Allah kahretsin! İşte bunların alayı “Amerika’sız ve NATO’suz yaşamayız”, diyen ABD hizmetkârları cephesini oluşturmaktadır…

FARKLI OLAN YALNIZ BİZİZ!

Saygıdeğer arkadaşlar

Bir ciddi siyasi partinin programında neler yer alır?

İktidara gelince yapacakları, değil mi?

Oy istediği halka ne verecek? Onun hayatını nasıl rahatlatacak? Onun dertlerine ne gibi çareler bulup derman olacak?

Ve vatanın durumuna ilişkin tehlikeler varsa, ki vardır ülkemiz söz konusu olduğunda, o tehlikeleri nasıl savuşturacak? Vatanımızı nasıl koruyacak? Ülkemizin bağımsızlığını ve halkımızın mutluluğunu nasıl sağlayacak?

Bunun yöntem ve metotları yer alır, gerçek bir devrimci partinin programında.

Tabiî bunların eksiksiz biçimde yer aldığı program, sadece biz Gerçek Devrimcilerin partisi olan Halkın Kurtuluş Partisi Programı’dır.

Meclisteki Amerikan devşirmesi ve kuklası partilerin programındaysa bunların hiçbiri yer almaz. Onlarınkinde bir yığın kuru gürültü, laf salatasıyla birlikte esas olarak devşiricileri ve oynatıcıları olan ABD Emperyalist Hayduduna sundukları sadakatleri yer alır.

21 yıldır ülkemizin başına ABD Çakalı tarafından çöktürülmüş bulunan Tayyipgiller iktidarının uyguladığı yıkım projesi sonucunda ülkemizin mahvı perişan edildiği, halkımızın kuru ekmeğe, kuru soğana muhtaç duruma düşürüldüğü, işsizlik ve pahalılığın cehennemcil bir ortam yarattığı ve 85 milyon insanımızı kasıp kavurduğu, hepimiz tarafından yaşayarak hissedilmekte, gözlerimizle apaçık biçimde görülmektedir artık.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bunların derdi halkımızın mutluluğu değildir. ABD Çakalına kulca uşaklık edip iktidarı kapabilmek ve orada uzunca süre durabilmek, bu arada da küplerini doldurabilmektir.

Şimdi bakalım bunların programlarına, efendileri ve oynatıcıları olan ABD Emperyalist Hayduduna sadakatlerini nasıl belirtmişler.

AKP’den başlayalım:

“Türkiye’nin NATO bünyesinde bugüne kadar ortaya koyduğu katkıya paralel olarak, yeni Avrupa savunma stratejisi çerçevesinde oluşturulan Avrupa Güvenlik ve Savunma Kavramı (AGSK) içinde hak ettiği yeri alması yolundaki çabaları sürdürecektir. Türkiye ile dost ve müttefik ülkeler arasında uzun zamandan beri devam eden siyasi ve ekonomik işbirliği sürdürülecek (…)

“Amerika Birleşik Devletleri ile uzun yıllardan beri savunma ağırlıklı olan işbirliğini devam ettirecek ve bu işbirliğini ekonomi, yatırım, bilim ve teknoloji alanlarında yaygınlaştıracaktır.”[1]

Şimdi de Kaset Tutsağı, Kaçak Saray’ın Arka Bahçeli’sinin MHP’sinin Programı’na bakalım:

“ABD ile ilişkilerimizin ekonomik, siyasi ve güvenlik boyutlarıyla her iki tarafın karşılıklı çıkarlarına hizmet edecek şekilde, eşitlik ve karşılıklılık temelinde yürütülmesi esas olacaktır.”[2]

Şimdi de Kuvayimilliye’nin zaferi üzerine kurulmuş Mustafa Kemal’lerin, İnönü’lerin CHP’sinin başına Amerika Haydudu tarafından çöktürülerek onun bütün değerlerini tersyüz edip Yeni CHP haline getirmiş TESEV’ci, Sorosçu Sorosdaroğlu Kemal Efendi’nin Partisinin Programı’na bakalım:

“CHP, (…) NATO’nun da, yeni üyelerin katılımıyla uluslararası alanda güvenlik ve istikrarın sağlanmasına daha büyük katkıda bulunması gerektiğini düşünmektedir. Bu amaçla NATO üyeleri arasında tam bir uyum, dayanışma ve işbirliğinin sağlanmasının İttifakın görevini en etkili biçimde yapmasına katkı sağlayacağı görüşündedir.”[3]

Ve gelelim Akşener’in İyi Parti’sinin Programı’na…

“Türkiye, İkinci Dünya savaşından sonra kurulan dünya düzeni içinde Batı kurumları içinde yer almıştır. Ülkemizin savunma politikası da Batı güvenlik sistemine entegre olmuştur. Savunma politikasında en üst şemsiye olarak NATO bulunmaktadır. Türkiye’nin NATO şemsiyesinde olması milli politikalar ve stratejiler uygulamasına engel değildir. NATO bir siyasi yapılanma olup aynı zamanda üyelerinin savunma ihtiyaçlarını da karşılamaktadır. Türkiye’nin bu ittifaka üyeliğinin diğer ittifak ve mekanizmalardaki ülkelerle kendi milli çıkarları ve ulusal güvenliğinin gereği yapılan iş birlikleri içinde yürütülecektir.”[4]

Şimdi de bugünlerde “Ata İttifakı”nı kurarak Atatürkçü oynayan ve iki yıl öncesine kadarki bütün siyasi hayatı Kontrgerilla’nın, Süper NATO’nun, Gladyo’nun Türkiye’deki paramiliter siyasi örgütü durumundaki MHP ile ve ondan kopan Akşener’in İyi Parti’sinde geçen Ümit Özdağ’ın 2021’de kurduğu “Zafer Partisi’nin Programı’na bakalım:

“ABD ile ikili ilişkilerimizin yanında NATO çerçevesinde de yakın ilişkilerimiz vardır. Birimize yapılmış saldırı hepimize yapılmış anlayışını temel alan NATO bünyesindeki ilişkiler Türkiye’nin savunma-güvenlik ve dolayısıyla dış politikasını etkileyen bir unsur olduğunu, bunun Türk-Amerikan ilişkilerine olumlu katkı yapması gerektiğini düşünmekteyiz.”[5]

Ne demiş oluyor, hem de kallavi-”Profesör Dr.” unvanlı Ümit Özdağ Hafız?

Eksiksiz ve kusursuz biçimde ABD Emperyalist Çakalına sadakatini sunmuş oluyor.

Fakat bununla yetinmiyor. Ardından da “Hem ağlarım hem giderim”, diyen gelinin türküsünü çağırmaya başlıyor. Şöyle devam ediyor, karışık ve bozuk, yazım hatalı cümlelerle:

“Ülkemizin NATO’da yer almakla birlikte milli stratejik çıkarları neyi gerektiriyorsa o çerçevede hareket edilecektir. Amerika ve diğer NATO müttefiklerimizle karşılıklı saygı, dayanışma ve işbirliğine dayanan ilişkiler çerçevesinde çalışmalar sürdürülecektir. Soğuk Savaş döneminde ABD ve AB Türkiye’nin toprak bütünlüğünü hedef almazken bugün Türkiye’nin NATO üyeliğine rağmen bazı NATO ülkelerinin desteklediği unsurlar Türkiye’nin rejimini ve toprak bütünlüğünü hedef almaktadır. Bu tarz gelişmeler kesinlikle kabul edilemez.

“ABD-AB’nin, Türkiye’nin yaşamsal çıkarlarını yok sayan, ülkemize yönelik yaşamsal tehditleri besleyen politikalarını, haksız baskılarına son vermesi gerekmektedir. Türkiye’den istedikleri talepler toprak bütünlüğümüze tehdit oluşturmasından dolayı kabul edilebilir değildir.

“ABD her ne kadar “Tek Kuşak-Tek Yol” projesini denetimi altında tutmak için Yunanistan- Romanya ve Bulgaristan’a askeri birliklerini konuşlandırsa da bu gelişme ülkemizi de rahatsız etmekte ve tehdit olarak algılanmaktadır.

“ABD ve AB; Türkiye’ye Suriye’nin kuzeyinde PKK/PYD denetiminde “büyük Kürdistan’ın Suriye” ayağını kabul etmesi için dayatmalarda bulunulmaktadır. 1990’lı yıllarda Kuzey Irak’ta gerçekleşen süreç 2020’li yıllarda kuzey Suriye’de gerçekleştirilmek istenmektedir.

“ABD ve AB; Suriye’den Türkiye’ye gelen 5.3 milyon Suriyelinin Türkiye’de kalmasını istemektedir. Suriye’nin kuzeyinde PKK denetiminde bir bölgenin kurulmasını sağlamak ile Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de kalmasını istemek, önümüzdeki on yıllarda Türkiye’de iç savaş çıkararak, Güneydoğu Anadolu’da bir sözde kürdistan kurma projesinin iki ayağını oluşturmaktır. 1990’lar da Irak’ta, 2010’lar da Suriye’de yaşananlar 2030’larda Türkiye’de yaşatılmaya çalışılmaktadır.

“Türkiye dünyada en fazla sığınmacının bulunduğu ülkedir. Yabancı kışkırtma ve istismarlara çok açık bu durum Türkiye’de terör, sabotaj ve toplumsal olayları kışkırtmak için uygun bir vasat hazırlamaktadır.

“Partimiz, başta Irak ve Suriye konusu olmak üzere bilhassa ABD ve AB’nin izlediği Türkiye’nin de toprak bütünlüğünü tehdit eden politikalarına karşı çıkacaktır.

“Ayrıca ABD ve AB, Türkiye’nin tehdit olarak gördüğü FETÖ ve PKK’yı Türkiye’nin müttefiki olarak Türkiye gibi “evet- ama”sız düşman olarak görmek zorundadır.

“Türkiye’nin Suriye’de ve Ege/Doğu Akdeniz’deki jeopolitik talepleri, S 400 savunma sistemleri konusundaki ısrarı ile PKK ve FETÖ konusundaki hassasiyetleri minimum yaşamsal çıkarlarını temsil etmektedir. Sonuç olarak Zafer Partisi, ABD-Türkiye ilişkilerinin yeni ve her iki tarafın çıkarlarını temsil eder şekilde yeni bir zemine oturmasını sağlayacak bir yaklaşımı temsil etmektedir.”[6]

İşte bu Amerikancı sermaye partileri, elbette yapımcılarına ve onların askeri, siyasi, ekonomik, felsefi, kültürel örgütlerine sadakatle bağlı olacaklar ve onları efendilerine sık sık belirtecekler. Yani diyecekler ki; “Biz hizmete hazırız. Bizi de gör. Kullanırsan bizi, pişman olmazsın. Memnun kalırsın.”

Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi’nin siyasi plandaki temsilcisi HDP-YSP de damardan Amerikancıdır ve NATO’cudur. Onlar, biliyorsunuz, Amerika’ya seyahatler düzenleyip oradaki “Düşünce Kuruluşu” adlı Amerikan Derin Devletinin örgütleriyle görüşüp onlara hizmete amade olduklarını söylemişlerdir.

Selahattin Demirtaş, Gültan Kışanak ve Ahmet Türk, bu seyahatleri sonrası Türkiye’ye dönüşlerinde de hiç utanıp sıkılmadan aynen şu açıklamayı yapmışlardır:

“Suriye’de işin çok zor olduğunun farkındalar. Beklentiler muhalefetin biraz güçlenmesi yönünde. Kürt muhalefetinin dışlanmamasını ve sürece dahil edilmesini talep ettik. Katkı yapmak istediğimizi, rol üstlenebileceğimizi söyledik.”[7]

Zaten bunlar PYD, YPG, SDG olarak Suriye’nin kuzeydoğusunda ABD Ordusu ve onun Özel Kuvvetleri’nin emrinde çalışmaktadırlar. Bunlara göre ABD, emperyalist bir devlet değil; “Kurtarıcı” diyorlar ABD Emperyalist Hayduduna. NATO’nun sivil kanadı olan “Parlamenterler Asamblesi”ne de üye verdik diye övünmüşlerdi, değil mi?

Ne demişlerdi buna ilişkin?

“HDP Genel Merkezinden yapılan açıklamada, Diyarbakır Milletvekili Ziya Pir’in geçen yıl Kasım ayında seçildiği NATO-PA Güvenlik ve Teknoloji Eğilimleri Alt Komite Başkan Yardımcılığı’nın ardından, şimdi de Bükreş’te devam eden 2017 Sonbahar oturumunda NATO-PA Güvenlik ve Teknoloji Eğilimleri Üst Komite Başkan Yardımcılığı’na seçildiği belirtildi.”[8]

Mecliste bir de bunların yani Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi’nin kucağında oynayan, ideolojik açıdan bunlardan zerrece farkı olmayan yeni yetme, ikbal avcısı bir proje partisi var, değil mi arkadaşlar?

Bunlar bir “Ne sihirdir ne keramet, el çabukluğu marifet” hokkabazlığıyla eski TİP’in adının üzerine çökmüşlerdir. Hiçbir ideolojik, örgütsel, kadrosal bağları olmamasına rağmen “TİP” adını hırsızlayarak böyle adlandırmışlardır kendilerini. Bunlar da HDP kadar, diğer sermaye partileri kadar NATO’cudurlar, Amerika sevicidirler.

Fakat bunlar aynı zamanda sol da oynadıkları için çok da İblisçe yaparlar bu ihanetlerini. Programlarına geçirmezler; davranışlarıyla ortaya koyarlar Amerikan hizmetkârlıklarını.

Geçenlerde-30 Mart’taki NATO’nun Finlandiya’yı da içine alarak genişlemesi ve güçlenmesine, Mecliste oybirliğiyle “Evet” denmiştir, hatırlayacağımız gibi. HDP Meclis Genel Kurulunda yer almasına rağmen oylamaya katılmayarak ikili oynamıştır. “Ya nasıl olsa evet denecek, ben ikili oynayarak kamufle edeyim kendimi. Çünkü Türkiye Solcularını da önemli oranda kendi yörüngeme almış durumdayım”, demiştir.

Bunun kucağında oynayan TİP’se Genel Kurulda yer almayarak yandan çarklı onaylamıştır NATO’nun genişlemesini ve güçlenmesini.

Bu TİP, Mecliste en uçtaki solcuyu oynayan madrabazdır, değil mi arkadaşlar?

Ve arkadaşlar; Mecliste “Milliyetçi”yi oynayan, üstelik de Atatürkçü oynayan Ümit Özdağ da aynen TİP gibi arazi vaziyetleri alarak oylamaya katılmamıştır. Yani yandan çarklı desteğini atmıştır patronu ABD Hayduduna…

Böyle bunlar işte, arkadaşlar. Türkiye’nin trajedisi bu…

***

Şimdi de CIA-FETÖ ve Tayyipgiller ortaklığındaki, başta Türk Ordusu’nun Kuvayimilliye ve Mustafa Kemal Gelenekli Subaylarını tasfiyeyi hedef alan “Ergenekon” kumpasının kurbanlarından olan ve bizim de cezaevindeyken defalarca görüşüp desteğimizi sunduğumuz Antiemperyalist ve Mustafa Kemal Geleneğini capcanlı bir şekilde yaşayan ve taşıyan emekli Kurmay Albay Mustafa Önsel’in şu NATO değerlendirmesini okuyalım, arkadaşlar:

***

Kim “NATO’suz yapamayız” diyorsa bizi pirelendiriyor

Pire haşaratını özellikle gençler görmemiştir. Aslında benim emsallerimin de çoğu için de geçerlidir bu durum. Ancak sanırım herkes bu küçük ama bir o kadar da haşarı yaratığın ismini duymuştur. Ben bu küçük yaratığın birkaç özelliğinden bahsedeceğim.

Pire, büyüklüğü en fazla 10 mm olan bir haşarattır. Bu küçücük bedene rağmen insan ya da hayvan ne olursa olsun çok rahatsız edici bir ısırma yeteneğine sahiptir. Pirenin ısırdığı canlılar devamlı kaşınmak durumunda kalırlar…

BU İŞTEN PİRELENİYORUM

Pire ile ilgili çeşitli sözler, benzetmeler, deyimler mevcuttur. Sanırım ısırığından dolayı kaşındırmasına farklı bir anlam yüklenerek huylanmak anlamında “pirelenmek” sözü de bunlardan biridir.

Bir işten huylanıyor, kötü bir şeyden şüpheleniyorsanız, “Bu işten pireleniyorum” arkadaş dersiniz.

Pirenin bir başka özelliği de büyüklüğünün yaklaşık 300 katı sıçrayan bir rekortmen oluşudur. Yani sevgili pire hayvanı 30 cm kadar sıçrayabiliyor. Ne yetenek değil mi?

Pire üzerine, bizim olmasa da yabancıların çeşitli çalışmaları, araştırmaları, deneyleri söz konusudur.

Bu deneylerden birini anlatayım.

ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK

Bir pireyi alıp 20 cm.lik boyundaki bir şişeye koyup ağzını kapatıyorlar. 30 cm zıplayabilen pirecik, her zıpladığında 20 cm.lik şişenin kapağına vurup iniyor aşağıya. Belirli bir zaman süresinde devam ediyor bu deney.

Sonrasında pireyi şişeden çıkartıyorlar. Pire için engel yoktur. Artık eskisi gibi 30 cm.ye kadar sıçramasına bir mani durum kalmamıştır. Ancak o 20 cm’ye şartlanmıştır. O günden sonra 21 cm bile sıçrayamaz. Buna kısaca “öğrenilmiş çaresizlik” diyoruz.

Konuyla ilgili maymunlar üzerinde de bir deney yapılmıştır.

*

“MANDA VE HİMAYE KABUL EDİLEMEZ”

19 Mayıs 1919 Mustafa Kemal Samsun’a çıkar. Sonrası herkesin malumu bir seri toplantılar yapar. Hepsi birbirinin tamamlayıcısı toplantılardır. Ben birini yazıma konu edeceğim. Bu, Erzurum Kongresidir. O toplantıda alınan kararlardan da bir tanesinden bahsedeceğim. O madde, “Manda ve himaye kabul edilemez”dir.

Bu kararın alındığı zaman ülkede, komutanlığını Kazım Karabekir’in yaptığı kolordudan başka hemen hemen düzenli bir birlik yoktur. Ülkenin başkenti olan İstanbul işgal altındadır. Yunanlar İzmir’i işgal etmiş, Ege bölgesinde yakıp yıkarak, sivil halkı katlederek ilerlemektedir. Ülkenin diğer bölgeleri de büyük bölümüyle işgal altındadır. Halk açlık ve sefaletle boğuşmakta, savaştan bıkmış vaziyettedir.

Yani bakıldığında oldukça olumsuz ve umutsuz bir durum söz konusudur. İşte bu şartlarda alınır yukarıda belirttiğim, “Manda ve himaye kabul edilemez” kararı.

O zamanlar Amerikan veya İngiliz mandası isteyenler de vardır. Hatta bir kısmı Mustafa Kemal’in arkadaşlarıdır.

Tarih öğrenirken bize ne kadar kötü tanıttılar onları. Mandayı, himayeyi savunmak vatan hainliği gibiydi. Halide Edip Adıvar’ın yani meşhur Süleymaniye nutkunu okuyan o asil kadının Amerikan mandasını savunduğunu ilk öğrendiğimde ne kadar üzülmüştüm.

Hâlbuki onlar ülkeyi bir bütün halinde kurtarmanın derdindeydiler. Herkes kurtuluş için çare arıyordu. Önlerinde hiçbir örnek yoktu. O zamanki mandacılar da hain olduklarından değil -en azından bir kısmı- geçici bir kurtuluş olarak görüyorlardı bunu.

Ama bu kadar olumsuz, ölüm kalım mücadelesi içerisinde bile Mustafa Kemal, arkadaşlarıyla Erzurum’da bu kararı alıyor. Allah’tan böylesi bir lidere sahip olmuşuz da o cendereden çıkabilmişiz…

*

KENDİNE GÜVEN SIFIR

Şimdi öyle mi? En azından önümüzde Mustafa Kemal ve arkadaşlarının bıraktığı böylesi bir örnek var…

Birileri bu şartlarda manda ve himaye isteyen olursa, onlara dünkü manda isteyenler kadar masum bakılabilir mi?

Hele bazıları var ki, hem Atatürk’ü, hem Atatürkçülüğü kimseye bırakmaz hem de mandacılar gibi düşünür. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?

Sosyal medyada görmüştüm, NATO’nun tutumunu eleştiren birine bir başkası şöyle diyor; “Hadi NATO’dan çıkalım ama nereye gireceğiz?” Kendine güven sıfır.

Bir öğrenilmiş çaresizlik hastalığına tutulmuş herkes. Tıpkı 30 cm zıplayabilen pirenin 20 cm’lik şişeye konulup bir süre orada tutulduktan sonra artık 20 cm’yi geçememesi gibi.

*

PKK’YA AÇIK DESTEK DE DEĞİL MİDİR?

NATO’dan ABD’yi çıkartsak, NATO kalır mı? Kalmaz! O zaman NATO yerine rahatlıkla ABD diyebiliriz değil mi?

Peki, yetkililerinin ifadelerine göre, ABD’nin Suriye’deki kara gücünü kim oluşturuyor? PKK’nın Suriye kolu PYD. Bu kapsamda ona binlerce TIR silah gönderdi. Siyaseten söylenenleri bir tarafa bırakın bu aynı zamanda PKK’ya açık destek de değil midir?

PKK yıllardır ne yaptı ülkemizde? On binlerce insanın can kaybına, ülkemizin hesaplanabilir 150 milyar dolardan fazla ekonomik kaybına sebep oldu.

Ya FETÖ?

FETÖ’nün lideri nerede? ABD’de.

FETÖ’yü kim besliyor, destekliyor? Çok açık ki ABD… Zaten tersini söylemek aptallara has olur.

FETÖ’nün ülkeye verdiği zarar nedir? Sayılamayacak kadar çok. Ayrı bir yazı konusu, hatta kitap yazılır üzerine. Ama tarih boyunca hiçbir örgütün veremediği, veremeyeceği kadar maddi ve manevi kaybı söz konusudur ülkenin.

FETÖ’nün sadece 15 Temmuz’da ülkeye verdiği zarar yeter. Sadece bunu ABD hanesine yazmamız bile yeterlidir.

KOCAMAN BİR ÖRNEK: ATATÜRK

Her şeye rağmen, o gece yaşananlar çok açık biçimde FETÖ’nün işi olmasına rağmen bu melanet örgütün liderini vermemek nasıl bir şeydir?

Hangi onuruna düşkün millet bunu kabul edebilir?

Tüm olan bitene rağmen hala NATO’yu eleştirmeyen, -dolayısıyla ABD’yi- dahası bağlılık beyan edenlerin tutumlarını nasıl açıklayabiliriz?

Bu durumda bazılarının “Ne yapalım zorunluluktan. Başka türlü bizimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynarlar” dediğini duyar gibiyim. Sonra başta askeri sahada ciddi sorunlar yaşayacağımızı ifade edeceklerdir.

Bunun tedbirini almak yönetmeye talip olanın görevidir. Bir başka ülkeye teslim olacaksanız neden siz yönetiyorsunuz ki?

Bakın kocaman bir örnek var önünüzde: Atatürk…

Yukarıda temas ettim, o günler bugünlerden çok daha zordu, zorluydu…

Mustafa Kemal’in, arkadaşlarıyla o zor şartlarda gerçekleştirdiği Erzurum Kongresinde aldığı, “Manda ve himaye kabul edilemezdir” kararını, şapkanızı önünüze koyun ve o zamanın şartlarıyla birlikte bir daha değerlendirin!

Önderlik budur! Duruş, kararlılık uluslararası ilişkilerde olmazsa olmazdır. Diğer türlü sadece günü kurtarır her geçen gün geleceğinizi kaybedersiniz.

Nitekim NATO’ya bağlandıktan, daha doğru ifadeyle ABD ile daha yakın ilişkiye girdiğimiz andan sonrasının bizi getirdiği yerden kocaman bir dram çıkar. Bu dramda tarihin en eski milletlerinden olan Türklerin güneşe bırakılmış tereyağı gibi eridiğini, kimliksizleştiğini görebilirsiniz…

*

AĞLAMANIN ANLAMI NE?

Peki, bütün bunlar ortadayken nedir bu “NATO’suz yapamayız, ABD olmazsa yaşayamayız” diye ağlamanın, zırlamanın, feryat figan etmenin anlamı? Zaten bu çaresizliği, omurgasızlığı gören NATO, daha doğrusu ABD, yüklendikçe yükleniyor, abandıkça abanıyor.

Adeta şamar oğlanına döndük! Onurumuz ayaklar altına alındı.

ABD, yaklaşık 100 yıldır bölgemizde, 65 yıldır da NATO üyesiyiz. Şimdi en kestirmeden soruyorum, NATO’ya girdik gireli burnumuz b.ktan çıktı mı? Huzurlu bir dönemimiz oldu mu hiç? Kaotik ortamın olmadığı bir zaman dilimi gördünüz mü?

Bir önceki yazımda ABD/NATO’nun Türkiye ile tarihsel süreçte yaşadıklarını yazdım…

Getirdikleri ile götürdüklerini bir terazinin iki ayrı kefesine koysak; götürdükleri, getirdiklerinin kaç mislidir ortada… Kıyasa bile gerek yok. Kimliğimizi kaybediyoruz kimliğimizi. Kişiliğimizi çalıyorlar kişiliğimizi. Omurgamızı yok ediyorlar omurgamızı…

Bunlardan pek anlamadıysanız daha anlaşılabilir bir örnek vereyim. NATO’ya girmeden, “ABD’siz ölürüz biteriz” demezden önce bu ülke uçak üretiyordu uçak. Masal gibi geldi değil mi? Sonra onu üretmekten vazgeçtik, bugün saman ithal etmeye başladık saman.

Gördünüz mü ekonomik kalkınmayı? Hadi oradan, palavra anlatmayın sömürge kafalı aydın müsveddeleri… Şu son örneğe verecek cevabınız varsa alalım. Bazılarınız için kimliğin, kişiliğin, omurganın önemli olmadığını biliyorum…

*

HEP BERABER GÖRECEĞİZ

Uzatmadan…

Sahi bunca olan bitene, tarihi yaşanmışlıklara rağmen müstemleke kafalı yarı aydınlar bir tarafa da, “NATO’suz yapamayız” diyen siyasiler, hiç mi görmezsiniz bunca şeyi. Ama bilin ki artık Türkiye’de yabancılara yaslanarak, ona buna el açarak çıkış olmadığı, siyaseten başarılı olunamayacağı açıktır.

Artık bu tür bağımsızlık karşıtı yaklaşımların tutmayacağı, eski klasik politik yaklaşımlarla bir yere varılamayacağı ortadadır.

Sonuç olarak kim ne kadar güzel şeyler söylerse söylesin, iyi şeyler, hayırlı şeyler yapacağını ifade ederse etsin, eğer NATO, ABD, AB veya bir başka oluşuma kesin bağlılık ifadesinde bulunuyorsa artık bizi “pirelendirecektir!”

Bundan sonra bağımsız politikalar uygulayacağına inanılanların, politik arenada öne çıkacağı bir döneme giriyoruz…

Kim bizi “pirelendiriyorsa”, kim “öğrenilmiş çaresizlik” girdabına kapılmışsa millet olarak onunla işimiz olmayacaktır. Eski yaklaşımlarla olumlu sonuç alacaklarını zannedenler kısa bir süre sonra yanıldıklarını anlayacaklardır…

Hep beraber göreceğiz…

Anlatabildim mi bilmiyorum…[9]

***

NATO’yu genel hatlarıyla ortaya koymuş, Mustafa Kemalci askerimiz. Buna ilaveten 1950’den bu yana dünyadaki bütün kötülüklerin, bütün katliamların, bütün kıyımların, bütün işgallerin, bütün alçaklıkların baş sorumlusudur, ABD Emperyalist Çakalı ve onun komutasındaki saldırgan askeri örgüt NATO.

Daha önce de defalarca belirttik: Che’nin deyişiyle “İnsan Soyunun Başdüşmanı”dır ABD Emperyalistleri ve onun her türden örgütleri.

Hem bundan yana olacaksın, hem de; “Ben ülkemin, ulusumun çıkarlarını, bağımsızlığını koruyacağım”, diye ortaya çıkacaksın, öyle mi?

Bu düzenbazlıktır düpedüz ya…

Ülen Amerikan devşirmeleri!

Hiç mi duymadınız bu emperyalist haydudun BOP’unu ve o haritada Türkiye’nin kaç parçaya bölünmüş olduğunu? Ve o haritanın İtalya’daki NATO Kolejinde tahtaya asılarak ders olarak işlendiğini?

Bu ABD Çakalı ve onun NATO’su Ege’de Muavenet Zırhlımızı vurarak, hem de bile isteye vurarak, 6 askerimizi şehit etmedi mi?

4 Temmuz 2003’te Irak’ta Barzani Peşmergeleriyle bölgedeki Türk Askerinin karargâhını basarak askerlerimizi esir alıp, başlarına çuval geçirip küfürler, hakaretler ve tekmeler eşliğinde karargâhına götürüp orada tutmadı mı?

Ve bu ABD, Irak’ta, Suriye’de PKK kuvvetlerini eğitip donatıp bunlara komuta etmiyor mu? Ve bu PKK kuvvetleri Antiemperyalist savaş veren Suriye Hükümetine ve sınırlardan sızarak bize karşı saldırılarda bulunmuyor mu?

Ne laf geveleyip duruyorsunuz…

Çoğunuz gönüllü Amerikan hizmetkârısınız, Amerikan devşirmesisiniz. Ümit Özdağ ve onun Zafer Partisi de Mustafa Önsel’in çok doğru bir şekilde tespit ettiği gibi “Mandacı.” Bunun lamı cimi yok. Bir de kendilerine “Ata İttifakı”, diyorlar, Atatürk’ten hareketle.

Bu görüşleri savunan birinin ne ilgisi olabilir Mustafa Kemal’le, Atatürk’le?..

Sizler de Mustafa Kemal’in aşağıda aktaracağımız sözlerini okumuşsunuzdur ama biz bir kez daha aktaralım. Çok az umut beslemekteyiz ama ola ki anlarsınız. Çünkü yine hep söyleyegeldiğimiz gibi okumak ayrı şey, anlamak ayrı şeydir:

“Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”[10]

Demek ki Samsun’a çıkışından 1 ay sonra Mustafa Kemal, bu net kararını ortaya koyuyor, kayda geçiriyor ve millete ilan ediyor.

Devam ediyor Mustafa Kemal aynı kapsamdaki söylev ve demeçlerine:

“Fakat varlığımıza sataşan (tasallut eden) bütün Batı dünyası, Amerika da içinde olduğu halde, tabiatıyla büyük bir kuvvet teşkil ediyor.”[11]

Demek ki arkadaşlar; düşman emperyalist Batı Dünyasıymış, tıpkı bugün olduğu gibi.

Ve bir de buna ilaveten yerli hainlerden derleşik iç düşman vardı, değil mi arkadaşlar?

Çökkün Osmanlı’daki Derebeyleşmiş Antika Tefeci-Bezirgân Sermayenin sınıf çıkarlarını savunan Sultan Vahdettin ve Damat Ferit’lerden oluşan İstanbul Hükümetleri. Ve bunların emrindeki Muaviye-Yezid Dincisi Şeyhülislam’lar, Mustafa Sabri’ler, Dürrizade Abdullah’lar. Tıpkı bugünkü Meclisteki Amerikancı Altılı Çeteden oluşan hain partiler ve Tayyipgiller’in Diyanet’inin tepesindeki Ali Erbaş vb. Muaviye-Yezid Dincileri, CIA-Pentagon Dincileri gibi.

Ve devam ediyor Mustafa Kemal sonraki yıllarda da aynı kapsamdaki uyarılarına:

“Halbuki, hangi istiklâl vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir Tarihte, böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır. İşte Türkiye de, bu yanlış zihniyetle sakat olan bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyıl, biraz daha çok gerilemiş, daha çok düşmüştür.”[12]

Ve Tam Bağımsızlığın ne olduğunu anlatır Mustafa Kemal, çok açık ve kesin biçimde:

“Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasî, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek mânasıyla bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir. Biz, bunu temin etmeden barış ve sükûna erişeceğimiz inancında değiliz.”[13]

Şimdi Mustafa Kemal’in anlattığı bu bağımsızlıkların bir teki var mıdır Türkiye’de?

Ne yazık ki yoktur. 1950’den beri iktidarlara kimin getirileceğine, ne zaman götürüleceğine ve yerine kimin getirileceğine hep ABD Emperyalist Haydudu karar vermektedir ve onun dediği olmaktadır. Bunun en canlı örneği, Tayyipgiller’in nasıl devşirilip, partileştirilip iktidara getirildiği, önlerinin açıldığı, onlara engel olacak güçlerin opere edilerek 21 yıldır iktidarda tutulduğu elle tutulurcasına, somut, belgeli şekilde ortada durmaktadır. Merkez Parti Başkanı Abdürrahim Karslı, bunu bütün ayrıntılarıyla anlatmaktadır, televizyoncu Cem Özer’le yaptığı bir programda ve Tele 1 Patronu Merdan Yanardağ’la yaptığı ikinci bir programda. Bunların videosu internet ortamında dolaşımdadır. “AKP Nasıl Kuruldu?” cümlesini yazıp aratırsanız Google’da, hemen karşınıza çıkar bu programlar.

Ne dedik yukarıda, arkadaşlar?

Ümit Özdağ ve onun Ata İttifakı’nın dışındakiler gönüllü hainlerden derleşiktir. Ümit Özdağ ve avanesi ise Birinci Kuvayimilliye’deki Mustafa Kemal’in mahkûm ettiği “Mandacılar” çizgisindedir, kategorisindedir. Ümit Özdağ Parti Programı dışında da bu konuda bir açıklama yapmıştır yakınlarda:

“Ben kalsın diyorum çünkü şu anda NATO Türkiye’ye büyük bir güvenlik desteği veriyor.

“Ne anlamda?

“Saldırmayarak veriyor. Yani NATO’nun içinde olduğumuz sürece NATO’nun bize açıkça saldırısı mümkün değil. Öyle bir dönemden geçiyoruz.”[14]

Ne diyor Ümit Özdağ nam Hafız yukarıda, arkadaşlar?

“NATO Türkiye’ye büyük bir güvenlik desteği veriyor, saldırmayarak.”

Eğer NATO’dan çıkarsak, Amerika ve onun NATO’su bizi ham yapar, diyor.

Vatanının, ülkesinin bağımsızlığını ve halkının çıkarlarını savunacak cesarete sahip olmayanlar, işte böyle Mandacılıkta karar kılar ve ondan öteye geçemezler…

Birinci Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’mız günlerinde de Mandacılar bire bir aynı şeyleri söylüyorlardı: “Amerika ya da İngiltere’nin koruyuculuğuna sığınmazsak yani Mandasına girmezsek varlığımızı koruyamayız”, diyorlardı.

İşte bu Hafız de bugün aynı şeyi söylüyor…

Yahu o günleri ve o Mandacıları mahkûm etmiş ve onların savunduğunun tam tersini yani Tam Bağımsızlığı savunarak zafer kazanmış bir Mustafa Kemal var ve onun Silah Arkadaşları var.

Hiç mi ders almadınız bu dahi komutandan ve Silah Arkadaşlarından?

Besbelli ki almamışlar…

Cesaretleri Tam Bağımsızlığı savunmaya yetmediği için Mandacılıkta devam diyelim, diyor Özdağ. Mustafa Kemal’i ve Silah Arkadaşlarını anlayabilmek için onlar kadar yüreğe sahip olmak gerekir. O yüreği taşımazsanız o ideale de sahip olamazsınız.

İşte biz boşuna söylemiyoruz yıllardan bu yana arkadaşlar; “Cesaret bizim için bir vatandır”, diye. “Üç Vatanımızdan biridir Cesaret”, diye.

Diğer iki Vatanımız neydi?

Onlar da coğrafyamızdan oluşan Fiziki Vatanımız ve düşünce dünyamızın içinde hayat bulduğu Anadilimizdir. Cesaret Vatanına sahip olmazsanız, diğer iki vatanımızı da savunamazsınız. Savunmaya yeltenseniz de işte yukarıdaki gibi eveler geveler durursunuz ama sonuçta Mandacılıktan öteye geçemezsiniz.

Demek ki arkadaşlar, neymiş mesele?

Birinci Kuvayimilliye’de farklı olan yalnızca Mustafa Kemal ve ona inanan Silah Arkadaşlarıymış.

Bugün birincisi kadar zaruri olan İkinci Kuvayimilliye’de de “Farklı Olan Yalnız Biziz!”

“Katil Amerika, Ortadoğu’dan ve ülkemizden defol!”

Bunu diyemeyen her siyasi, her aydın ya haindir ya gafildir ya da korkak!

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

24 Nisan 2023

Nurullah Efe Ankut
HKP Genel Başkanı

[1] https://www.akparti.org.tr/parti/parti-programi/

[2] MHP Parti Programı, s. 128.

[3] CHP Parti Programı, s. 120.

[4] İyi Parti Programı, s. 37.

[5] Zafer Partisi Programı, s. 237.

[6] Zafer Partisi Programı, s. 237-240.

[7]https://t24.com.tr/haber/abdliler-turkiyenin-demokratik-ozerklige-karsi-cikmasina-sasirdi,203034

[8]http://www.hurriyet.com.tr/gundem/hdpli-ziya-pir-nato-pa-ust-komite-baskan-yardimcisi-oldu-40603786

[9]https://www.odatv4.com/yazarlar/mustafa-onsel/kim-natosuz-yapamayiz-diyorsa-bizi-pirelendiriyor-2811171200-128255

[10] 22 Haziran 1919, Amasya Tamimi.

[11] Mustafa Kemal, 8 Temmuz 1920, Söylev ve Demeçler 1, s. 83

[12] 6 Mart 1922, TBMM Gizli Celse Zabıtları C.3.

[13] Mustafa Kemal, Nutuk, C.2, s. 624.

[14] https://www.youtube.com/watch?v=8D4b1twLk-s&ab_channel=medyascope