HKP’li Dayı’nın Toplumsalses röportajında Yeni Sahte KP’nin Kültür Merkezi Komünistliği üzerine söyledikleri

KP-Görsel-HKP’li Dayı’nın Toplumsalses röportajında Yeni Sahte KP’nin Kültür Merkezi Komünistliği üzerine söyledikleri

Orhan Şahin: 1 Kasım’dan başlayalım. Şimdi 1 Kasım sonuçlarına baktığımız zaman, Türkiye’de sol özneler içerisinde iki parti, iki siyasi parti oylarını arttırabildi. Biri Komünist Parti yanlış hatırlamıyorsam, biri de Halkın Kurtuluş Partisi.

Şimdi 1 Kasım sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu yükselişi neye bağlıyorsunuz? Ve 1 Kasım’dan sonra partinize gelen geri bildirimler nedir?

Nurullah Ankut: Öncelikle sizin tespitinizden başlayalım. Bu (Sahte KP diyoruz biz bunlara) oylarını aslında arttırmadı. 7 Haziran’da HDP’ye ödünç verdiği oylarını geri aldı. O bakımdan eski seçimlerde aldığı oya bakarsak onun gerisinde. Sadece HDP’ye ödünç giden oylarını geri almış oldu.

Orhan Şahin: Komünist Parti’nin oyları HDP’ye mi gitmişti?

Nurullah Ankut: HDP’ye giden oylarını geri almış oldu. Yoksa başka bir oy arttırması yok, bir çalışması da yok biliyorsunuz. Pratikte bir faaliyetleri de kalmadı artık. Sanal ortamda, bir kültür kulübü çerçevesinde çalışmaları var. Yani kültür-sanat faaliyetleri yürüten bir kulüp çerçevesinde bir anlayışları var. Aydınlar kulübü bir anlamda. Militan mücadele ruhları falan da iflas noktasında. Başta da zaten küçükburjuva hareketti; şimdi de artık iyice bitik durumdalar.

Orhan Şahin: Sizce bu durum şeyden sonra mı oldu? Biliyorsunuz Türkiye Komünist Partisi bölündü. Komünist Parti, Halkın Türkiye Komünist Partisi, hatta o da kendi içerisinde daha sonra Türkiye Komünist Hareketi diye. Komünist Parti bu çizgiye parti bölündükten sonra mı geldi sizce? Yoksa?

Nurullah Ankut: Yo yo. İlk çıkışıyla birlikte aynıydı.

Orhan Şahin: Peki, KP, daha militan bir yapıyız diye ifade ediyor da kendisini…

Nurullah Ankut: Onlar da biliyorsunuz (İbrikçi olan HTKP), HDP’ye ibrikçilik yapmaktan başka militan bir faaliyetleri, bir tutumları yok. Siz de izliyorsunuz. Yani bunların en sonunda gidecekleri yer ya HDP yandaşlığı, onun içinde eriyecekler yahut da düzene gidecekler. Başka gidecekleri bir yer yok.

Çünkü devrimci bir örgüt, aynı zamanda savaş örgütüdür. Yani fedakârlıklar, adanmışlıklar örgütüdür. Her zaman mızrak gibi duracaksınız. Hem pratikte cesaret bakımından, hem de ahlâken, hem de ideolojik bazda.

E, bu küçükburjuva aydınlarının biliyorsunuz en önemli özelliği, karakteristiği; bir uçtan bir uca savrulmaktır. Güç görünce yamulmak yani… Bu arkadaşların da tamamında böyle bir hastalık var. Bazen PKK’ye hafif, yandan çarklı böyle çok küçük dozda bir eleştiri yöneltiyorlar, Kandil’den, HDP’den azarı işitince de hemen dize geliyorlar. Tamam, biz aslında öyle bir şey demedik, biz öyle bir şey yapmadık filan diye hemen hizaya geliyorlar. Mesela Aydemir Güler’in, ANF’ye üç sene kadar önce verdiği bir röportaj var. Yani hâlâ internet ortamında bulunabilir. Bizde de var, elimizde de var. Tam PKK önünde bir diz çöküş, bir teslimiyet Aydemir Güler’in. O zaman… (Bu röportajın linki: http://haber.sol.org.tr/soldakiler/anfden-aydemir-guler-roportaji-haberi-56006)

Orhan Şahin: Ne diyor orada?

Nurullah Ankut: Bugüne kadar arada zaman zaman bazı anlaşmazlıklarımız oldu, Kürt hareketine gerekli desteği veremedik. Anlaşmazlıklar oldu, bu bizden de sizden de kaynaklandı ama bundan sonra olmayacak. Bundan sonra uyum içinde olacağız, desteğimizi vereceğiz. Röportajı bizzat kendiniz de okursanız açıkça görürsünüz, bir teslimiyet anlaşmasıydı, röportajıydı.

Şimdi Taksim’in kazanılmasında da, dikkat ederseniz biz baştan itibaren “Taksim vatandır” dedik. Yani orası sıradan bir meydan değil. Fiziki bakımdan İstanbul’un en büyük meydanı; şu anda bile 53 bin metrekare alana sahip. Ardından gelen Sultanahmet Meydanı 13 ya da 17 bin metre kare arasında, şimdi tam netleşemiyorum, bir alana sahip. Yani Taksim, hem en büyük meydan, hem Tarihi meydan.

Tarihi olarak orada Osmanlı’dan bu yana pek çok olay yaşanmış. Yani kentin bir simgesi Taksim Meydanı. Kentin tarihinin bir parçası. Bu bir yönü.

İkinci yönü, biz 1977 1 Mayısı’nda 34 şehit verdik orada. Ki orada Başkan Yardımcımız Mustafa Yoldaş vardı yanı başımızda, Ayhan Arkadaş vardı. Bizzat benim hemen yanı başımdan kurşun geçti. Sular İdaresinin üstünden atılan kurşun. Biz Sıraselviler Caddesi’nin önünü tutuyorduk blok halinde, arkadaşlarla beraber, grup olarak. Sular İdaresinden ilk atış başlayınca ben;  herhalde bizim bu Maocu gruplarla İsmail Bilen’in Eske Sahte TKP’si arasında falan bir çatışma, diye düşündüm. Sonra bir baktım, hemen sizin boyda, sizin yaşta bir arkadaş hemen yanı başımdaydı, “anam”, dedi. Giysisini yırttık baktık, kurşun buradan (sol göğsünün üstünden) girmiş tam sırttan çıkmış uzun namlulu silahla ateş edildiği için. Sular idaresi nerede, bulunduğumuz Sıraselviler nerede… Arada sanıyorum 100 metreyi aşkın bir mesafe var. Buna rağmen delip geçmiş kurşun. Dedim, yoldaş, hiç telaşlanma. Hayati bir yere değmemiş. Şuradan girmiş buradan çıkmış kurşun. Onun üzerine baktık ki üzerimize kurşun yağıyor. Hızla gözden geçirdik; en yakınımızdaki güvenli yer olarak eskiden Maksim Gazinosu adıyla kullanılan binayı gördük. Hemen arkadaşlarla kol kola girdik, tekmelerle kırdık kapıyı.

Biliyor musunuz bizim tâ öğrencilikten itibaren kapı açma yöntemimizi?

İki yanında duran iki arkadaşın boynuna dolar kollarını bir güçlü arkadaş. Sonra geriye çekilip havalanarak çift tekmeyi yapıştırır kapının ortasına; kapı ne kadar güçlü olursa olsun açılır. Bir ya da iki, bilemedin üç çift tekme sonunda kapı kilidi parçalanır, açılır. Parçaladık kapıyı. Sakince, “sakin olun arkadaşlar”, diyerek arkadaşları içeriye aldık. Doldu orası. Dışarıya çıktık ki, ortalık cehenneme dönmüş. Cesetler yerlerde yatıyor. Kazancı Yokuşu, ayakkabı ve üst üste yığılmış cesetlerle dolu. Ömrümde ben o kadar ayakkabının üst üste yığılı olduğunu görmedim. Belki yüzlerce, belki bin, iki bin ayakkabı… Çünkü o kalabalıkta, malum Kazancı Yokuşu’nun önüne de mavi renkli Fiat marka bir kamyonet durdurmuşlar, insanlar birbirini ezsin diye, boşalmasın diye, orada birbirini ezsinler diye. Kaçmak isterken ayakkabılar hep çıkmış işçi kardeşlerin ayaklarından…

Ankara’dan gelen diğer bir grup arkadaşımız da Beşiktaş’tan kortejle yürüyerek Gümüşsuyu Caddesi’nden alana girmişler, Gezi Parkı ile AKM arasındaki bir noktada bulunuyorlardı saldırı anında.

1977 Kanlı 1 Mayıs Katliamı’nı konu etmemizin sebebi, biz o alanı 34 şehidimizin kanıyla suladık. Yüzlerce yaralımızın kanıyla suladık.

O alanın her karış toprağı devrimci kanıyla sulandı. Ve hepimizin bildiği gibi, o kalleşçe, namussuzca saldırı ve katliamın planlayıcısı CIA yönetimindeki Kontrgerilla’nın Türkiye şubesiydi.

12 Eylül Faşist Darbesi’ne zemin hazırlamak için binlerce devrimcinin katledilmesi gerekiyordu o alçaklarca.

İşte tüm bu sebeplerden dolayı Türkiye’de 1 Mayıs Alanı dedik mi doğrudan gerçek devrimcilerin aklına Taksim gelir. Taksim 1 Mayıs’ın Anavatanıdır. 1 Mayıs Bayramımız muhakkak ki Türkiye’nin her yerinde kutlanır. Ama Taksim’de kutlamak kaydıyla. Taksim’i atladınız mıydı sizin 1 Mayısçılığınız da, devrimciliğiniz de sahte olur.

Bu bilinçle hareket ettiğimiz için her 1 Mayıs’ta Taksim’in fethi en vazgeçilmez devrimci görevdir bizim için. Şehitlerimiz beklerler bizi o gün, o saatlerde, orada…

Fakat bu Sahte TKP’ler, KP’ler vb.lerinin şefleri bizi defalarca sadece satmakla kalmadılar; sırtımızdan bıçakladılar. “Taksim’de ısrarlı olmak alan fetişizmine düşmektir.” gibi iğrenç zırvalamalarla korkaklıklarını, çapsızlıklarını, sözde devrimci lafazanlıkla gizlemeye kalktılar. Biz, Taksim’i kazanma, fethetme savaşı verirken onlar Çağlayan Meydanı’nda 1 Mayıs yapmak için valiliğe başvurup izinler aldılar. Bazen de Kadıköy’e kaçtılar. Bu korkaklık ve kaçaklıklarıyla devletin valisinden teşekkür aldılar. İşte o günlerde biz iyice iğrendik bunlardan. Bunların ciğerinin beş para etmediğini gördük.

Daha önceki yıllarda da aynı ekibin şefleri TRT ekranlarına çıkarak MHP’nin faşist milletvekili Mehmet Gül’le birlikte Sovyetler Birliği’ne, Nazım Hikmet’e ve bir düzenbazlıkla, adice bir hırsızlıkla, usta bir kapkaççı el çabukluğuyla adını çaldıkları Eski Gerçek TKP’ye namussuzca çamurlar attılar. “O TKP’liler Sovyetler Birliği’nden para alıyorlardı.” şeklinde iğrenç ve karşıdevrimci bir ruh yapısıyla saldırdılar Gerçek TKP’ye. Ki, bu mide bulandırıcı iftira Türkiye Parababalarının devrimcilere karşı 1920’lerden bu yana on yıllar boyu kullanageldiği bir karalamaydı. Bizim bu şeflerden ilk nefret etmemiz ve bunlarla devrimci iş yapılamayacağı kanaatine varmamız o günlerde oldu.

Şu düzenbazlığa bakar mısınız? Hem “el çabukluğu marifet” hokkabazlığıyla TKP’nin adını çalıyorlar hem adına Kültür Evleri kurarak Nazım’ı sömürüyorlar hem de onlara Kontrgerilla’nın özel örgütü faşist MHP’nin milletvekiliyle birlikte alçakça kara çalıyorlar.

Yani Bu Yeni Sahte TKP ve türevlerinin şeflerinde devrimci namus da yok, ahlâk da yok, yürek de yok…

Demek istediğimiz devrimci olmak için hem devrimci ahlak, namus, tutarlılık lazım öncelikle hem de cesaret ve fedakarlık lazım. Sevgi dolu bir yüreğe sahip olmak lazım. Tabiî sonra da bilim, bilinç ve kararlılık lazım. Bunların hiçbiri Sahte TKP şeflerinde yok.

Bunlara ilaveten tabiî ideolojik olarak da netlik lazım.

Şimdi mesela soralım; bu KP, HTKP, TKH’lerin Kürt Meselesi konusundaki tutumları ne, siz gazetecisiniz, biliyor musunuz mesela? Bilemezsiniz. Yok çünkü… Yuvarlak… Diyelim Ermeni Meselesi konusunda ne diyor bunlar biliyor musunuz? Yuvarlak… Kıbrıs Meselesi konusunda ne diyorlar? Kuvayimilliye, Kurtuluş Savaşı konusunda tespitleri ne? “Ergenekon operasyonu” konusunda bunların dedikleri ne? Ordu Gençliği Meselesinde bunların görüşleri ne? Var mı bir görüşleri?..

Orhan Şahin: Onlara cevap hakkı doğacak.

Nurullah Ankut: Doğsun. Keşke cevap versinler. Ben, siyasi yuvarlaklıklar hareketi, diyorum. Yani bütün tezleri yuvarlak, çember bunların. Ne tarafa yuvarlarsanız oraya gider yani.

Ama bizim tezlerimizin, dikkat ederseniz, hepsi ortaokul çocuklarının anlayacağı netlikte, açık, kesin, net. Çünkü biz teorinin ışığını olayların üzerine düşürüyoruz. Olayları sebep-sonuç ilişkileri içerisinde, oldukları gibi değerlendiriyoruz. Oradan bir hükme varıyoruz. Ve o zaman olaylar hangi yöne, hangi sonuçları yaratarak ilerleyecek onu görüyoruz ve varacağı yeri görüyoruz o bakımdan.

Tabiî bilimin görevi de, söylediğimiz gibi, önceden görmek. Sosyal bilimin, Marksizm-Leninizm’in görevi de bu; önceden görmek. Zaten sosyalizmi tek cümleyle tanımlarsak; olayların bilimidir sosyalizm. Marksizm-Leninizm olayların bilimidir. Yani olayları oldukları gibi göreceksiniz, yakıştırma, uydurma sebeplerle değil, gerçek sebepleriyle ve sebep-sonuç ilişkileriyle göreceksiniz. Nereden çıkmış? Kökeni ne? Hangi olaylardan çıkmış? Zıttına dönüşümlerle ne yönde ilerleyecek? Onları bilmek ve yorumlamak ve kavganın yoluna ışık düşürmektir. O aydınlıkta devrimci savaş verirsek başarılı olabiliriz ancak.

Biz buna sahibiz. Buna bizden önce sadece Önderimiz Hikmet Kıvılcımlı sahipti. On yıllar boyu, yoğun yani kan teri dökerek yaptığı araştırmalar sonunda, Marksist-Leninist teoriyi Türkiye’nin sınıf yapısına, yani sosyal sınıf ilişki ve çelişkilerine, geçmişine, tarihine ve insanlığın genel tarihine uygulayarak, Türkiye’nin Orijinal Devrim Teorisini üretti Hikmet Kıvılcımlı.

Usta’mızın bedence aramızdan ayrılışından sonra da onu biz geliştirdik, biz takip ettik ve geliştirdik. O bakımdan, böyle bir teori, bizim dışımızda hiçbir harekette yok. Hiçbir hareket, olaylar karşısında bizim gördüğümüz çabuklukta ve netlikte bir tespitte bulunamaz ve bulunamıyor da.