Kurtuluş Yolu Gazetesi 73. Sayı BAŞYAZI
Ne utanmaz arlanmazmışsın be!
İnsan bu kadar mı utanmaz, arlanmaz olur yahu… Bu kadar mı ar, namus bilmez olur… Hadi dilinden düşürmediğin Allah’tan hiç korkmuyorsun da kuldan da hiç utanmıyormuşsun sen. Daha Belediye Başkanlığın döneminde azgın bir biçimde çalmaya, vurmaya başladın. Ve herkesin bildiği gibi tümü de yüz kızartıcı suçlardan olmak üzere 7 tane dosya bıraktın geride, milletvekilliğine zıplarken. Şu anda da bunlardan dokunulmazlık zırhına büründüğün için kurtarıyorsun paçanı. Tabiî bu son yaptığın yasalarla bağımsız yargı diye, hukuk diye bir şey bırakmadığın için dokunulmazlık kalkanına da ihtiyacın kalktı aslında. Ne olacak ki artık sana?.. Hangi polis, savcı, yargıç senin aleyhine kalem oynatabilir, soruşturma, kovuşturma başlatabilir? Bunların hepsi tarih oldu gayrı.
Zamanın ABD Büyükelçisi Morton Abromowitz’in seni ABD adına satın almasıyla değişti kaderin. ABD, senin önündeki tüm engelleri bir anda silip süpürdü. Gerçek anlamda bakıldığında, senin yasal açıdan o zamanda dahi muhtar bile olamayacak denli kamu görevinden uzak tutulman gerekirdi. Çünkü sen, maddi anlamlı tüm yüz kızartıcı suçları işlemiş durumdaydın. Başka suçların da vardı, bilindiği gibi. Ama hep söylediğimiz gibi; Türkiye’de iktidarları getiren de götüren de ABD Emperyalistleri olduğu için bu engellerin hepsi çerçöp misali bir kenara itildi ve sen, Türkiye’nin tepesine gelecek denli yürüyüşüne devam ettin. Tabiî ABD için tam da senin gibi adamlar gerekirdi, hizmetkârlık etmeye. Sen utanma, arlanma, ahlâk, vicdan tanımadığın için senin için hiçbir aşağılık iş suç sayılmaz. İnsanda, İngiliz düşünürlerin “Mores Sense: Ahlak Duygusu” dediği, daha doğrusu öyle kavramlaştırdığı bir duygu olmalı gerçek anlamda insan olabilmesi için. Ama sende onun zerresi yok. Senin için yalan söylemek, dolap çevirmek, vurgun yapmak, hırsızlık etmek; yemek yemek, su içmek gibi normal, doğal işlerden sayılıyor. İşte o duygu olmayınca, iyi-kötü diye bir ölçüt yok sende. Her türlü aşağılık işi yapıyorsun, sonra da kalkıp hiç utanıp sıkılmadan, sanki son derece haklıymışsın gibi ortalıkta konuşuyorsun. Yüzün de kızarmıyor, dilin de dolaşmıyor. Hayret ki ne hayret…
Büyük oğlun Burak, lüks arabayla yolda değerli hanımefendi sanatçımız Sevim Tanürek’e çarptı, öldürdü. Ehliyeti filan da yoktu. Sen, alelacele tüm siyasi ilişkilerini devreye sokarak geçmiş tarihli bir sahte ehliyet (sürücü belgesi) ayarladın bir trafik şubesinden. Sonra da saygıdeğer sanatçımızın cenazesine katıldın ama taziye için katılmadın; film yapmak için katıldın. Dedin ki orada; gazeteler, televizyonlar oğlumun ehliyetsiz araç kullandığını iddia etti. Oğlumun ehliyeti var. Bakın işte size gösteriyorum. Bununla yetinmedin; yine ayarladığın trafikçiler aracılığıyla sahte bir kaza raporu hazırlattın. Ve bu sahte raporda sanatçımızı 8’de 8 kusurlu gösterdin. Hâlbuki gerçekler bunlar değildi. Sanatçımızın eşi ve oğlu işin peşine düştü, senin bu sahtekârlıklarını ortaya çıkardı. Tabiî insanlık hepten ölmedi. Namussuzların, alçakların olduğu her yerde namuslu, kaliteli insanlarımız da var. Onlar, gerçeğin ortaya çıkmasını sağladılar. Bu kez de sen yine aynı oranda aşağılık bir yönteme başvurdun. İşi çakallığa döktün. Ve tehdit ettin maktulenin ailesini. Zavallı masum insanları korkuttun. Sanatçımızın eşi çıkıp açıklama yaptı. “Biz yapayalnız insanlarız. Bunlarla başa çıkmamız mümkün değil. O yüzden Allah’a havale ettik onları.”, dedi.
Sen işte böylesin. Dişinin keseceğini anladın mı her türlü çakallık numarasına başvurmaktan kaçınmazsın. Ama iş ABD’ye geldi mi, anında diz çöker, yalvarmaya başlarsın. “Beni kubura süpürmeyin, kullanın”, diye.
Dediğimiz gibi, seni Türkiye’nin tepesine taşıdı ABD. Tepesine diyoruz da, bilerek böyle diyoruz. Çünkü Gül de senin avenen arasında. Onu da oraya sen yerleştirdin ya… Hani o zaman da açıklamıştın bunu. O yüzden işte senin en kanunsuz işlerinin bile arkasında duruyor, senin işlediğin her suçu o da üstlenmekten çekinmiyor. O da tıpkı senin gibi. Hep güçlüye oynar. Kim ağır basıyorsa siyasette, onun adamı olur. O da senin gibi tıpkı.
Ve tabiî oraya geldikten sonra daha azgın bir şekilde çalmaya, vurmaya, yürütmeye, götürmeye başladın. Bunların hesabının sorulacağından da endişe etmedin. Yani bu korkuya kapılmadın. Nasıl olsa efendim ABD’nin bir dediğini iki etmiyorum, bu sebeple ABD beni niye deliğe süpürsün ki, diye düşündün.
Bir de ABD’nin “Yeşil Kuşak Projesi” çerçevesinde Türkiye’nin kasaba ve köylerine varıncaya kadar yaydığı Kur’an Kursları, İHL’ler ve tarikat örgütlenmeleri sayesinde mecnunlaştırılmış, oy davarına döndürülmüş cahil kitleler; mikrofonlar önünde TV ekranlarından yansıyan, her gün üç beş yerde Allah, Kitap, başörtüsü zulmü ve bunun gibi sözler içeren birkaç nutuk attık mı bu yaptıklarımızı (hırsızlamalarımızı, ihanetlerimizi) ölünceye dek arttırarak, katlayarak yapsak bile bize oy vermekten vazgeçmezler, diye düşündün, hesapladın. Esasında da gerçek İslam’la yani Kur’an, Hz. Muhammed ve Dört Halife İslamıyla zerrece ilgisi olmayan bu Muaviye-Yezid ya da CIA-Pentagon İslamı denen sahte İslam’la insanlarımızı kafadan gayrımüsellah hale getirmekti o Ortaçağ kurumlarının işlevleri. İşte ABD Emperyalistleri de bu sebepten onları pıtrak gibi Türkiye’nin her tarafına yaymışlardır. Ne yazık ki ve ne acıdır ki bu kurumlardan geçirilen insanlarımız artık sosyal olayları, doğa olaylarını doğru göremez, doğru yorumlayamaz; sonuç olarak anlayamaz, kavrayamaz hale getiriliyordu, düşürülüyordu. Böyle olunca da Tayyipgiller gibi, Pensilvanyalı İmam gibi din alıp satıcıların, insanları Allah’la aldatan şeytanların kolayca oyununa geliyordu, tuzağına düşüyordu, oyuncağı oluyordu. Nitekim de öyle oldu bugüne dek. Tayyip’in ve şürekâsının hırsızlıkları, kamu malı aşırıcılıkları, her türden vurgunları 17 Aralık sonrasında en azından bir bölümüyle ve bütün kanıtlarıyla ortaya konduğu halde oy oranındaki düşüş sadece % 6 civarında olmuş. % 42’den % 36’ya düşmüş, kamuoyu araştırma şirketlerinin açıkladığı verilere göre.
Fakat Tayyip, bu oranlara asla güvenme… Aslında bayır aşağı gitmeye başladın. Evet, insanlarımız daha doğrusu senin “yüzde ellim” dediğin kesim CIA diniyle uyuşturulmuş durumda. Ama bak onlarda bile % 6’lık da olsa bir uyanma olmuş. Kaldı ki insan hayvan sürüsü mensubu değil. Sürgit yani sonuna kadar kandırılamaz, aldatılamaz.
Sonra Tayyip; bu açıklananlar senin ve şürekânın yaptığı vurgunların devede kulağı. Asıl gerisi gizli henüz. Ama onlar da meydana çıkacak. Hani bir atasözü var ya; “Gerçeklerin bir gün ortaya çıkma gibi bir huyu vardır.”, diye. Bu mutlaka olacak. O zaman işte senin aldattığın ve buna rağmen bugün hâlâ uyanmamış olan geniş yığınların önemli bir bölümü de uyanacak, görecek. Gerçek içyüzünle tanıyacak seni. Bir din alıp satıcısı olduğunu, bu alım satımınsa vurgunlarına, Amerikan uşaklığına ve ihanetlerine bir kılıf, bir maske olduğunu görecek. Kur’an ve Hz. Muhammed, 1400 sene önce bak senin gibi din tüccarlarını nasıl yakalayıp teşhir eder:
“Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah’ı ve müminleri aldatırlar. Hâlbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir.” (Bakara Suresi 9. Ayet, Diyanet Vakfı Meali)
Dediğimiz gibi senin bu kategoriden olduğunu, tabiî avenenle birlikte böyle olduğunu, halkımız eninde sonunda görecek, anlayacak ve lanetleyecek sizi. Firavunların lanetine benzer bir lanetlemeyle… Bundan hiç kurtuluşun yok. Boşuna hiç çabalama. Kaçamazsın, kaçamayacaksın.
Şu ortaya çıkan vurgunlarına bak yahu!
Bakanların, banka müdürlerin, evlerinde gizledikleri milyon dolarlarla enseleniyorlar. Sayısı 7’yi bulan para kasalarıyla, para sayma makineleriyle ve bu vurgunların sesli belgesi olan telefon konuşma kayıtlarıyla yine yakalanıyorlar suçüstü. Bunun lamı cimi var mı? İnkârı mümkün mü bunların? Muhakkak ki değil. Ama sen burada bile bir alçaklığa başvurmaktan geri duramadın. Dedin ki meydanlarda, mikrofonlar, kameralar önünde;
“Siz o kutular içinde bulunan milyon dolarlarla ne yapılacağını nereden biliyorsunuz? O paralarla İmam Hatip Lisesi yapılacaktı.”
Bu İblisçe yalana sadece İstanbul’un kargaları değil, Arabistan’ın tüm develeri de kahkahalarla güler. Aslında böylesine aşağılık, trajikomik yalanlarla kendini küçültmekten, daha doğrusu o küçücük olan içyüzünü sergilemekten başka hiçbir şey yapmış olmuyorsun. Ama hiç utanmadan, hayâ etmeden, burada bile İmam Hatip diyerek din sömürüsü yapmaktan geri durmuyorsun. Sende insana dair bir yön, bir öz arayanlar, inan bırakalım mercimeği, bulgur tanesi kadar olsun bir insan özü, insana dair bir şey bulamazlar. İnsan zerre miktarda olsun utanır yahu! Ama sen utanmıyorsun. Hâlâ meydan meydan dolaşıyorsun.
Hemen her gün onlarcası yakalanan hırsızlar, yan kesiciler, gaspçılar var ya; inan onlar senden kıyas kabul etmeyecek oranda kaliteli. Çünkü onların hiçbiri yakalandıklarında “biz bu parayla şu dini işleri, şu hayır işlerini yapacaktık”, demiyorlar. Hiç değilse ahlâksızlıklarında ahlâklı onlar yahu. Ama sen ahlâksızlığında da ahlâksızsın. Senin için ve sizin gibiler için ne demeli bilmem ki…
Oğlun Necmettin Bilal’in hırsızlığa, vurguna, soyguna paravan olması için kurduğu vakfa, yüz milyonlarca hatta bazı yazarların öne sürdüğüne göre 1 milyar dolar civarında maddi kaynak aktarılmıştır bugüne kadar.
Hani bir de senin 630 milyon dolarlık havuz vurgunun var. ATV-Sabah’ı yıllar önce Vakıfbank ve Halkbank’tan 750 milyon dolar kredi alıvererek, damadının yöneticilerinden olduğu Çalık Grubu’na senin adına yayın yapması için devretmiştin ya… İşte şimdi onu, yine vurgun ürünü olan topladığın 630 milyon dolarla, belirlediğin bir alçak kişiye aktarmak istiyorsun. Bu 630 milyonu da senin gibi devlet malı yiyen, çalan, müteahhit maskeli vurguncu Parababalarından salma usulüyle topluyorsun. Bu Parababalarının kiminden 100 milyon dolar, kiminden 50 milyon dolar, kiminden 30, kiminden 10 milyon dolar alıyorsun. Ve 630 milyon doları dolduruyorsun bu vurgun paralarını biriktirdiğin havuza.
Tabiî menfaatleri olmadan parmaklarını bile oynatmayan bu alçak Parababaları, bu yüz milyonlarca doları niye veriyorlar sana?
Çünkü devletten, kamudan, daha açığı kamu ihaleleri yoluyla bu verdiklerinin en az 3-4 katını alacaklar. Daha doğrusu çalacaklar. Zaten bu çalma işini, sana 100 milyon dolar veren bu şerefsiz Parababalarından Mehmet Cengiz apaçık bir biçimde söylemiyor mu?
Ne diyor?
“Milletin a… koyacağız”, diyor.
Bunu dediği yani karşısındaki Parababası Celal Koloğlu ne karşılık veriyor?
“İnşallah, inşallah”, diyor değil mi?..
Yani bak, bu vurguncu insan sefaletleri de seninle aynı kategoride. En hayâsız vurgunları yapıp milletin anasını ağlatırken bile “inşallah”lı konuşuyorlar. Yani bunlar da din tüccarı. Aslında burada millete küfreden sadece bu iki alçak değil. Başta sen Tayyip ve bakanların olmak üzere Tayyipgiller’in tamamı. Biz bu paraları Tayyip’e veriyoruz ama bunun karşılığını da milletin “a… koyarak” alacağız, diyorlar.
Geçelim bir başka aşağılık işine. Urla’daki SİT alanına kaçak yaptırdığın villalara… Burada da yine aynı şekilde bir vurguncu Parababasıyla, Mustafa Latif Topbaş’la anlaşmıştın. Birinci derecede SİT alanı içerisinde bulunan koya nazır araziye, kaçak villalar yaptırdınız birlikte. Oysa orası imara kapalıydı. O doğal alanın öylece korunması gerekiyordu. Ama siz Para Tanrısından başka hiçbir Tanrıya tapmadığınız için ve insana da hayvana da doğaya da düşmansınız. Sizin tek düşündüğünüz vurgun, çalma, ihanet… Mustafa Latif Topbaş’ın yapacağı birçok villadan iki tanesini de sana vereceği, telefon kayıtlarından yüzde yüz bir kesinlikle anlaşılmış bulunmaktadır. Ama sen, bunu bile kabule yanaşmadın. “Onu müteahhide sorun”, dedin. Müteahhit de yine bebelerin bile kanmayacağı yalanlarla inkâra yöneldi. İşin garip yanı, bu alçakça vurgun işini de yaparken sürekli Allah, Kitap diyorsunuz, Allah razı olsun diyorsunuz, Allah nasip ederse diyorsunuz, hayırlı cumalar diyorsunuz, namazı İzmir’de kılacağım diyorsunuz, Allah kolaylık versin diyorsunuz birbirinizle yaptığınız telefon görüşmesinde. Bre utanmaz arlanmazlar; Allah’tan korkmaz, kuldan sıkılmazlar! Allah sizin hırsızlık işlerinizi düzenleyen, ona kolaylık sağlayan tanrınız mı? Grek Mitolojisinde “Hırsızlar Tanrıçası Furina” vardır. Onları korur, kollar, işlerini kolaylaştırır. Siz de Allah’ı Hırsızlar Tanrısı yaptınız. Utanmazlar!
Üstelik de Tayyip; bu işe, bu rezil işe eşini, kızını ve oğlunu da karıştırıyorsun, bulaştırıyorsun. Ne kötü adamsın sen… O kadıncağızları, kızcağızları da ahlâksızlığa, hırsızlığa teşvik ediyorsun, alıştırıyorsun. Oğullarını zaten berbat ettin, zehirledin, insanlıktan çıkardın kendin gibi. Yani o çocukcağızların da kanına girdin. Bir de yine hiç utanmadan kürsülere çıkıyorsun; “Oğlum hırsızlık- yolsuzluk yaparsa onu evlatlıktan reddederim”, diyorsun. Şu yalana bak yahu… Onu o işlere alıştıran sensin. Sen olmasan, avenen olmasa o çocuklar o pis işleri nasıl becersin?..
El Kaide’nin de finansörü olan, bu sebeple de Birleşmiş Milletler kararıyla pek çok ülkeye olduğu gibi Türkiye’ye de girmesi yasaklı olmasına rağmen bugüne dek senin de 13 kez görüştüğün Yasin El Kadı’nın bağlantılı olduğu Suudi Arabistan Krallığı Kraliyet Protokol Dairesi “Royal Protocol”ün hesabından oğlunun paravan şirketi TÜRGEV’in Vakıfbank’taki hesabına 100 milyon doların aktarıldığı da kesin belgeleriyle ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Yine oğlunun bu vurguna, paravan şirketine, senin soyguncu müteahhit arkadaşın Ali Ağaoğlu’nun Ataşehir’de 20 dönüm arsa bağışladığı da aynı kesinlikte kanıtlanmış, ortaya serilmiştir. Hani sen Bakırköy’deki bu müteahhidin yine imara aykırı olmasına rağmen diktiği kulelerinin yüksekliğini 63 metreden 70 metreye çıkarmıştın ya… Bakırköy Belediyesinin, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin karşı çıkmasına rağmen Ali Ağaoğlu işi seninle bağlamıştı ya… Sonra da bu aşağılık iş Ağaoğlu’nun telefon kayıtlarında “Ben işi büyük patronla bağladım”, diyerek öğünmesine vesile olmuştu ya…
Geçelim son bir vurgununa daha. Yine oğlun Necmettin Bilal’in başını çektiği çok büyük bir vurgun ortaklığı var, bildiğin gibi. Bunun maddi çapı 2,5 milyar dolar diyor uzmanlar. Şu hayâsızlığa bak! Artık iyice dağıtmışsın. Bugüne kadar ha bire vurdun, çaldın, çırptın, bir şey olmadı. Artık daha pervasız olmalıyım, demişsin. Hemen hatırladın değil mi bunun ne olduğunu? Etiler’deki altın değerinde olduğu söylenen eski Polis Okulu arazisini götürüyormuşsunuz. Oraya sıra sıra gökdelenler, AVM’ler vb. lüks işyerleri dikecekmişsiniz, yapacakmışsınız. Tam iş üstündeymişsiniz. Ama 17 Aralık’ta çanak çömlek patlayınca bu vurgununuz yarım kalmış. Okulun arazisini daha lüplemeden, oraya dikecekleri gökdelenlerin maketini yapmışlar, masaya koymuşlar ve maketin arkasında da ağızları kulaklarında poz verip resim çektirmişler vurguncular. Bu vurgun işini de kendi ifadesiyle Tayyip “Bizzat ben takip edeceğim”, diyor. Vurguncu kader arkadaşlarından Usame Kutub’a da yine din sömürüsü yaparak ve Müslümanın Allah’ını hırsızların koruyucusu durumuna getirerek “Allah iyilikler versin”, diye hitap ediyor.
Tayyip! Bu alçakça işin de apaçık gösteriyor ki sen gerçek Müslüman değil, riyakârsın. Namuslu, yurtsever, laik, antiemperyalist, Mustafa Kemalci ilahiyatçı Yaşar Nuri Öztürk bak seni ve şürekânı nasıl teşhir ediyor; iğrenç içyüzünüzü nasıl açık ediyor:
“GİZLİ ŞİRKİN TEMEL GÖRÜNÜMÜ RİYAKÂRLIKTIR.
“Riya, Allah’a oyun oynamaktır
“Hz. Peygamberin bir soru üzerine yaptığı bir riya tanıtımı vardır ki, insanı çıldırtacak kadar sarsıcıdır. Sahabisi soruyor: “Yarın Kurtuluş nasıl olacaktır ey tanrı elçisi?” Tanrı elçisi cevap veriyor:
“Kurtuluşu hak etmek için, Allah’a hile yapıp oyun oynamaktan vazgeçmek gerekir.”
“Sahabi dehşet içinde tekrar soruyor:
“Allah’a oyun oynamak nasıl olur, ey tanrı elçisi?”
“Cevap veriyor yüce peygamber:
“Görünüşte Allah ve elçisinin emrettiğini yapar ama içinden başka şeyler peşinde olursa Allah’a oyun oynamış olursun. Riyadan sakının, çünkü o Allah’a şirk koşmaktır.” Heytemi, Ez-Zevacir, 1/68
“RİYAKÂRLAR MÜŞRİK VE MELUNDUR
“Kur’an günah işleyenleri, mesela namaz kılmayanları hiçbir yerde lanetlememiştir, ama namazına riya bulaştıranları yani namaz kılarak halkı aldatanları lanetlemiştir. Günahkârlar sadece günahkârdır. Ama riyakârlar müşrik ve melundur.” (Y. N. Öztürk, Kur’an’ı Tanıyor musunuz?, Yeni Boyut Yayınları, s. 158)
Etiler’deki vurgununuza dönersek Tayyip; 14 Şubat tarihli sayısında Sözcü Gazetesi bu vurgununuzu manşetten şöyle veriyor:
“Bilal’in gizli ortağı olduğu iddia edilen şirketin sahipleri, ihalesiz almayı planladıkları devlet arazisine proje maketi bile hazırlatmış
“BAŞBAKAN’ın oğlu Bilal’in de ortakları arasında olduğu söylenen Bosphorus 360 projesiyle ilgili yeni iddia…
“Şirket, İstanbul Etiler’deki çok değerli polis okulu arazisini gözüne kestirdi. Ankara’yı devreye soktu. Arazinin KİPTAŞ üzerinden şirkete ihalesiz satılması planlandı…
ORTAKLARI arasında Muaz Kadı ve Usame Kutub’un da bulunduğu şirket, gökdelenlerin maketini bile hazırlattı. Yolsuzluk dosyasına giren telefon kayıtlarına göre Erdoğan, “Allah iyilikler versin” diyerek aradığı Usame Kutub’a “Orayı bizzat ben takip edeceğim” dedi…” (agy)
Vurgunlarınızın içinde, bakanlığının görev alanına girdiği için yoğun biçimde rol oynayan, önce istifa ettirtip sonra kendinden özür dilettirdiğin Erdoğan Bayraktar bak ne diyor, fezlekeye düşen satırların anlattığına göre:
“Rüşvet ve yolsuzluk operasyonu sonrası “Başbakan Erdoğan istifa etmeli” çıkışıyla gündeme gelen Erdoğan Bayraktar’a ait olduğu iddia edilen yeni kayıtlar ortaya çıktı.
“Telefonda KİPTAŞ Genel Müdürü ile konuşurken İBB Genel Sekreteri’ni şikâyet eden Erdoğan Bayraktar, “Ne yeşil alan tanıyor ne SİT” diye yakınıyor. Bayraktar’ın şikâyet ettiği İBB Genel Sekreteri Erdoğan’ın dava arkadaşı…
“Karşı gazetesinin manşetten verdiği konuşmalara göre, Bayraktar, Etiler Polis Arazisi’ne bir yerine 3 emsal verdiklerini itiraf ediyor. Bayraktar, İBB Genel Sekreteri Adem Baştürk hakkında ise ağır sözler söylüyor: “Ne kadar pis iş varsa bize yaptırmaya kalkıyor. Kuşdili’ni imara açtı, bana 20 defa telefon açtı, ‘burayı tasdik et’ diye. SİT alanı, doğal SİT alanı demiyor, imar yapıyor.”
“Soruşturma dosyasındaki tapelerde KİPTAŞ Genel Müdürü İsmet Yıldırım ile konuşan eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın sözleri şoke edici. Yıldırım, Çatalca’daki arazinin deprem riskli alan ilan edilerek kendilerine verilmesini istiyor. Bayraktar, “Neye istinaden? Bizi asarlar. Hesabını kim verecek?” diye itiraz ediyor.
“(…)
“ERDOĞAN’IN DAVA ARKADAŞI
“Dönemin İBB Başkanı Tayyip Erdoğan ile aynı yolsuzluk davasından yargılanan Baştürk, hakkındaki “zimmet, ihaleye fesat karıştırmak, görevi ihmal” suçlamalarından, 3 Kasım 2002’de milletvekili olarak kurtuldu. Sonrasında yargılama düştü, şaibeler ortadan kalkmadı ama Baştürk, tekrar İBB Genel Sekreterliği’ne getirildi.
“Ucu Bilal’e gidiyor
“Bilal Erdoğan 17 Aralık yolsuzluk operasyonunun ardından internete düşen ses kayıtlarında; Etiler Polis Okulu arazisiyle ilgili Yasin el Kadı ve Bilal Erdoğan’ın ortak olduğu yatırımı bizzat Başbakan Erdoğan’ın takip ettiği iddia edilmişti. Bilal Erdoğan’ın ‘gizli ortağı’ olduğu Bosphorus’tan yüzde 10 komisyon istediği, ortakların ise bu duruma isyan ettiği öne sürülmüştü. (Odatv, 24 Şubat 2014)
Evet Tayyip! Bütün bu hayâsızca vurgunlardan, hırsızlıklardan, kamu malı yiyiciliğinden sonra bile hâlâ iktidarda kalabileceğini sanıyorsun. Dengen olmadığı için göremiyor, anlayamıyorsun. İçinde bulunduğun bataklığın gerçekliği ile bağın kopuk. Rezilliği bu denli açığa çıkmış uşakları ABD Emperyalistleri kullanmakta ısrar etmezler. Uşak kökü mü kesik?.. Senin gibileri süpürürler kubura, yenilerini getirirler. Yakın tarih bunun örnekleriyle dolu. Ama sende bunları görecek, kavrayacak, değerlendirecek sağlıklı mantık yapısı yok ki…
Ben bugüne dek bu milleti koyun sürüsü gibi kullandım. Allah’la aldatarak onları yine kullanmaya devam ederim, hesabı yapıyorsun. İşte bu sebepten de namuslu olmak kaydıyla hemen hiç kimsenin kabul edemeyeceği yalanlara, iftiralara, iğrenç, mide bulandırıcı demagojilere başvuruyorsun. Bunlardan birini örnekleyelim. Bizim Gezi İsyanı’mızı karalamak için şöylesine alçaklaşıyorsun, Tayyip:
“Yaptıkları iş sadece vurup kırma. Kamunun binalarına saldırma, kamunun binalarını yakıp yıkma. Sivil vatandaşın, halkın araçlarını yakıp yıkma.
“Bununla kalmadılar. Benim başörtülü kızlarıma, başörtülü bacılarıma saldırdılar.
“Bununla da kalmadılar. Dolmabahçe Camii’ne maalesef bira şişeleriyle girmek suretiyle, ayakkabıyla onu da yaptılar.
“Yıllarca parya muamelesi gören başörtülü kızlar bunların yaptıklarını yapmadı, sabretti. (ntvmsnbc.com, 9 Haziran 2013)
Yalanın camiye ilişkin olan bölümünü caminin imamı ve müezzini “Biz Müslümanız, yalan söyleyemeyiz, böyle bir şey olmadı”, diyerek anında reddettiler, üstelik de bedelini göze alarak. Onlar da namuslu insanlar oldukları için adları gibi biliyorlardı senin bir yalanını ortaya çıkarmanın bedelinin ne olduğunu. Bildiğimiz gibi bu namuslu din adamları anında görev yerlerinden sürüldüler. Bunlar gerçek Müslüman. Sense Hz. Muhammed’in deyişiyle Allah’a oyun oynayan münafıksın, riyakârsın, müşriksin… Bu namuslu din adamlarına ilişkin bir gazete haberine de yer vermiş olalım:
“GEZİ’nin faturası din adamlarına da çıkarıldı. Dolmabahçe Camisi’nin müezzini, imamı ve Beyoğlu müftüsü görevlerinden alınarak başka yerlere verildi.
“Eylemler sırasında en çok tartışılan isim olan Dolmabahçe Bezmiâlem Valide Sultan Camisi Müezzini Fuat Yıldırım’ın, Başakşehir’e bağlı Kayabaşı köyüne sürüldüğü öğrenildi. Gezi olayları sırasında camide içki içildiği iddia edilmiş, cami müezzini Fuat Yıldırım ise tüm baskılara rağmen içki içilmediğini söylemişti. Fuat Yıldırım bu davranışının bedelini sürgünle ödedi.” (Hürriyet, 21 Eylül 2013)
İkinci yalanına gelirsek; bunun geçenlerde görüntüleri de yayımlandı. O demagojinde, iftiranda oynattığın zavallı kadıncağızın (senin Bahçelievler Belediye Başkanın Osman Develioğlu’nun gelini Zehra Develioğlu’nun) iddia ettiğin yer ve saatte, yani Kabataş İskelesi civarında 19.30’da yolculuğunu yaparken Mobese kameralarının çektiği görüntüler de yayınlandı. Aylardır gizleniyordu, bilindiği gibi. Kanal D, 2 hafta kadar önce bu görüntüleri ele geçirip yayınladı. O görüntülerde o kadına ne saldıran var ne müdahale eden. Herkes gibi kadın yolculuğunu yapıyor.
Sen bundan sonra bile vazgeçmedin pis yalanından. Hâlâ tekrarlayıp durdun. Nasıl olsa ABD’nin “Yeşil Kuşak Projesi” kapsamındaki çalışmalarla mecnunlaştırılmış bana oy veren insanlar inanır buna, diye.
Üstelik de her zamanki gibi çirkefleşerek yaptın bunu. “Benim bacımın raporu var raporu. Onu ne yapacaksınız? Onu nerenize koyacaksınız?”, diye saldırmaktan geri durmadın. Senin sadece ruhunun değil ağzının da gerizden farkı yok. Ne diyelim sana… Allah ıslah etsin desek, o yaşı da geçmişsin. Hiç ıslah edilecek gibi görünmüyorsun. Senin gibiler için halkımız “Bunu toprak paklar”, der. Gerçekten de öyle.
Kanal 7’de, Yeni Şafak, Sabah, Hürriyet ve CNN Türk’te yıllarca senin amigoluğunu yapan Ahmet Hakan bile birkaç gün önce seni bu yalanından dolayı eleştiriyordu. Sana tahammül etmek, seni savunabilmek dünyanın en zor şeylerinden biridir. O bile artık böyle işlerini savunamıyor. Şöyle diyordu geçenlerdeki köşesinde:
“2010’un Aralık ayı…
“Gazetelerden bir haber:
“Eylem yapan beş haftalık hamile E. Ö., polisin attığı tekmeler sonucu bebeğini düşürdü.”
“E. Ö.’nün avukatı Zeliha Kabataş, (bak burada bir Kabataş var… Bak bir de Z harfi var… Alooo Fatih…) yaptığı açıklamada şöyle dedi:
“Beş hafta beş günlük hamile olan müvekkilim, yaşanan olaylarda aldığı darbeler neticesinde meydana gelen kanama nedeniyle arkadaşlarının yardımıyla Taksim İlkyardım Hastanesi’ne kaldırıldı. Ultrasonla yapılan incelemede bebeğin kalbinin durduğu tespit edildi. Müvekkilim kürtaj işlemine maruz kaldı. Aldığı darbeler sonucunda hem kendisi yaralanmış, hem de gebeliğini istemdışı sonlandırmak zorunda kalmıştır.”
“Kabataş’taki başörtülü kadına, yaptığı en az 88 konuşmayla sahip çıkan Başbakan Erdoğan’a soruyorum:
“- Polis tekmeleriyle bebeğini kaybeden E. Ö. adlı kadının yaşadığı dram için neden ağzınızdan tek bir kelime bile çıkmadı?
“- Siz sadece Kabataş’taki başörtülü Z. D.’nin mi başbakanısınız?
“- Polis tekmesiyle bebeğini kaybeden başı açık E. Ö.’nün başbakanı değil misiniz?
“- Sizin bir kadının hakkını savunmanız için o kadının ille de başörtülü mü olması gerekiyor? (Ahmet Hakan, Hürriyet, 20 Şubat 2014)
Aslında Ahmet Hakan’ın bu son cümlesi de gerçeği yansıtmıyor. Tayyip’in derdi başörtülü kadınların olsun savunusunu yapmak değil. Onun kendinden ve ailesinden başka hiç kimse umurunda olmaz. Onun derdi başörtülü kadınlar üzerinden din sömürüsü yaparak siyasi rant elde etmek. Yukarıda andığımız ABD projesi çerçevesinde sağlıklı düşünmekten alıkonmuş insanlarımızı dinle, Allah’la aldatarak vurgun yapmak, devran sürmek.
Gezi İsyanı’mızda hatırlanacağı gibi polis yani senin “kahramanlık destanı yazdılar”, diyerek kutsadığın polis, bir türbanlı kadına da saldırdı, ona işkence etti aleni biçimde. Bunun görüntüleri de net biçimde görülecek şekilde yayımlandı. Haber ve görüntüler Odatv’de de yer almaktadır. Haberi alalım, görüntüyü izlemek isteyenler Odatv’nin arşivinde bulabilirler:
“Başörtülü o kadının dayak görüntülerini yayınlıyoruz
“Başbakan günlerdir konuşuyor.
“Ne diyor: Göstericiler türbanlı kadını dövdü.
“Her gittiği yerde aynı propagandayı yapıyor.
“Biz de günlerdir anlatıyoruz.
“Gezi Parkı’nda Devrimci Müslümanlar da var Antikapitalist Müslümanlar da.
“Hemen hepsinin kadınlarının başı kapalı.
“Kimse onları rahatsız etmiyor.
“Yan yana mücadele ediyorlar.
“Ancak Erdoğan bunun propagandasını yapmakta kararlı.
“Şimdi size bir görüntü izleteceğiz.
“Başörtülü bir direnişçi üzerine Türk bayrağı sarmış.
“Polis onu sıkıştırmış.
“Bakın başındaki örtüye nasıl saldırıyor, nasıl çekiyor?
“Nasıl işkence ediyor?
“Şimdi şunu söyleyebilir miyiz?
“Başbakan’ın polisi başörtülü kadına saldırdı. Dövdü.
“Başbakan “benim polisim” demedi mi?” (Odatv.com)
Tayyip! Sen bu; camide içki içtiler ve başörtülü bacıma saldırdılar hayâsızca iftiranla aslında ne kadar kalitesiz olduğunu, ne aşağılık olduğunu ve ne insan sefaleti olduğunu ortaya koymuş oldun. Halkımızı birbirine saldırtmayı ve birbirine kırdırmayı denedin bu girişiminle. Ama her ne kadar CIA Projesiyle düşünmekten alıkonmuş olsalar da senin Allah’la aldattığın kitleler bu kanlı oyuna gelmedi. O sayede ülkemiz büyük bir felaketin eşiğinden döndü. Sen, tıpkı Ortaçağdaki gibi, Sen Bartelmi ve Haçlıların Kudüs işgalinde yaptıkları gibi, insanları dini inançları yüzünden birbirlerine katlettirmek istedin.
Ama oyunun tutmadı.
Önderimiz Hikmet Kıvılcımlı da der ya; “dünyanın en toleranslı halkı” diye ülkemiz halkı için. Gerçekten de öyledir. Hoşgörülüdür insanlarımız.
Tayyip! Dedik ya yukarıda, senden mercimek kadar olsun insan özü çıkmaz, diye. Aslında sen insani açıdan bu kadar önemsiz, değersiz birisin. Ama ABD ve yerli Parababaları seni o makamlara getirdiğinden ve sen de her türlü alçaklığı, ihaneti ve zalimliği yapmaktan geri durmadığından senin hakkında böyle yazılar yazmak durumunda kalıyoruz.
Fakat unutma ki Tarihte senin gibilerin yeri, Muaviye’lerin, Yezid’lerin, Nemrut’ların, Sait Molla’ların yanı başıdır. Herkes ileride lanetle anacak seni. Sen, bugünün de geleceğin insanlarının da gözünde bir nefret figürüsün. Ve hep öyle kalacaksın… 24.02.2014
“Hırsızlar İmparatoru”na da yakışan milyar dolarlar götürmektir tabiî ki
Dün bu yazıyı bitirdikten iki saat sonra internete Tayyip’in Kısıklı’daki villalarını (5’i de aynı site içindedir, bildiğimiz gibi ve bahçe duvarları kale duvarı gibi yüksek ve koruncaklıdır.) medyaya yansıdığına göre dolar ve avrodan oluşan miktarı 1 milyar doları bulan hırsızlama parayla doldurmuş bulunduğuna kanıt telefon konuşmaları düştü. Konuşmalar Tayyip’le oğlu Bilal arasındaydı. Telefonla ilk aramayı yapan 17 Aralık sabahı saat 08.02’de Tayyip’ti. Bilal’e evde ne bulunduğunu soruyor, Bilal biraz da sabah, uyku mahmurluğundan olacak anlayamıyordu. Tayyip’in üstelemesi üzerine “baba burada ne olacak? Senin paraların var.”, diyordu. Tayyip o gün sabaha yakın bir operasyon başladığının, bazı bakan çocuklarının ve banka müdürünün gözaltına alındığının bilgisini veriyor, “eve de gelebilirler, o paraları amcan, kayınpederin ve aile çevresinden güvenilir yakınların evlerine naklet. Evi sıfırla paralar açısından.”, diyordu.
“Benim Ankara’da kalmam gerekiyor. Sana Sümeyye’yi gönderiyorum. Kısa sürede orada olur. İşin ayrıntılarını onunla konuşursunuz, emrini veriyordu. Bilal tama babacığım”, diyordu.
Tayyip, birkaç saat sonra (saat 11:17’de) oğlunu tekrar arıyor ve işlerin nasıl gittiğini soruyor. Ve yeni direktiflerle durumu yönetiyordu. Yani hırsızlık paralarını gizleme işini gözetip yönetiyordu. Oğluysa; “Babacığım işi yürütüyoruz.”, diyordu.
Tayyip, o gün dağılmış durumdaydı, Pensilvanyalı İmamın vuruşunun etkisiyle. Kısıklı’daki evine de gelinebileceği endişesini hatta korkusunu yaşıyordu. O sebepten bir türlü rahatlayamıyor; yeniden yeniden aramak ve sonuçtan emin olmak istiyordu.
Üçüncü kez saat 15:39’da yeniden arıyordu oğlunu, durumu öğrenmek için. Oğluysa; “İşi yapıyoruz. Şunlara şunlara dağıtıyoruz paraları. Geri kalanını çıkarmak için de havanın kararmasını bekliyoruz.”, diyordu.
Saat 23:15’te ise bu kez de oğlu Bilal arıyor Tayyip’i. Oğlu, babasını hırsızlamaları nasıl ve nereye gizlediğine dair bilgi veriyor ve yeni direktifler alıyor.
Tayyip; “Sıfırladınız mı”, diye soruyor. Bilal’se 30 milyon Avro kadar kaldığını, bununsa 25 milyonunu Ahmet Çalık’a vermeyi kararlaştırdıklarını, geri kalanıyla da Şehrizar Konakları’ndan bir villa almayı planladıklarını söylüyor. Tayyip uygun buluyor bu dolabı.
Ertesi gün (18 Aralık) saat 10:58’de yeniden arıyor oğlu Bilal’i. İşin sonuçlanıp sonuçlanmadığını öğrenmek istiyor. Bilal hâlâ 730.000 dolar ve 300.000 TL paranın kaldığını ve onların da filan filan yerlere verileceğini söylüyor. Tayyip; “Tamam, sıfırlayın”, diye tekrar vurgulamada bulunuyor. Oğul, İstanbul’da çevrilen bu dolabın görüntülü de takip edildiğinden şüpheleniyor. Hatta oğul, korumaların bile bu işi yapmış olabileceğini söylüyor.
Tayyip’se; “Doğrudur, şimdi işte İstanbul’da, Emniyet’te bazı şeyler şu anda yaptık.”, diyor.
Beş kez yapılan baba oğul görüşmesinin özeti bu. Konuşmanın hem sesli kaydı hem yazılı metni birçok yerden izlenip okunabilir. Yazılı metni, gazetemizin bu sayısında yer alacaktır.
Apaçık bir şekilde görülmektedir ki, Tayyip’in “Paralel Devlet, Yapı, Polis-Yargı Darbesi” gibi yaygaralarının altında yatan gerçek, açığa çıkan ve bundan sonra ortaya çıkacak olan bu ve benzeri pek çok pisliğinin üzerini örtme çabasından başka bir şey değildir.
Biz on küsur yıldan bu yana Tayyipgiller için bunlar normal bir siyasi hareket değil; bunlar özünde “çıkar amaçlı suç örgütüdür” demekteyiz. Hem de onlarca kez…
İşte dün patlamış gerizden sıçrayan son pislikte de bir kez daha görülmüştür ki, bizim bu tanımımız gerçeğin tâ kendisini dile getirmektedir.
Bunlar, zaten normal işleyen bir demokrasi süreciyle iş başına gelmiş bir parti değildir. Türkiye’de de, hep söylediğimiz gibi, burjuva demokrasisi bile yoktur. Bir oyun, bir kandırmaca sonucunda Amerikancı Parababaları partilerinin biri iktidara getirilmekte (tabiî ABD tarafından) öbürü tekerlenmektedir. Yani Türkiye’de burjuva demokrasisinin özü, ruhu hiç olmamıştır.
Fakat 17 Aralık’ta patlayan gerizden ortalığa yayılan iğrenç, burunları sızlatan, içleri kaldıran pislikler yani Tayyipgillerin vurgunları, hırsızlıkları, kamu malı aşırıcılıkları özü olmayan ve Tayyip’in kendilerini savunmak maksadıyla yargıda, poliste ve idarede yaptığı kanunsuzluklar, hukuksuzluklar o biçimcil, içi boş ve sahte demokrasinin biçimini de berhava etmiştir. Tümüyle imha etmiş, izini tozunu silmiştir.
Tabiî bu iş, aynı zamanda da Tayyip’in ve şürekâsının o makamları işgal etmelerini sağlayan yasa ve kurumları da aynı oranda ortadan kaldırmış, yok etmiştir. Böylece de başta Tayyip olmak üzere bakanlarının ve milletvekillerinin bir saat bile yerlerinde kalmalarının hiçbir meşruiyeti kalmamıştır. Bunların başbakanlık, bakanlık, milletvekilliği, cumhurbaşkanlığı gibi sıfatları da tümden yok olmuştur. Bizim on küsur yıldan beri tekrarladığımız, bunlar hakkındaki tanımlamamız artık meclisteki diğer Amerikancı burjuva partileriyle birlikte burjuva yazarçizerleri tarafından da kabul edilir, dile getirilir olmuştur.
Aslında CHP yönetiminde zerre miktarda namus ve Mustafa Kemalcilik kalmış olsaydı 17 Aralık’ın hemen sonrasında Tayyipgiller’le her türlü ilişkiyi, diyaloğu kesmesi ve kendisine oy veren milyonları sokağa dökerek bu hırsızlar çetesinin milletin başına bela kesilmesinin sonunu getirmesi gerekirdi.
Meclisten çekilmeleri bu hırsızlar, vurguncular çetesini yandaşlarıyla baş başa bırakması gerekirdi.
Ama ne gezer?..
CHP yöneticileri “Sayın Başbakan, Sayın Bakan” söyleminden bile vazgeçmediler. Ve Metin Fevzioğlu madrabazının önerisi üzerine Tayyipgiller’in AKP’siyle Silivri Tutsaklarının dışarıya çıkarılması ve “Yeniden Yargılanmalarının sağlanması” için sözde çözümler aramaya giriştiler. Silivri Tutsakları da CHP’nin bu tutumuna tam destek verdi. Bunlar son derece yanlış işlerdi…
Oysa yapılması gereken, bir an önce, saat kaybetmeksizin bu suç örgütünün iktidardan alaşağı edilmesi ve elleri kelepçelenerek yaptıkları vurgunların ve ihanetlerin hesabını vermek üzere hukuk önüne çıkarılması gerekirdi. Bunlar yapılabilseydi ve Tayyipgiller alaşağı edilebilseydi, Silivri tutsakları çoktan dışarı çıkmış olacaklardı. Ve o tutsaklara Tayyipgiller’le ortaklaşa zulüm uygulayan Pensilvanyalı İmamın cemaatine hesap sorma vakti gelmiş olacaktı.
Mustafa Kemalci, Laik bilim kadını Nurşen Mazıcı geçenlerde bir TV programında bizim bu anlayışımız doğrultusunda şöyle diyordu:
“‘Cemaat çok yedi ve burjuvalaştı’ iddiasında bulunan Mazıcı, AKP’nin diğer cemaatlerle ilişkisini de ekonomik nedenlere dayandırdı
“Önceki akşam CNN Türk’te yayınlanan Aykırı Sorular programına katılan Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurşen Mazıcı, yolsuzluk operasyonu sonrası başlayan AKP- cemaat kavgasını değerlendirdi. “AKP aleyhinde açılmış 687 tane yolsuzluk dosyası var. Ve bunların hepsini cemaat kapattı” iddiasında bulunan Mazıcı şöyle konuştu: “Cemaat çok yedi. Zenginleştiler ve artık Nur Cemaati burjuvalaştı. Öbür cemaatler de bana da bana da diyor. AKP’ye desteğin sürmesinin sebebi bu.”
“‘Miting yapardım’
“Enver Aysever’in sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Mazıcı, “Ben şu an bir partinin başında olsaydım 81 ilde bu yolsuzluk operasyonunu protesto mitingleri düzenlerdim. AKP’yi istifaya zorlardım. Ama bunu hiçbir parti yapmıyor” diye konuştu.” (Sözcü, 18 Ocak 2014)
Biz de 17 Aralık’ın hemen sonrasında yaptığımız değerlendirmede aynı görüşü belirtmiştik. Ve de Tayyipgiller’in artık bir saat bile o makamlarda oturmamaları gerektiğini belirtmiştik. Artık biçimce olsun hiç bir meşruiyetleri kalmamıştır çünkü, demiştik. Ayrıca da bunların, elleri kelepçelenerek, Silivri, Sincan gibi zindanlara tıkılmaları gerekir demiştik. Ve ayrıyeten de yaptıkları vurgunların, aşırdıkları kamu mallarının müsadere edilerek kamuya verilmesi gerektiğini belirtmiştik.
Bunun yolunun da halkın gücünü ortaya koymasından, sokaklara dökülmesinden geçtiğini dile getirmiştik.
Ama sol ortam darmadağınık. Ve Partimiz, bilindiği gibi durmaksızın sağlı sollu saldırılara uğruyor. Susuşa getirilerek öldürülmek isteniyor Hareketimiz. Bu sebeple hem sayımız, emeğimizin karşılığına denk düşecek biçimde artmıyor hem de sesimiz boğuluyor, duyurulmuyor. Eylemlerimiz zindandaki bir insanın çığlığı gibi yansısız kalıyor, halka ulaşamıyor. Ne TV’ler yer veriyor bize ne de gazeteler…
İşte bu sebeplerden, halkımızın deyişiyle; “aklımız eriyor ama gücümüz yetmiyor”, dedik.
Aslında Gezi İsyanı’mızın bir benzerinin hemen başlaması ve Tayyipgiller’in iktidardan tekerlenmesi ve kelepçelenmesi gerçekleşinceye kadar durmaması gerekir. Bu kutsal görev yine biz Gezi İsyancılarına düşüyor. Bunu başarırsak Gezi Şehitlerimizin ve Tayyipgiller’in döktüğü diğer kanların da hesabını sorabiliriz.
Yaptığı talan ve hırsızlık bu denli açığa çıkmış bir iktidar hemen yıkılmalıdır.
Tayyip’in dün medyaya düşen telefon kayıtlarını dinledik ve izledik. Ortaya konan tümüyle gerçek. Ses Tayyip’in sesi. Konuşmaların kapsam bütünlüğü amaca tam bir uyum içinde. Yani o ses kayıtları montaj ya da dublaj falan değil, Tayyip’in iddia ettiği gibi.
Ayrıca da Tayyip, ses kaydı internete düştükten bir gün sonra yani ertesi gün saat 11’deki Grup Konuşmasında demagojik bir savunma yaparak işin içinden çıkmaya çalıştı. Kayıt internet ortamına konduğu gece ise ancak üç saat sonra Başbakanlık adına yapılan kısa bir açıklamayla olay yalanlanmaya çalışıldı.
Olay patlar patlamazsa Tayyip, başta MİT müsteşarı Hakan Fidan olmak üzere kurmaylarını çağırarak Başbakanlıkta uzun bir değerlendirme toplantısı yaptı. Toplantı çıkışındaysa medya emekçilerinin soruları duymazlıktan geldiği gibi, bir emekçi kadının deyişiyle, “Kameralara bile bakamadı”. Bir hırsızın, hırsızlık yaptığı yerden hızla uzaklaşması gibi makam aracına yöneldi.
Gelelim AKP Meclis Grup Toplantısındaki konuşmasına:
Tahammül edip ilk defa Tayyip’in bu Grup konuşmasını başından sonuna dek izledik. Konuşmayı psikolojik analiz-değerlendirme teknikleri açısından gözden geçirdiğimizde şuna emin olduk ki, bu konuya ilişkin bütün söyledikleri yüzde yüz yalandır.
Bu arada belirtelim; İstanbul Üniversitesinde psikoloji okuduk ve bütün sınavlardan yüz-tam not alarak bu eğitimimizi bitirdik. Psikoloji sertifikamızı aldık. Hayatımızın ondan sonraki bölümünde de kitaplar okuduk.
Tayyip, dün gece ortaya konan, oğluyla yaptığı telefon görüşmeleriyle ilgili olarak sadece; “Bunun montajını da dublajını da kendileri yapmış. Bugünkü teknolojiyle böyle şeyler kolayca yapılabilir. Bunun bir örneğini CHP ile ilgili olarak biz de göstereceğiz.”, dedi.
Konuyla ilgili olarak başka hiçbir şey söylemedi. Her zaman yaptığı gibi, tek parti dönemine girdi, Menderes dönemine girdi, yaptığı kendince olumlu işleri anlattı ve Paralel Yapı dediği Pensilvanyalı İmama saldırdı. Tahmini bir saatlik konuşmasını işte böyle psikolojik açıdan “dolgu cümleleri” dediğimiz mugalatalarla tamamladı. Yani konuyla ilişkin konuşuyormuş gibi yapıp tümüyle başka konulardan söz ederek dikkatleri başka yönlere çekmek istedi. Yalana dayalı suç inkarı metinlerinin tümü böyle olur.
Ayrıca bu denli hayasızca bir işi açığa çıkan bir insan, eğer iftiraya uğramış olsa, anında yani iftirayı duyar duymaz sert tepki gösterir ve ortaya konan metni satır satır, kelime kelime tahlil ederek iftira olduğunu ortaya çıkarır.
Dün akşam o ses kayıtlarının internete düşmesinden itibaren şu ana dek Tayyip’in sergilediği tutum ve davranışları değerlendirdiğimizde, Tayyip’in suçüstü yakalanmışların telaşıyla çırpınıp debelendiğini, onu inkara çalıştığını; ortaya konanınsa tamamen gerçek olduğunu görürüz.
Tayyip’e görevden alınan namuslu eski Deniz Feneri savcısı Abdulvahap Yaran’ın deyişiyle yıllardan beri biz de hep “Hırsızlar İmparatoru” diyoruz ya… Dün akşam dinlediğimiz ses kayıtlarından da bir kez daha öğreniyoruz ki, Tayyip, gerçek bir “Hırsızlar İmparatoru”dur. Eksiksiz…
E, imparatora yakışan da öyle bakanlarının, milletvekillerinin, banka müdürlerinin yaptığı gibi üç beş milyon dolar götürerek gün geçirmek değil… İmparator dediğin milyar dolarlar götürmeli. İşte bu da öyle yapmış.
Yoldaşlar, Gezi İsyancıları, gün isyanımızı yeniden başlatmak, hesap sormak günüdür. 25.02.2014