Sizlere defalarca, bu dincilerde, bu siyasal İslamcılarda; vicdan, merhamet, acıma hissi, empati yeteneği asla bulamazsınız; özetçe bunlarda insana dair, hiçbir erdem ve değer bulamazsınız, dedik.
Bu rivayet değil gerçeğin tâ kendisidir.
İşte bakın, Kaçak ve de Haram Saray’ın Reisi Tayyip, geçen cumartesi günü yani bu ayın 28’inde AKP Bursa Olağan İl Kongresi’nde konuşuyor. Açıklattıkları, daha doğrusu Tayyip’in bizzat kendisinin Parababalarıyla görüşerek belirlediği asgari ücreti; sefalet, ölüm, yıkım ücretini nasıl savunuyor utanmazca:
“Bilhassa büyükşehirlerimizde yaşayan kardeşlerimizin kahir ekseriyeti, asgari ücretin üzerinde rakamlara çalışıyor.”
Bütünüyle yalan, yok böyle bir gerçek. Bizzat benim dört oğlumdan en küçüğü olan, Marmara Üniversitesinden, Tarih Öğretmenliği Bölümünden iyi dereceyle mezun olan ve ataması yapılmayan oğlum, bir özel şirkette asgari ücrete çalışıyor. Düpedüz yalan söylüyor. Anadolu’da zaten bırakalım asgari ücreti, asgari ücretin çok altında üniversite mezunları çalıştırılıyor. Konya’da bizzat duymuşluğumuz, tanık olmuşluğumuz var. Başka Anadolu şehirlerinde de aynı durum var.
“(…) Şu anda 50 bin, 60 bin asgari ücret alan işçiler var.”
Bakın, asgari ücretin ne olduğunu da bilmiyor.
Asgari Ücret ne demektir?
Yasalarla belirlenen en az ücret, demektir.
Dedim ya, bunu prompterdan ayırsanız, doğru cümle kurması bile ender olur, bu Tayyip’in. Zır cahil. Hep anlattık, İstanbul İmam Hatip Lisesini bile zar zor bitiriyor. Hocalarının; ya Müslüman çocuğumuz mağdur olmasın, mezun edelim, diploma verelim, diye geçirdikleri ve bir diploma aldığı tek okul. Son sınıfta İmam Hatip’in en temel derslerinden; Kur’an ve Arapçadan ikmale kalıyor, bütünlemeye kalıyor. İkisi de Tayyip’in yapabileceği bir şey değil. Onun mental kapasitesini hepimiz biliyoruz. Ama işte bütünleme sınavlarında hocaları acıyarak geçirip, bir diploma veriyorlar buna.
Evet, 50-60 bin asgari ücret alan işçiler varmış. Diyelim bazı işyerlerinde böyle ücret alan işçiler var. Ama bu asgari ücret değil ki. Senin belirlediğin ve şu anda çalışanların yüzde 60’ı, bu 22 bin 104 lira ölüm ücretini alacak önümüzdeki yıl. Bu yıl bildiğimiz gibi 17 bin 2 lira.
“(…) Bunlara müdahale ediliyor mu?
“Hayır.”
Bakın, lafa bakın ya!
Bir de müdahale edecek; verme sakın, 22 bin 104’den fazla, verme, diyecek. Bakın bir de aklından o da geçiyor. Büyük bir lütufta bulunmuş oluyor. Bunlara biz müdahale etmiyoruz, diyor. Alay ediyor çalışan insanlarımızla. Boşuna mı dedik biz; halkımızın, vatanımızın, milletimizin en ağulu düşmanıdır bu Tayyip, bu Amerikan yetiştirmesi, Amerikan devşirmesi ve bunun avanesi, diye.
“(…) Ayrıca çalışanlarımız yol, yemek vs. isimler altındaki ödemelerle birlikte fiilen çok daha yüksek ücret alıyor.”
Bakın, bakın! Çok daha yüksek alıyormuş…
2024 yılında yasalarla belirlenen ve uygulanan yemek parası; 187 lira.
187 lirayla, bir çalışan işçi kardeşimiz, evladımız nasıl doyar? Nasıl doyar?..
Bir sıradan esnaf lokantasına gitseniz, karnınızı sağlıklı bir şekilde doyurmaya kalksanız, ortalama bin lira ödemek durumunda kalırsınız. Hadi tasarruflu davranalım deseniz; 500’den aşağıya mal olmaz karnınızın doyması için yemeniz gereken yemek.
2025 için de geveledikleri rakam, yemek parası; 243 liraymış.
Açıklamadılar da yani medyada dolaşan rakam bu, önümüzdeki yıl için de…
Yol parası. Resmi yasalarla belirlenen yol parası 2024 için günlük 25 lira.
Ya da bazı işyerleri, bunun yerine İstanbul Kart ya da AKBİL denen toplu ulaşım kartının giderini ödüyorlar. Zaten bu işçiye bir artı gelir sağlamıyor ki. İşyerine gidip gelirken, zorunlu olarak bu parayı zaten işçi kardeşimiz veriyor. Ama işte böylesine halk düşmanı bunlar, böylesine demagog, böylesine düzenbaz…
“(…) Buna rağmen biz tüm hesaplarımızı asgari ücret alan bir kişinin hayatını rahatça idame ettirebilmesini temin edebilecek şekilde yapıyoruz.”
Bakın, bakın! Hayatını rahatça temin edebilecek bir rakammış bu.
İstanbul’da ev kiraları 20-25 binin üzerinde. O da ufacık evler. Gün güneş görmez, bir oda, küçücük bir salon denen ufacık evler.
Bunun; doğalgazı var, suyu var, elektriği var, okula giden evlatlarının ulaşım gideri var, beslenmesi var, okul masrafları var… Bunları hiç düşünmüyor, tek kişi olarak düşünüyor. Yani bütün çalışanlar evlenmesin, çoluğu çocuğu olmasın, bir tek kişi olsun. Kaldı ki ona bile yetmez. Ev kirasını karşılamaktan uzak 22 bin 104 lira. Ama işte yalanın kallavisini durup dinlenmeden söyler bu halk düşmanları.
“(…) İstihdamda bir kayıp ve gerileme yaşanmasını da arzu etmiyoruz.”
Bakın, asıl derdi bu; Parababaları rahat etsin yeter ki, diyor.
Sınıflı Toplumun kuralı bu.
Sınıflı Toplumlarda işveren neyi ister hep?
En yüksek kâr oranını elde etmek ister.
Kâr üzerine, artıdeğer sömürüsü üzerine inşa edilir Sınıflı Burjuva Toplumu. Yani Ücretli Kölelik Düzenidir bu burjuva toplumu. Kapitalistin en yüksek kârı elde edebilmesi için üretilen yani sahip olduğu, el koyduğu emek ürününü, maddeleşmiş, kristalize olmuş emek ürününü, kendisine en ucuz şekilde mal etmesi gerekir.
Bunun için ne yapması gerekir?
İşçinin alınterinden ortaya çıkan bu ürünün değerinin büyük bir kısmını kendisinin alması gerekir. İşçiye de ancak bir kölece yaşam düzeyi sürdürebilecek kadar bırakması gerekir. O zaman, malın üretim maliyeti son derece düşük olur. Böylece kâr, maksimum seviyede artmış olur. Ve onu satınca da büyük kârlar eder. Ve Parababasının paraları gittikçe büyür, küpler gittikçe çoğalır, dolu küpler…
İşte emperyalizmde, Parababaları öylesine çok mal üretip, büyük paralar elde ediyorlar ki, artık o mallar ülke sınırları içindeki halkın ihtiyacının çok üzerinde oluyor.
Ne yapması gerekir?
Nüfusça dünyanın yüzde 85’ini oluşturan kapitalizmce geri yani yarısömürge, sömürge ülkelere, onların pazarlarına, bu malları satması gerekir. Ve ülke sınırlarını aşan büyük paraları da oralara götürmesi gerekir. Oralarda fabrikalar kurması ve oraların yeraltı-yerüstü kaynaklarını yağmalaması gerekir. Ve orada en ucuz işgücünü bulması ve maliyeti, kendi ülke sınırları içindeki maliyetin çok daha altına düşürmesi, kârlarını çılgın bir düzeyde yani hayâsızca artırması imkân dahiline girer. İşte emperyalizm budur. Yani sadece mal ihraç etmez, sermaye de ihraç eder geri ülkelere.
“(…) Buna ilaveten Türkiye’nin rekabet gücünün korunması gerekiyor. Çünkü rekabet gücünde bir azalmanın veya istihdam kaybının faturasını sadece işçi ve işveren değil millet olarak hepimiz öderiz.”
Bakın, demagojiye bakın!
Yani kapitalistler, ülke sınırları içinde mallarını daha ucuza mal etmelidirler ki uluslararası ticarette rahatça rekabet edip kolayca satabilmemiz gerekir, diyor.
Bunun için de ne yapmamız gerekir?
Üretim maliyetlerini olabildiğince aşağı çekmemiz gerekir. Bunun en önemli yolu da işçinin alınterinin çok az bir kısmını işçiye bırakıp büyük miktarını işverene bırakmamız gerekir. O zaman, işveren yurtdışına ihraç ettiği malı çok daha ucuza mal ettiği için yurtdışında başka emperyalist ülkelerin mallarıyla rekabete girerek kendi malının tercih edilmesini sağlayabilir, diyor.
“(…) Asgari ücret meselesinin bu gerçekler ışığında değerlendirilmesinin hakkaniyete daha uygun olacağına inanıyorum”, diyor.
Utanmayı, arlanmayı, vicdanı, merhameti, insanlığı kaldırınca yani Parababalarının çıkarları, vurgunları neyi emrediyorsa aynen o doğrultuda davranınca; işçimize kölelik ücreti belirliyorlar. Ama biz kölelik ücreti, çalışanlarımıza insanca yaşama değil sürünerek yaşama ücreti belirledik, diyemezler.
Oysa daha önce de söyledik, bunun 1165 odalı, 35 aşçı çalıştırdığı, 110 garson çalıştırdığı, 600 metrekarelik mutfağa sahip Kaçak ve de Haram Saray’ının günlük gideri 34 milyon TL.
Bu adam kalkıyor, asgari ücret dersi veriyor, 22 bin 104 liranın hakkaniyete uygun olarak belirlenmiş bir ücret olduğunu söylüyor.
Ama bunlar bu işte…
Bunlar halk düşmanı derken, biz asla rivayet ortaya koymuyoruz. Gerçeğin tâ kendisini ortaya koyuyoruz. Ve bunlar halkımızın da, vatanımızın da, ülkemizin de, milletimizin de en ağulu düşmanlarıdır. Vatan satıcıdır, halk düşmanıdır, vicdansızdır, merhametsizdir bunlar.
İnsanlarımızı böylesine kölelik düzeyinde yaşamaya mahkûm etmekle kalmıyorlar; zavallı, çaresiz, savunmasız, korunmasız sokak canlarımızı, patili canlarımızı da soykırıma uğratarak tümden yok etmek istiyorlar. Ve doğamızı, ağaçlardan bütünüyle arındırarak, işbirlikçisi oldukları vurguncu Parababalarıyla birlikte yeraltı-yerüstü zenginliklerimizi yağmalamak istiyorlar. Yani bunlar on milyonlarca ağacımıza kıydılar, durup dinlenmeden kıymaya devam ediyorlar. Yok ki insanlık bunlarda, yok ki vatan sevgisi, yok ki halk sevgisi…
Biliyorsunuz, hayvanlar için soykırım yasası çıkardılar bunlar.
Bunlar böylesine cani. İnsan göründüklerine bakmayın bunların. İblis bile bunların yanında çok masum kalır. Bunların yapmayacağı hiçbir kötülük yok. Zaten çoktan binbir suça batmışlardır, Anayasa ve kanunlar dışına düşmüşlerdir.
Ne diyor Ali Yeşildağ bunlar için?
“Dünyanın en büyük hırsızlık çetesidir Tayyip Abi ve çevresi”, diyor.
Çok da doğru söylüyor.
Saygıdeğer Halkımız;
Tanıyın bunları!
Kalın sağlıcakla…
30 Aralık 2024