Yaşasın 30 Ağustos Dumlupınar Zaferi’miz! Şan olsun baş eğmeyi boyunduruktan ağır kabul eden Mustafa Kemal’e ve Birinci Kuvayimilliyeci Atalarımıza!

Ve behey azgın 30 Ağustos, Kuvayimilliye, Mustafa Kemal ve Laik Cumhuriyet düşmanı Amerikan devşirmeleri!

30 Ağustos’un, Kuvayimilliye’nin ve Mustafa Kemal’in izini tozunu silebileceğinizi zannediyorsunuz, değil mi?

Şunu o iğdiş edilmiş akıllarınıza mıh gibi çakın ki sizin gibi milyarlarca vatan satıcı hain bir araya gelse bunu başaramayacaktır. Hevesleriniz kursaklarınızda kalacaktır…

Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mız boyunca İngiliz ve Fransız Emperyalizminin en sadık uşaklığını etmiş, ABD devşirmesi Ortaçağcı yerli hainlerin içyüzünü, bu hainlerin bugünkü tüm devamcılarının hocası, rol modeli olan Fesli Deli Kadir“Keşke Yunan galip gelseydi…” diye iğrenç salyalarını akıtarak açıkça ortaya koyar.

Fesli Deli Kadir’in düdüğünü öttürmeye; daha geçtiğimiz ay içerisinde hepimizin tanık olduğu gibi; “Hatay Fransızlar’da kalsaydı, Fransız’ın yapmadığı zulmü, Cumhuriyet’i kuranlar; Mustafa Kemal ve arkadaşları yaptı…”, anlamında ağzından lağım akıtan AKP’giller’in imamı Halil Konakçı gibi dördüncü tür yaratıklar devam eder. AKP’giller’in İsmail Kahraman’ının da, Diyanet İşleri Başkanı sıfatını taşıyan Ali Erbaş’ının da, aynı soydan gelme ABD devşirmesi, ABD hizmetkârı tüm bu hainler güruhun tamamının da ruhiyatı ve söylemleri aynıdır. Şuna hiç şüphemiz yok ki; “Yunan galip gelseydi” gerçekten bayram ederlerdi.

Bugün de nefes almaksızın, ABD Emperyalizminin çıkarları için çalışmaktadırlar: “Yeni Sevr” demek olan AB-D emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında, “sığınmacı” kılıflı 15 milyon işgalci Sevr askerini ülkemize doldurmaları bundandır. Vatanımızı günden güne bölünmeye, parçalanmaya, yok oluşa sürüklemek istemektedirler. Laik Cumhuriyet’imizin tüm kazanımlarını bir bir ortadan kaldırarak halkımızı Ortaçağcı din derebeyliklerinin kör karanlıklarına hapsetmek için durmaksızın çabalamaktadırlar.

Oysa davulunu çalıp düdüğünü öttürdükleri o insanlıktan çıkmış canavar emperyalist haydutlar, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda“Hasta Adam” dedikleri vatanımızı işgal ettiklerinde; kadın, erkek, bebek, çocuk demeden en acımasız zulümleri ve katliamları yaptı. Bunu Yılmaz Özdil, yıllar süren araştırmaları sonucunda belgelere ulaşıp bir bir öğrenmiş ve şu şekilde ortaya koymuştur:

İlk toplu katliam Aydın’da yaşandı, insanları camiye topladılar, ateşe verdiler, 106 kişi diri diri yanarak can verdi, pencerelerin demirlerine yapışmış çocuk elleri vardı.

Son nefesini verene kadar tecavüz edilen kadınlar vardı,

Kadınları çırılçıplak sokaklarda gezdiriyorlardı.

Bebelerini emzirmesinler diye, yeni doğum yapan annelerin meme uçlarını kesiyorlardı.

Süngüyle öldürülenler arasında altı aylık bebekler vardı. Tanık anlatımları var, bebeleri damlardan atıp, aşağıda süngüyle tutuyorlardı, gözleri oyulmuş dört aylık bebek vardı, kuyuya atılmış yedi aylık bebek vardı.

Ezan okumasın diye dili kesilen müezzin vardı, kulakları kesilen, burunları kesilen, ağaçlara asılan insanlarımız vardı.

Menderes Nehri günlerce ceset aktı.

Köy meydanında dışkılıyor, kendilerini Kur’an’ı Kerim sayfalarıyla siliyorlardı.

Camileri sadece yakmıyor, zevk için dinamitle havaya uçuruyorlardı, özellikle camiye götürülüp tecavüz edilen kadınlar vardı. Eskişehir’i yaktılar. Kütahya’yı yaktılar. Uşak’ı yaktılar.

Bilecik’i adeta haritadan sildiler.

Uluslararası soruşturma raporundan bir cümle vereyim: “Ağızlarına mavzer sıkarak öldürmüşler, alınlarına bıçakla haç çizmişler.”

Kuvayı Milliye memleketi köy köy geri alırken, ağaç kovuklarında günlerce aç kalmış, titreyerek sayıklayan minicik çocuklar buluyordu…” (https://www.sozcu.com.tr/2022/yazarlar/yilmaz-ozdil/gulsen-4-7331206/)

İşte bu okurken dahi yürek dayanmayan onca zulüm ve katliama karşı; Türk ve Kürt Halkı kader birliği yaparak, Mustafa Kemal önderliğinde tüm ezilen dünya halklarına umut ve örnek olan Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızı veriyor, yılmaksızın mücadeleye devam ediyordu.

Birinci ve İkinci İnönü Muharebelerini kazandık. Bu zafer, Mustafa Kemal’in son derece doğru söylemiyle, yalnızca düşmanı yenmek demek değil, daha önemlisi milletin makûs talihini yenmek demekti. Bu moral gücü, milletin ruhiyatında yarattığı ortak duygu çok değerliydi. Ancak Birinci ve İkinci İnönü Muharebelerini kazanmak azgın emperyalist haydutları durdurmaya ne yazık ki yetmedi. Bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve bizi yutmak isteyen kapitalizm; tüm son teknik donanımıyla; topu, tüfeği, uçağı, gemisi, kamyonuyla donatarak öne sürdüğü işgalci Yunan Ordusu’yla, vatanın bağrına gerçekten dayadı hançerini. Yunan Ordusu’nun donandığı son teknik silahlarına ve cephanelerine karşın, Ordumuzun ne yeterli silahı ne yeterli cephanesi vardı. Yunan’ın kamyonuna karşı bizim kağnılarımız vardı. Askerlerimizin ne giyecek doğru dürüst üniforması, ne karnını doyuracak ekmeği, ne de içecek suyu vardı. Ayağında yırtık çarığı, sırtında süngüsü dahi düşmüş harap silahıyla; savaştan, yokluktan, hastalıktan, açlıktan bitap düşmüştü. Ve bu ağır koşullar altında Kütahya-Eskişehir Savaşı’nda, İngiliz Emperyalizminin maşası Yunan Ordusu üstün geldi. 13 Temmuz 1921’de Afyon ve Bilecik, 17 Temmuz 1921’de Kütahya düştü. Eskişehir’in düşmesi an meselesiydi.

Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa endişeliydi, zor durumdaydı. Bu en kritik ve zor zamanda, İsmet Paşa’nın Eskişehir’in güneybatısında Karacahisar’daki karargâhına, 18 Temmuz 1921’de, Mustafa Kemal, Hızır gibi yetişti. Cephede durum çok kötüydü. Mustafa Kemal karargâha gelir gelmez, soğukkanlılıkla durum değerlendirmesi yaptı. İsmet Paşa’ya moral verdi. Kurmay subaylarını cesaretlendirdi, umutsuzluğu dağıttı.

Elindeki raporlara ve haritaya defalarca baktı. Düşmanı Sakarya’nın doğusunda durdurmayı düşündü. Umutların tükendiği, ordunun kurmayları tarafından dahi “Her şey bitti” diye düşünüldüğü bu kritik anda, kendisini bir kez daha en öne attı. Daha önce başka cephelerde defalarca yaptığı gibi; düşmana geçit vermediği Çanakkale’de destanlaştırdığı askeri dehasıyla ve cesaretiyle, gözünü kırpmadan, giymesi gereken ateşten gömleği bir kez daha giydi. Hiç çekinmeden bütün sorumluluğu üzerine alıp belli bir plan dahilinde Sakarya’nın doğusuna çekilme emri verdi. Böylelikle düşmanı iyice Anadolu içlerine çekerek İzmir’deki ana karargâhından uzaklaştıracak, bu sayede hem düşman ordusunun ikmalini zorlaştıracak, hem düşman kuvvetlerinin geniş bir alana dağılmasını sağlayacak, hem de Türk Ordusu’nun toparlanması için zaman kazanacaktı. Savaşın yerine ve zamanına düşman değil, kendisi karar verecekti. Zamanı geldiğinde, vatanının bağrına hançer dayayan düşmanı, yine kendi deyimiyle “Anadolu’nun harimi ismetinde (temiz bağrında) boğacaktı.”

Mustafa Kemal’in Başkomutanlığında Sakarya Meydan Muharebesi’nden, Büyük Taarruz’a ve 30 Ağustos 1922 Dumlupınar Zaferi’mize ve düşmanın İzmir’de denize dökülmesine giden mücadele yolu, bir kez daha onun askeri stratejik dehasıyla böylece açılmış oldu.

Başkomutan olduktan sonra Mustafa Kemal’in hazırladığı Tekâlif-i Milliye emirleri ile Anadolu Halkı, vatanını daha da sahiplenerek ordusuyla bir vücut oldu. Bunun ne denli önemli olduğunu Nutuk’ta şu şekilde açıklıyordu Mustafa Kemal:

Bildiğiniz gibi, savaş ve çarpışma demek, iki ulusun, yalnız iki ordunun değil, iki ulusun bütün varlık ve olanaklarıyla, bütün maddi ve manevi güçleriyle birbiriyle karşı karşıya gelmesi ve birbiriyle vuruşması demektir. Dolayısıyla, bütün Türk ulusunu, cephede bulunan ordu kadar, düşünce, duygu ve hareket olarak savaşla ilgilendirmeliydim. Bütün ulus bireyleri, sadece düşman karşısında bulunanlar değil, köyde, evinde, tarlasında bulunan herkes silahla buluşan savaşçı gibi kendini görevli sayarak bütün varlığını yalnız savaşa adayacaktı. Bütün maddi ve manevi varlığını yalnız vatan savunmasına adamakta ağır davranan ve titizlik göstermeyen uluslar, savaş ve çarpışmayı gerçekten göze almış ve başarabileceklerine inanmış sayılmazlar.”

İşte bu inanç sayesinde; Anadolu Halkı ordusuyla tek yürek oldu. Bu sayede yiğit Anadolu kadınlarımız tarihin bu en haklı ve meşru savaşında, varını yoğunu vatanına adadı. Kimi daha çocuk yaşta, kimi kundaktaki bebesiyle birlikte vatanın kurtuluşu için mücadele etmekte bir an tereddüt etmedi. Cephede savaşan ordusu için erzak, içlik, çarık hazırladı. Kar, kış, yağmur çamur demeden, kağnılarla gece gündüz mühimmat taşıdı. Cephe gerisinde yaralı askerlerine hemşirelik, bakıcılık, aşçılık yaptı. Orta Asya bozkırlarında yaşayan önder, cesur, eşitlikçi Barbar kadın ataları gibi silahlanıp cephede erkeklerle birlikte vatanı için gözünü kırpmadan vuruştu. 30 Ağustos 1922 Dumlupınar Zaferi’miz ve Birinci Kurtuluş Savaşı’mız işte böyle kazanıldı.

Bu nedenle 30 Ağustos 1922; Emperyalist Yedi Düvelin vatanımızın bağrına sapladığı hançerin sökülüp atıldığı o büyük zaferin adıdır.

30 Ağustos; Mazlum Halkların Ulusal Kurtuluşlarına örnektir, onlara moraldir, umuttur.

30 Ağustos; Halklar birlik olursa önünde hiçbir gücün duramayacağının kanıtıdır.

30 Ağustos; Bağımsızlığımıza ve özgürlüğümüze doğru attığımız en şanlı adımdır.

Bugün 30 Ağustos 2023. Bu Zaferimizin 101’inci yılı.

Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mız öncesinde ve süresince Vahdettin’e ve emperyalistlere hizmet eden vatan millet düşmanlarını anlattıktan sonra: “Efendiler, bu fırsatla saygıdeğer ulusuma şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki asıl özü çok iyi analiz etmek dikkatinden geri kalmasın!” diyerek uyarıyordu sonra çok sevdiği halkını, Nutuk’ta Mustafa Kemal.

Ne yazık ki emperyalistlerin gemilerine binip kaçanların torunlarından oluşan satılmışlar güruhu; AB-D Emperyalistleri tarafından Mecliste hem iktidara hem muhalefete yerleştirildiler. Bu kez dost görünümlü, dost gülücüklü oynayan yerli işbirlikçi hainler sürüsü eliyle, Meclisi içeriden işgal ettiler! En cumhuriyetçi geçineninden, en milliyetçisine, en dincisinden, en solcusuna, en sosyalist geçinenine kadar görevleri, 101 yıl önceki atalarınınki gibi aynı: Ülkeyi Yeni Sevr’e götürmek. AB-D Emperyalistleri ve Yerli Satılmışlar adım adım bu alçak emellerine de ulaşıyorlar göz göre göre ne acı ki. Genel Başkan’ımız Nurullah Efe Ankut’un feryat edercesine üzerine bastığı gibi:

Mondros günlerini-Mütareke günlerini, Sevr günlerini yaşayacağız bir kez daha. Ancak ondan sonra uyanıp dünyada ve ülkemizde neler olup bittiğini görmeye, anlamaya başlayacağız. Ancak ondan sonra kurtuluşa giden yolların nereden geçtiğini bulmaya çalışacağız…”

Ve “Artık şurası kesinleşmiş bir gerçek ki; Tarih Türkiye’ye ve Türkiye Halkına İkinci bir Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı daha vermek mecburiyetini getirip dayatmıştır…”

Bu İkinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mızı da İkinci bir 30 Ağustos’la taçlandıracağız. Ama bu defa AB-D Emperyalist haydutlarını ve onlarla kader birliği etmiş yerli satılmışları Tarihin karanlık sayfalarına bir daha geri gelmemecesine göndereceğiz.

Bu defa, Halkın İktidarı öncesi son vuruş olacak, AB-D Emperyalistlerine ve yerli satılmışlara.

Bu defa “Vatan aşkını söylemekten ve gereğini yapmaktan korkar hale gelmektense ölmeyi yeğleyen” İkinci Kurtuluş Savaşçısı Kurtuluş Partililer önderliğinde olacak.

Zafer yine bizim olacak!

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

30 Ağustos 2023

HKP Genel Merkezi