Şanlı Gezi İsyanı’mızın Birinci Yıldönümünde İsyan Sürüyor, Sürecek!
Hepimiz oradaydık… Hem de kızlı-erkekli, 7’den 77’ye, yaşlısı genci, engellisi, her meslekten; işçisi, avukatı, doktoru, öğretmeni, öğrencisi, hepimiz oradaydık.
İstanbul’da nefes almamızı sağlayan nadir yerlerden biri olan Taksim’in akciğeri olan Gezi Parkı’nın yıkıldığını, ağaçların söküldüğünü duyar duymaz koştuk savunmaya. Zaten dolmuştuk. Çünkü bu yaptıkları ilk değildi. İstanbul’un her yanını beton yığınına çevirmişlerdi ve çevirmeye devam ediyorlardı. Haydarpaşa, Galata, bir zamanlar Tayyip Erdoğan’ın cinayet olarak nitelediği 3. Köprü nedeniyle Kuzey Ormanları yok ediliyor, satılıyordu. HES’lerle Karadeniz’in yapısını bozuyorlardı. Ege’nin, Akdeniz’in tüm doğal yapısını bozmuşlardı. Ve daha kamuoyuna yansımayan nice yerleri…
Mesele sadece doğa düşmanlıkları mıydı?
Elbette hayır!
Tek yaptıkları doğa düşmanlığı değildi. Aynı zamanda vatan ve halk düşmanlığı yapıyorlardı.
Her şeyi satıyorlardı. Onlar için her şey satılıktı. Kuvayimilliye yadigârı bütün kamu mallarını 1 yıllık kârları bedeline satmışlardı, hatta “sata sata bitirememiş”lerdi.
Halk açlık sınırında yaşarken “800 lira neyinize yetmiyor?” diyor, işçiyi taşerona mahkûm ediyor;
Avukatı, doktoru, hemşireyi, öğretmeni, öğrenciyi, polisi, askeri, memuru, mühendisi, esnafı değersizleştiriyor;
Sendikaları, meslek odalarını işlevsizleştiriyor; kendilerinden yapamadıkları kurum ve kuruluşlarla türlü yollarla uğraşıyorlardı.
Emek Sineması’nı yıkarak sanat düşmanlıklarını gösteriyorlardı.
Daha 2013 1 Mayısı’nda çukurdan koruma bahanesi ile İşçi Sınıfının Taksim’e çıkmasına şiddet kullanarak engel olmuşlar, çukurdan korumanın bedeli onlarca yaralı ve gözaltı olmuştu.
Halkın 19 Mayıs ve Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamaması için engeller çıkartıyorlardı. Cumhuriyetimizin kurucularına “ayyaş” deyip insanların özel yaşamlarına müdahale ediyorlardı.
Üniversiteleri bilim yuvaları olmaktan çıkarmaya, gençliği susturmaya çalışıyor, değiştirip durdukları sistemlerle lise ve üniversite sınavlarına hazırlanan gençlerimizin psikolojilerini bozuyor, sınav sorularının çalınmasına göz yumup, atama sözü verdikleri öğretmenleri görmezden geliyorlardı.
Hayvancılığı ve tarımı yok edip tepki gösteren köylüye “ananı da al git, gözünüzü toprak doyursun” diyorlardı.
AB-D Emperyalistleri; halkıyla neredeyse aynı mahallenin insanı gibi olduğumuz Suriye’ye uydurma gerekçelerle saldırdıklarında ve bizim yerli uşakların da emperyalist haydutların bir emri ile düne kadar dost ve kardeş dedikleri Beşşar Esad ve Suriye Halkına ağızlarından salyalar akarak saldırıyorlardı. Sınırlarımızı yolgeçen hanına çevirerek “evlat” dedikleri Ortaçağcı gerici güruhun masum sivillere yaptıkları vahşete göz yumuyorlardı.
Reyhanlı ve Uludere katliamlarını işleyip hesabını vermemişlerdi.
Amerikan-CIA-Yezid İslamını savunarak, AB-D Emperyalistlerinin Yeni Sevr politikalarını hayata geçirmek ve Ortaçağcı gerici ideolojilerini hâkim kılmak için ülkenin bütün ulusal değerlerini yok ediyor, Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’nın bütün kazanımlarını ve Önderi Mustafa Kemal’in izini tozunu yok etmeye çalışıyorlardı.
Bu gidişe dur diyen, karşı çıkan yurtsever askerleri, gazetecileri, aydınları kendi hukuk bürolarına dönüştürdükleri yargı yoluyla uydurma davalarla Silivri zindanlarına tıkıyorlardı. Ve devleti dini dogmalara göre yönetmek istiyor, Ortaçağcı gerici politikalarını en çok da kadını öne sürerek gerçekleştiriyorlardı.
İşte tam böyle bir anda başladı Şanlı Gezi İsyanı’mız!
Kimsenin beklemediği bir anda beklemediği bir kalabalıkla ve tüm dünyayı etkileyen bir isyan başlamıştı. 27 Mayıs’tan itibaren Gezi Parkı’nda başlayan Direniş günden güne büyüyerek 31 Mayıs’tan itibaren milyonlara ulaştı. En çok da Gençlik oradaydı. Direnişçilerin yüzde 39.6’sı 19-25; yüzde 24’ü 26-30 yaşları arasındaydı. 80 sonrası apolitik gençlik olarak adlandırılan gençliğin böyle bir isyana (hem de direniş kültürüne yeni bir soluk getirerek; orantısız güce karşı orantısız zekânın ortaya çıkarttığı esprili bir dille) öncülük etmesi şaşırttı küçükburjuva devrimcilerimizi… Oysa Önderimiz Hikmet Kıvılcımlı yıllar önce tespit etmişti Gençliğimizin yeniliklere öncülük eden Jöntürklük geleneğini. İşte bir kez daha ortaya çıkmıştı bu gelenek. Kolay değildi o geleneği yıkmak.
31 Mayıs akşamına geldiğimizde, Taksim’de insan seli akıyordu artık… Polis durmadan gaz bombası atıyor, biber gazı sıkıyor, gaz fişeklerini doğrudan hedef alarak insanlara sıkıyordu. Ama sanki tüm bunlar ters etki yapmıştı. Daha önceleri bir anda dağılan kalabalıklar dağılmıyor adeta gaz bulutu içinde dans ediyordu. Gaz bombaları, plastik mermiler kafalarında, yüzlerinde, bedenlerinde patlıyor, bacaklarında ayaklarında patlıyor ama hiç kimse korku duymuyordu; korkunun zerresi yoktu. Herkes bir coşku içerisinde, bir mutluluk içerisindeydi. Ağır gaz yiyen, yaralanan insanlarımıza hemen herkes elinden gelen yardımı sunuyor, namuslu ilerici, devrimci doktorlarımız gönüllü olarak gelip belirli kuruluşları klinik haline getirerek yaralılarımıza orada tıbbî hizmet veriyordu.
1 Haziran günü polis çekilip Park’a girildiğinde herkes zafer coşkusu içindeydi… Hemen dostluğun, kardeşliğin, paylaşmanın, eşitliğin yani özlemini duyduğumuz bütün değerlerin hayata geçirildiği büyük bir komün kuruldu. O mücadelenin, o gücün verdiği çok güzel bir dayanışma sergileniyordu. Herkes her şeyini ortaya koydu. Ücretsiz market, kütüphane, sanat etkinlikleri herkese açıktı. Herkes eşitti. Sokak çocuklarına bile yuva olmuştu Gezi Parkı. Bu yüzden direnişi en çok sahiplenenlerdi. Tabiî bu arada Direniş dalga dalga yayıldı tüm Türkiye’ye. Türkiye’nin bir ili hariç tüm illerinde milyonlar sokaklardaydı. “Hükümet İstifa!” sloganları yankılanıyordu dört bir yanda.
Tabiî bu isyan sırasında ve sonrasında gencecik fidanlarımızı şehit verdik. Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan, Medeni Yıldırım ve Hasan Ferit Gedik ve Berkin Elvan… Tabiî bu fidanlarımız dışında atılan gazların etkisinden ve aldıkları yaraların etkisinden kaybettiğimiz insanlarımız da var. Ayrıca onlarca insanımız gözlerini kaybetti, binlerce insanımız yaralandı ve gözaltına alındı. Hemen o süreçte “cadı avı” başlatılarak İsyanın bedeli halkımıza ödettirilmeye çalışıldı ve çalışılıyor. Davalar, soruşturmalar açıldı, işten çıkartılmalar yaşandı. Katleden, yaralayan, ülkeyi Hitler’in gaz odalarına çeviren; Tayyip Erdoğan’ın “destan yazdılar” dediği polisine ve sorumlulara hiçbir ceza verilmezken bu haklı İsyana katılan insanlarımıza en ağır bedeller ödetiliyor.
İsyanın başlangıcından itibaren 1 yıl geçti. Tayyipgiller katliamlarına devam ediyor. Yeryüzünde gaza boğdukları insanlarımızı bu kez yeraltında; dünyanın en büyük iş cinayetlerinden olan Soma Kömür Ocağında gaza boğdular. Hem de çok basit iş güvenliği önlemleriyle kurtulabilecek yüzlerce (resmi rakamlara göre 301) işçimizi diri diri gömdüler Ocağa…
“Destan yazan polis”leri Okmeydanı’nda, Cemevinde cenazeye katılan Uğur Kurt’u katlettiler bu sefer de. Akşamında ise bu olayı protesto eden kitlenin içinde olan Ayhan Yılmaz’ı…
Tüm bu olaylar karşısında Tayyipgiller her zamanki vicdanı alınmış insan görünümlü suretleriyle, Berkin Elvan’ın annesini yuhalattılar daha cenazeden birkaç gün sonra. “Ölmüştür, bitmiştir” dediler. “Madenciliğin fıtratında var ölümler” dediler. “Polis nasıl sabrediyor, anlamıyorum” dediler. Tüm bu sözler onların katliamcı, diktatör fıtratlarını ortaya koyan sözlerdir.
Evet, Şanlı Gezi İsyanı’mızın üzerinden tam 1 yıl geçti. Tayyipgiller hâlâ iktidardalar. 17 Aralık ve sonrasında ortaya çıkan tüm hırsızlıklarına, yalanlarına, dolanlarına rağmen on yıllardır, gerçek Hz. Muhammed İslamiyeti ile hiçbir ilgisi olmayan CIA-Yezid İslamı ile afyonladıkları, sadakalarla kendilerine bağladıkları bilinçsiz kitlelerin oyları ile iktidardalar. Ancak bu demek değildir ki bu devran böyle sürecek. Her diktatörlüğün bir sonu vardır.
Ülkemiz Gezi İsyanı’ndan önceki ülke değildir artık. Bu isyan ve sonrasında yaşananlar Tayyipgiller Cephesinde büyük bir çatlak yaratmıştır. ABD’nin, aynı zamanda uluslararası planda tüm Batılı Emperyalist ülkelerinin halklarının Ortaçağcı Tayyipgiller’e bakışını derinden etkilemiştir. Şimdi bize düşen bu çatlağı büyütmektir.
Duruldu gibi görünse de içten içe kaynayan ve “Bu daha başlangıç, Mücadeleye devam” dediğimiz isyan devam ediyor, tüm zalimler yeryüzünden silinene dek devam edecek!
Yaşasın Gezi İsyanımız!
Bu Daha Başlangıç Mücadeleye Devam!
Halkız Haklıyız Kazanacağız!
28.05.2014
Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Merkezi