1960’lı yılların ortalarından itibaren Kıvılcımlı’ya yaklaştın, onun koltuğuna gizlenerek bir yer edinir miyim, bir külah kapar mıyım niyetiyle.
Yeni tanıdığı her insanı kendisi gibi içtenlikli ve değerli kabul eden Hikmet Kıvılcımlı sana inandı. Daha doğrusu sen çok mahir olduğun riyakârlığınla Kıvılcımlı’yı kandırdın. Onu ziyaret ediyor ve övgüler düzüyordun kendisine, teorisine, mücadelesine. Hani sonraları Mao’ya yaptığın gibi Kıvılcımlı’yı da göklere çıkarıyordun övgünle. Tabiî yüzüne karşı…
Gençlik içinde de senin ve taraftarlarının şu sözü dolaşıyordu o günlerde:“Kıvılcımlı’nın görüşleri bizi bağlar.”
Bu sözünüz bizim Kıvılcımlı’dan öğrendiğimiz devrimci anlayışa pek uymasa da hoşumuza gidiyordu bizim de: İyi ya diyorduk, demek ki bu arkadaşlar da Usta’mıza inanıyorlar.
O günlerde Usta’mız durumu yargılayan ve çözüm yolları üreten yani tutulması gereken devrimci hattı metot, örgüt ve biçimleriyle ortaya koyan eserler kaleme almıştı. Bunların yayım işini ben, yani Nurullah Ankut, Celal Toprakoğlu ve Ahmet Özdemir’den oluşan bir komiteye emanet etmişti.
Önderimiz her görevi bir organın sorumluluğuna verirdi ki, devrimci tutum da budur. Bu işi sürdürürken ben, 15-16 Haziran Büyük Şanlı İşçi Direnişi’ne katıldığım için tutuklandım, İPSD Genel Başkanı Latife Fegan, Genel Sekreteri Orhan Müstecaplıoğlu (Rahmetli Orhan Abi) ve Cemal Yaraş adlı üniversite sınavlarına hazırlanan genç bir yoldaşımızla…
Dışarı çıktığımızda Celal Toprakoğlu’nun, Usta’mızın kitaplarını, yayınevi bürosu gibi kullandığı PDA adresine taşıdığını gördüm. Bize haber vermeden yapmıştı bu işi. Hesap kitap işlerini de kendi elinde bulunduruyordu. Tabiî biz aynı zamanda gençlik mücadelesinin içinde olduğumuz için yayın faaliyetine onun kadar zaman ayıramıyorduk. Onun tüm işi buydu.
Bu PDA adresine taşınma işini de tasvip etmediğimizden bu sorumluluktan çekilmeyi düşündük. Usta’mızı ziyaret ettim, Göztepe’deki evinde. Durumu anlattım ve görevden affımı istedim. Usta’m kalmamın iyi olacağını söyledi. Bense “Hocam, arkadaş ferdi çalışıyor. Öyle çalışmayı tercih ediyor. Bense her yönünü görüp denetleyemediğim bir işin sorumluluğunu taşımak istemem.”, dedim. Usta’m uygun gördü sonunda.
Demek istediğimiz, o zamanlar bizim mücadelemize böylesine sıcak, yakın bir ilgi içindeydiniz.
Sizin bu yüze gülen, içten pazarlıklı tutumunuza kanan önderimiz sizi devrimci sandı. Ve Türkiye’nin devrimci kuşaklarını ENESKİ SOSYALİSTLER, ESKİ SOSYALİSTLER,YENİ SOSYALİSTLER ve ENYENİ SOSYALİSTLER biçiminde tasnif ederken bu enyenilerin önde gelen iki temsilcisi olarak Vahap Erdoğdu ile Doğu Perinçek’in adını verdi. Ayrıca şunu da belirtmeyi ihmal etmedi:
“Yeniler ve enyeniler o denli çoklar ki, içlerinden ancak birkaç sembol ad alabildik.” (Hikmet Kıvılcımlı, Oportünizm Nedir, Halk Savaşının Planları, Devrim Zorlaması Demokratik Zortlama, Derleniş Yayınları, 3. Baskı, s. 354.)
O anda bile Hikmet Kıvılcımlı bu kuşağın teorik sapıtmasını netçe görebiliyordu. Şöyle tespit ediyordu onların oportünizmini.
“Enyeni Sosyalizme bir ölçüye dek Menşevizm yakıştırılabilir.” (Age, s. 359.)
Tabiî bilindiği gibi bu süreç çok sürmedi. Zınk diye durdu… Sebebi mi? Görelim.
Kıvılcımlı, 1968’den itibaren yeni bir dağılışa uğrayan devrimci güçlerin derhal Marksist prensipler çerçevesinde derlenip toparlanmasını ve 1920’de kurulup 1957’de Vatan Partisi’nin kapatılmasıyla aktif siyasi hayatı sönümlenen Proletarya Partisi’nin yeniden örgütlenmesini önerdi, devrimcilere. Bunun pratik, somut metot ve biçimlerini elle tutulurca ortaya koyan “Anarşi Yok! Büyük Derleniş!” broşürünü yayımladı.
Sen o zamanlar partisiz devrimciliği savunuyordun. Kıvılcımlı bu karşıdevrimci tezi savunanları şiddetle eleştirdi.
Yine o yıllarda hazırlanmakta olan 12 Mart Faşizmine uygun zemin oluşturabilmek için CIA yönetimindeki Kontrgerilla’nın özel örgütü MHP’nin milis güçlerinin azgın faşist saldırıları karşısında nefis müdafaası yapmak durumunda kalan devrimci gençliği aynen Parababaları hükümetlerinin temsilcileri gibi suçlamaya giriştin. Yani karşıdevrim safında yer aldın.
Günah tohumu gibi karnında sakladığın ihaneti doğurup ortalığa salınca foyan meydana çıktı. Devrimci ortamdan tecrit edildin. Hiçbir devrimci forumda sana ve avanene konuşma hakkı verilmedi. Devrimci güçler, o yıllarda TİP’i “ilkel oportünistler”, sizi ise “yeni oportünistler” olarak adlandırdı. Ve devrimci saymadı artık.
Siz, bu tecrit üzerine sığınacak yeni bir yer aradınız ve Mao’nun Çini’ni buldunuz. Keskin Maocu oldunuz bir anda. Sovyetler Birliği’ni ve Sosyalist Kamp’ın Çin ve Arnavutluk dışında kalan ülkelerini düşman ilan ettiniz… giderek de Sovyetler Birliği’ni başdüşman diye adlandırdınız. Sovyetler’e karşı NATO’yu, Amerika’yı, Amerika’nın nötron bombasını, yine onun Süpernatosu’nu-Gladyosu’nu-Kontrgerillası’nı ve Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (bugünkü adıyla AB’yi) savundunuz.
Tabiî giderek 12 Eylül faşist diktatörlüğü döneminde onun kolları altına sığındınız, onu savundunuz. Hatta öylesine hayasızca savundunuz ki, bu faşist generallerin, Henze’nin oğlanlarının yaptığı işkenceleri, idamları, zulümleri az buldunuz. Daha da saldırgan olması yönünde heveslendirmeye çalıştınız o faşistleri, “Teröristlerin kökünü tümüyle kazıyın” şeklindeki alçakça, utanç verici yazılarınızla, ifadelerinizle, savunmalarınızla, dilekçelerinizle. Buna pek çok örnek verdik önceki yazılarımızda. O sebeple burada girmeyelim bu konuya daha fazla.
Bu ihanetlerinizin tamamını önceki yazılarımızda matematiksel bir kesinlikle ortaya koyduk, belgeledik. Bu nedenle şimdi üzerinde durmayacağız.
Ve Kıvılcımlı’ya yalan ve demagojiden ibaret yazılarla çirkefçe, namussuzca, düzenbazca saldırıya geçtiniz. Bu kara propagandanızla ne yazık ki az sayıda da olsa cahil, bilinçsiz genci etkilediniz. Onları kurduğunuz PDA Tekkenizin müritleri yaptınız.
Kıvılcımlı, 50 yıllık devrimci mücadele hayatında sizin gibi hainleri, dönekleri çok görmüştü. O bakımdan yadırgamadı sizlerin ortaya çıkışınızı da.
O tekkenin şeyhi D. Perinçek’i kulağından tutup şöyle teşhir ediverdi aşağıda yayımlayacağımız seri yazılarıyla:
MAO! MAO!
15 Aralık 1970
Manifest gibi: “Asya’da bir hayalet dolaşıyor: Mao Mao Hayaleti” diyelim. Bunun bizde de harika türleri belirdi. Yeri geldikçe konuya değmek üzere, şimdilik kısa bir giriş deniyoruz.
1- Mao-Mao Tarikatımız
“Mao-Ze-dung düşüncesi”… Bizde de derviş’lerini buldu. Dervişlik olsun da, ne olursa olsun. Onu beceririz. Sırtta abâ, elde asâ, kolda Keşkül’ü fukarâ.. Yalnız mangır mı? Fikir de dilene dilene, Mağripten Maşrıka gideriz. Hazreti Muhammet: “Ütlûb’ül İlm Velev fis Sîyn: Bilimi Çin’de olsa dileyin” demiş. Dilemişiz, gitmişiz, almışız, gelmişiz: Pusula – Barut – İpek – Kâğıt… daha neler, ne hünerler ve biberli baharlar… Hep Çin’den gelmiş.
Neden Sosyalizm gelmesin?
O da geldi. Hem tam bizim Halvetiyye tarikatının elde binbir tâneli vird’ü tespihi, her parmağın üç boğumu gibi üçer üçer çekiyoruz: Marksizm – Leninizm – Mao-zedungdüşüncesi… Birbirimizi mat etmek için, hep onu tekerliyoruz. Ve her kim ki tekerlemezse: neûz’ü billâh kâfir olur. Öylesine keskin Mao’cular türedi kim… kürsü’lerde!.. “Kürsülerde” ya… başka nerede olacak? Evet, hiç şaşmayalım: hepsi, İmam-Hatip diplomalı vâizler gibi. Hep siperce bir kubbenin altında yahut göklere doğru basamak basamak yükselen kutsal minberin üstünde, gözlerimizi çevremize kapayarak, ağzımızı Cemaate açarak okuyup üflüyoruz: Marksizm-Leninizm- Mavzedung düşüncesi… “Marksizm-Leninizm” yetmiyor… ille “Mavzedung düşüncesi”!!
2- Dünyayı sarsan 2 Deyiş: Tse Tung mu? Ze-Dung mu?
Çinli yoldaşlarımız, Moğol Atalarımızın kanıyla öylesine katışıktırlar ki, çekik gözlü, çıkık yanaklı sarp yüzleri bize ayrıca sıcak bir yakınlık verdiği için midir? İçten ısındık hepsine. Liderleri Mao, masallarımızın tükenmez büyülü Çin Padişahı gibi geldi oturdu kimi kafalarımıza. Öylesine ki, adını Çin tecvidi ile kalkalelemiyenlere, cahil sapkın görmüşçe yukarıdan bakıyoruz.
Mao’nun sonu nasıl okunacak? Bir takım kendini bilmez nâbekârlar “Tse Tung”diyorlarmış. Neuzubillâh: Kâfir oluyorlar “Tse Tung” diyenler. Ağırbaşlılığına toz kondurmayan ağır sayfalı, ağır bilim yüklü bir “Aydınlık” dergisi de az kalsın cehennemlik olayazmış: “Tse Tung” diyormuş! Yememiş, içmemiş Çin’cede aslını aramış. Meğer Çin-Mâçin’li ağzı ona: Tse-Tung değil, Ze-Dung dermiş.
Allah, Allah!.. Ne ulu günah! “Bilimsel Sosyalist Proleter Aydınlık” özel sayısında hemen, hadesten teharetle, gusul ve setr’i avret eyleyip, abdest almış: Bundan kelli, sakın ola Mao-Ze-Dung’a Mao-Tse-Tung demekten hararetle tövbe istiğfar ediyor. Bir daha mı“Mav-Tse-Tung” demek? Yârabbi, sen o müşrikliğe artık düşürme Ak-Aydınlık kulunu. Ve ey! Mao Mao müritleri: gözünüzü dört açın: Mao-Ze-Dung’a kalkar Mao-Tse-Tungderseniz, yeriniz Gayyâ kuyusunun dibi olur!
Böyle tilcik atlatmıyorlar, bizim Mao, Mao tarikatının Şıh’tan icazet almış taze Halifeleri… Gelin görün ki, şu Çin Ümmeti çok ince külâh eylerler adama. Türkiye’ye dek ilettikleri Mao Peygamberin İncil’i Şerif’i üstüne nasıl bir ad koysalar beğenirsiniz? Olduğıı gibi aşağıya alalım:
“Oeuvres Choisies de MAO-TSE-TUNG.”
Evet, bizim koyu dindar Mao Müritlerine Mao’nun Çinlileri bu affedilmez muzipliği yapıyorlar. Resmen “Ze-Dung”a “Tse-Tung”diyorlar. Hem nerede? Mao’nun Pâyitahtı Pekin’de. Yukarıdaki kitabı yayınlayanların adresleri şu:
“Yabancı Diller baskı’ları.
PEKİN, 1969.”
Olabilir. Çin’de de bir “revizyonist” ajanı, tâ Pekin yayınlarına dek burnunu sokmuş. “Ze-Dung”u “Tse-Tung” diye bastırmakla, “Maocu halk savaşı”na sinsice ihanet ediyordur.
Bizim müritler yeminlidirler. Hâşâ! öyle fısk’ü fücur’a ölseler düşmezler…
3- Sosyalizmin Üçlemine: Dung!
Vaktiyle, İsa dininin, -eskilerce “Teslîs” denilen, –Üçlemi yerine, yukarıki üçüzün kuyruğunda “Stalin” gelirdi. Mao-Mao’cularımız onu makaslamışlar. Yerine “Mao-Zedung”u takmışlar. Genellikle “Batı”: deyince “Hristiyan” akla gelir. Hristiyan kültürüne alışmış olanlar, Sosyalizmi de “Teslîs”leştirerek popüler olmak istemişler. Yahut, düşünmeden onu yapmışlar.
Şimdi (Marksizm+Leninizm+Stalinizm) üçlemi: (Marksizm+Leninizm+Mao-Zedung) düşüncesi olmuş “Stalin”: (Çelikçil) demekti. Zâhir, çelik yeterli görülmemiş Mao-Zedung’un içinde hem “Mavzer” var, hem de sonu Nakkare dedikleri “Kös” adlı koca davulun yaman tokmağı gibi: “Dung!” diye her düştükçe adamın ödünü patlatıyor.
Pek sevdi kimi “sosyalistlerimiz” bu “Esmâ-i Hüsnâ” (Güzel-Adlar) çekmeği. Bizim bile neredeyse hoşumuza gidecek: Mav-Ze-Dung! Ho-Şi-Minh’inkinden hoş ve cengâver kaçıyor kulağa. Yüzlerce yıldır çok çekti Çin Ümmeti. Kurtuluşunu 24 saat davul zurna çalarak kutlasa yeridir. Mao’nun el kadar kızıl kaplı kitapçığını bağrına basmadıkça nefes almasa hakkıdır.
4 – Devrim’in DEVRİM olduğunun “Keşfidir”
Ve nedir Mao-Ze-Dung düşüncesi?
Marksizm-Leninizm’de söylenmemiş ve yapılmamış hiçbir yanı bulunmayan bir diyalektik ve pratik olay: Devrim’in “DEVRİM” olduğunu düşünmüş Mao. Çok haklı. Devrimin: silâhlı bir ayaklanma olduğunu da düşünmüş Mao. O hepsinden doğru.
Ya bizim Devrimbazlar?
Elbet, Moskova’dan Pekin’e, Hanoy’dan Havana’ya dek yeryüzünün dört yanı kanlı ve silahlı savaşlarla sosyalizme doğmasaydı, Santiago’da Şili’de Allende’nin “Marksizmi”sandıktan çıkıp iktidara geçebilir miydi?
Orada bile hiç değilse Genel Kurmay Başkanı gizli gizli kurban edildi, sağcılar tarafından. Hâlâ da “devrim” oldu mu? Göreceğiz.
5- Hey gidi “Mavzer” Yoldaş
Mao-Zedung’un, Rusça’daki: “Söz mavzer Yoldaşın!” şiirini aslından tercüme ve popülarize etmesine ihtiyacı yoktu. Koca Çin öyle bir yanardağın krateri olmuştu ki, orada en sünepe kalem çelebisi, akşam dâiresinden çıkıp evine sağ sâlim gitmek istiyorsa, kalçasına, Mavzer olmadı,çakaralmaz bir tabanca takmadan yola düşemiyordu.
Neden?
Şu: “ebedîleştirilmiş” sözden ötürü:
“Uzakdoğu’da Çin hacılarının etekleri bir karış kısalsa, Uzakbatı’da Mançester Dokuma endüstrisi zıngadak duruyor” da ondan.
Üzerinde güneşin batmadığı İngiliz İmparatorluğu bile grevden ihtilâle kayıyordu da ondan. Kapitalizm kolayını bulmuştu: Batıda İşçi Sınıfını devrime ayaklandırmaktansa, Doğuya sömürgeliğin ateşten gömleğini giydiriveriyordu.
Hele Doğunun tepesinde Osmanlı Pâdişahı, Acem Şehinşahı, Çin Fağfuru gibi yozlaşmış Tefeci-Bezirgânlığın küpüne zarar keskin sirke bir Derebeği tünetilmiş bulunuyorsa: O hepsinden ucuz ve rahat sömürü alanıydı. Yarısömürgenin yerli Bekçi Köpekleri (ve yalnız onlar mı?) zaten birbirleriyle hırlaşıp kuduzlaşmaktan ve kendi kendilerini ısırmaktan öteye geçemezlerdi. (Yerli “Devrimci”lerimizin yaşı ona benzemese?!)
6 – Yarı Sömürgede Tüm Silâhlı Ölüm
Yan Sömürgelerden Osmanlı parçalanıp kuşa çevriliyordu. Acem diyarının hazineleri, Teherândan yukarısı senin, aşağısı benim: Hak payı eski kalantor emperyalistler arası kasap çengelinde kesilip biçilmişti. Ortada tek Antika av: Uçsuz bucaksız 6 milyon küsur kilometre karelik, Dünyanın içinde ayrı ve kapalı bir Dünya olan Çin yarısömürgesikalıyordu. Onu kim yiyecek?
Kapitali olan herkes! Bütün limanlarını, ırmaklarını, göllerini yetmiş iki buçuk eski oturaklı, yeni yırtıcı çeşit Emperyalist canavarları tutmuş. İkide bir yan yattın, çamura battın: Çin’in her işine, topla tüfekle, açık ve kanlı saldırıyorlar. Bu saldırılarla iyice ahenkleştirilmiş Çin iç düzeninin her kaya dibinde bir silâhlı Çakıcı haydut, günde metelik için adam doğruyor. Her dağ tepesine bir ayrı din ve ayrı kin fışkırtması General “Savaş Ağası” sivrilmiş, durmayıp silahlı yağma ve yangın kışkırtıyor.
- cu yüzyıl ortasından (Kapitalizmin devrî ekonomiKrizlerinden) 20.ci yüzyıl ortasına (Kapitalizmin Politik Krizlerine: Evren Bunalımlarına, Evren Savaşlarına, Evren İhtilâllerine) dek, her büyük sanayi ufunetini başkasının ülkesine boşaltmak isteyen soyguncu: Kesik başlı, yerde yatan Çin Bereket ejderhasının tatlı etine saldırmış. Ama lâfladeğil, çıplacık silahlasaldırmış. Çinli de, diline dolanan zikr’ü tespihle değil, eline geçen her türlü yabayla, kazmayla, bıçakla, kamayla, yâni gene silahla habire, uluorta Harakiri yapıyor, karnını kılıcıyla deşip kanlı barsaklarını dışarıya fırlatıyor.
7 – Çin’in 1. Kuvayimilliyeciliği: Uzun Yürüyüş
Bunalımlar, İç savaşlar, Dış savaşlar: ayrıntılarına girmeyelim. Kanın gövdeyi götürdüğü Çin’de herhangi bir Devrimcinin:1789-1830-1848-1871-1905-1917 ve ilh. Devrimlerinin soluk ve tükürükle olmadığını “Keşf”etmesine hiç ihtiyacı yoktu.
Mareşal Çan-Kay-eşeği, o zamane dek elele yürüdüğü Proletarya Devrimcilerini 1927 yılı kahpece arkadan vurup, Şanghay, Nankin, Kanton’da rastladığı devrimciyi yakalıyordu. Soru sual yok. Ellerini arkalarına bağlatıyor, koyun gibi ama, boyunlarından değil, enselerinden kestirtiyor, başlarını ayaklarıüstüne diziyordu.
O genel kılıçtan geçiriliş sırasında idama götürülürken kaçıp canını kurtaran Mao: “Bütün iktidar tüfeğin namlusu içinden çıkar” demeyebilir miydi? Mao bu durumda yetişmiş. Bir de bizim serde yetiştirilmişleri düşünün!
Şehirde katliamlar sürüp giderken, Köylerde patlamış ayaklanmaların başına işçilerlekatılmamak: karşı-devrimciden başka hiç kimsenin yapabileceği iş olamazdı. Çan-Kay-Şek ordusu örnekti. Kapitalist düzeni uğruna bile dövüşürken, az çok bir düzen getirebildikçe 2 kat büyümüştü. Haydutlara karşı kim dirense, canından bezmiş halk, hemen onun çevresinde ordulaşıyordu. Tıpkı bizim Birinci Kuvayimilliye Anadolusu…
Onun için Mao’lar, Şu’lar, Çu’lar çevresinde, oldukça kısa bir silahlı direnmeyle, 1930 yılı 50.000 kişilik ordu doğdu. Çang eşeğinin 900.000 kişilik üçüncü saldırısında Mao’lar: 90.000 kişilik orduları ile teslim mi olacaklardı?
16 Ekim 1934 günü Düşmanı yarıp, Uzun Yürüyüşe geçmekten başka yol yoktu. 368 gün,18 sıradağlar, 25 ırmak aşıp, 300 çarpışma,15 düzgün Muharebe vererek, 10.000 kilometreyol alındı. 10.000 kilometre: Çin’in bir ucundan öbür ucu bile değil, oporta göbeği idi! Şensi’ye böyle gelindi.
Şensi, ilk Çin uygarlığına kentleşme kaynağı olmuştu. Şensi’nin inanılmaz StratejikSavunma değerini kim keşfetti?
Mao mu?
Hayır: Hazret-i İsa doğmadan 80 yıl önce, Çin’in Herodot’u sayılan Sseu-Matts… Kızıl Ordu’nun Uzun Yürüyüşle sığındığı yer için, Sseu-Matts: “20.000 kişi ile bu devlet mızrakla silahlanmış 1 milyon kişiye kafa tutabilir.” demişti. Yürüyüş sonu Kızıl Ordu’da 90 binden tam o kadar kalmıştı: 20.000 kişi… Çang 1 milyon kişiyi nereden bulacaktı? Çang bulmıya kalksa, emperyalizm Çin’i tek vücut görmeye dayanamazdı.
8 -Çin’in Yunan’ı Japon: Mao Yaratığı mıdır?
Emperyalistlerin en zıpçıktı haydudu Japon, daha 1931 yılı Mançurya’yı ele geçirmişti. 15 Temmuz 1937 günü Çan-Kay- eşeğinden, dış Moğolistan’daki Çahar’ı istedi. Gelenekçil Çin Başkentinin Çin seddi ile korunduğu yerleri: Hopeh’i de istedi.
Japon emperyalizmi bir hafta bile bekleyemedi. 21 Temmuz’da Pekin’i, 27 Ocak’taŞanghay’ı, 14 Kasım’da Kanton’u işgal ederek yayılmaya başladı. Mao’nun yakasını kurtardığı 1927 yılından, İkinci Emperyalist Evren Savaşı sonu İç savaşların bittiği 1949 yılına dek 50 milyon Çinlinin öldürüldüğü anlaşıldı.
Bütün bu olaylar mı “Mav-Zedung düşüncesi”nin eseridir? Yoksa “Mav-Zedung düşüncesi” mi o olayların ürünüdür?
Çin’de yetmiş yedi buçuk emperyalistin “din adamı” geçinen misyonerlerine bakın. Hepsi Afrika’da arslan avına çıkmış silâhlı başıbozuk kılığındalar Papazlar bile elde silâh dolaşırken, “Mav-Zedung düşüncesi”, hele Marksizm-Leninizmle temastan sonra, ne yapabilirdi?
90’lık Bonz’ların (Çin memurlarının) arasında çelebice kalemtraşlar bileyerek, fırçalar püskülleyerek “teraşîyde şiirler” düzmekle ve imtihana girip maaşına yarım Yen zam alma hasretini çekmekle kalabilir miydi?
9 – Türkiye’de miyiz? Osmanlılıkta mıyız?
Ak sayfalar üstüne Kara tilcikler diziştirirken, Bilimcil Sosyalizmi kimseciklere bırakamayan ateşli beyciklerimiz var. Bunlar öz-arı-Türkçeyle, turnalar gibi: “ortam! ortam!” diye dem çekerler. “Mav-Zedung düşüncesini”, yerin dibinden zorla göğe fırlatan ortam dediğimizdir. O ortam: Kapitalizmin son kertesinde, komprador burjuvazinin memleketi yabancı emperyalistlere, hiç bir maske takınmaksızın sattığı ortamdır. O, Yarı sömürge Antika İmparatorluğu’nun paldır küldür yıkıldığı ortamdır.
Mao’yu Mao yapan Ortam: Çin Yarı sömürge İmparatorluğunu hem didik didik etmek, hem olduğu gibi alıkoymak gibi çelişik amaçların kasırgalı kıyametidir. Türkiye’de Osmanlı Yarı Sömürge İmparatorluğunu hem paramparça etmek, hem ortak yerli komprador, yabancı Finans-Kapital sağmalı olarak korumak isteyen çelişkiler kıyameti, 50 yıl öncelerine gelen Türkiye’dir.
Antika Çin İmparatorluğu emperyalistler arasında bir türlü paylaşılamadığı için, tümü ile patlayışı 40 yıl kan ve ateş saçan bir volkan gibi işledi. Antika Osmanlı İmparatorluğu:Yemen-Trablus-Balkan-I. Emperyalist Evren-I. Kurtuluş savaşları sırasında bütün dalları, kolları budandığı için, Sovyetler devrimine sırtını dayamış birkaç yıllıkkuvayimilliye savaşı ile hiç değilse politik anlamda bir bağımsız Türkiye biçimindeistikrarlaştı.
O nedenle, Çin’de demokratik devrim komprador burjuvazinin tahakkümünden bir türlü kurtulamadı. Komprador Burjuvazinin göbekbağı yabancı Finans-Kapital emrinde kaldı. Millet önünde her türlü meşruluğunu ve öncülüğünü yitiren burjuvazinin yerine, ancak işçi sınıfı Demokratik Devrimi ele aldı, yörüngesine oturttu. Proletarya öncülüğünde Demokratik Devrim, önüne geçilmez akışıyla Sosyalist Devrime ulaşmaktan başka çıkar yol bulamadı.
Türkiye’de Demokratik Devrim, bir Millî Kurtuluş Savaşı biçiminde gelişti. Komprador İttihatçı Burjuvazi çarçabuk kendisini ele vererek, egemenlik yeteneğini ve gücünü yitirdi. Burjuvazi, 20. ci yüzyılın genel kuralı içinde bir ayrıcalık sağlayıp, demokratik devriminsiyasî yüzeylerde başını bağlayabildi. Ve 19’uncu Yüzyıl ortasından beri “yabancı sermaye” kılığında Türkiye’ye girmiş bulunan Finans-Kapital: “Devletleştirilme” baskısı altında, Devlet Kapitalizminden, doğru yerli Finans-Kapital egemenliğini sağladı.
Bugün Türkiye’de Maoculuk taslamak: Türkiye’yi 50 yıl geride kalmış Osmanlı İmparatorluğu ile karıştırmak olur.
***
CİA SOSYALİZMİ NASIL YAPILIR?
9 Mart 1971
İşçi arkadaşlar, belki güleceklerdir. “Başka işiniz mi kalmadı?” diye. “Bırakın sarhoşları yıkılsınlar” diyecekler. Aydın yaygaralarına arasıra yer verdikçe çalışan yığınlarımızdan özür dileriz.
Bu satırları sakın bol parayla lüks baskı yapan iki buçuk aydın çömezi “düzeltmek” umuduna kapılarak yazdığımız sanılmasın. Demagoji hiç bir zaman “düzeltilemez”. Aydın gençlik ortamında sağlı sollu sapıtmaların bir “Ev sahibini şaşırtmak istiyen hırsız” tipini kimi temiz gence belirtmek istedik. Yanlış hesap Bağdat’tan dönecektir.
“Sıffiyn” savaşında, namuslu ve yiğit Müslüman saflarını bozmak için Tefeci-Bezirgân Muaviye askerlerinin mızrakları ucuna Kuran’ı takarak, herkesten koyu “Müslüman” olduklarını göstermek istedikleri gibi, “sosyalizm” demagogları da Marks’ın Kapital’ini ve başka “kutsal kitapları” kalkan gibi kullanacaklardır. “Toplum Polisi”nin kalkanları ne ise, onlarınki de odur. Nitekim Toplum Polisi ne denli “Toplumcu” ise, demagoglar da o tür “Sosyalist” tirler. Bu sık sık unutturulmaya çalışılan doğruyu açıklıyoruz.
“Demagog”un (kuru lâfla kara kalabalığı ayartanların) kendi yalanına inanmış olup olmaması hiç önemli değildir. “Demagogun en tehlikelisi, söylediğine inanmış olanıdır” der Lenin. Demagogların “samimî”leri değilse bile, sahteleri, yanlış kapı çaldıklarını öğreneceklerdir. Şimdilik, hep onlarla uğraşacak olmadığımız için, kulaklarını kimi saf gençlere gösterip bükmekle yetiniyoruz.
Finans-Kapitalin bilinçli-bilinçsiz oyuncakları “yeni” bir “Aydınlık” getirdiklerini sanırlar. Oysa gölgedeki kurşunî efendileri yüzyıllardır, bile bile lâdes oynarlar. Bugün adına “CIA Sosyalizmi” dediğimiz oyun ne ilktir, ne sondur. Oyunun aktörleri gizli ajan siciline yazılmış mıdırlar? Kıçlarında polis tabancaları var mıdır?… Orası ikinci kertedir. Aktörlerin objektif olarak yaptıkları derlenilebilecek her noktaya yalan dolan bombaları atmaksa, rolleri CIA sosyalizmi içindedir. Bizim için olayda hiçbir yenilik yok.
Eski adıyla “burjuva Sosyalizmi” her zaman, her yerde bukalemun gibidir. Konduğu dalın rengini almakta eşsizdir. Bunlardan bir kaç eşantiyonu analım.
1- Japonya’da “MARKSİST” Polis
Yeryüzünde Birinci Emperyalist Evren Savaşından sonra: Japon Emperyalizminin gizli polisi, kendi ajanlarını yetiştirdiği bir “Marksist” okul açtı. Ve orada, gizli Finans-Kapital ajanlarına “Bilimsel Sosyalizm”in inceliklerini öğretti. Japon “Marksist” ajanlarının başlıca görevleri, elden geldiğince İşçi Sınıfı Partisi kuruluşunu baltalamak; bunu yapamazlarsa, İşçi Sınıfı Partisi içine sızarak, orada “keskin sosyalizm” yırtınmalarıyla provokasyonlar ve mız çıkarmaktı.
İt ürüdü, Kervan yürüdü. Japon İşçi Sınıfı Partisi, ajan köpekleri zararsızlaştırdı.
2 – Çarlığın “PROLETER DEVRİMCİ” Ajanları
Gerçek Sosyalizmin İşçi Sınıfı Partisini baltalayan Gizli Polis “Komünizmi”, keskin “Marksist” Provokatörler Sosyalizmi yalnız 1. Emperyalist Evren Savaşından sonra Uzakdoğu’da görülmedi. Ondan çok önce, Kapitalizmin yerleştiği her yerde İşçi Sınıfı kımıldandıkça, en kurnazca “Suret-i Haktan gelen” (doğruymuş gibi görünen) aşırı “Proleterci” (İşçi yanlı), değme “Sol” (Goşist) veya keskin “Silahlı Sosyalist” provokasyonları binbir çeşitlilik sundu.
Sosyal yapısı Türkiye’ninkine çok benzeyen eski Çarlık Rusya’sında, gerçek İşçi Sınıfı Partisini doğmadan boğmak, yahut doğunca soysuzlaştırmak için kaç türlü provokatörlükler (kışkırtıcı gizli polis ajanlıkları) icat edildiği, artık Türkiye’de dahi okunabilen klâsik edebiyat sırasına girdi.
Bunların en sistemli teorik olanı, Çar Jandarmasının Albay Zubatof’unca uygulanan “Proleter Devrimciliği”dir. Frenkçede uvriyerizm (Koyu Amelecilik) denen bu ideolojiye göre, işçiler eylemci aydın gençlere kanmamalıdırlar. İşçi Sınıfı Partisi yerine sırf işçilerden kurulmuş örgütlerde kendi çıkarlarını aramalıdırlar.
3 -1905 “Devrimci”si: POP GAPON
O provokasyonlann en korkunç ve dillere destan Anıt örneği (şâheseri), kişi olarak: Pop Gapon’dur. Pop Gapon bizim kılkuyruklar gibi yazı çizi kılıbıklıklarıyla havanda su dövmemiş ve yalnız bayağı “endikatörlük” (İşçi ve Köylü hareketlerini ve liderlerini belli etmeden polise ele vermek) rolü ile yetinmemiştir.
Pop Gapon, bugün artık herkesin tanıdığı içyüzüne rağmen, o zaman herkesçe Rusya’daki 1905 İhtilâline öncü olan ilk İşçi Ayaklanışının kendiliğindenci “Lideri”sayılmıştı. Pop Gapon, işçileri ellerinde dilekçe, ilâhiler okuyarak: “Çar Baba”larına dertlerini dökmeye götürmüş, ünlü Kızıl Meydan’a gelen temiz işçi ve halk yığınlarınıKanlı Pazar’da kılıç ve kurşun yağmuru ile yere serdirmişti. Bu hareketin ardından, aynı Pop Gapon, Avrupa’ya geçip, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nın tek ayık lideri Lenin’i de gizli gizli ziyaret etmişti.
Pop Gapon’un bir Okrana Ajanı (Gizli Çar Polisinin Papaz (ilmiyye) mesleğinden adamı) olduğunu bugün bilmeyen kalmış mıdır? Pop Gapon, gerçek Sosyalizmin 1903 Kongresi’nden beri ordulaşmış İşçi Sınıfı Partisini baltalamak için İşçi Sınıfınıkurşunlatarak yıldırmak görevini üzerine almıştı. Farkına varmadan, yaptığı provokasyonlaülkeyi Çar zulmüne karşı bir uçtan öbür uca silâhlı isyana giriştiren tepkiyi aceleleştirdi.
İt ürüdü, Kervan yürüdü. İşçi Sınıfı Partisi, ajan köpekleri Rusya’da da zararsızlaştırdı.
4 – Türkiye’nin “POP”ları
İşçi Sınıfı Partisine karşı Türkiye burjuvazisi Çar Üstâdından ve uluslararası Finans-Kapital Efendilerinden hiç aşağı kalmamak için sürekli idmanlar yapmıştır.
Türkiye’nin Modern Tarihini azıcık yaşayanlar ve bilenler, Mütareke yıllarında yabancı emperyalist ajanlarının ve yerli burjuvazinin hangi “İştirâkiyyun” (Komünizm) ajanlarını nasıl piyasaya sürdüklerini hatırlarlar. Bunların başlıca görevleri: Türkiye’de gerçekten birİşçi Sınıfı Partisinin doğuşunu önlemek, baltalamaktı. Bunu yapamayınca; ya herkesten daha önce davranmış görünerek bir “Sosyalist Parti”, hattâ “Komünist Parti” kurmaya girişmek yolunu tuttular; yahut İşçi Sınıfı Partisi içine sızarak, orada keskin “Sosyalizm”hatta “Komünizm” formülleriyle, el çabukluğu marifet, hokkabazlık yolundan provokasyonlar ve mız çıkarmak görevini en “Bilimsel”, yahut en inadına “Devrimci”perdesi altında yerine getirmeye koyuldular.
Türkiye’nin karanlık ve nankör Sınıflar Savaşında ne aşamalar geçirilmedi? Yaşayanlar bir gün ayrıntılarıyla açıklayacaklardır. İşçi Sınıfı için ve çeşitli işyerlerinde uzun yıllar gizli polisin kurduğu “Komünist Hücreleri” işletildi. Bu polis komünistleri, uluslararası emperyalist casuslarla ve ajanlarla da el ele vererek, foyaları ortaya çıkıncıya dek: “Üçüncü Enternasyonal” adına, foyaları sırıtınca: “Üçbuçukuncu Enternasyonal” adına tahrikât, propaganda, teşkilât yaptılar.
Öylesi günler oldu ki, pek aşırı Polis Marksist- Komünistlerinin İşçi Sınıfı ve halk yığını içine yaydıkları ateşli “Komünist Beyannameleri”nin ve “Komünist Dergileri”nin hesabı, gerçek İşçi Sınıfı Devrimcilerinden soruldu. Elebaşıları azılı “polis komünistlerinden” olan boylu boyunca sözde: “Komünist Teşkilatlarının gürültülü sözde: Komünist tevkifatları” yapıldı. Sonra, bu yaman “Komünist Tevkifatları”nın aslan ajanlar, mâsum işçilerle birlikte, Polis Birinci Şubesinde epey “müthiş” sorgu sualden geçirilip, bir karanlık saatte, Polis Müdürlüğünün arka kapısından: “Defolun!”diye sokağa (İşçi Sınıfı içinde) fırlatıldılar.
İt ürüdü, Kervan yürüdü.
Türkiye İşçi Sınıfının Partisi, hep “ileriye kaçan” ajan köpekleri, sık sık zararsızlaştırdı.
5- Provokasyon Amacı: İşçi Sınıfını Partisiz Bırakmak
Bu kısa açıklama bize neyi belli ediyor?
Şunu:
Kışkırtıcı ajan köpeklerin İşçi Sınıfına saldırışları her zaman, sınıfın en bilinçli, en fedakâr, en yiğit öncülerinin örgütlendiği İşçi Sınıfı Partisine karşı olur. Ağzıyla kuş tutsa, partisiz bir sınıf her zaman torbada kekliktir. Yapılan saldırı parti ortada görünmüyorsa; İşçi Sınıfı Partisinin olamayacağı, hiç değilse “henüz zamanı gelmediği” yâvesini işler. Parti, bu havlayışları kısa kesmek için yeni aşamasına davrandı mı, “herkesten önce” bir provokasyon örgütü öne sürmeye girişir.
Sosyalizm düşmanları için başka her şey mubahtır: “Solculuk” da, “Sosyalistlik” de, “Komünistlik” de en aşırıca ajitasyon ve propaganda edilebilir. Yeter ki İşçi Sınıfı Partisibozulsun. Çelik, çekirdeksiz “Sosyalizm”ler, nasıl olsa örgütlü gericilik tarafından bozguna uğratılır. Burjuvazi bilinçli ve örgütlüdür ya…
6 – Minarenin Kılıfı ve Sıçan Aklı
Kendilerini ilkin 50 yıl önce çıkmış ilk Aydınlık dergisinin oldubittiyle “mirasçısı” pozunda gösterebileceklerini uman “ne idikleri belirsiz” kişiler, düşüncemizi ve yazımızı almak için bize çok alçak gönüllüce başvurdulardı. Kendilerine: Yayının ancak örgüt için bir duvarcı sicimi olabileceğini anlattık. O şartla yazı verdik.
Onlar çok geçmeden açıkgözlüğe başladılar: Yazdıklarımızda yeni bir öneri görünce, çıkacak dergide o öneri yerine, aynı düşünceyi sulandırarak, ilkin “kendi buluşları” imiş gibi öne sürdüler. Bir iki sayı sonra, yayınlanan yazılarımızın aslı okurlara, o keskin sosyalistlerin “buluşlarını” taklit eden bir geç kalmış düşünce imiş gibi sunuldu. “Proleter Sosyalizmi” ile “Burjuva Sosyalizmi” deyimlerimizin başına getirilenler gibi… Kalpazanlık mıydı bu, yoksa toyca kurnazlık mı?
Biz, tükenmez iyi dileğimizle, o turfanda “sosyalist” beyciklerin, Tefeci Bezirgân artığı küçük burjuvalıklarına verdik. Düzelirler umudu ile görmezlikten geldik. Oysa onlar atı alınca Üsküdar’ı geçecek harâmilikteymişler. Sosyalist Ortamda “Bilimsel” logorre’lerini (söz ishallerini) akıllarınca geçer akça kılar kılmaz asıl içyüzlerini açığa vurdular. Türkiye’de: “İşçi Sınıfı Partisi’nin objektif ve sübjektif şartlarının yetersiz olduğu”iddiasına sıçradılar.
O zaman aldı bizi bir düşünce. “Karaman’ın koyunu, sonradan çıkmıştı oyunu!”Tıpkı Polis ajanlarının İşçi Sınıfı Partisini baltalama taktiklerine pek benziyordu bu “Şartların yetersizliği Teorisi”. Ne yapıyorsunuz deyince, yetersizlik yazısını kendi dergilerindeki “Özgürlüğe” atfettiler. Ama yalanlamadılar da. Minareyi çalanlar, kılıfını hazırlamışlar demekti. Sıçan tırtıkçılığı ile vakit kazanacaklardı. Hele boylarını göstersinlerdi.
7 – Suçüstü Yakalanış
Sonradan Ak-Aydınlıkçı olacaklar, meşru savunma durumuna itilmiş arkadaşlarının eylemlerini “Anarşistlik” ilân etmekte, bezirgân Parti liderleriyle aynı zamanda ve aynı kaba yellendiler. O yüzden Eylemciler ile “sosyalizmin bilimi”ni yazar geçinenler arasında çıngar koptu. Ak-Aydınlıkçı’lar kendilerini “Proleteleter Devrimci” ilân eder etmez, ansızın herkesten daha “Keskin Sosyalist” görünmenin yolunu “Mao-Mao”culukta buldular. Ve dün “eleştirdikleri” eylemcilerin “Silahlı Halk Savaşı” parolasını şiddetle (ama kaloriferli apartmanlarında) döktürdüler: Onlar mı eylem düşmanı?
Az önceki “Bilimsel” perhizlerini, şimdi Mao-Mao’culuk turşusu ile keskince bozmuşlardı. “Tarihsel Maddecilik Yayınları”nın üç son kitabı çıkınca, Tatar ağaları geç kaldıklarını anladılar. Bu yol “İşçi Sınıfı Partisi”ni herkesten önce kendilerinin girişiminde kurmak sevdasıyla “Sosyalist Kurultay” çağrısına ılgar ettiler. Ve bir yol daha metotlarına sâdık kaldılar. Kaç yıl önce “Sosyalist” gazetesinde çıkmış “Sosyalistler Konferansı”çağrısını ağızlarında, hiç anmaksızın, soysuzlaştırma çabasına daldılar.
Yaşları benzemesin, Dünya’da ve Türkiye’de İşçi Sınıfı Partisi’ni önce baltalama, sonra ele geçirme yolundaki casus taktiği ve provokasyonu ile iyice paralele düştüklerini, ve “Cesaret arz ederken, sirkatlerini söylediklerini” anlamadılar. Suçüstü yakalandılar.
***
CİA SOSYALİZMİ TARİH KALPAZANLARI
9 Mart 1971
Ak-Aydınlık, onu yanlışlıkla okuyacak olan her delikanlıyı, “Hanyayı Konyayı bilmez” enayi yerine koyarak şöyle diyor:
“Proletaryanın devrim hedefine yönelmeyen bir tarih tezi, proletaryanın bilimi değildir.”
Söz konusu Tarih Tezi’nin özü “Antika Tarih”in gidiş kanunudur. Bu kanuna göre sınıflı toplum (yani medeniyet-uygarlık) insanlığı ne zaman bir çıkmaza soktuysa, o zaman barbarlık (yani sınıfsız toplum, ilkel sosyalizm) kılıcını çekmiş, Gordios’un kör düğümünü kesmiştir. Bu Tez’de “proletaryanın Devrim hedefine yönelmeyen” ne var?
Anlatılan açıktır. Sosyalizm, toplu yaşamak zorunda olan insanlığın öyle güçlü bir eğilimidir ki, en ilkel (tarihöncesi) biçimi ile dahi, yedi bin yıl toplumu yok olmaktan kurtarabilmiştir. Modern İşçi Sınıfı gibi bir devrimci sosyal sınıfın bulunmadığı antik medeniyetler boyunca, barbarlığın ikide bir yarattığı rönesanslar (dirilişler), gerçekte (ilkelbile olsa) gene sosyalizm’in eseridir. Modern İşçi Sınıfının Sosyalizmi ile İlkel Sosyalizm arasında, medeniyet tarihçilerinin uydurdukları uçurum üzerinde insancıl bir köprü vardır.
Sosyalist beycikler, bu Tez’de ve yığınla aydınlatıcı başka sonuçlarında, “proletaryanın devrim hedefine” yönelmemiş hangi noktayı görüyorlar? Bunu anlamış ve anlatmış değiller. Ancak kırk yıl işlenmiş bir araştırmayı, birkaç saatlik üstün körü ve kuyruk acılı okumayla, bir vuruşta yere sermek sevdasındalar. O yüzden, Tez’in bütünlüğü içinde değerlenebilecek birkaç satırının önünü sonunu makaslayarak, Tez’in aslını bilmeyen birkaç çocuğu kandırmaya yeğkiniyorlar.
Kara Cümlesi Eksik Sosyal Cambazlıklar
Tabiî her sosyal tez gibi, söz konusu Tarih Tezi de, “kürsü sosyalisti” Beyciklerin sandıkları gibi yahut göstermeye çabaladıkları gibi bilim için bilim yapma hevesinden doğmadı. Doğulu toplumlardaki sosyal sınıf savaşlarının batıdakilere göre çok daha karmaşık oluşu yüzünden yapılmış kırk yıllık teorik-pratik savaşların bir sonucuydu. İster istemez o çok özellikli savaşların anlamları ve gelişmeleri üzerinde uygulamalara yankılar verecekti.
Ak-Aydınlıkçı sosyalist beyciklerimizi de en çok üzen şey bu uygulamalar olmuş. Uygulamalardan birisi Tarih Tezi’nin Osmanlı Tarihinde ispatlanışıdır. Buna öyle içerlemişler ki, her kızdıklarına akrep kuyrukları ile sokmaya çalıştıkları, o yaman “revizyonizm”lerini nasıl kullanacaklarını bilemiyorlar. Şöyle “bilgincil” sözler kekeliyorlar:
“Kıvılcımlı’nın tahlilinde, tarih içinde toplumun geçirdiği sarsıntılar, bir ileri aşamaya atılıştan hep kulak arkası edilmektedir.”
“Eş mâna?” Ne demek istedikleri anlaşıldı mı? Yüksek öğretimde bu denli “kara cümlesi eksiklik” olmamalı. Belki bir kaleme alış veya düzeltim yanlışıdır. Geçelim. Asıl okuyacak olana Tarih Tez’inden iki fâre yakalayıp sunuyorlar:
1 – Osmanlılığın “kuruluş” problemi;
2 – O problem yüzünden tarihi “dümdüz”, “metafizik” görüş…
Ak-Aydınlıkçı sosyalizm aslanları, bu iki iddialarını tutturabilmek için “dümdüz”yalanlar uydurup, hiçbir metin vermeksizin inanılmaz “cambazlıklara” girişiyorlar. Sırasıyla görelim.
Osmanlılık üzerinde, Tarih Tezi’nin açık metinleri yerine, cici sosyalizmin şu iki makyajlı genelev sermayesi müşteriye sunuluyor:
“Kıvılcımlı, Osmanlı Devletinin kabile demokrasisi gelenek ve görenekleri üzerine kurulduğunu söylüyor. Tam tersine, Osmanlı Devletinin kurulması kabile demokrasisinin yıkılması ve yerini feodal bir devletin alması olayıdır.”
Kıvılcımlı’nın böyle bir cümlesi yok. Cici sosyalizm Beyciklerinin “bilimsel”kafacıkları öyle yakıştırmış. Sonra dönüp o bayağı yakıştırma üzerine Kıvılcımlı’yı arkadan vuracaklar. Böyle uydurma lâfla adam kandırmak aslanlık değil, sosyalizm kediliği bile değil, tam müflis küçükburjuva kalpazanlığını ve burjuva düşünce vurgunculuğunu maskeleyen sosyalizm çakallığıdır.
Nasıl mı?
Belirtelim.
Metafizik Kaşığı İle Skolastik Pisliği Yiyiş
Tarih Tezi, Osmanlılığın, kabile demokrasisi “üzerine” değil, kabile demokrasisinden kaynak almış vurucu güç “tarafından” kurulduğunu görür. Osmanlılık kabile demokrasisi “üzerine kuruldu” denilirse: Osmanlılık yaşadıkça, hep kabile demokrasisi üzerine dayandı, demek olur ki, gerçeğe aykırı düşülür. Çünkü “Osmanlı Devleti kurul”dukça elbet “kabile demokrasisi yıkılmış”tır.
Kabile demokrasisi hem kendisi yıkılıyor, hem Devleti kuruyor, bu nasıl olur denecek? Bu “çelişkidir” denecek. Tamam; biz de onu söylüyoruz. Eğer bu söylediğimiz, kendi aklımızdan uydurulmuş bir çelişki olsaydı, elbet “saçma” olurdu. Ne var ki, Osmanlı Tarihinin som gerçekliği o çelişkinin zembereği ile kurulmuştur. Yâni, İslâm ve Bizansderebeylik devletlerini yıkan da, Osmanlı Devletini kuran da aynı zamanda, aynı ilkel sosyalizm ilişkilerini yaşatan “kabile demokrasisi”nin ilk Osmanlı ilblerine (gazilerine, şövalyelerine) verdiği güçtür.
İlk Osmanlılar Bizans tekfurları, yahut Selçuk Sultanları gibi derebeyleşmiş bulunsa idiler, fethettikleri yerlerde Dirlik Düzeni denilen köklü toprak reformunu ve tarihsel devrimi yapamazlardı. O zaman toprak köleliğinden “Çiftçi” durumuna geçmek isteyen ezik köylüye halk yığınlarınca kucak açılarak karşılanmazlardı. Dolayısı ile Osmanlı Fütuhatı, saman alevi gibi, üç kıtayı çarçabuk saramazdı. Osmanlı Devleti 600 yıl yaşayamazdı. Bütün o zincirleme tarih olayları en kör gözün bile görmezlikten gelemeyeceği gerçekliklerdir. Hacıağa yahut Finans-Kapital veletlerinin paşa keyiflerince uyduracakları sosyalizm kalpazanlığı ile görmezlikten gelinemezdi.
Buna karşılık, o tarihsel devrim prosesinin vurucu gücü olan ilkel sosyalizm (Ak-Aydınlık Beyciklerinin sevdikleri deyimle: “Kabile demokrasisi”) Osmanlı Devletini kurarken, kendi kan örgütlerinin yıkılışını getirmedi mi? Getirdi. Devleti kuran güçyıkılır: Bu canlı, gerçek çelişkiyi namusluca kavramak için, üç buçuk skolastik kürsü döküntüsü cici sosyalistin üç buçuk yılda “diyalektik maddeciliği” ezberleyip metafizik beyinsizliğe soysuzlaştırması yetmez. Diyalektik, ezberlenecek bir CIA Sosyalizminindogm’u değildir. Tarih içinde canını dişine takıp dövüşenlerin, adım adımuygulayabilecekleri bir metot ve mantık işidir.
Sosyalizm Çakallarının Vakıfa Pevlemeleri
Cici Sosyalizm çakalları, onları belki adam olurlar sanmış olan Türkiye İşçi Sınıfı savaşçılarının ayak izlerini koklaya koklaya “pev-”lemekle, bozgunculukyaratabileceklerini mi umuyorlar?
Boşuna çaba. Onu, kendilerinden çok daha aktif küçükburjuva şarlatan devrim yobazları bile yapamadılar. Osmanlı Tarihi, öyle Marksizm softalığının tekerlemesi gibi “kabile demokrasisinin yıkılması ve yerini feodal devletin alması” biçiminde olmadı. Bu, eski sapık sosyalizm şarlatanlığı Tortskizmin, aşırı ve keskin “permanan devrim” gevezeliği ile Leninizmi mat etmeye kalkışmış yenik formülünü tarih alanına yakıştırıvermek olurdu. Tortskizm de, olmaz maskara küçükburjuva bensizliği ile, tarihin basamaklarını “düz” ve “yalınkat” edebiyat mantığı ile atlamak için şöyle demişti:
“Çarlığın yıkılması ve yerini proletarya devletinin alması”
Bu formül, sürü sürü zıpçıktı aydın sosyalistin ve gizli açık provokatörün ağzının suyunu akıtmış, suyu bulandırmıştı. Tarih öyle yürümedi Çarlık yıkıldı. Onun yerine burjuva iktidarı Kerenski’leri kullandı. Sonra onu işçi-köylü iktidarı kovaladı. Proletarya demokrasisi gene köylü yığınlarıyla sosyalizme geçişi sağladı.
Tarih ileriye gidiş gibi geriye gidişinde de, hangi basamakları aştı ise, onları olmamış saymak neyi değiştirir? Osmanlı Tarihi, “kabile demokrasisi” yıkılır yıkılmaz “feodal bir devlet” biçimine girmedi. Tarihin belirli çağı üzerinde yapılmış bir kesitle, tarihin bütün gelişimi üzerine genelleme yargı yürütmek: 19’uncu Yüzyıl ortalarına dek az çok mazur görülebilecek burjuva metafizik mantığını ve metodunu kullanmak demektir.
Ak-Aydınlıkçı beycikler, kendilerine sakınmaları için kaç yol açıklama yaptığımız bir çukura düştüler. Burjuva profesörlerinin sempozyumundaki metafizik “Osmanlı Feodatitesi” tekerlemelerini sözde bize gönderip eleştirimizi alacaklar ve hepsini birden basacaklardı. Bir daha sözlerinde durmadılar. Burjuva tarih tezini mal bulmuş mağribî gibi yayınladılar. Şimdi düştükleri skolastikle, kendi kafalarını da çorba ederek cezalandırdılar.
Söz konusu Tarih Tezi, Osmanlı toplumunun toprak temelinde derebeyleşmeyi azıttıran kesim (mukataa) düzeninden önce, ilk yüzyıl boyu sürmüş, ikinci yüzyıla doğru Mehmet Fâtih olmadan yeni bir dirilişe uğratılmış bir dirlik düzeni yaşandığını açıklamıştır. Ak-Aydınlıkçı cici beycikler o yüzyıl boyu yaşanmış ve “Mirî Toprak” rejimiyle tâ Tanzimat’a dek kalıntılarını zaman zaman teptirmiş bulunan Dirlik Düzeni’ni niçin atlıyorlar?
Akıllarınca Tarih Tezi’ni yalan dolanla çürütmek için.
Tarihin Gelişimini “dümdüz” Eden Kim?
Bir tezi çürütmek için, ilkin onun özünü namusluca, hiçbir tahrife girişmeden olduğu gibi koymak, sonra yanlışlığını gerçek olayların ışığında açıklamak gerekir. Cici sosyalist beycikler bunun tam tersine kalkışıyorlar. Tez üzerine kendi uydurdukları yalanlara dayanıp, bilmeyenleri aldatacak şöyle sövgüler havlıyorlar:
“Kıvılcımlı’nın Tarih Tezi Marksist bir tarih kavrayışından uzaklaşmakta, sonuç olarak tarihi dümdüz bir gelişme olarak gören metafizik bir tez olmaktadır.”
Evet. Bunu yazabiliyor. Sözcüklerin, anlam namusu tanımayan dillere isyan edemeyeceklerini bilen cici sosyalistlerimiz hep öyle kelimelerin ırzına geçmekle, kendi namuslarını lekelediklerini kavrayamıyorlar. Yukarıda, Osmanlı Tarihinde burjuva bilginlerinin ve Ak-Aydınlıkçı çömezlerinin nasıl “metafizik” mantıklarına kurban gittiklerine değdik. Ak- Aydınlık beyciklerinin en bukalemunu olan D.P.’ye (Demokrat Parti’ye değil, onun ilk faşist komandolarından keskin Sosyalizme fırlamış Bay D.P.’ye) yanımıza her sokuluşunda en az birkaç öğün söylediğimiz söz hep; “tarihi dümdüz bir gelişme” saymaktan çekinmesi idi. Şimdi sıra onlara gelmiş. Onlar bizi “dümdüz gelişme”ile suçluyorlar!
Ne var ki, Tarih Tezi yıllar yılıdır yazılı ve basılı olarak ortada duruyor. Acep Ak-Aydınlık beycikleri Tez’e “tükaka” demekle kimsenin okumayacağını, hele anlayamayacağını mı sanmışlar?
Tarih Tezi, Osmanlılığın ilkel sosyalizmden sınıflı topluma ve en sonra derebeyleşmeye geçişindeki basamakları, en somut örneği ile 300-400 yıl önce yazılmış Osmanlı Tarih’lerinden alıp açıklamıştır. Örnek, Hacı Halife (G. 1058, İ. D. 1647) ile Naimâ (G. 1121, İ. D. 1708)nin tarih felsefelerinden özetlenmiştir.
“Tarih-Devrim-Sosyalizm” kitabında, ilkel sosyalizmden medeniyete geçiş, olağanüstü duru gerçeklikte beş “Tavır” (Aşama) olarak özetlenir:
- Tavr-ı Evvel:
“Doğuş sıralarında devletin “sahibi” vardır. “YOL-DAŞ ve GÖZCÜ” demek olan sahibidir o… Sahip sözcüğünün ilk anlamından kayışı, gittikçe ZIT anlama gelişi: Toplumun özellikle toprak münasebetlerindeki soysuzlaşma, DEREBEYLEŞME gidişi ile geçirdiği değişikliklere ayna olur.” (Tarih-Devrim-Sosyalizm, 1965, s. l63)
Bu açıklama nedir?
Tarihin “dümdüz-metafizik” değil, diyalektik bir gelişimle “zıt” (çelişik) gidiş gösterdiğine belgedir. Ve bütün ondan sonraki dört “Tavır” (Aşama) böyle diyalektikilişki-çelişkilerle Derebeyleşmeye doğru basamak basamak atlayıp geçer.
Derebeyliğe Uzanan Dört Aşama
- Tavr-ı Sânı:
“İlk barbarın ülkücü karakteri aşınmaya başlar. Toplumda o zamana kadarki KAN teşkilâtı yerine, SINIFLAR ve SINIF dövüşü geçince; artık, içerideki gerginliği dengeleştirecek eski her şeyde ORTAKLIK: Müşareket prensibini güden GELENEK ve GÖRENEK’ler YASAK edilecektir.” (a.y., s.165)
“KANDAŞLIK bağları yerine KUL, AĞA, KÖLE ve EFENDİ münasebetlerini geçirmek kolay edinilir bir bilim değildi. O hinoğluhinliği başka kimse çakmadan öğrenen açıkgöz, eski KAN düzenli EŞİT ve KANDAŞ toplumu ancak atlatabilir.”(T.D.S., s. 167)
Her düşünce dolandırıcısı olmayan için besbelli olduğu gibi: “EŞİT KANDAŞLIĞI… YASAK” etmekle, onun “GELENEK-GÖRENEK”lerini “YOK” etmek arasında uçurumlar vardır. Toplum bu uçurumlu aşamaları atlaya atlaya en son konağı olan DEREBEYLEŞME’ye varacaktır. İlgilenenler ayrıntılarını yerinde okur. Son üç aşama için birkaç söz:
3- Tavr-ı Sâlis:
“Bezirgân Medeniyetin yükselişi”, “sosyal ve ekonomik gelişim devridir.” (T.D.S., s. 171)
Demek Toplum, üçüncü aşamasında bile, henüz derebeyleşme arteriosklerozu’na girmemiştir. Gerilemez, ilerler.
4- Tavr-ı Râbi:
“Bezirgân medeniyetinin durması”, “eski, nispeten namuslu, az çok idealist devlet adamları ortadan kalkmış”tır. “Teâtı-i İrtişâ” (rüşvet alışverişi) ve “Mala meyilli Ricâl-i Mutlaka” (özel mülkiyet eğilimli müstebit devlet adamları) türemiştir. (T.D.S., s. 172)
Demek Toplum ancak dördüncü aşamasında derebeyleşmeye başlamıştır. Henüz gerilemez ise de ilerleyemez de.
5- Tavr-ı Hâmis:
“Bezirgân medeniyetinin çökmesi” (T.D.S., s. 173.) “temeli: Bezirgân – derebeyi farelerince aşınmış bir toplumun öteki bütün siyasi, hukuki, ahlâki, felsefi, dini vb. ÜSTYAPISINDA iler tutar yer kalamaz.”
“Artık boğuşma üst tabakaları sarmıştır. HARP önlenemez, sürer. İSTİKRAZ yetmez, arttırılır. DEREBEYİCE ödünç almalarla MÜSADERE’ler: Çapulu zenginler katına doğru çıkarır. Onlar, çalışan fakir halk gibi kaderlerine küsmezler. Birbirlerine düşerler. Yahut Osmanlı usulü: KOYU DİNDARLIK ayranları kabarır. Kimi “HACILIĞA”, kimi Mısır’a çil yavrusu gibi kaçışırlar. “Ve son VURUŞU yapacak BARBAR, toplumun altlı, üstlü bütün sınıflarınca, kurtarıcı gibi beklenir.” (T.D.S., s. 174)
Bizim cici sosyalist kılkuyruklar, bunları okumamış mıdırlar?
Tarih Tezi, Antika Tarihi böyle batıp çıkan sonsuz çelişkileri içinde buluyor: Beyciklerin, yayınladıkları burjuva feodolizm anlayışının skolastik batağından burunlarını çıkarıp Tarih Tezi’ni dümdüz bir gelişme, metafizik bir tez olarak ilân etmeleri neye benzer?
Onlardan daha özürlü olan isterik salon kokotunun, kendi pisliğini lavantalarla örtmesine… Yahut onlardan daha haklı olan sokak fâhişesinin, aşağılık kompleksi ile, bütün komşu kadınların namuslarından şüpheyle konuşmasına ve herkese pislik atmasına… Kadıncıklar mecbur. Bu beycikleri yalana, dolana, namussuzluğa zorlayan yok, sanırız.”
***
Evet. Kıvılcımlı, işte senin ve avanenin siyasi içyüzünü böylesine açık, net ve kesin biçimde gösteriyordu devrimci ortama. Ve sen, siz bu satırlarda çırılçıplaksınız. Bütün düzenbazlığınızla, bütün iğrençliğinizle, bütün hokkabazlığınızla, bütün hainliğinizle. Unutma, sadece “kral çıplak” olmaz. Sizin gibi hainler de işte böylece çıplacık ortaya konuverirsiniz. Bütün maskeleriniz, peçeleriniz, kalıplarınız sökülüp önünüze atılıverir. Kaçacak delik ararsınız ondan sonra. Daha doğrusu, içine girip gizleneceğiniz yeni bir kalıp…
Sen durumun, gerçeğin bu olduğunu adın gibi biliyorsun. O nedenle de bir hırsızın hırsızlık yaptığı yerden hızla uzaklaşıp kaçtığı gibi Kıvılcımlı’dan ve onun mücadelesinden, mirasından, hatırasından hiç söz etmiyorsun, geçen Pazar yaptığın “olağanüstü kongre” konuşmanda:
“Vatan Partisi, Namık Kemaller tarafından Belgrad ormanlarında kurulmuştur. Tıbbiye’nin bodrumlarında hürriyet kahramanları tarafından kurulmuştur. 4 Eylül 1919 gibi Atatürk ve arkadaşları tarafından Sivas’ta kurulmuştur. Sivas’ta kurulan Vatan Partisi’nin ben birinci üyesiyim. Herkesi üye olmaya çağırıyoruz.”
Namık Kemal’e sığınıyorsun, Atatürk’e sığınıyorsun, yeni bir kalıp olarak bu sefer de. Vardığın her yeri, kullandığın her kavramı düzenbazca sömürüp karalıyorsun, kirlendiriyorsun. Eskiden Mustafa Suphi’yi, 15’leri, Şefik Hüsnü’yü kullanırdın. Kendini o kalıpların içine girerek maskelemeye, gizlemeye çalışırdın. Sözde Mustafa Suphi’nin, Şefik Hüsnü’nün yolundan gittiğin yalanını haykırırdın. Mecnunlarını, müritlerini bununla kandırmaya çalışırdın. Bir zamanlarsa onlarca kitabının her bir sayfasında birkaç kez tekrarlardın “Mao Zedung Düşüncesi” diye. Mao tarikatının Türkiye şubesinin halifesi olarak satmaya çalışırdın kendini. Şimdi devir değişti, dönem değişti. O kalıplar para etmiyor, değil mi? onların siyasi rantı kalmadı. Hemen yeni bir kalıp buldun kendine. Vatan Partisi, Namık Kemal, Mustafa Kemal Atatürk… Senin ne ilgin var Namık Kemal’le, onların mücadelesiyle? Bir de hiç utanıp arlanmadan Atatürk’e sığınmaya çalışıyorsun. Oysa, sen geçmişte yazdığın onlarca kitabında Atatürk’e yüzlerce sayfa saldırdın, küfürler yağdırdın. Önceki yazılarımızda gösterdik bu rezilliklerini. Hadi burada yeri gelmişken madem yeni kalıbın bu, geçmişte bu konuda söylediklerine bir iki örnek verelim:
“CIA’nın eski Ortadoğu sorumlusu Graham Fuller 1990 yılı başında Türkiye’de yaptığı araştırmadan sonra hazırladığı raporda, Kemalizmin bittiği saptamasında bulunuyordu. Fuller, Türkiye’ye ‘yeni kimlik’ olarak “Ilımlı İslam”ı öneriyor.
“Gerçekten de, burjuvazinin demokratik devrimci atılımı olarak Kemalizm, artık tarihte kalmıştır ve Türkiye’nin geleceği üzerinde rol oynama şansına sahip değildir.”(Doğu Perinçek, Kemalist Devrim-1 Teorik Çerçeve, Kaynak Yayınları, 6. Basım, Mart 2000, s. 16)
“(…) Kemalizm, burjuvazinin demokratik sivil toplum projesiydi. Kapitalizmin sivil toplumu ise, ancak işçi sınıfının ve diğer emekçilerin sömürülmesi üzerine kurulabilirdi. Bu nedenle Kemalist rejim, aynı zamanda burjuvazi ve toprak sahiplerinin emekçiler üzerinde diktatörlüğü idi. Kemalizm, burjuva sınıfsal karakteri nedeniyle Kürt halkına ulusal baskı uyguladı. Bu baskı, ayaklanan Kürt kitlelerine karşı kırımlara kadar vardı. Emekçilere ve Kürt ulusuna tavrı, Kemalizmin tarihe ayakbağı olan yönünü oluşturdu.” (agy, s. 17)
“1920’lerde devlet yıkıcısı olan ve eski toplumla hesaplaşmaya giren Kemalizm, 1930’larda kendi kurduğu devleti fetişleştirmeye ve üzerine oturduğu yarı ortaçağlı ilişkileri pekiştirmeye yöneldi. Böylece Cumhuriyet’in demokratik burjuva toplum projesi dinamizmini kaybetti. Genç Kemalist burjuvazi, daha da büyümek için birkaç yıl önce savaştığı Batı’nın sermaye güçleriyle işbirliği eğilimi içine girdi.” (agy, s. 25)
“Kemalizm, rolünü oynamış ve tarihte kalmıştır.” (agy, s. 28)
“1925 yılı, Kemalist iktidarın hem gericiliğe hem de halk güçlerine karşı iki cephede baskı uyguladığı bir yıl oldu.” (agy, s. 95)
“(…) Fakat biz aynı zamanda, Kemalist rejimin işçi ve köylüleri ezen burjuva karakterini açıkça ortaya koyar ve onunla mücadele ederiz.” (agy, s. 109)
Evet yoldaşlar. İşte bu Bin Kalıplı Şef bu. Bugün artık geçmişteki Mustafa Kemal’e ve Kemalizme yönelik tüm hakaret ve küfürlerini unuttu, günün en hızlı, en keskin Atatürkçüsü oldu. “Atatürk’te birleşelim” diye çığlık atıyor. “Biz Kemalist Devrimin tamamlayıcısıyız” diye nutuklar atıyor. Ve de kendisini yine hep yaptığı gibi büyük vatan kurtarıcı önder olarak sunuyor, öyle satıyor.
Behey Bin Kalıplı!
Hiç de yüzün kızarmıyor değil mi böyle kalıptan kalıba geçiş yaparken, bir kalıptan çıkıp öbürüne girerken?
Böylelerine ne der yoldaşlar halkımız?
Kırk kocadan ayrılmış bakire. Biz de Bin Kalıplı Halife diyoruz. PDA Tekkesinin şeyhi diyoruz. Üzücüdür ve enteresandır. Her dönemde bu fırıldak kendisine müritlik edecek bir bölük zavallı bulabilmektedir.
E, ne diyelim? Burası Ortadoğu, Şark. İşte Tayyip de bütün vurgunlarına, bütün zulümlerine, bütün ihanetlerine, bütün yalanlarına, düzenlerine, bütün hukuksuzluklarına, kanunsuzluklarına rağmen hâlâ 20 milyon civarında hülğğ’cu meczuplaştırılmış zavallı insan bulabilmektedir.
Yani özetçe diyeceğimiz yoldaşlar, işimiz zor. Ama sonunda mutlaka uyandıracağız halk kitlelerini. Ve bunları Tarihte layık oldukları yere göndereceğiz, oraya yazdıracağız. Yazılacaklar oraya, hiç kaçışları yok
Son olarak şunu da belirtelim ki:
Bütün siyasi hayatları boyunca Amerikan emperyalistlerine sadakatle hizmet eden, tabiî aynı oranda da bu millete, bu vatana ve bu halka ihanette sınır tanımayan işbirlikçi hainleri, satılmışlar sürüsünü topla, “Milli Güç Birliği” kuruyoruz diye Kıvılcımlı gibi bir anıt devrimcinin, bir büyük ustanın eseri ve hatırası olan Vatan Partisi’ni gasp ederek oraya doldur, bunun adına da devrimcilik de, öyle mi?
Kimi kandırdığını sanıyorsun sen?
Herkesi PDA tekkesinin zavallı, cahil müritleri mi sanıyorsun?
Ömürlerini AB-D uşaklığı ile geçirenler, kullanım süreleri dolduğu için efendileri tarafından hurdalığa atılınca birden geçmiş ihanetlerini unutarak ulusalcı oluverdiler, öyle mi?
Gülerler kedinin çamaşır yıkayışına…
Bunların ulusalcılığının-milliyetçiliğinin Tayyipgiller’in dinciliğinden hiçbir farkı yoktur. Tayyipgiller nasıl halkımızın içten din duygularını sömürüp siyasi ve parasal ranta dönüştürüyorlarsa, siz de ulusalcı-milliyetçi oynayarak halkımızın milli duygularını sömürüp siyasi rant elde ederiz diye düşünüyorsunuz. Kontrgerilla’nın özel örgütü faşist MHP’nin yaptığından hiçbir farkı yok yaptığınızın.
Bundan daha elim ve vahim olanı ise; bu namussuzluğunuzu Kıvılcımlı’nın hatırası olan Vatan Partisi’ni kullanarak ve kirleterek yapıyorsunuz. Suç işliyorsunuz… Bu yanınıza kalmayacak… 16.02.2014
HKP Genel Başkanı
Nurullah Ankut