Yeni Sahte KP’nin Kültür Merkezi Komünistliği Üzerine 9

KP-9-Yeni Sahte TKP’nin sade suya tirit ideolojisine somut bir örnek: Ermeni Meselesi

Hep söylüyoruz ya; Yeni Sahte KP şefleri, konuşmuş olmak için konuşurlar. Aslında konuştukları konunun aslını kendileri de bilmez. Onlar bütün zekalarını dümene, filme kullanırlar. Parti adı gasp ederler, gençlik örgütü adı gasp ederler, böylece de kendilerini tarihsel, köklü, kıdemli, meşru göstermeye çalışırlar. İşin açığı; bunda da başarılıdırlar.

Sözü dolandırmadan konuya girersek:

Ermeni Sorunu şu an emperyalistlerin Türkiye’ye yönelik politikaları gereği sürekli gündemde tuttuğu en önemli sorunlardan biridir. Dolayısıyla Türkiye’nin de önünde duran bir konudur. Onlar Türkiye’yi “Soykırımcılık”la suçlayarak Yeni Sevr Planlarına veya onun ABD’ce formüle edilen adıyla BOP Planlarına ve bu çerçevede Türkiye’yi parçalayıp Yeni Sevr’e götürme planlarına tarihsel meşruiyet ve gerekçe sağlama peşindedirler. Bu sebeple onlar ne yaptıklarını, neyi amaçladıklarını çok iyi bilmektedirler.

Ülkemizin ve halklarımızın önüne konulan böyle bir sorun hakkında, muhakkak ki gerçek devrimcilerin de bir sözü olması gerekir, değerlendirmesi olması gerekir. İşte biz, buradan hareketle sorumluluğumuzun gereğini yerine getirerek bu konuya ilişkin görüşümüzü ve tutumumuzu açık ve kesin biçimde ortaya koyduk. Hem de ders kitabı boyutlarında 301 sayfalık bir kitap oluşturacak şekilde. Ayrıca da her yıl 24 Nisan’larda hainler ve gafiller topluluğunun “Soykırımın bilmem kaçıncı yıldönümü” adlarıyla tertipledikleri anma toplantılarının tam karşısında yer alarak gerçek devrimcilerin de tezini ortaya koymaktayız. Onlar nerede bir toplantı düzenlemişlerse biz de orada matematiksel bir kesinlikte bu suçlamanın emperyalist bir yalan olduğunu belgelemekteyiz, halklarımıza anlatmaktayız.

Ha, biz sadece düşüncelerimizi beyan etmekteyiz oralarda. Yoksa, asla bir fiili harekette bulunmuyoruz. Çünkü biz, meselenin tartışılarak gerçeğin ortaya çıkarılmasından ve insanlarımızın o konuda aydınlatılmasından yanayız. Bütün çabamız buna yöneliktir.

Böyle olmasına rağmen karşımızdaki sahtekârlar güruhu bizi pek çok kez saldırganlıkla suçlamıştır. Hatta bu konuda o denli ileriye gitmişlerdir ki, bizi saf insanların gözünde şeytanlaştırabilmek için bizim, Hrant Dink’in eşi Rakel Dink’e saldırdığımızı bile iddia edebilmişlerdir. İnsan ahlâkını yitirirse ona karşı ne yapabilirsiniz…

Şimdi gelelim Sahte TKP’nin bu konudaki tavşan kakası tezlerine:

“Türkiye’nin Osmanlı ve cumhuriyet geçmişlerinde Ermenilerin kitle halinde ölümüne, Rumların, Süryanilerin göçüne sahne olduğu biliniyor. Bunların hiçbirinin üstü örtülmeye kalkışılmamalıdır. Ancak bu acıların tarafları etnik veya ulusal kimlikler olarak tanımlanırsa, ne özür dilemekle, ne yüzleşmekle halkların arasındaki mesafeyi kapatamazsınız.” (“Türkiye Komünist Partisi” resmi internet sitesi 14.08.2013) (http://www.tkp.org.tr/soru/ya-ulkemizin-diger-etnik-gruplari-hakkinda-tkp-ne-dusunuyor-ornegin-ermeni-sorunu)

Şaka gibisiniz be Sahte TKP Hafızları!.. İnsan bu satırları okuyunca onlar adına hüzünleniyor. Zavallılıklarına, kofluklarına, çapsızlıklarına üzülüyor. Ele alalım cümlelerini. Ne diyor ilk iki cümlelerinde bizim Hafızlar?

“Türkiye’nin Osmanlı ve cumhuriyet geçmişlerinde Ermenilerin kitle halinde ölümüne, Rumların, Süryanilerin göçüne sahne olduğu biliniyor. Bunların hiçbirinin üstü örtülmeye kalkışılmamalıdır.”

Deniyor ki; hem Osmanlı, hem de Cumhuriyet yönetimi Ermenileri kitle halinde öldürmüş.

Bu ne demektir?

Ermenilerin “Büyük Felaket” ya da kendi terimleriyle “Medz Yeğern” şeklinde ifadelendirdikleri söylemdir. Ya da tanımdır.

Amerikan Başkanları da dikkat edersek her yıl 24 Nisan’da bu ve benzer tanımlar kullanır Türkiye’yi suçlarken. Emperyalist çıkarları gereği açıktan, resmi sıfatıyla “Türkler soykırımcıdır” veya “Ermenileri 1915’te soykırıma uğratmışlardır”, demez de işte böyle dolambaçlı yollardan söyler aynı şeyi.

Yani bizim Sahte TKP şefleri de Ermenilerin ve Obama, Bush ve benzeri Amerikan başkanlarının tanımlamasının benzeri bir tanımlamada bulunuyor.

Bununla da yetinmiyor, ayrıca da Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Rumları ve Süryanileri göçe zorlamıştır, diyor. Böylece de Sahte TKP şefleri hem Osmanlı’ya hem de Cumhuriyet’e bir kez daha giydirmiş olmaktadır. Emperyalistlerin ağzıyla Türkiye’yi bir kez daha suçlamış, mahkûm etmiş olmaktadır.

Hemen belirtelim ki, Anadolu Rumlarının göçü Lozan’da alınan bir karar doğrultusunda gerçekleşmiştir. Batı Anadolu’daki Rumlarla Trakya’daki Türkler “mübadele edilmiştir.” Demek ki bu, Türklerin bir zorlaması ya da tek başlarına bir eylemi değil, tüm Batılı Emperyalistlerin ve Yunanistan’ın da dahil olduğu Lozan toplantılarında alınan bir kararın gereği olarak yapılmıştır.

Bu konudan dolayı Türkiye’yi suçlamak, emperyalistlerin değirmenine su taşımaktan ve halklar arasında düşmanlık zehirleri saçmaktan başka hiçbir şeye hizmet etmez.

Süryanilerse Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı ve sonrasının yarattığı kargaşa ve altüstlük günlerinde Batı ülkelerinde yaşamayı Türkiye’de yaşamaktan daha olumlu bulup göç etmişlerdir.

Bırakalım o günleri, bugün bile Batılı Emperyalistler Türkiye’den göç eden herkesi kabul ediyoruz deseler, milyonlarca insan göçüp gitmez mi oralara?

Kitleler maddi çıkarlarının peşinde koşar. Batılı Emperyalist ülkelerin kapitalizmce gelişkinlikleri, geri ülke halklarını mıknatıs gibi çeker kendine…

Devam ediyor sahte TKP:

“Bunların hiçbirinin üstü örtülmeye kalkışılmamalıdır.”

Örtmeye kalkışma bakalım Hafız. Sürekli tekrarla. Sürekli saldır Osmanlı’ya ve Türkiye’ye. Emperyalistler belki sana da bir madalya verirler bir gün. “Afferiin, ne güzel hizmet ediyorsun sen de bize”, diye.

Peki Hafız, hangi araştırmayı yaptın da bu sonuçlara ulaştın sen?

Bir köşe yazısı hacminde olsun, bir araştırman var mı bu konularda?

Bizim bildiğimiz yok.

Araştırmaya ne gerek, değil mi?

“Babam öyle diyo”, öyle mi?

Afferiin… Uslu çocuk böyle olur işte.

Sonuncu cümleleri ne Sahte TKP’li Hafızlarımızın?

“Ancak bu acıların tarafları etnik veya ulusal kimlikler olarak tanımlanırsa, ne özür dilemekle, ne yüzleşmekle halkların arasındaki mesafeyi kapatamazsınız.”

Yahu insanda zerre kadar mantık olur, tutarlılık diye bie şey olur be!

Ne diyor bu cümle?

Ancak bu acıların tarafları etnik veya ulusal kimlikler olarak tanımlan”mamalıdır.

Bre Hafız, sen insanı güldürmek mi istiyorsun yoksa alay mı ediyorsun?.. Yahu iki cümle öncesinde etnik kimlikler olarak tarafları bizzat tanımlayan sen değil misin? Kurbanlar olarak Ermenileri, Rumları, Süryanileri gösteren, suçlu olarak da Osmanlı ve Cumhuriyet Türklerini sayan sen değil misin?

Ermeniler, Rumlar, Süryaniler etnik ve ulusal kimlik değil mi?

Osmanlı ve Cumhuriyet ulusal kimlik değil mi?

Diyeceksin ki ya işte biliyorsunuz, biz bu konuda da bir laf etmiş olalım, diye söyledik bunları. Siz bakmayın bize.

İnsan ayrı yazı değil, ayrı paragraflar değil, aynı yazının aynı paragrafının birbirini takip eden üç cümlesi içinde kendisiyle böylesine çelişir mi?

Konu Sahte TKP şefleri olunca demek ki oluyormuş.

Yahu okuduğunuz onca adı boyalı, süslü okullarda azıcık da olsa mantık, düşünme metodu öğretmediler mi size? Öğrettiler de sizin hafızlığınızdan mı bu zırvalamalar?

Çağrışım oldu burada; eşimle benim beraat ettiğimiz, kısa süre önce görülen Kedi Davası’nda karşı tarafın avukatı da benzer bir tutum sergilemişti.

Hakim, son sözleriniz nedir kısaca söyleyin, deyince karardan önce, karşı tarafı savunan avuklat hanım, şu iki cümleyi kurmuştu:

“Biz olay anında Beykoz Devlet Hastanesindeydik, bunu aldığımız ve size ilettiğimiz hastane kayıtlarında da göstermiştik.”

“Karşı tarafın (beni ve eşimi kast etmişti) suçlu olduklarını da, suç işlediklerini de kanıtlamış durumdayız.”

Buydu avukat hanımın cümleleri.

Bana sorunca hakim, sizin son sözünüz nedir, diye; ben de aynen şunu dedim:

“Karşı tarafı savunan avukat hanım, iki cümle söyledi, ikisi birbiriyle çelişiyor. Birbirini ortadan kaldırıyor. Bunlardan biri doğruysa öbürü mantıksal olarak kesinlikle yanlıştır. Olay anında siz orada değil de hastanede iseniz, zaten herhangi bir olay olmamıştır. Dolayısıyla da siz, olayın tarafı değilsiniz, olaya dahil değilsiniz.

“Yok eğer eşim sizi bıçakla tehdit etti, ben de size küfür ettimse o zaman siz olay anında hastanede değil, olayın içindesiniz.

“Apaçık bir şekilde görüldüğü gibi karşı taraf suçluluğunu gizleyebilmek için saçmalamaktadır, ciddiyetsiz iddialarda bulunmaktadır. Özetçe karşı tarafın iddialarının ciddiye alınır hiçbir yönü yoktur.

Avukat hanımın, bizim Sahte TKP şefleriyle sadece mantık, daha açığı mantıksızlık benzerlikleri yok. Ahlâki yönden de birebir benzerler. Olan akıllarını düzenbazlığa kullanırlar.

Avukat hanım da duruşmanın başlangıcında şöyle bir düzenbazlık yapmıştı:

Davalaştığımız çift, sırasıyla kuşluk vakti sokak hayvanlarına yiyecek veren eşime sözlü saldırıda bulunmuşlar, hakaretler yağdırmışlardı. Kadını, kedi manyağı, git başka yerde bak kedilerine, buraları kirletiyorsun, demişti. Erkeği ise ağıza alınmayacak galiz küfürler etmiş, kedilerinin hepsini keseceğim, demişti. Eşim de hemen şikayetçi olmuştu bunlardan.

Ben yoktum evde. Bunlar, 10 gün sonra karakola çağrılınce kendi suçlarını maskelemek için eşimden bıçakla beni tehdit etti; bendense, küfür etti diye şikayetçi olmuşlardı.

Savcılık da mağdur olan eşim olmasına rağmen hem eşim hem de benimle ilgili ceza davası açmıştı.

Ben bu ifade üzerine mahkemede sert tepki gösterip insan, olmadığı bir olaydan dolayı nasıl suçlanır ve nasıl yargılanır, ben bunu anlamıyorum, bunun hukukla, kanunla bir ilgisi olabilir mi, diye sormuştum. Olay anına ilişkin sorduğum sorularla da karşı tarafın eşini çelişkiye düşürmüştüm. Bunun üzerine hakim sormuştu karşı tarafın kadınına:

“Olay anında bu adam var mıydı yok muydu”, diye.

Paniklemiş, kem küm etmişti. Bunun üzerine hakim; “Açık konuş, olayda bu adam var mıydı yok muydu, cevap ver.”, diye sorusunu tekrarlamıştı yüksek sesle.

“Yoktu”, demişti karşı tarafın kadını. Gerçeği en azından benim açımdan itiraf etmişti.

İşte tam o anda avukat hanım hemen yanıbaşında duran kadına başıyla hem işaret yapıyor, hem de çok düşük sesle “vardı, vardı”, diye yönlendirmede bulunmuştu.

Duruşma çıkışında ben yanına varıp:

“Avukat hanım, kadınlık onuru diye bir erdem vardır. Haberiniz var mı? Öğretmediler mi size böyle bir şey? Yazıklar olsun. Beş paralık ücret-i vekalet için şu yaptığınız ahlâksızlığa bakın.”, demiştim.

Polis, polis diye bağırmaya başlamıştı avukat hanım o zaman.

Olayı anmamız, işte bu iki açıdan da Sahte TKP şefleriyle avukat hanımımızın benzerliğinden kaynaklandı.

Gelelim Sahte TKP’nin üçüncü cümlesinin devamına:

“(…), ne özür dilemekle, ne yüzleşmekle halkların arasındaki mesafeyi kapatamazsınız.”

Ne demişti bu cümlesinin birinci bölümünde Sahte TKP?

“Ancak bu acıların tarafları etnik veya ulusal kimlikler olarak tanımlanırsa (…)”

İşte öyle yapılırsa “ne özür dilemekle, ne yüzleşmekle halkların arasındaki mesafeyi kapatamazsınız”.

İyi de sen öyle tanımladın tarafları. Tanımlamadın mı?

Ermeniler, Rumlar, Süryaniler diye sayan kimdi?

İşte böyle yapılırsa aradaki mesafe özür dilemekle, yüzleşmekle filan kapatılamazmış.

Sahte TKP işte burada avukat hanımımızın duruşmada yaptığı bir madrabazlığa baş vuruyor.

Hem Osmanlı ve Cumhuriyet’in Ermenileri kitlesel ölüme gönderdiğini, Rumları ve Süryanileri göçe zorladığını söylüyor, iddia ediyor hem de dönüp özür dilenmesine, yüzleşilmesine karşı çıkmış oluyor. Yani taraflara kendince birer mavi boncuk dağıtmış oluyor. Karşı tarafa diyor ki “bakın ben sizin tezinizi kabul ediyorum.” Bu tarafa da diyor ki “Ben bu olaylardan dolayı özür dilenmesine ve yüzleşilmesine taraftar değilim.”

Eee, ne olacak Hafız? Neye bakacağız?

Aşağıdaki paragrafta Hafızımız yine inciler saçmaya devam eder, görelim:

“Soykırım kavramı üstüne yapılan tartışmaların da sağlıklı bir zeminde sürdürülmesi aşağı yukarı olanaksızdır.” (agy)

Niye olanaksızmış Soykırım kavramı üzerine yapılan tartışmaların sağlıklı bir zemin üzerinde sürdürülmesi?

Bu soruya da şöyle cevap verir güya:

“Bu kavram Türkiye ile başka devletler arasındaki çekişmelerin enstrümanı haline gelmiş, tarihsel ve bilimsel içeriğinden, halklarımızla ilgili kültürel ve siyasi anlamından uzaklaşmıştır.” (agy)

İyi de Hafız, senin adın “TKP” değil mi?

Bak o adı uğrulamayı biliyorsun. Hiç değilse azıcık da olsa o ada layık olmaya çabala yahu. Adın hakkını vermeye çalış.

Soykırım kavramı üzerine neden sağlıklı bir tartışma yapılamaz olsun?

Bal gibi de yapılır. Bak emperyalistler yapıyor. Emperyalistlerin kuklası Burjuva Ermenistan yapıyor. Yine ABD ve AB Emperyalistlerinin uşakları durumunda bulunan Diaspora Ermenleri yapıyor. Fakat onlar tabiî ki emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda yapıyor. Olayı çarpıtıp eğip büküp bozup emperyalist çıkarlara uygun düşecek şekilde yapıyor.

Senin görevin ne?

İşçi Sınıfı Bilimi doğrultusunda Tarihsel gerçeği, gerçek sebepleri ve sebep-sonuç ilişkileri içerisinde araştırıp bulup ortaya koymak. Sen bunu niye yapmıyorsun?

Biz gerçek devrimciler için olaylardan daha önemli hiçbir şey yoktur. Devrimci olan da zaten olaylardır. Demek ki devrimci metot ve mantığımızın amacı, önüne koyduğu olayı gerçeklikte ne ise öylece içeriği ve biçimiyle ortaya koymaktır. Bundan niye kaçıyorsun sen?

Çünkü gerçek devrimci değilsin. Sahtekârsın, hırsızsın, yalancısın, kirli siyasetin en hasını yapıyorsun. Öyle olunca da olaydan kaçarsın. Olayın üzerine gitme ve onu bütün gerçekliğiyle görme, ortaya koyma çap ve cesaretin yok senin. Amacın, herkese şirin görünme, insan kandırma, adam kafaya alma.

Senin derdin gerçekle, ideolojiyle filan değil ki. İnsan kandırma, ün poz sahibi olma. Öyle olunca kaçarsın tabiî.

Madem Soykırım kavramı emperyalistlerin elinde Türkiye’ye karşı kullanılan bir enstrüman haline gelmiş, neden ellerinden almıyorsun o enstrümanı, gerçeği ortaya koyarak? Kaçmakla, emperyalistleri o enstrümandan yoksun mu bırakmış olursun?

Hani ne diyordu şairimiz Yusuf Hayaloğlu?

Nerden baksan tutarsızlık,

Nerden baksan ahmakça…

Söz konusu açıklamasını şu paragrafla sonlandırır Sahte TKP:

“TKP emperyalist manipülasyonlara hapsolan tartışmalardan uzak durmakta, halkların acılarını paylaşmakta, çarenin ortak mücadeleden geçtiğini savunmaktadır.” (agy)

Ne yapmaktaymış yoldaşlar Sahte TKP?

“(…) emperyalist manipülasyonlara hapsolan tartışmalardan uzak durmakta”ymış.

Efferin sana. Ne uslu çocuk olmuşsun sen böyle. Uslu çocuklar üzerlerine vazife olmayan işlere burunlarını sokmazlar.

Bizim köyün çobanı gariban Halil İbrahim Ağa da böyle tartışmalardan hep uzak durur. Mahalle bakkalımız Sefa da çok efendi çocuktur, uzak durur böyle tartışmalardan.

Hatta her akşam eve vardığımda genişçe balkonumuzdaki yuvasından çıkarak arka ayaklarının üzerinde şaha kalkıp ön patilerini sırayla pencere camına vurup burnunu havaya kaldırıp “hav vov vov vov” diye sevinç havlaması yapan köpeğimiz Sarıkız da böyle tartışmalara hiç girmez.

Sarıkız’ımızı küçücük bir yavruyken sırtında kocaman, karnında daha ufak olmakla birlikte birkaç tane kurt düşmüş yarasıyla bulmuştuk. Üstelik de yakında evi olan sakallı tarikat ehli bir hacı da attığı taşlarla kovalamaya çalışıyordu hayvancağızı. Biz hacıya hak ettiği sözü söylemiş ve köpeciği veterinere götürüp tedavi ettirmiştik. Sonra da kıyamamıştık sokağa bırakmaya. Annesizdi. Balkonumuzda yerleşti kaldı. Şimdi kocaman oldu. 50 kilo kadar da gelir. Labrador-Rodwider kırması. Akşam eve gelince Sarıkız penceredeki gösterisini yaparak gel beni sev, der. Hasret gidermek ister. Çıkarım balkona, arka ayakları üzerine kalkıp elleriyle kucaklar, yalar yüzümü. Öperim ben de yüzünden, burnundan. Okşarım başını, boynunu, göğsünü, karnını. Sonra gidip yemeğimi yerim. Kedilerimizle de arası iyidir. Hiçbirine zarar vermedi bugüne kadar.

Çağrışımlarla gidiyoruz, görüldüğü gibi. Bundan sakınmayışımız şu sebeptendir:

Ustaların dediği gibi teorinin rengi gridir. Biz bu tür çağrışımlarla renk katmış oluruz diye düşünüyoruz tartışmalarımıza.

Ne diyordu cümlesinin son bölümünde Sahte TKP?

“(TKP) (…) halkların acılarını paylaşmakta, çarenin ortak mücadeleden geçtiğini savunmaktadır.”

Sahte TKP şefleri halkların acılarını paylaşmaktaymış. Böyle diyerek Soykırım savunucularına selam göndermiş oluyor Hafızlar. Ya bakın biz işte size yapılan kıyımın, zulümün acısını paylaşıyoruz, diyerek şirinlik yapıyorlar onlara. Dedik ya, bütün dertleri adam aldatma, diye.

Neymiş çare?

“Ortak mücadele”.

Bak bu iyi işte. Bu doğru. Fakat, halkları ortak mücadeleye çekebilmek için ne gerekir?

Gerçeğin ortaya bütün çıplaklığıyla konması. Bir sarraf terazisinde tartarca haklının, haksızın ortaya konması. Doğrunun, yanlışın netçe görülüp gösterilmesi. Bu yapılmadan kimseyi ortak mücadelede bulamazsın sen.

Hep dediğimiz gibi Sahte TKP burada da kurnazlık peşinde.

Eğer bir soykırım yapılmışsa bunu yapan ortaya çıkarılmalı ve mahkûm edilmeli. Mağdurdan da açıkça af dilenmeli, başka talebi varsa da karşılanmalı.

Ama eğer bu “Ermeni Soykırımı” denilen terim bir emperyalist yalansa bu da bütün açıklığıyla ortaya konmalı ve Osmanlı’yı da, Türkiye Cumhuriyeti’ni de aklamalı. Yok yere atalarımızın suçlanmasının önüne geçilmeli. Bunun için mücadele edilmeli. Devrimci tutum budur.

Biz, herkesin bildiği gibi, bu iddianın bir emperyalist yalan olduğunu ortaya koyduk ve onu göstermeye çalışıyoruz halklarımıza. Bu mücadeleyi yapıyoruz.

Hiç kimse biz gerçek devrimcilerden daha adil ve hakkaniyetli olamaz. Biz sadece gerçeğin savunucusuyuz.

Madem konuya bu şekilde de olsa girdik; görüşlerimizi özet biçiminde de olsa gösterelim. Geçen 24 Nisan’da konuya ilişkin yaptığımız açıklamanın 13 sayfa tutarındaki metnini buraya aktaralım. Aktaralım ki bu konudaki haklılığımızı gerçeğin peşindeki herkes görsün.

Daha ayrıntılı öğrenmek isteyen görüşlerimizi, yazımızın başında sözünü ettiğimiz “Sevrci Soytarı Sahte Sol ve Ermeni Sorunu” adlı kitabımıza bakabilirler.

İşte bildirimiz:

***

“İngiliz Savaş Propaganda Bürosu”nun-” Foreign Office”in, “Wellington House”un, Washington’un, Pentagon’un, CIA’nın Türkiye’deki resmi ya da gönüllü memurları!

Yapmaya çalıştığınız çok ayıp, utanç verici bir şey. 1916’da Birinci Emperyalist Yağma Savaşı’nda İngiliz Savaş Propaganda Bürosu’nun sadece ve sadece “Savaş Propagandası” olarak ürettiği “Mavi Kitap” adıyla ünlü, en düzenbazca ve iblisçe yalanlardan derleşik sözde kitapta anılan yalanları ve iftiraları savunuyorsunuz hâlâ.

Oysa, o yalanlar çöplüğü kitabı hazırlayan iki kişiden biri olan Arnold Tonybee, ömrünün son yıllarında yaptığından pişmanlık duyuyor. Bir anlamıyla özür diliyor Türklerden. “Çok üzgünüm”, diyor. “Orada yaptığımız sadece savaş propagandası amacına yönelik şeylerdi”.

Anılarında ise “Türklerin 1915’teki tehciri savunma amacıyla alınmış bir tedbirdi. Benzerini pek çok devlet yaptı. Amerika Birleşik Devletleri de İkinci Dünya Savaşı sırasında ülkesindeki Japon nüfusu başka bölgelere nakletti”, diyor.

Bu gerçekleri siz de biliyorsunuz. Biz de yıllar önce belgeleriyle birlikte ortaya koyduk. Kaldı ki, “Mavi Kitap”ta bile o trajik dönemde hayatını kaybeden Ermenilerin sayısı 600 bin olarak geçiyor. Siz, o abartılı yalanı tam iki buçukla çarpıyorsunuz, bir buçuk milyona çıkarıyorsunuz. Yani savaş propagandası yalanını iki buçukla çarparak katmerlendiriyorsunuz.

O dönemde yaşananın karşılıklı bir çatışma ve katliam olduğu, her iki tarafın da büyük kayıplar verip acılar çektiği çok açık bir gerçektir.

Bu acıların yaşanmasına sebep de Batılı Emperyalist haydutlar; İngiliz, Fransız, Amerikan ve İtalyanlarla Rus Çarlığı’dır.

Bu emperyalist çakallar Osmanlı’yı parça parça edip aralarında paylaşmak için, yüzyıllar boyu birlikte kardeşçe yaşamış iki halkın arasına kama sokuyorlar. Parçalıyorlar halkları. Ermeni Milletini boş hayallerle avutuyorlar. Nüfusça sadece yüzde 14 küsurunu oluşturduğu, İskenderun Körfezi’yle Trabzon’u birbirine bağlayan bir hattın doğusunda kalan geniş topraklar üzerinde sana bağımsız bir Ermeni devleti kuruvereceğiz, diyerek kandırıyorlar Ermeni burjuvalarını. Ve harp içindeki Osmanlı’yı arkadan vurduruyorlar, bu burjuvaların komuta ettiği Ermeni Ordusu’na.

Tehcir, işte Osmanlı’nın bu olay sonucunda aldığı bir savunma tedbiriydi.

Savaş öncesinde Osmanlı sınırları içinde 1 milyon 300 bin civarında Ermeni nüfus vardı. Tehcire tabi tutulan Ermeni insanı 924 bin 158 kişidir, Talat Paşa’nın not defterindeki kayıtlara göre. Bunun 440 küsur bininin Halep’e ulaştığını dönemin oradaki ABD Konsolosu raporlarında bildirir ülkesine. Yüz binlercesi Rusya Ermenistanı’na gitmiştir. Bir o kadarı da Mısır’dan Irak’a, Lübnan’a kadar yayılan Ortadoğu ülkelerine gitmiştir. Ve bir bölümü de Avrupa’ya, Amerika’ya ve hatta Avusturalya’ya…

Bu trajik süreçte bizce 300 bin kadar Ermeni insanı hayatını kaybetmiştir. Talat Paşa’nın deyişiyle “Zalim yerel yöneticilerin tutumlarından, yağmacı çakalların saldırılarından, hastalıklardan, kıtlıktan, yokluktan, açlıktan dolayı”.

Aslında gerçeğin böyle olduğunu siz değilse de sizin yukarıda saydığımız efendileriniz bal gibi biliyorlar. Biz de çok önceki yazılarımızda, kitaplarımızda bu gerçeği matematiksel bir kesinlikle ortaya koyduk, ispatladık. Hem de onlarca net, açık, kesin gerçek belgeyle. Şimdi burada bunlardan sadece iki tanesini analım, size gösterelim. Dönemin Osmanlı Ermenileri Temsilcisi olan Boghos Nubar Paşa’nın Fransız Dışişleri Bakanlığı’na yazdığı mektubu ve Paris Barış Konferansı’nda yaptığı konuşmanın bir bölümünü aktaralım:

Önce Fransız Dışişleri Bakanlığı’na yazdığı mektubu okuyalım:

“Sayın Bakan,

“Ermeni Milli Komitesi adına, şu hususları hatırlatarak aşağıdaki bildiriyi arzetmekle şeref duyarım:

“Sizin de gayet iyi bildiğiniz gibi, en büyük fedakârlıklar ve sürekli ıstıraplar pahasına, savaşın başından beri İtilaf Devletleri’nin gayesine sarsılmaz bağlılığımızın bir nişanesi olarak;

“Ermenilerin fiili bir şekilde savaşan taraf olduğunu;

“Fransa’da ilk günden itibaren hizmet eden gönüllülerinin Fransız bayrağı altında Yabancı Lejyonu’nda zafer elde ettiklerini;

“Cumhuriyet Hükümeti’nin talebi üzerine Ermeni Milli Komitesi tarafından silah altına alınan Ermeni gönüllülerinin Filistin’de ve Suriye’de Fransız birliklerinin hemen hemen yarısını teşkil ettiklerini ve General Allenby’nin zaferinde büyük payları olduğunu, bunun da Allenby ve Fransız komutanlar tarafından resmen beyan edildiğini,

“Kafkasya’da, Rus İmparatorluk ordusundaki 150.000 Ermeni’den ayrı olarak, komutanları Antranik ve Nazarbekoff’un komutası altında, 40.000’den fazla gönüllünün bir kısım Ermeni vilayetlerinin kurtuluşuna katkıda bulunduğunu,

“Lütfen Sayın Bakan, üstün saygılarımın teminatı olarak kabul buyurunuz.

“Ekselans S. Pichon

“Dışişleri Bakanı Paris

“Başkan Boghos Nubar

“İmza

“Dışişleri Kayıt Damgası

“3 Aralık 1918”

Şimdi de “Paris Barış Konferansı”nda yaptığı konuşmadan bir bölüm:

“Bununla beraber, savaşın başında Türk Hükümetinin Ermenilere bir tür özerklik vermeyi önerdiğini ve karşılığında da Kafkasya’yı Ruslara karşı ayaklandıracak gönüllüler istediğini hatırlatmak isterim. Ermeniler bu öneriyi reddettiler ve kendilerini kurtarmasını bekledikleri Müttefiklerin yanında tereddüt etmeden yer aldılar.

“Ermeniler savaşın ilk günlerinden ateşkes imzalanıncaya kadar tüm cephelerde Müttefiklerin yanında çarpıştılar.

“Ermenilerin Kafkasya’da neler başardıklarını tekrarlamayacağım. Ermenistan Cumhuriyeti Başkanı olan Bay Aharonyan biraz önce size, benim yapabileceğimden çok daha iyi bir şekilde, geniş bir açıklamada bulundu.

“Bununla beraber, Suriye ve Filistin’de, Müttefik devletler arasında anlaşma imzalandığı 1916 yılında, Fransız Hükümeti’nin (Ermeni) Milli Delegasyonu’na yapmış olduğu davet uyarınca, Légion d’Orient’da toplanmış olan beş bin kadar Ermeni gönüllüsünün (o bölgedeki) Fransız güçlerinin yarısından fazlasını oluşturduğunu, Suriye’yi kurtaran büyük Filistin zaferine parlak bir katkıda bulunduğunu ve General Allenby’nin kendilerine resmi bir tebrik gönderdiğini belirtmek isterim.

“Son olarak Fransa’da, şanlı ve şerefli bir birlik olan Légion Etrangère’de Ermeni gönüllüleri yiğitlikleri ve dayanıklı olmalarıyla temayüz ettiler. Savaşın başında 800 kadar olan gönüllülerden ancak 40 kişi hayatta kaldı. Geri kalanlar hepsi savaşta düşman karşısında öldü.

“(Ermenilerin) bu askeri katkısı Müttefik Hükümetler tarafından resmen ve hararetle takdir edildiği için bu konu üzerinde daha fazla durmama gerek yoktur. Belirtmek istediğim tek husus Ermenilerin İtilâf Devletlerinin davasına bağlılığının, maruz kaldıkları katliam ve sürgünlerin saiklerinden biri olduğudur.

“Ermeniler bu nedenle savaşan taraf olmuşlardır. Sonunda Müttefiklerin tam bir zafer kazanmaları Ermenistan’ı Türk boyunduruğundan kurtarmıştır. Bu bir gerçektir. Katliam ve sürgün kurbanlarına savaş alanındaki kayıplarımız da eklenince Ermenistan tarafından yaşam olarak ödenen bedelin herhangi bir diğer muharip milletin ödediği bedelden daha ağır olduğunun ortaya çıkacağını sözlerimize eklemek isteriz. Ermenistan’ın kaybı, 4,5 milyon olan toplam nüfusu içinde 1 milyonu aşmaktadır, Ermenistan bağımsızlığını silahla ve çocuklarının kanıyla kazanmıştır.

“İki tür gözlemde bulunmak istiyorum. Önce, bizim anladığımız şekilde, gelecekteki Ermeni devletinin sınırlarından bahsetmek istiyorum. Sonra sizlere nüfusa dair bazı ayrıntılar vereceğim.

“ Sınırlar.

“Talebimiz bağımsız Ermenistan’ın tüm Ermeni topraklarını içermesi ve şu yerlerden oluşmasıdır:

“1. Kilikya (Maraş Sancağı dâhil), Erzurum, Bitlis, Van, Diyarbekir, Harput, Sivas ve Karadeniz’e çıkış için Trabzon Vilâyeti’nin bir bölümü

“2. Halkı, Türkiye’deki kardeşleriyle tek bir Ermenistan Devleti altında birleşmek isteyen Kafkasya’daki Ermenistan Cumhuriyeti toprakları.

“Bu Devletin, gelecekteki Ermeni Devleti’nin, sınırlarına Ermeni olmayan toprakları dâhil etmek istediğimiz bazen söylenmiş ve yazılmıştır. Bu doğru değildir. Böyle bir talebimiz olmadıktan başka, aksine, nihai sınırların tarafımızdan değil, tarihi, coğrafi ve etnik hakları esas alarak çalışacak olan bir karma komisyon tarafından saptanmasını istiyoruz. Söz konusu eyaletlerin veya Ermeni vilayetlerinin halen mevcut idarî sınırları keyfi ve yanlıştır. Bu sınırlar, Âbdülhamit tarafından siyasi amaçlarla, Müslüman (bir) çoğunluk yaratılabilmesi için, Ermeni olmayan bölgelerin de dâhil edilmesiyle keyfi olarak çizilmiştir. Talebimiz, bu dışarıda kalan, genellikle Kürt veya Türk olan bölgelerin, (Ermenistan’dan) ayrılmasıdır.

“Böylece, esas itibariyle Kürt olan Hakkâri’nin tamamı ve Diyarbekir’in güneyi Ermenistan’ın dışında bırakılmalıdır; aynı şekilde Türk bölgesi olan Sivas’ın batısı ve birçok yer de… Trabzon’a gelince, ahalisinin çoğunluğunun Rum olduğunu kabul ediyoruz, ancak Trabzon Limanı yukarı (kuzey) Ermenistan’ın tamamı için Karadeniz’e tek çıkış yerdir. Talebimiz ayrıca Venizelos’un bildirisine de uymaktadır. Memnuniyetle belirtmek isterim ki Venizelos, Barış Konferansı’na sunduğu Muhtıra’da bu konuyu büyük bir adalet duygusu içinde ele almıştır.

“Suriye ile sınırımıza gelince, son günlerde Suriyeli komşularımız kısa süre önce, Suriye’ye dâhil etmek istedikleri Kilikya’nın büyük bir kısmı için, son derece yersiz olan taleplerde bulundular.

“Bunlara (taleplere) devam edilmemelidir. Kilikya esas itibariyle bir Ermeni bölgesidir. 1375 yılına kadar dört asır süreyle burada son Ermeni Krallığı mevcut olmuştur. Zeytun bölgesi gibi bazı yerleri zamanımıza kadar Ermeni prenslerinin idaresinde yarı bağımsız durumunu korumuştur. Kilikya’nın Merkezi olan Sis’te, Türkiye’deki bütün Ermenilerin ruhani önderi olan Katolikos, hatırlanamayacak kadar eski zamanlardan günümüze kadar, dini makamını korumuştur.

“Nüfusa gelince büyük çoğunluğu Ermeni ve Türk’tür. Suriyelilerin sayısı önemsizdir. Savaştan önce Kilikya’da 20.000 Suriyeliye karşılık 200.000 Ermeni vardı. Eski ve yeni dünyaya dair hiçbir atlas Kilikya’yı Suriye’ye dâhil göstermez. Coğrafi, tarihî ve etnik bakımdan Kilikya Ermenistan’ın ayrılmaz bir parçasıdır ve Akdeniz’e doğal çıkışıdır.

“Kilikya’yı Suriye’ye dâhil etmek amacıyla Suriye Komitesi yayınlarında gösterildiği gibi, Suriye’nin kuzey sınırı Toros değil Amanos Dağları’dır.

“(…)

“Katliam ve sürgünlerden sonra Ermenistan’da Ermeni kalmadığı veya her hâl ve kârda kalanların önemsiz bir azınlık oluşturduğu iddia edilmiştir. Memnuniyetle söyleyeyim ki bu doğru değildir.

“Önce, bugün kimsenin tartışmadığı ilkelere göre, ölüler yaşayanlar gibi sayılmalıdır. Bütün bir ırka karşı işlenmiş tarifsiz cinayetlerin faillerine yarar sağlaması hoş görülemez. Fakat bütün bir halkı ortadan kaldırma amacına erişilememiştir. Bu savaştan sonra Ermeniler, savaştan önce olduğu gibi, Türklerden, hatta Türkler ve Kürtlerin toplamından, bile, daha fazla olacaklardır.

“Aslında, Ermeni kayıpları çok büyük olmakla beraber, savaşta Türklerin kayıpları daha aşağı olmamıştır. Bir Alman raporu; savaş, salgın hastalıklar ve kıtlık nedeniyle, Türklerin kayıplarını 2,5 milyon olarak vermektedir. Bu duruma tedbirsizlik, yeter sayıda hastane personeli ve ilaç olmamasının yarattığı korkunç tahribat neden olmuştur.

“Bu kayıpların en aşağı yarısı, Türklerin fiiliyatta sadece buradan askere aldığı ve Rus ve Ermeni orduları tarafından istilâ edilmiş olan Ermeni Vilayetleri halkı tarafından verilmiştir. Böylece şayet Türk halkının en az Ermeniler kadar ağır kayıplar verdiği kabul edilirse Ermeniler, daha önce de olduğu gibi, halen de çoğunluktadır. Kafkasya ve Türkiye Ermenilerinin hararetle istedikleri gibi Kafkasya’daki Ermeni Cumhuriyeti Türk Ermenistanı’yla tek bir devlet kurmak üzere birleşirse bu çoğunluk daha da büyük olacaktır.”

Dönemin Osmanlı Ermenileri Temsilcisi Boghos Nubar Paşa’nın anlatımı açık ve net, değil mi?

Şimdi, ruhunda zerre miktarda da olsa içtenlik taşıyanlara soruyoruz:

Bu anlatılanlardan bir soykırım yaşandığı sonucu çıkar mı?

Kesinlikle hayır. Osmanlı, savaşın başında Ermeni temsilcilere geliyor. Ruslara karşı ittifak edelim, karşılığında size çoğunluk olduğunuz bölgelerde özerklik verelim, diyor.

Boghos Nubar Paşa ne diyor bu teklife?

Biz bunu reddettik ve müttefiklerin safında savaşta yerimizi aldık, diyor. Ermeniler savaşan bir taraftır, diyor. Ve de diyor ki; biz Ermeniler kadar Türklerin de bu savaşta kayıpları olmuştur, diyor.

Bu anlatılanlardan bir soykırım olmadığı, yüzde yüz oranında bir kesinlikle çıkmıyor mu?

Çıkıyor.

Yaşananların soykırım olmadığı ve karşılıklı bir çatışma, savaş olduğu başka türlü nasıl anlatılabilir…

Yukarıda dediğimiz gibi daha onlarca belge var anılacak da yeri değil burası…

Gerçeğin bu olduğunu efendileriniz biliyor. Ama onlar gerçeğin peşinde değil ki. Onlar Yeni Sevr peşinde. Onlar, 1071 Malazgirt’in, 1915 Çanakkale’nin ve 1922 Anadolu’nun intikamını alma peşinde. O savaşlarda uğradıkları hezimetin öcünü alma peşinde. Ve yeni bir Haçlılar Seferi başlatma peşinde.

Ne diyordu, 19. yüzyılın son yıllarının Türk düşmanlığıyla kafayı bozmuş, manyamış İngiliz Başbakanı William Ewart Gladstone?

“(…) Türk ırkının geçmişte ve bugün ne olduğunun kabaca tarifini çok kısa bir şekilde özetlemeye çalışayım. Bu sadece basit bir şekilde Müslümanlık sorunu değil, aynı zamanda bir ırkın kendine özgü karakterinin Müslümanlıkla birleşmesi sorunudur. Onlar ne Hindistan’ın mülayim huylu Müslümanlarıdır, ne Suriye’nin nazik Selahaddin’leridir, ne de İspanya’nın kültürlü Mağribileridir. Onlar, bunların hepsinin ötesindedir ve Avrupa’ya ilk kez ayak bastıkları o kara günden beri insanlığın en büyük insan düşmanı türüdür. Onlar nereye gittilerse, arkalarında büyük bir kan deryası bırakmışlardır; ve hakimiyetlerinin ulaştığı her yerdeki medeniyetler silinip gitmişlerdir. Onlar her yerde hukuka değil güce dayanan iktidarı temsil etmişlerdir. Böyle bir yaşantının rehberliğinde onların acımasız bir kaderciliği olmuştur, bu kadercilik öbür dünyadaki şehvete düşkün bir cennet inancıdır.

“Ayrıca onlar büyük bir askeri gücün cisimleşmesidir. Bu gelişen lanet tüm Avrupa’ya korku salmıştır. Bu korku nesiller boyu devam etmiştir. Ta ki, bir kısmı şu an devam eden savaşın bir parçası ve yürütülen diplomasinin öznesi olan birçok Avrupa ülkesi insanlarının gösterdiği kahramanlığa kadar. Çok eski zamanlarda bütün Batılı Hıristiyan Alemi bu ortak düşmana karşı direnmeyi takdir etmiştir. Hatta Reform Hareketinin ateşli ve hararetli mücadeleleri sırasında dahi, eğer yanılmıyorsam, Türklere karşı mücadelelerinde İmparatorun ve Roma Katolik Kilisesi’nin Önderlerinin başarılı olabilmesi için ibadet eden duacılar vardı.” (William Ewart Gladstone, Bulgarian Horrors and the Question of the East [Bulgar Korkuları ve Doğu Sorunu], 1876, s. 12-13)

Gladstone, bu ırkçı, sapkın, canice görüşlerini halefleri olan İngiliz Emperyalizminin diğer sözcülerine de birebir aktarmıştır. Lloyd George, Lord Curzon, Churchill, Lord Kitchener ve benzeri emperyalistler aynı düşüncede olmuşlardır hep. Bunlardan birinin görüşlerini daha gösterelim:

“Kişisel görüşüm odur ki, Padişahın İstanbul’dan kovulmasına karşı ileri sürülen karşı görüşler kuramsal niteliktedir. Türkler yüzyıllardır Avrupa’dadırlar ve hep bir belâ, bir baskı öğesi ve bir karışıklık kaynağı olagelmişlerdir. Türk hiçbir zaman Avrupalı olmamış, Avrupa uygarlığını içine sindirememiş ve sürekli bir savaş nedeni olmuştur. Türklerin bu niteliklerini değiştirebileceğini beklemek büyük iyimserlik olur. (…) Türkleri İstanbul’da bırakmak, korkulur ki, sorunun çözümlenmesi anlamına gelmeyecek, sadece yeni güçlüklere bir başlangıç olacaktır. Öbür yönden söylenecek çok şey olduğu da bir gerçektir. Önce Müttefiklerimizin, ne yazık ki İngiltere’ninkinden değişik görüşte oldukları, sonra, Avrupa ve Birleşik Devletler’de kendi dertlerimiz bulunduğu ve Türklerin atılmasının İslam dünyasında da dert anlamına geleceği; B. Nitti’nin Türkleri kovmanın maddi güçlüğünü abarttığı görüşündedir. Müslüman dünyasında oldukça büyük bir dinsel tepki olasılığı bulunduğu bir gerçektir. Ama bunlara karşılık, Avrupa’yı bu vebadan ve karışıklık kaynağından tümden ve bütünlüklü kurtarmak fırsatını belki de kaçırmakta olduğumuzu da düşünmek gerekir.” (Osman Olcay, Sevr Anlaşması’na Doğru, s. 7)

O emperyalist haydutların, Türkleri Avrupa’dan ve Anadolu’dan atma, Asya’ya geri gönderme planlarını, Antiemperyalist Birinci Ulusal Savaş’ımızın zaferiyle kâğıt üzerinde bıraktık. Haydutların hevesleri kursaklarında kaldı. Fakat, bu düşünce ve niyetlerinden hiç vazgeçmediler. Amerika Birleşik Devletleri de içlerinde olmak üzere tüm emperyalist haydut devletler hep bu niyetleri beslediler bize karşı.

Ve ne yazık ki Ermeni Milleti, Yunan Milleti, ulusal kimliklerini bu ırkçı Türk düşmanlığı ideolojisi üzerine inşa etti.

Ve tüm bunlardan daha elim ve daha vahim olmak üzere, Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi PKK, HDP de siyasi ideolojisini aynı anlayış üzerinde temellendirdi.

Gelinen noktada tıpkı Haçlı Seferleri’ni kışkırtan ve ona kutsal gerekçe sunan Papalar gibi, I. Gregorius (1086) ve halefi II. Urbanus (1095) gibi bugünün Papa’sı I. Fransiscus da “Ermeni Soykırımı” adlı emperyalist yalanı, savaş propagandasını vaftiz ederek kutsadı.

Şu aşağılık, namussuzca yalan ve iftiraları sıraladı:

 ”Son yüzyılda insanlık 3 büyük trajedi yaşamıştır. Bunların ilki, genel olarak 20. yüzyılın ilk soykırımı olarak görülen ve siz Ermeni halkına karşı yapılmış olandır. Piskoposlar, rahipler, dindarlar, kadınlar, erkekler, yaşlılar ve hatta savunmasız çocuklar ve hastalar bile öldürülmüştür. 

“Bugün, acıdan parçalanmış ama umut dolu kalplerle, atalarınızın zulme maruz kaldığı bu trajik olayın, bu toplu ve delice kıyımın yüzüncü yıldönümünü anıyoruz.

“Hatırlamak gereklidir, hatta zorunludur” çünkü kötülüğü saklamak ya da inkar etmek, bir yarayı tedavi etmeden kanamaya bırakmaya benzer.”

Bu din adamı maskeli CIA devşirmesi, hiç utanıp arlanmadan, bu iftiralarla suçluyor atalarımızı, halkımızı, milletimizi.

Bu Papa, nasıl II. Jean Paul başta Polonya olmak üzere Sosyalist Kamp’taki karşıdevrim hareketine dinsel destek vermek üzere CIA tarafından Vatikan’a getirilmişse, bu Latin I. Fransiscus da Latin Amerika’da yükselen devrimci dalgayı nötralize etmek, Chavez’in, Maduro’nun, Morales’in ve tabiî Fidel ve Raul’un ve halklarının estirdikleri devrimci rüzgarları dindirmek için Vatikan’a getirilmiştir. Papa sıfatıyla sıfatlandırılmıştır. Bununla şu mesaj verilmek istenmiştir Latin Amerika halklarına:

“Ya bakın sosyal eşitlik, sosyal adalet, yoksulluğun ortadan kaldırılması gibi amaçlar zaten İncil’de vardır. Bu nedenle siz, Kutsal Kitap’ın dışında başka ideolojiler peşinde koşmayın. Bunlar gereksizdir. İncil’e sarılın. Onun amaçları gerçekleştiği zaman zaten bütün dertler deva bulacaktır.”

İşte böyle Ortaçağcı yalan ve dümenle Latin Amerika Halkları kandırılmak, uyutulmak istenmiştir.

Şimdi bu devşirme, bu emperyalist işbirlikçisi sözde din adamı Papa kalkıyor, hiç utanıp sıkılmadan atalarımızı canilikle suçluyor.

İnsan birazcık dürüst olur. Eğer inanıyorsa bir kutsal varlığa, onun huzurunda olsun yalan söylemez, iftira atmaz.

Türkler, dünyanın en toleranslı milletlerinden biridir. Canilik yapmaz. Çocuk, hasta öldürmez.

Papa, zerrece ahlâk ve namus sahibi olsaydı, andığı dönemde Ermeni burjuvazisinin, Taşnaksütyun Partisi’nin peşine takılmış saldırganların Müslüman Halkı çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı genç ayrımı yapmaksızın camilere, evlere doldurup sonra da ateşe verip yakarak katlettiklerini söylerdi. Yine aynı şekilde Müslümanları diri diri baş aşağı kuyulara atıp üst üste yığdıktan sonra üzerlerine büyük taşlar yuvarlayarak canavarca katlettiklerini söylerdi.

Bırakalım 100 yıl önceyi, 1992 yılının 25’i 26’ya bağlayan Şubatında Hocalı’da 613 Azerbaycanlı Müslümanı tam da soykırım kapsamına girecek bir planlamayla kuşatıp bir gecede katlettiklerini söylerdi. Hocalı, Karabağ ve onun haricinde Ermenistan’ın bugün de işgal altında tutmaya devam ettiği Azerbaycan’ın 7 ayrı yerleşim bölgesinde daha yaptıkları katliamlarında Türk düşmanlığı ile zehirlenmiş, ruhları kirletilmiş, vicdanları, insanlıkları bitirilmiş burjuva Ermenistan Ordusu’nun askerlerinin küçücük bir kız çocuğunu kollarından pencereye çivileyip göğsünü yarıp atan kalbini söküp çıkararak öldürdüklerini söylerdi. Yine yaralılar arasında bulunan ve hâlâ kalbi atmaya devam eden 7 yaşlarındaki bir kız çocuğunu kurbanların cesetlerinin doldurulduğu kamyona atıp öylece ölüme gönderildiğini söylerdi. Hocalı’da ve Azerbaycan’ın diğer bölgelerinde kaçamayan tüm Azeri Türklerini katledip cesetlerini bir zincir oluşturacak şekilde uç uca dizip sonra da göğüslerinin üzerine basarak yürüdüklerini söylerdi.

Düşünün bir kere: Dünyada az sayıda da olsa böyle canilikler yapılmıştır, değişik bölgelerde. Ama hiç kimse bu caniliklerini sonradan kitaplaştırarak övünmemiştir yaptıklarıyla. Bizim bildiğimiz bu insan soyunun yüz karası canavarlığıyla övünen sadece bugünkü burjuva Ermenistan’ın o katliamda cellât rolü oynayan kişileri yapmıştır. Piyasadadır bu kitaplar.

Bugünkü Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan da o katliamda yer alan komutanlar arasındadır. Ödülünü de almıştır, görüldüğü gibi.

Modern Ermeni Tarihinin en büyük kahramanı ilan edilen Andranik Ozanyan da anılarında anlatır, kendi savaşlarında yer almayan, tersine Osmanlı’ya sadık kalmayı seçen bir Ermeni ailenin evine baskın yaparak erkeğini, kadınını ve çocuklarını katlettiklerini.

Demek ki bugünün burjuva Ermenistan’ının tarihi kahramanı da, şu anki cumhurbaşkanı da kadın ve çocuk katilidir. Canavarca katliamlarda yer almışlardır. Kendi anlatımları bu.

1992 ve onu takip eden süreçte katliamlarla işgal ettiği 14 bin 400 kilometrekarelik Azerbaycan toprağını Ermenistan bugün de işgali altında tutmaktadır, aradan 20 küsur yıl geçmiş olmasına rağmen.

Ermenistan’ın işgal ettiği bu topraklardan kayıtsız şartsız çekilmesini öngören 4 tane Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı vardır. Buna rağmen bu kararları hiçe sayan Ermenistan işgalini pervasızca sürdürmektedir. İşgal altında tutulan bu topraklar Azerbaycan’ın yüzölçümünün yüzde 20’si tutarındadır.

Ermenistan bu pervasızlığı kime güvenerek yapabilmektedir?

ABD, AB Emperyalistlerine ve artık emperyalist bir devlete dönüşmüş olan Rusya’ya. Dikkat edersek onlar bugüne kadar Ermenistan’ın bu karara uyması yönünde en küçük bir söz ve davranışta bulunmamışlardır. Böylece de Birleşmiş Milletler kararları kağıt üzerinde kalmıştır. Çünkü Azerbaycan Türk’tür…

Bugün, Türkiye’nin artık istenilen kıvama geldiğini, erime-çözülme sürecine girdiğini düşünüyor emperyalist haydutlar sürüsü. ABD’nin Başkan Obama’sı bir taraftan, CIA kökenli Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Marie Harf bir taraftan AB Emperyalistlerinin üst örgütü Avrupa Parlamentosu bir taraftan “Ermeni Soykırımı”, 1 buçuk milyon Ermeni’nin katli gibi yalan ve iftira çığlıkları atıyorlar.

Ve Türkiye’nin Parababalarını, burjuva siyasi partilerini, medyasını da artık istedikleri çerçeve içine almış durumdadır ABD Emperyalistleri. Onların da kimi tevil yoluyla, soykırımcı danışmanlar, milletvekili adayları seçerek kimi de S. Demirtaş gibi açıktan bu emperyalist yalanı savunuyorlar artık. Cumhuriyet Gazetesi’nden Yurt Gazetesi’ne, Bir Gün Gazetesi’ne ve “holding medyası” denen satılmış Parababaları medyasının tamamı günlerdir ekranlarından, sayfalarından bu yalanı tekrarlıyor. ABD’li efendilerinin gözüne girebilmek, mevki, ün, poz, iktidar ve para sahibi olabilmek için onların propagandistleri gibi çalışıyorlar bütün güçleriyle.

Yani Batılı Emperyalist haydutlar ve yerli hain işbirlikçiler el ele vermişler, fırsat bu fırsat Türkiye şu anda Mütareke günlerindeki duruma düştü. Bu kez tuzağımızdan kurtulmasına izin vermemeliyiz, diyorlar.

Ey Ermeni Soykırımı yalanını haykıran hainler ve gafiller!

İnsanlığa karşı suç işliyorsunuz. Saf, bilinçsiz insanları yalanlarınızla kandırarak onları Türklere karşı kin ve nefret zehriyle doldurup ruhlarını kirlendirmek istiyorsunuz. Ermeni Halkına da Türk Halkına da Kürt Halkına da kötülük etmektesiniz. Bu her üç halkı da birbiriyle boğazlaştırmayı planlayıp projelendiren ABD Emperyalistlerine hizmetkârlık ediyorsunuz.

İçinizden hain olanlarınız Hollywood Alacakaranlık Kuşağı filmlerindeki kart zombiler gibi ağınıza düşürüp yalanlarınızla kandırdığınız masum insanları da kendinize benzetip insanlıktan çıkarıp zombileştirmek istiyorsunuz.

Bakın bir İngiliz Tarihçi ne der sizin gibileri kast ederek:

“Yalan ve asılsız sözlerle insanların zihnine kin ve nefret şırınga edilmesi, savaşta hayat kaybına neden olmaktan çok daha büyük kötülüktür. İnsanlık ruhunun kirletilmesi, insan vücudunun tahribine nazaran daha kötü ve sakıncalıdır.” (Arthur Ponsonby, Falsehood in Wartime [Savaş Zamanında Kandırmaca], s. 3)

İşte, Hocalı’daki, Karabağ’daki yukarıda andığımız canavarlıkları, böylesi yalanlarla insanlıktan çıkarılıp canileştirilen burjuva Ermeni Ordusu’nun askerleri yapmıştır.

Bu canavarlaştırma operasyonu, sadece Ermenistan’da olmamaktadır. Diaspora Ermenilerinin yaşadıkları ülkelerde de özel kamplarda ve konferanslarda bu operasyon yapılmaktadır. İşte kanıtı.

ABD’de yaşayan bir Ermeni kadın konu üzerine bir kitap yazmış. “Bir Varmış Bir Yokmuş”: Türkiye, Ermenistan ve ötesinde nefret ve olabilirlik üzerinden bir yolculuk adında. Burada yaşadıklarını ve konuya ilişkin düşündüklerini yazmış. Dilimize çevrilmedi kitap henüz. Haluk Şahin İngilizcesini okumuş ve tanıtmış kitabı 7 Nisan 2015 tarihli Yurt Gazetesi’nin kitap ekinde. Şöyle tanıtıyor H. Şahin, kitabı ve yazarını:

“Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılış döneminde yaşanan Ermeni faciasının 100. yılındayız. Ermenistan, Ermeni diasporası ve dünyanın dört bir yanına yayılmış olan Ermeniler bu acılı yılı anmak için çeşitli etkinlikler düzenliyor, filmler yapıyor, kitaplar yayınlıyorlar.

“Benim açımdan çıkanlar arasında en önemlisi Melin Toumani’nin kitabı: “There Was and There Was Not: A Journey Through Hate and Possibility in Turkey, Armenia and Beyond”. (Bir Varmış Bir Yokmuş: Türkiye, Ermenistan ve Ötesinde Nefret ve Olabilirlik Üzerinden Bir Yolculuk) 2014’ün Kasım’ında çıktı. Ama tartışması 2015’e taştı ve daha uzun zaman devam edeceğe benziyor. Ben Kitabı Aralık’ta Santa Barbara’da alıp bir solukta okudum. Umarım Türkçe’ye de çevrilmektedir ve yakında yayınlanır.

“Türk korkusuyla gençlik yılları

“Meline Toumani, İran kökenli bir Ermeni kızı olarak ABD’nin New Jersey eyaletinde büyümüş. Ama diasporada bir Ermeni çocuğu olarak “kimliği”ni, yazın katıldığı Ermeni gençlik kamplarında edinmiş. Çünkü bu kampların asıl amacı Ermeni çocuklarını milli ruhla donatmak adına Türk nefretiyle doldurmakmış. Şiirler, korkunç hikâyeler, sloganlar, savaş antları… Hayatında hiç Türk görmemiş olan küçük kız, müthiş bir Türk korkusu ile girmiş gençlik yıllarına.

“Ancak, daha sonraki yıllarda içine bir kuşku kurdu düşmüş: Nedir bu Türk takıntısı? Kendi kimliğimi ille bir başkasına duyulan nefret üzerinden inşa etmek zorunda mıyım? Aslında, şu korkunç Türkleri daha yakından tanısam fena mı olur?

“Düşman” takıntısından uzak

“Cesur bir genç kadın ve gazeteci olarak en doğru şeyin Türkiye’ye gidip kendi gözüyle görmek olduğu sonucuna varmış. Öyle de yapmış. Türkiye’ye iki kez gelmiş, ikincisinde uzun uzun, iki buçuk yıl kalmış, Türkçe öğrenmiş, gezip dolaşmış, Türk ve Türkiyeli arkadaşlar edinmiş…

“Ve döndükten sonra yaşadıklarını yazıp kitap halinde toplamış. “Bir Varmış Bir Yokmuş” işte o kitap.

“Türklerle konuştum, kendi gözlerimle gördüm, soykırım moykırım olmamış!” diyen bir kitap değil bu. Ama, Türkleri nefret objeleri olarak almayı reddeden, onların kendi aralarında farklı fikirler besleyen, iyisi ve kötüsü olan, “düşman” takıntısından uzak, zor yerlerden geçme çabasında, sorunlu bir toplum olduğu duyarlılığı ile yazılmış bir kitap. Evet, duyarlı, hatta Türklere karşı duyarlı. Diaspora edebiyatında pek görmediğimiz bir şey bu.” (Yurt Gazetesi Kitap Eki, 7 Nisan 2015)

Görüldüğü gibi, Ermeni kadıncağızın gençlik yılları, bu zehir tacirleri, kin ve nefret tohumu tüccarları tarafından zehir ediliyor. Ama kutlarız ki kadıncağız cesur davranıyor. Gidip şu “korkunç Türkler”i yakından tanıyayım, işin aslını öğreneyim, diyor. Türkiye’ye gelip iki buçuk yıl kalıyor, Türkçe de öğreniyor.

Bakıyor ki Türkler, korkulacak insanlar değil. Kendi halinde kendi dertleriyle boğuşan, kafası karışık insanlar.

Bu kadıncağız “Soykırım Yalanı”nı ben tanımıyorum filan demiyor kitabında. Sadece Türklerin korkunç yaratıklar olmadığını söylüyor ve de “kör nefret ile nereye kadar?” sorusunu soruyor kendi halkına.

İşte bu tutum, Batılı Emperyalistlerle eklemlenmiş Diaspora Ermenilerini ve burjuva Ermenistan Cumhuriyeti’ndeki milliyetçi Ermenileri küplere bindiriyor.

Haluk Şahin, tanıtım yazısında şu satırları yazıyor:

“Ve Tabiî, zavallı kadının, Ermenistan ve Amerika’daki milliyetçi Ermeniler tarafından bir tek linç edilmediği kaldı. Kitabın boykot edilmesini istediler, hakaret dolu yazılar yazdılar, konuşmalarının sonunda olay çıkardılar…” (agy)

Demek ki bu Soykırım yalanlarının kazanının emperyalistlerce bu denli kaynatılmasının sebebi, yukarıda andığımız Gladstone’un ve Lloyd George’un önerilerinin hayata geçirilmesidir. Yoksa, niye emperyalist haydutlar bu savaş propagandası yalanın bu denli peşine düşsünler, takipçisi olsunlar?

Oysa asıl soykırımcı kendileridir. 10 milyonlarca Amerikan yerlisini tam bir soykırımla kökünü kazırcasına katleden ABD Emperyalistleridir. Ortadoğu’da ortalama 6 milyon civarındaki Müslüman Halkı 1990’dan bu yana yaptığı saldırı ve işgallerle yok eden ABD ve AB Emperyalistleridir. Siyah Afrika Halklarını, Hindistan Halkını, Avusturalya-Yeni Zelanda Halkını acımasızca katliama uğratan ve sömürge statüsüne düşüren Avrupa’nın emperyalistleridir. Bunların yaptığı katliamların, soykırımların hangi birini sayalım? Say say bitmez ki.

Bir de utanmıyorlar, arlanmıyorlar, tam bir iki yüzlülükle, alçaklıkla Türkleri suçluyorlar…

Dedik ya; içerideki devşirilmiş işbirlikçi hainler de bunlarla el ele kol koladır, diye. İşte bunların medyası da 24 Nisan törenlerini yerinde izleyip oradan yazılar geçmek için muhabirler göndermiştir Erivan’a. İzlesinler ve geçsinler bakalım. O törenler bilindiği gibi, “Soykırım Müzesi” denen yalanlar ve iftiralar merkezinin önünde yapılmaktadır. O “müze”de neler bulunduğuna dair de bir örnek vermiş olalım:

“Bilkent Üniversitesi Tarih Profesörü Doktor Jeremy Salt, Ermeni iddialarına dayanak gösterilen ve Soykırım Müzesi’nde asılı duran “Türk resmi görevlisi, açlıktan ölmek üzere olan Ermeni çocuklara ekmek göstererek alay ediyor” fotoğrafının, fotomontaj olduğunu kanıtladı.

“Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde ders veren, Osmanlı Ermenileri üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Avustralyalı tarihçi Prof Dr. Jeremy Salt’ın dikkatini, Oxford Üniversitesi tarafından yayınlanan okuduğu kitaptaki fotoğraf çekti. Erivan’daki Soykırım Müzesi’nde de sergilenen ve St. Lazar Mkhitarian koleksiyonuna ait olduğu belirtilen fotoğrafın altında “Türk resmi görevlisi açlıktan ölmek üzere olan Ermeni çocuklara ekmek göstererek alay ediyor” yazıyor.

“OKURKEN FARK ETTİ

“Arama motoru Google’a ‘starving armenian’ (Açlıktan ölen Ermeniler) yazıldığında da karşınıza çıkan bu fotoğraf Ermeni iddialarının sembol fotoğrafı. Donald Bloxham’ın 2005 yılında yayınlandığında büyük ses getiren “The Great Game of Genocide. Imperialism, Nationalism and the Destruction of the Ottoman Armenians’ (Büyük Soykırım Oyunu. Milliyetçilik ve Osmanlı Ermenilerinin Yok edilişi) adlı kitabında da yer aldı. Zaten düğüm Prof. Salt’ın bu kitabı incelemeye başlamasıyla çözüldü.

“HaberTürk’e konuşan Prof. Salt, sözlerine “Sahtekârlığı, 2008 yılında Donald Bloxham’ın Büyük Soykırım Oyunu adlı kitabını incelerken fark ettim” diye başladı. Kitabın ‘tek taraflı’ yazılmış olmasının kendisi açısından dikkat çekici bir unsur olduğunu kaydeden Prof. Salt şöyle konuştu:

“Soykırım iddiaları tek yanlı olarak ele alınmıştı. Ancak benim en çok dikkatimi çeken yazılardan çok parlak kâğıda basılmış bir dizi fotoğraftı. Özellikle de bir fotoğraf… Bu fotoğrafta ceket ve kravatlı bir adamın etrafında yırtık pırtık elbiseli çocuklar vardı. Adam elinde ekmek tutuyor, etrafını saran çocuklar ellerini açmış ekmeğe ulaşmaya çalışıyordu. Nereden bakılırsa bakılsın iç burkan bir sahne.” Prof. Salt işte burada biraz duraksadı ve sözlerini kocaman bir “Ama” ile sürdürdü:

“‘MANTIK HATALARI VAR’

“Fotoğrafla ilgili yazılan bilgide aç Ermeni çocuklarla alay eden Türk resmi görevlisi olduğu belirtilmişti. Eğer iddia edildiği gibi I. Dünya Savaşı sırasında çekilmişse oradaki Osmanlı memuru olmalıydı, Türk resmi görevlisi değil. Fotoğraftaki adam ceket ve kravat giyiyordu. Oysa Osmanlı memurunun boyna kadar düğmelenmiş yakasız gömlek ve fes giymesi gerekmez miydi?” Prof Salt fotoğrafı inceledikçe şüphelerinin arttığını söyledi.

“ANALİZLE KESINLEŞTİ: SAHTE

“Fotoğrafa bakarken adamın ceketi boyunca giden bir çizgi dikkatimi çekti. Fotoğrafı eğerek ışığı yakalamaya çalışınca adamın sağ tarafıyla sol tarafı arasında kalan pürüzlü, düzgün olmayan bir çizgi fark ettim. Ceketin bir tarafı diğerinden daha koyuydu. Sonra fotoğrafın geri kalan kısımlarına baktım. Adamın kafasının arkasındaki duvar birdenbire beyaz bir boşluğa dönüyordu. Dikkatlice incelediğimde yerde yatan çocuklardan birinin bir eli sıska, diğeri toplucaydı.

“Prof. Salt şüpheleri artınca fotoğrafı Ankara’da bir fotoğraf uzmanına götürmüştü. Çıkan sonuç şüphelerinde haklı olduğunu gösteriyordu:

“Fotoğraf laboratuarında 10 dakika süren analizde fotoğrafın pikselleri 2 bin 400 kez büyütüldü. Evet, fotoğraf sahteydi. Fotoğrafı inceleyen uzmanlar fotoğrafın birçok yerden alınmış parçalardan oluştuğunu net bir şekilde tespit ettiler. Fotoğraftaki adam figürü tamamen derlemeydi. Yerde oturan çocuklardan birinin elinde bir şey varmış gibi duruyordu. Oysa elinde hiçbir şey olmadığı ortaya çıktı. Taklitçi belli ki çok dikkatli davranmadığı için başka bir yerden kopyaladığı fotoğrafta çocuğun parmak kenarlarını kesmek için çok zaman harcamamış.

“OXFORD KİTAPLARI İMHA ETTİ

“Sorularına tatmin edici cevap alamayan Prof. Salt konuyu İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu’na taşıdı. Federasyonun genel koordinatörü ve ‘Asılsız İddialarla Mücadele Komitesi’ Başkanı Servet Hassan, 19 Ekim 2009’da Oxford Yayınları Tarih Editörü Christopher Wheeler’a şikâyet mektubu gönderdi. Hassan süreci şöyle anlattı:

“Wheeler’a gönderdiğimiz şikâyet mektubuna 2 Kasım’da yanıt geldi. Hata yaptıklarını, birkaç parçadan oluşan fotoğrafın fotomontajla bir araya getirildiğinin anlaşıldığını, yani fotoğrafın sahte olduğunu kabul ediyordu. Ama konunun kapanmasını sağlamak için de, ellerinde bulunan ilgili kitabın tüm stoklarını imha ettiklerini söylüyordu. Ama bu yeterli değildi. Çünkü bu kitap başta İngiltere olmak üzere dünyadaki birçok ülke kütüphanesine dağıtılmıştı. O kitapların da toplatılması gerekiyordu.”

“TİKSİNDİRİCİ BİR SAHTEKÂRLIK

“Fotoğrafın sahte olduğunu anlamak için birkaç dakikalık ayrıntılı bir incelemenin yeterli olduğunu söyleyen Prof. Salt, “Benim kısa sürede gördüğümü Oxford Üniversitesi Yayınları yetkilileri göremedi mi? En azından içlerinde hiçbir şüphe oluşmadı mı?” diye sordu, sonra da sorusunu cevapladı:

“Mutlaka birileri şüphelenmiştir. Peki, buna rağmen fotoğraf neden basıldı? Çünkü Ermeni iddiaları artık tarihten çok teolojiye geçti, tabu haline geldi. Tarih kutsallaştırıldığında, gerçek bilindiğinde soru sormaya gerek kalır mı? Kalmaz.

“O zaman editörler de şöyle düşündü: ‘Tabii ki, Türk resmi görevlisi Ermeni çocuklarla dalga geçecektir, o halde neden basmayalım?’ Ortaya çıkan tiksindirici bir sahtekârlık ama maalesef bu konudaki tek sahtekârlık değil!”

“FOTOĞRAFA YİNE YER VERECEKLER

“Oxford Üniversitesi sahteciliğin anlaşılmasından sonra, fotoğrafa yeni basımda da yer vereceğini açıkladı. Ancak bu kez altına “Bu fotoğrafı her iki tarafın da başvurduğu sahtekârlıklara örnek teşkil etmesi için yeniden yayınlıyoruz.” cümlesinin yazılacağını bildirdi. Servet Hassan ise buna karşı çıktıklarını belirtip “Sahtekârlar belli. Türk tarafında sahte belge yok. Kaynağının çarpıtılmadan yazılmasını istedik.” dedi.

“İŞTE FOTOĞRAFTAKİ SAHTEKÂRLIKLAR

“1. Dünya Savaşı’nda çekilmiş olsaydı adam Osmanlı memuru olmalıydı, Türk görevlisi değil.

“Fotoğraftaki adam ceket ve kravatlı. Oysa Osmanlı memurunun boynuna kadar düğmelenen yakasız gömlek ve fes giymesi gerekirdi.

“Fotoğrafın pikselleri 2400 kez büyütülünce birçok fotoğraftan alınmış parçalardan oluştuğu net olarak tespit edildi.

“Adam figürünün tamamen derleme olduğu anlaşıldı.

“Çocuklardan birinin elinde bir şey varmış gibi görünüyor. Oysa elinde hiçbir şey olmadığı ortaya çıktı.

“Başka bir yerden kopyalanan çocuğun parmak kenarları kesik kalmış.

“Çocuklardan birinin, bir kolunun diğer kolundan çok daha ince olduğu anlaşıldı.

“Adamın arkasındaki duvar, birdenbire beyaz bir boşluğa dönüşüyor.” (http://akademikperspektif.com/2011/12/25/ermeni-iddialarindaki-fotomontaj-sahteciligi/)

Böyle namussuzca, ahlâksızca üretilmiş sahte belge, daha yığınla vardır Ermeni koleksiyonlarında. Hangi birini sayalım. Sahte “Aram Andonyan Telgrafları”nı mı?

Mustafa Kemal’i Bir sandalyede oturur gösteren fotoğrafa, fotomontajla yerleştirilmiş bir kesik baş ekleyerek, “Türklerin lideri katlettirdiği Ermeni çocuğun başı önünde keyifle oturuyor”, diye altına açıklama yazan iğrençliği, alçaklığı mı?

Ve de savaşı protesto etmek amacıyla bir Rus ressam tarafından yapılmış ve Moskova Müzesi’nde bugün de sergilenmekte olan kafataslarından oluşan piramit ve kargalar resmedilmiş tablo için “Türkler kestikleri Ermenilerin kafataslarından böyle piramit oluşturdular”, diyen alçakça, iğrenççe iftirayı mı? Bir de bunu görelim:

“(…)

“Görevli olarak Edirne’de bulunduğum yıllarda, Yunan devlet televizyonları EPT 1 ve EPT 2’yi de izlerdik. Bu kanallarda, yılda en az 15-20 kez, bir kafatası yığınını gösteren birtakım programlar yayınlanırdı. Kafatasları bir piramit oluşturacak şekilde üst üste konulmuştu. Piramidin fotoğrafı, siyah beyaz ve silikti. Program boyunca Türkiye’den söz edilir, söz konusu fotoğraf da program süresince ekrana yapışıp kalırdı. O fotoğraf; bir sağından, bir solundan, bir ortasından, bir alt kısmından, bir üstünden zumlanır; diskolardaki gibi, zum oranı artırılıp azaltılarak gelgitler yapılır, bununla izleyicilerin dikkat kesilmesi amaçlanırdı.

“Derken, kısa bir süre sonra, Bulgar devlet televizyonu БНТ de devreye girdi. Benzer programlar üst üste yayınlanıp duruyor, bizlerse ne dediklerini pek anlayamıyorduk. Sorduğumuz kişilerse ya seyretmemişlerdi ya da bizim gibi anlamayanlar takımındandılar.

“İstanbul’a döndüğümde, kablolu kanallarımızda yer alan ve Belçika, Fransa, Kanada başta olmak üzere Fransızca konuşan uluslar topluluğuna yönelik yayın yapan Frankofon televizyon kanalı TV5’te de aynı fotoğrafı gördüm. İlginç bir olaydı bu… Çünkü TV5; programlarında yerli yersiz Türkiye’ye saldıran, Türkiye aleyhinde yayın yapma fırsatı arayan kişilerce yönetilen, kalitesi vasatın altında kalmış istasyonlardan biriydi. Buna karşın, yayın yaptığı ve etkileme fırsatı bulduğu ülke sayısı da insan sayısı da hayli fazlaydı.

“Türkiye’deki kablolu yayın hizmetleri, bugünkü gibi özel firmalara dağıtılmadığından, hâlâ devlet eliyle yönetilmekteydi. Bu iş bir bakanlığa bağlıydı. O bakanlığın başında da milliyetçiliği kimseye bırakmayan MHP’li bir bakan vardı. İşte o bakanın yayın onayı verdiği kanaldı TV5…

“Malum fotoğraf, aynı günlerde, İngiliz BBC’de de boy gösterdi. İşin aslı anlaşılmıştı. Fotoğraftaki yığın, “Öcü Türklerin, 1915 yılında kestikleri melek Ermenilerin kafataslarından oluşuyordu (!)”.

“Aman Allah’ım, vur Türklere; vur! Eline ne geçerse onlarla vur!

Ermeni’si, Yunan’ı, Fransız’ı, İngiliz’i, Kanadalısı, Amerikalısı vurur da Alman’ı, Belçikalısı, Hollandalısı durur mu?

“Durmaz! Onlar da vuracak tabii…

“Attıkları nara da şu: “İşte, soykırımın belgesi!”…

“Hangi ülkenin televizyonunda yayınlanırsa yayınlansın, fotoğraf fluydu. Televizyonlar rengârenk, ünlü fotoğrafımızsa siyah beyazdı. Bu nedenle herkes; fotoğrafın eskiliğine inanmış, hatta bazı tanıdıklarımızdan, “Ermenileri kesmişiz ki, adamlar orijinal fotoğrafı gösteriyorlar.” sözlerini duyar olmuştuk.

“Malum, milletçe teslimiyeti sever, yabancıların her söylediğini, bir karış açılmış ağızlarla hayran hayran dinlerdik.

“Birden bir yanlış yapıldı. Çağ dijital haberleşme çağıydı. Diaspora, Türkler tarafından pek okunmayan; Ermeni, İngiliz, Fransız, Kanada, Yunan, Bulgar, Alman gazetelerinde sıkça yayınlanan bu fotoğrafı, internette bulunan çok sayıdaki sitelerinde de yayınlayıverdi. Ardından başlayansa rezillikler zinciriydi.

“Fotoğraf sahteydi. Hatta fotoğraf bile değildi. Ünlü bir ressamın elinden çıkmış bir tabloydu. Öyle kafalara kazınmaya çalışıldığı gibi siyah beyaz da değildi.

“Ressam her cismi orijinal rengiyle resmetmişti.

“1915 Olayları”nda yaşanmış bir anı gösterdiği söylenerek, aşağılık bir propaganda malzemesine döndürülen bu tablo, 1904 yılında ölen o ressamın eseriydi. Tablonun yapılış tarihiyse 1871…

“1915’te olduğu iddia edilen olaylardan tam 11 yıl önce ölmüş bir ressamın, ölmeden 33 yıl önce yapmış olduğu bir tabloydu bize karşı kullanılan. On bir ile otuz üçü topladığımızda vardığımız noktaysa 1915’ten tam 44 yıl öncesiydi.

“Yani, iddia edilen soykırım olaylarından tam 44 yıl öncesi…

“İsterseniz 1871’den 1915’e kadar, parmak hesabıyla(!) yapın sağlamanızı. Sonuç aynı, şaşmıyor.

“Bir şey daha var, bir ihtimal, ama çok önemli bir ihtimal:

“Tabloya konu olan kafataslarının, Türklere ait olabileceği… Ruslarla yapılan bir savaş sonrası; gözünü kin bürümüş bir Rus komutan tarafından, ibret alınsın diye üst üste dizdirildiği…

“Sizi gidi sahtekârlar sizi!”…

“Sizi gidi tarih hırsızları sizi!”…

“Kime mi söylüyorum: Tabii ki bu fotoğrafı kullanan tüm ülkelere, tarihçilere, politikacılara ve Türkiye’de yuvalanmış uzantılarına…

“Allah topunun…

“Söylediğim şudur: 1915 “Ermeni Soykırımı”nın belgesi diye, pişirilip pişirilip önümüze sürülen soykırım fotoğrafının aslında bir tablo olduğu, konusunun 1915’ten çok çok önce Çarlık Rusyası ordularının yaptığı bir savaşla ilgili olduğu, hâlen Moskova’daki önemli bir devlet müzesinde bulunduğu…

“Sahtekârlık tarihinin zirvesinde gezinen rezilleri tarihin çöplüğüne atıp, tabloyla ilgili bilgileri bu kez de bir araya toplayarak yazıyorum.

“RESSAM: Vasily Vasilyevich Vereshchagin

“TABLONUN ADI: Apotheosis (Türkçe karşılığı Tanrılaştırma)

“TABLONUN KONUSU: Savaşın ilahlaştırılması

“RESSAMIN DOĞUM YER-YILI: Çerepovets, Ç. Rusyası, 1842

“RESSAMIN ÖLÜM YER-YILI: Port Arthur, Çin, 1904

“RESSAMIN TEBAASI: Çarlık Rusyası

“TABLONUN YAPILDIĞI DÖNEM ve YIL: Çarlık Rusyası 1871

“TABLONUN HÂLEN BULUNDUĞU MÜZE: Dünyanın en önemli güzel sanatlar koleksiyonlardan önemli bir kısmının bulunduğu Rusya’daki Государственная Третьяковская галерея “Tretyakov (Tretyakovskaya) Devlet Galerisi”

“Vasily Vasilyevich Vereshchagin – [1842-1904]Hadi, Ermenilerle Fransızların; yalan, iftira ve sahtekârlıklarına alıştık. Ya diğer ülkelere ne demeli? Hele hele bu tablonun ne olduğunu, kimin yaptığını, nerede bulunduğunu çok iyi bilen Rusya’nın; bunca yıldır hiç ses etmemesini nasıl karşılamalı?

“Sahtekârlıkları bir kez daha tescillenen diğer devletler de aynen Ruslar gibi, yüzsüzce sustular. Sustular dediğimi yanlış anlamayın, onlar yalnız Apotheosis konusunda sustular. Yoksa hâlâ yüzsüzler.

“Taziyeci Başbakan” Ermeniler konusunda öyle büyük tarihî fırsat kaçırmıştır ki nasıl anlatsam bilemedim. Bunu da sonraki yazılarımda ele almak isterim. Seçim oyunu oynayacağına, biraz da ülkesini temsil ettiğini hatırlayabilseydi, soykırım konusunda bir çırpıda büyük sıçrama yapabilirdik. Maalesef, her zaman olduğu gibi, yine yanlış yola saptı.

“Tablodaki kargalar bile olan bitene gülüyorlar.

“Başbakan’dan, Ermenistan’dan, Ermenilerden, “Türkiye tarihiyle yüzleşmeli” diyenlerden, Türkiye’de yuvalanmış “Özürcüler”den; atalarımız, şehitlerimiz, kendimiz, çocuklarımız, torunlarımız ve Türkiye adına özür bekliyoruz.

“Aslında beklemekte olduğumuz özürler bu kadarla sınırlı değil.

“Onları da zamanı geldikçe konuşacağız.”

“(…)

“Günay Tulun” (http://www.turkishnews.com/tr/content/tag/ermeni-soykirimi-yalani/)

Cahil insanları aldatarak zehirlemeyi amaçlayan bu şerefsiz zehir tüccarlarına ne demeli acep?

Ne denebilir sizce?

Utanın, diyelim. Yazıklar olsun size, diyelim ve de bırakın bu düzenbazlıkları da başarabilirseniz birazcık da olsa insan olmaya çabalayın, diyelim…

Şimdi de gelelim Sosyalist Kamp’ın 1991’deki çöküşünden sonra ABD’nin dümen suyuna girerek onunla eklemlenmiş ve onun hizmetine girmiş Amerikancı Kürt Hareketi’nin bu emperyalist yalana dört elle sarılarak onu hararetle savunuşuna. Kawa’nın bu yüzkarası torunlarına.

Bunlar da ABD’li efendilerine, AB’li efendilerine şirin görünebilmek için onların bu propaganda malzemesi yalan ve iftirasını iştahla savunuyorlar. Böyle yapmakla atalarına karşı da ihanet etmiş, dolayısıyla da suç işlemiş oluyorlar. Çünkü Ermenilerin geçen yüzyılın başlarında hak iddia ettikleri ve buralarda bağımsız bir Ermeni devleti kurma amacıyla savaşa giriştikleri toprakların ezici çoğunluğunu bugünkü Kürt illeri oluşturmaktadır.

Bilindiği gibi Ermeniler İskenderun Körfezi ile Trabzon’u birleştiren bir hattın doğusunda kalan bölgenin tamamını talep etmektedirler.

Sevr Haritası da Diyarbakır’la Hakkari arasındaki dar koridoru ayrı tutmak kaydıyla bugünkü Kürt illerinin hemen hemen tamamını Ermenistan’la Fransız sömürgeciler arasında paylaştırmaktadır.

İşte o haritayı parçalayarak emperyalist saldırganların suratına fırlatıp atan bizim Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaş’ımızdır. Onun başkomutanı da Mustafa Kemal’dir.

Bu savaşta İngiliz, Fransız ve Amerikan Emperyalistleri bütün çabalarına rağmen Kürt Halkını Türk Halkından koparamamışlar, böylece de hainane amaçlarına ulaşamamışlardır. İki halk kardeşçe omuz omuza vererek Çanakkale’de olduğu gibi Birinci Kuvayimilliye’de de emperyalist talancıları hezimete uğratmıştır.

Ne diyor Ermenistan’ın kadın ve çocuk katili cumhurbaşkanı Serj Sarkkisyan, üniversite öğrencilerine hitaben yaptığı bir konuşmada?

“Karabağ’ı biz aldık, Ağrı’yı size emanet ettik.”

Yani gerisini siz getireceksiniz, diyor.

Ne diyor Taşnak milletvekilleri?

“Türkiye’yle ilişkilerimizin normalleşmesi için Türkiye’nin Sevr’i tanıması gerekir”, diyor. “6 vilayeti bize vermesi gerekir”, diyor.

Ne diyor Diaspora’daki Ermeni temsilcisi Amerika’da?

“ERMENİSTAN’IN TOPRAK TALEBİ

“ABD’de Ermeni diasporasının lideri sayılan Harut Sassounian, Armenian Weekly gazetesi için Ermenilerin “Batı Ermenistan” dediği bugünkü Doğu Anadolu toprakları üzerindeki taleplerini yazdı.

“ABD‘de Ermeni diasporasının lideri sayılan Harut Sassounian, Armenian Weekly gazetesi için Ermenilerin “Batı Ermenistan“ dediği bugünkü Doğu Anadolu toprakları üzerindeki taleplerini yazdı. Harut Sassounian’ın makalesinde sıkça sorulan sorular ve bunlara verilen yanıtlar şöyle:

“1- Soykırım suçları iddialarının 100 yıl sonra zaman aşımına uğradığı doğru mu?

“Hayır. 26 Kasım 1968’de, BM Genel Meclisi soykırım dahil insanlığa karşı işlenen tüm suçların herhangi bir kısıtlamaya maruz kalmayacağına dair kararını kabul etti. Bu anlaşmanın 1’inci maddesi, “Tarih ve zaman aşımı dahil hiçbir sınırlama bu suçlara uygulanamaz” diyor. Bu nedenle 1915’in üzerinden ne kadar zaman geçtiğinin önemi yok. Soykırımı da içeren savaş ve insanlığa karşı suçlar her zaman yargılanabilir.

“2- Ermenilerin Batı Ermenistan’ı (Doğu Anadolu) geri alması gerçekçi bir ihtimal mi?

“Hiç kimse Türk liderlerin Ermenilere topraklarının tek bir parçasını bile gönüllü şekilde verecekleri ilüzyonuna kapılmamalı. Toprak genellikle güçle alınır. Ermenistan askeri anlamda Türkiye‘den zayıf olduğu için Türkiye’de yaşanacak öngörülemeyen gelişmeleri beklemek zorunda. Mesela iç savaş, bölgesel çatışmalar, Kürt isyanı, doğal felaketler gibi güç boşluğu yaratacak ve dünyanın bu bölümünde sınırların değişmesine neden olacak gelişmeler… Hukuki haklarını talep edebilecekleri an gelene kadar Ermeniler bu isteklerini kuşaktan kuşağa aktarmalılar.

“3- Eğer bu topraklar geri alınırsa Ermeniler burada azınlıkta kalmayacak mı?

“Evet eğer bugün Batı Ermenistan (Doğu Anadolu)  Ermenilere verilirse bu doğru olur. Fakat daha önce de dediğim gibi bu gerçekleşmeden önce büyük olayların yaşanması lazım ve bunların bölgedeki demografik sonuçları Kürtler, Türkler ve Ermenilerin kalan alanlardaki durumlarını değiştirebilir. Kimse demografik statükonun aynı kalacağını varsayamaz.

“4- Eğer Batı Ermenistan geri alınırsa diaspora konforlu yaşamını bırakıp gelir mi?

“Burada mevzu Ermenilerin kendi tarihi evlerine yerleşme haklarıdır. Bu topraklar döndüğünde, nerede yaşayacaklarına Ermeniler karar verecek. Bu Türkiye’nin meselesi olmamalı. Tüm Yahudiler İsrail‘de mi yaşıyor? Yakın Ortadoğu ülkelerinde yaşayanlar Batı Ermenistan’ı tercih edeceklerdir.” (Milliyet, 09 Ağustos 2012)

Niyetler apaçık ortada, değil mi?

Ahmaklar bile anlar bu satırlarda ne dendiğini.

Kuşkusuz Amerikancı Kürt Hareketi’nin halklara ve Tarihe ihanet içinde olan liderleri de anladı bunları.

Onlar, kendilerince şöyle bir hesap yapıyorlar:

Türkiye’nin işini elbirliğiyle bir bitirelim de Ermenistan’la kozumuzu sonra paylaşırız, biz kocaman Kürdistan’ız. Küçücük Ermenistan’ı nasıl olsa haklarız, bize diş geçiremez.

Yanılıyorlar. Hem de fena halde yanılıyorlar.

Küçücük İsrail’in koca Arap Dünyasına 60 küsur yıldan bu yana kan kusturduğu meydandadır. demek ki mesele küçük ülke büyük ülke olma meselesi değildir. ABD’nin ve AB’nin kimden yana olacağıdır mesele.

Şuradan buradan devşirilmiş IŞİD’in bile Rojova’da, Kobane’de, Irak Kürdistanı’nda neler yaptığı da yine meydandadır. Objektif tespit şudur: Eğer ABD Hava Kuvvetlerinin havadan vurması ve Irak Ordusu’nun karadan vurması olmasaydı bugün IŞİD ne Rojova bırakacaktı, ne Kobane ne de Erbil, Süleymaniye. Buralardaki Kürt Halkı yine geçmişte olduğu gibi canını kurtarmak için Türkiye sınırları içine kendisini atacaktı. Fakat ABD IŞİD’in bunu yapmasını istemedi. Tam tersine, Kürt bölgelerini korumasına aldı. Bugünkü çıkarı öyle gerektirdi…

Fakat, Kürt Meselesi’nin Amerikancı çözümünün hayata geçmesi durumunda yani Türk ve Kürt Halklarının birbirinden koparılması durumunda Kürt Halkı da Türk Halkı gibi tek başına kalacaktır. Ve o zaman da haritası ABD tarafından çizilecektir. ABD Emperyalistleri kendi namussuzca çıkarlarına en uygun gelecek şekilde çizeceklerdir Kürdistan Haritasını…

Soralım şimdi:

ABD ve AB Emperyalistleri Müslüman Kürdistan’ı mı kendilerine yakın bulurlar yoksa Hıristiyan Ermenistan’ı mı?

Bizce Ermenistan’ı tercih edeceklerdir. Ve Ermeni taleplerinin en azından önemli bir bölümünün gerçekleşmesi için gereken planı sinsice yapıp uygulamaya koyacaklardır. Bundan kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

Burada Amerikancı Kürt Hareketi’nin liderlerine soruyoruz, dürüstçe cevaplasınlar. Tabiî eğer yapabilirlerse:

Bugünkü Kürt illeri Kürdistan’ın bir parçası mıdır, yoksa Tarihi Ermenistan dolayısıyla da Ermenistan’ın bir parçası mıdır?

Osmanlı bu Kürt illerini alın buralarda siz bağımsız bir devlet kurun, diyerek Ermenistan’a vermemekle yanlış mı yapmıştır?

Eğer Osmanlı yanlış yapmışsa o yanlışı bugün düzeltmek, ortadan kaldırmak, ona yanlış diyenlerin sorumluluğu değil midir?

Evet, Osmanlı yanlış yapmıştır, biz bunu düzeltiyoruz ve talep edilen Kürt illerini Ermenistan’a veriyoruz ya da verilmesini savunuyoruz, diyebiliyor musunuz?

Eğer bütün bunlara hayır diyorsanız o zaman namuslu olun. Osmanlı’nın ve Türklerin sırtından demokratı oynamayın. Osmanlı, Türk, Kürt atalarımıza ihanet içinde olmayın. Onlara “soykırımcı” vesaire türünden iftiralar atmayın. Yazıktır, ayıptır, günahtır.

ABD ve AB Emperyalistleri, tarihlerinin her döneminde nereye adım atmışlarsa ölüm celladı onların hep yanı başında olmuştur. Masum dünya halklarına kan kusturmuştur, ölümler, işkenceler, açlıklar, kırımlar sunmuştur onlara.

Dünyada en büyük haydutluğu, en büyük katliamları, canilikleri, vicdansızlıkları, soykırımları hep bu emperyalist haydut sürüleri yapmıştır.

Onlar, Ortadoğu’dan, Afrika’dan, Asya’dan, Latin Amerika’dan kovalanıp kendi ülke sınırları içine hapsedilmedikçe dünya halklarına, mazlum milletlere rahat yüzü yoktur…

İşte bu Ermeni Soykırımı emperyalist yalanıyla da Ermeni, Kürt, Türk Halklarını birbirlerine boğazlatmayı ve böylece bölgemizi kan deryasına, dolayısıyla da yeni bir cehenneme çevirmeyi amaçlıyorlar. Her yerde olduğu gibi onların çıkarı böyle aşağılık, pis, utanç verici oyunlar oynamayı, cinayetler işlemeyi gerektirir.

Yanlış anlaşılmasın; bizim Ermeni Halkıyla hiçbir sorunumuz yok. Onlara karşı asla olumsuz bir duygu ve düşünce beslemiyoruz. Keşke emperyalist çakallar 100 küsur yıl önce aramıza girmeseydi de eskiden olduğu gibi yüzyıllarca süren kardeşliğimiz aynı şekilde devam edip gitseydi. Ve bugün ülkemizde milyonlarca Ermeni kardeşimiz de yaşıyor olsaydı. Komşu olsaydık, arkadaş olsaydık, dost olsaydık onlarla. Şehirlerde, kasabalarda, köylerde, mahallelerde, işyerlerinde yan yana olsaydık.

Ama ne çare… Emperyalist haydutlar girdi araya, o trajediyi yaşattı bizlere. Her üç halkı da acılara boğdu.

Biz diyoruz ki yetsin artık yaşanan acılar. Bir daha aramıza sokmayalım emperyalist haydutları. onların girdiği her yerde hiç yoksa bile düşmanlıklar ortaya çıkar, kötülükler oluşmaya başlar. kanmayalım bunlara.

Bizim dileğimiz ve mesajımız budur… 23.04.2015

***

Gerçek Marksis-Leninistler, herhangi bir sosyal, tarihsel, siyasi sorunu işte böyle ele alır, böyle çözümler ve böyle ortaya koyar. Biz İşçi Sınıfı devrimcileriyiz. Laf gevelemek ya da sorunlardan kaçmak bizim harcımız değildir.

Yukarıda da dediğimiz gibi gerçeği görüp gerçeği göstermektir bizim görevimiz… 11.01.2016

HKP Genel Başkanı
Nurullah Ankut