinen söylemler olduğu için fazlasına gerek yok.

Ne diyor adamlar?

Biz önceki Cumhuriyetin işini bitirdik. Onun Anayasasını da yasalarını da iplemedik. “İster kabul edilsin, ister edilmesin.” Kendi kafamıza göre fiili bir yönetim sistemi kurduk. Şimdi yapılması gereken bu fiili duruma yasal kılıf uydurmaktır. Anayasayı da, diğerlerini de bu fiili duruma uygun hale getirmektir. Yani bu durumu hazmeden yeni bir Anayasa ve kanunlar yapmaktır. Görev budur, diyor.

Yıkılan Laik Cumhuriyet’tir. “Yeni bir fiili durum”, diye itiraf ettikleri de Tayyibistan İslam Cumhuriyeti’nin ilk adımlarıdır. Din devleti diyoruz kurmakta olduklarına. Çünkü laikliği büyük oranda ortadan kaldırmışlardır. Milli Eğitim, imam hatipleştirilmiştir artık.

Yargı sistemini de yıkmışlar, kendilerine uygun hale getirmişlerdir, büyük ölçüde. 2010’da yaptıkları referandumla Yargıyı da çok önemli oranda AKP’giller’in hukuk bürosuna döndürmüş bulunmaktadırlar.

Türk Ordusu’nu da “Ergenekon Davası” adlı CIA Operasyonu ve 15 Temmuz gecesi yapılan paylaşım savaşıyla birlikte ellerine geçirmişlerdir. Orduda Mustafa Kemal ve Milli Kurtuluş Gelenekli, laik, antiemperyalist, yurtsever unsurları zaten “Ergenekon Davası” denen CIA operasyınu sürecinde tasfiye etmişlerdir. 15 Temmuzda da Orduyu darmadağın ederek parçalamışlar, bütünüyle kendi elleri içine almışlardır.

Türk Ordusu içinde de yaptıkları tüm bu kanunsuzluklar sonucunda Ordudaki klasik liyakata, kıdeme ve emir-komuta sistemine dayanan hiyerarşik düzeni yok etmişlerdir. Ayrıca, Orduyu hırpalamışlar, yaralamışlar, akıl almaz saldırılarla hakaretlere uğratmışlar, saygınlığını, özgüvenini yaralamışlardır.

Özetçe; devleti tüm kurumlarıyla birlikte kerte kerte ellerine geçirmişler, kendi Ortaçağcı dünya görüşlerine uygun yeni bir din devleti oluşturmaya girişmişlerdir.

Sürecin bundan sonraki günlerinde de hedeflerine tümüyle varmak için yani varmak istedikleri son noktaya varıp Türkiye’yi bir Sultan’ın yönettiği din devletine kesince dönüştürmek için ellerinden gelen her çabayı göstereceklerdir. Bütün uğraşları bu olacaktır.

Olaya değişik bir açıdan bakalım; Tayyip Erdoğan’ın dedikleri aynen şudur:

“Ben Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu kararı (…) kabul etmek durumunda değilim, bunu da çok açık, net söyleyeyim. Ve verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum.” (Tayyip Erdoğan, 28.02.2016,http://www.tccb.gov.tr/haberler/410/39955/anayasa-mahkemesinin-kararina-uymuyorum-saygi-da-duymuyorum.html)

Kendi ifadesiyle söylediği “net”: Ben Anayasa Mahkemesinin kararını kabul etmiyorum, ona uymuyorum, saygı da duymuyorum, diyor.

Yani eğer Anayasa Mahkemesi benim istemediğim bir karar verirse ben onu tanımam, uymam da, diyor. Dolayısıyla da Anayasa Mahkemesi benim için yok hükmündedir, diyor. Tabiî aleyhinde karar verdiği sürece… Başka türlü ifadelendirirsek; Anayasa Mahkemesi ya benim istediğim şekilde karar verecek ya da benim için yoktur, diyor.

Yine aynı Tayyip Erdoğan, Kaçak Saray’ının durdurulmasına hükmeden Ankara 11’inci İdare Mahkemesinin kararını açıklaması sonrasında yaptığı meydan okumadaysa aynen şöyle demişti:

“Güçleri yetiyorsa yıksınlar, yürütmeyi durdurdular, bu binayı durduramayacaklar. Açılışını da yapacağım, içine girip oturacağım.” (21 Mayıs 2014, http://www.sozcu.com.tr/2014/gundem/tayyipin-sarayinin-son-goruntuleri-514201/)

Dediğini de yaptı. Mahkeme kararı filan da dinlemedi, takmadı. Tarihi sit alanı olan Atatürk Orman Çiftliği’ni talan ederek oraya Kaçak Saray’ını oturttu.

Örnekleri fazla uzatmayalım. Başta Büyük Reis olmak üzere AKP’nin hemen tüm hükümet üyesi ve milletvekilleri kanun manun takmaz. Buna yüzlerce kez tanık olduk.

Anayasa ve mahkeme kararlarını ben tanımıyorum, dediğiniz anda sizin devlet adamı sıfatınız, kimliğiniz boş düşer. Ortadan kalkar. Çünkü siz, o kanunları kullanarak o makamlara, o koltuklara oturmuşsunuzdur. Kanunları yok saydınız mı, sizin devlet adamlığı kimliğiniz de aynı anda yok olur.

İşte bütün bu sebeplerden dolayı şu anda devletin mevcut kanunlarına göre çalışan, iş yapan bir hükümet yok. Onları hiçe sayan bir hükümet var. Tabiî bu yapıya hükümet denmez artık. Mevcut devleti yani Laik Cumhuriyet’i Sivil Darbeyle yıkmış, onun yerine bir din devleti oluşturmaya başlamış, o yolda da bir hayli ilerlemiş bir gayrımeşru mücrimler topluluğu var.

Dolayısıyla da bunlara karşı cemaatine mensup askerlerle bir güç mücadelesine, paylaşım kavgasına giren Pensilvanyalı İmam’ın hareketine darbe denemez. Çünkü her ikisi de kanun dışı, gayrımeşru duruma düşmüş, durumda bulunan suçlular topluluğudur.

Bunların her ikisi de Kurtuluş Savaşı’mızın ürünü olan Laik Cumhuriyet’imizin düşmanları ve yok edicileridir, yıkıcılarıdır. Bu konuda yıllarca suç ortaklığı etmişlerdir. Tâ ki 2013 Aralığına kadar.

Bunlar, tam anlamıyla bir amaç birliği içindedir. Her ikisinin de amacı Sultanlığa ya da Hilafet benzeri bir liderliğe bağlı din devleti kurmaktır. Bu konuda zerre farklılıkları yoktur.

Bunları Laik Cumhuriyet ve Mustafa Kemal düşmanlığı, vatan ve halk düşmanlığı konularında kantara vursanız biri diğerinden bir gram hafif gelmez.

Bu her iki suçlular grubunun da yapıp ettiklerinin bir teki bile meşru ve kanuni değildir. Bunların her ikisi de Anayasa ve kanunlar dışına düşmüş, vatan millet düşmanı suçlular topluluğudur.

15 Temmuz gecesi Türk Ordusu’nun üzerinden oynadıkları kanlı iktidar oyunu ise tümüyle bir paylaşım savaşıdır. Elbirliğiyle, işbirliğiyle yıktıkları Laik Cumhuriyet’in mirasının paylaşım savaşıdır. Onun çok kanlı biçimlere bürünmüş, acıklı bir muharebesidir. Tabiî onların yürüttüğü bu hainane ve caniyane savaşın kurbanı masum vatan evlatları olmuştur, kandırılmış, oyuna getirilmiş, Türk Ordusu’nun general ve amiralleri olmuştur.

Gururu kırılan, onuru büyük yaralar alan, evlatları katledilen, işkencelere uğratılan, külotları kalıncaya kadar soyulan, at ahırlarına ters kelepçeli olarak atılan, aşağılanan, özgüveni ve saygınlığı darmadağın edilen, böylece de üniformasına leke sürülen, Türk Ordusu olmuştur. Ve Tabiî Türk Milleti olmuştur, Halkımız olmuştur, vatanımız olmuştur kaybeden.

Bu iki mücrim grup tüm bu ihanet ve suçlarını kendi akıllarıyla değil, hizmetkarı oldukları ABD Emperyalistlerinin emri, planı, programı, projesi ve yönetimi doğrultusunda işlemişlerdir, yapmışlardır. Hep söylediğimiz gibi; ABD haydut devleti Türkiye’yi, BOP’a yani Yeni Sevr’e götürmek ve o cehennemde parçalayıp boğmak için bu hizmetkarlarına söz konusu suçları işletmişlerdir.

Onların Ordumuza karşı işlemiş oldukları bu kanlı saldırının, yıkmış oldukları Laik Cumhuriyet’imizin hesabının sorulması, biz Gerçek Devrimcilerin boynunun borcudur. Halkımıza söz veriyoruz, bir kez daha. Soracağız. Yaptıkları hiçbir şey, hiçbir kanunsuzluk yanlarına kalmayacak… 20 Temmuz 2016.

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

Nurullah Ankut

HKP Genel Başkanı